BAHÎRÂ

Hz. Peygamber’in henüz çocukken Suriye’de görüştüğü rivayet edilen rahip.

Müellif:

Ârâmî dilinde “seçilmiş” mânasına gelen behîrâ kelimesini unvan olarak alan bu rahibin asıl adı Sergius’tur. Kaynaklarda kendisinin Abdülkays kabilesine mensup olduğu zikredilmekte, Zührî’ye nisbet edilen bir rivayette ise Teymâ yahudilerinden olduğu ve sonradan Hıristiyanlığı kabul ettiği nakledilmektedir.

Bazı siyer ve İslâm tarihi kaynaklarında Hz. Peygamber’in henüz on iki (bir başka rivayete göre dokuz) yaşında iken amcası Ebû Tâlib tarafından bir Kureyş ticaret kervanı ile Suriye’ye götürüldüğü rivayet edilir. Kafile her zamanki gibi Busrâ’da, Bahîrâ diye bilinen münzevi rahibin manastırı yanında konaklamıştı. Yine rivayete göre Bahîrâ’nın yaşadığı bu küçük manastırda eskiden beri bir kitap bulunuyor ve bunu okuyan her rahip hıristiyanların en bilgili din adamı oluyordu. İbnü’n-Nedîm, Bahîrâ’nın elindeki dinî metinlerin suhuf tercümeleri olabileceğini söyler. Bu bilgin rahiplerden biri olan Bahîrâ, daha önceki seyahatlerde Kureyşliler buradan geçtikleri zaman onlarla hiç ilgilenmez ve kimse ile konuşmazdı. Ancak bu defa manastırdan dışarı bakarken kervanda bulunan Hz. Muhammed’i bir bulutun gölgelendirdiğini, bir ağacın altında oturduğu zaman dallarının onun üzerine eğildiğini gördü. Bunun üzerine hemen bir sofra hazırlayıp kafile mensuplarını yemeğe davet etti. Kureyşliler o güne kadar kendileriyle hiç ilgilenmeyen Bahîrâ’nın bu davetini biraz da hayretle kabul ettiler ve yaşı küçük olduğu için Hz. Muhammed’i kervanın yanında bırakıp manastıra gittiler. Ancak Bahîrâ yemeğe onun da gelmesini istedi ve kendisiyle bizzat ilgilendi, ona çeşitli sorular sordu, sırtına bakarak peygamberlik mührünü (hâtem-i nübüvvet) gördü. Bahîrâ daha sonra Ebû Tâlib’e Muhammed’in kimin oğlu olduğunu sordu. Yetim kaldığını öğrenince ona iyi bakmasını ve yahudilerden korumasını tavsiye etti. Bunun üzerine Ebû Tâlib Suriye’deki işlerini hemen bitirip onu Mekke’ye götürdü. Bu rivayetin sonunda, Ehl-i kitap’tan üç kişinin Hz. Muhammed’i görünce ona kötülük yapmak istedikleri, ancak Bahîrâ’nın buna engel olduğu da zikredilir.

İbn Hacer, İbn Mende ve onu takip eden Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin Bahîrâ’yı sahâbî kabul ettiklerini belirttikten sonra onun Hz. Muhammed’i peygamber olduktan sonra gördüğüne dair bilgi bulunmadığını ileri sürerek bu görüşe katılmadığını açıklar. Ayrıca Hz. Peygamber’in yirmi beş yaşlarında iken Hz. Hatice’nin ticaret kervanıyla Suriye’ye yaptığı ikinci seyahatte Bahîrâ’yı bir daha ziyaret ettiğine dair rivayetler bulunduğunu zikreder. Halebî ise Hz. Muhammed’in Ebû Bekir ile Bilâl’in de bulunduğu bu ikinci seyahatte karşılaştığı rahibin Bahîrâ değil onun halefi Nestûrâ olduğunu, bazı kaynakların bu iki hadiseyi karıştırıp bir vak‘a gibi zikrettiklerini, müslüman olmayan bu iki rahibin fetret ehlinden sayılmaları gerektiğini belirtir. Halebî ayrıca, adı Bahîrâ olan bir başka şahsın Ca‘fer b. Ebû Tâlib ile Habeşistan’dan gelip İslâmiyet’i kabul ettiğini bildirir.

İslâm kaynaklarında bu şekilde nakledilen Bahîrâ hadisesi hıristiyanlar tarafından çok değişik bir tarzda değerlendirilmiştir. XI-XII. yüzyıllarda İso‘yâb adında birisinin yazdığı iddia edilen Bahîrâ apokalipsinde bu olaya çok geniş bir şekilde yer verilmiştir. Bir nüshası Arapça, bir nüshası Süryânîce olan bu kitabın asıl metni ile İngilizce tercümesini birlikte neşreden Gottheil, bu metinlerin, İslâm dinine karşı düşmanlık maksadıyla tarihî rivayetlerin nasıl tahrif edildiğini gösteren dikkat çekici birer delil olduklarını söylemiştir. Ayrıca bunların, Hz. Muhammed’in güya yalancı peygamber olduğunu, Araplar’a tebliğ ettiği hususların da keşiş Bahîrâ’nın telkinlerinden ibaret bulunduğunu ispat etmek için hıristiyanlar tarafından uydurulduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Ortaçağ boyunca hıristiyanlar tarafından istismar edilen Bahîrâ hadisesi etrafındaki tartışmalar ve bu vesile ile hıristiyan dünyasının Hz. Peygamber, Kur’ân-ı Kerîm ve bütün müslümanlar aleyhine yönlendirilmesi zamanımıza kadar devam etmiştir. Bazı müsteşrikler de Ehl-i kitap’ın Hz. Muhammed’in peygamber olacağını daha önce kendi kitaplarından öğrenmiş olduklarına dair rivayetleri Hıristiyanlık’tan dönen müslümanların uydurduklarını ve bunun bir efsaneden ibaret olduğunu iddia ederler. Caetani ise bu konuda Batı’da yapılan çalışmaları özetledikten, Hirschfeld’in Bahîrâ hadisesinin bir Ahd-i Atîk fıkrasının adaptasyonu (I. Samuel, 16/2-13) olduğu sonucuna ulaştığı çalışmasını zikredip bu rivayetlerin uydurma olduğunu ısrarla belirttikten sonra, Hz. Peygamber’in ilham aldığı kaynağın Hıristiyanlık’ta değil Arabistan’daki yahudiler arasında aranması gerektiğini ileri sürer (İslâm Tarihi, I, 312).

Hıristiyan dünyasındaki bu haksız ve garazkârane iddialardan rahatsız olan bazı müslüman âlimler Bahîrâ hadisesine ait rivayetin sahih olmadığını, senedinin mürsel olduğunu, râvilerinden hiçbirisinin olayı görmediğini, bunlardan Abdurrahman b. Gazvân’ın “münker” hadisler rivayet ettiğini, olayı naklettiği ileri sürülen sahâbî Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin bu olayı görmesine imkân bulunmadığı gibi hadiseyi kimden duyduğunu da söylemediğini, ayrıca o sıralarda henüz çocuk yaşta olan Hz. Peygamber’in Bahîrâ ile kısa görüşmesinden, hıristiyanların iddia ettikleri gibi, İslâm dininin esaslarına ait bazı şeyler öğrenmesinin akıl ve mantığa ters düştüğünü belirterek bu hadiseyi ya tamamen reddetmişler veya üzerinde durmaya ve reddetmeye bile değer bulmamışlardır. Bu arada Mustafa Âsım Köksal, İbn Hişâm’ın es-Sîre’sinde yer almayan Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in Bahîrâ hadisesi üzerine inşad ettiği üç ayrı kasidesinin İbn İshak’ın -Hamîdullah tarafından neşredilen- Kitâbü’l-Mübtedeʾinde bulunmasını delil göstererek, bu hadisenin İslâm kaynaklarında anlatıldığı şekliyle doğru olduğunu savunmaktadır. Bu şiirlerin bir kısmını Süheylî de eserine almıştır (II, 226-228). Ancak İbn Hişâm’ın, “İbn İshak’ın zikrettiği ve fakat şiirle uğraşanların doğru kabul etmedikleri birtakım şiirleri” eserine almadığını belirtmesi, bu şiirlerin Ebû Tâlib’e ait olduğundan şüphe edilmesi için yeterli sebeptir. Bununla birlikte Bahîrâ hadisesinin doğru olup olmadığına yalnızca bu şiirlere bakarak karar verilemeyeceği de açıktır. Esasen Bahîrâ olayını kabul veya reddetmenin Hz. Peygamber’in şahsiyeti ve İslâm dini bakımından herhangi bir önemi de yoktur.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 53-57.

, I, 180-183.

, I, 121, 153-155.

, I, 96-97.

, II, 277-278.

, I, 75.

Beyhâkī, Delâʾilü’n-nübüvve (nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beyrut 1405/1985, II, 24-29.

, s. 24.

, II, 216-228.

, I, 199.

, II, 229-230, 283-286.

, I, 139, 176-177.

, VI, 525-528.

Süyûtî, el-Ḫaṣâʾiṣü’l-kübrâ (nşr. M. Halil Herrâs), Kahire 1386-87/1967, I, 206-213.

, I, 257-259.

, Beyrut 1320, I, 191-199.

Nebhânî, Ḥüccetüllāh ʿale’l-ʿâlemîn, Beyrut 1316, s. 157-160.

Şiblî Nu‘mânî, İslâm Tarihi: Asr-ı Saâdet (trc. Ömer Rıza [Doğrul]), İstanbul 1346/1928, I, 198-202.

B. Carra de Vaux, Les penseurs de l’Islam, Paris 1921-26, III, 70-74.

L. Caetani, İslâm Tarihi (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1924-27, I, 310-322, 374-379.

Ali Rıza Sağman, İslâm Tarihinde Râhip Bahîrâ Meselesi, İstanbul 1959, s. 2-32.

, I, 50-51.

Ali Himmet Berki – Osman Keskioğlu, Hâtemü’l-enbiyâ Hazreti Muhammed ve Hayatı, Ankara 1959, I, 42-43.

Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, İslâm Tarihi (haz. Ziya Nur), İstanbul 1974, s. 99-100.

, I, 87-93.

R. Gottheil, “A Christian Baḥīra Legend”, , XIII (1899-1900), s. 189-242; XIV (1899-1900), s. 203-268; XVII (1903), s. 125-166.

İsmail Ali Ma‘tûk, “Baḥîrâ”, Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb, XII/1, Kahire 1950, s. 75-88.

A. J. Wensinck, “Bahîrâ”, , II, 227-229.

A. Abel, “Baḥīrā”, , I, 950-951.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1991 yılında İstanbul’da basılan 4. cildinde, 486-487 numaralı sayfalarda yer almıştır. Bu madde en son 12.03.2019 tarihinde güncellenmiştir.