BEKĀ

Allah’ın varlığının sonsuzluğunu ifade eden kelâm terimi.

Müellif:

Sözlükte “sebat ve devam etmek, kesintiye uğramadan geleceğe doğru sürüp gitmek” anlamına gelen bekā, terim olarak Allah Teâlâ’nın varlığına herhangi bir yokluğun gelemeyeceği (fenânın selbi) mânasını taşır; zıddı fenâdır. Kur’an’da bekā sıfatı ism-i tafdîl ve fiil şeklinde Allah’a nisbet edildiği gibi (Tâhâ 20/73; er-Rahmân 55/27) aynı mânada olmak üzere âhir ve samed isimleri de O’na izâfe edilmiştir (el-Hadîd 57/3; el-İhlâs 112/2). Ayrıca Kur’an’da Allah’ın bekā sıfatını ölümsüzlük, fenâ bulmamak gibi kavramlarla ifade eden başka âyetler de mevcuttur (meselâ bk. el-Furkān 25/58; el-Kasas 28/88). Hadislerde ise Cenâb-ı Hakk’ın bekā ile vasıflandığını gösteren, bu lafızdan türemiş veya yakın anlamlı kelimelerden teşekkül etmiş birçok esmâ-i ilâhiyye vardır (bk. Beyhakī, s. 9 vd.). Bekānın en sade ve veciz tarifini Hz. Peygamber’in, “Allahım! Sen evvelsin, senden önce hiçbir şey yoktur; sen âhirsin, senden sonra hiçbir şey olamaz” şeklindeki duasında görmek mümkündür (bk. Müslim, “Ẕikir”, 61; Tirmizî, “Daʿavât”, 19; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 2).

Bekā, âlemin yaratıcısı olan Allah’ın ezelden beri mevcudiyeti yani kıdem sıfatı ile yakından ilgilidir. “Kıdemi sabit olanın ademi muhaldir” kaziyyesi gereğince ezelden beri mevcut olan Allah’ın geleceğe doğru da sonsuz olarak var olacağını kabul etmek mantık bakımından zorunludur. Konu ile ilgili eserlerde sıkça kullanılan sermediyyet kelimesi, kelâmcılar tarafından kıdem ile bekā arasında kurulmuş olan bu bağlantıyı gösteren ve bu iki sıfatın taşıdığı anlamları ifade eden bir terimdir. “Zeval bulmaz, ölmez” mânalarına gelen lâ yezâl ve lâ yemût lafızları da Cenâb-ı Hakk’ın bekā sıfatını ifade için kullanılmaktadır.

Allah’a nisbet edilen bekānın hangi sıfat grubu içinde kabul edileceği hususu kelâm âlimlerince tartışılagelmiş ve Eş‘ariyye ile Mâtürîdiyye arasındaki görüş ayrılıklarından birini teşkil etmiştir (bk. Ebû Azbe, s. 66). Hatta Eş‘ariyye içinde bile bekā sıfatının yorumlanması konusunda görüş ayrılığı vardır. Bizzat İmam Eş‘arî’nin bekā ile ilgili görüşleri Bâkıllânî, Cüveynî ve Fahreddin er-Râzî gibi Eş‘ariyye’ye mensup âlimler tarafından benimsenmemiştir. Bu husustaki görüş ayrılıkları şu şekilde özetlenebilir:

a) Bekā ilim, hayat, kudret sıfatları gibi “sıfât-ı meânî”dendir. Allah Teâlâ kendi zâtına yaraşır bir bekā ile bâkıdir. Bu anlayış İmam Eş‘arî ve onu takip edenlerin görüşüdür. b) Bekā vücûd gibi bir “sıfat-ı nefsiyye” olup zât üzerine zâit ve ondan ayrı değildir; zât ile özdeştir; bu sebeple hiçbir şekilde zâttan ayrılabilecek bir sıfat olarak düşünülemez. Bâkıllânî, Cüveynî ve Fahreddin er-Râzî bu görüşü savunmuşlardır. c) Vücûdu sıfât-ı nefsiyye olarak değerlendirmeyen Ehl-i sünnet’in çoğunluğu ise bekānın Allah’ın selbî sıfatlarından biri olduğu görüşünü benimsemektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de her canlının öleceği (Âl-i İmrân 3/185) ve her şeyin helâk olacağı (el-Kasas 28/88) ifade edilmektedir. Ölümsüzlük ve değişmezlik anlamına gelen bekā ise sadece Allah’a mahsustur. Yine Kur’an’da cennet ile cehennem ehlinin bulundukları yerlerde ebediyen kalacakları (en-Nisâ 4/57, 122, 169; el-Ahzâb 33/65), dolayısıyla ölmeyecekleri haber verilmektedir. Aynı mahiyetteki ifadeler hadislerde de yer alır (bk. , “cennet”, “cehennem” md.leri). İlk bakışta naslarda göze çarpan bu ifade farklılıkları kelâmcılar arasında cennet ve cehennem ile içindekilerin devamlılığı konusunda görüş ayrılığına yol açmıştır. Nitekim Cehm b. Safvân, Allah’tan başka her şeyin fâni olduğunu ifade eden naslara dayanarak geçmişte olduğu gibi gelecekte de Allah’tan başka hiçbir şeyin bulunmayacağını, dolayısıyla cennet, cehennem ve içindekilerin yok olacağını savunmuştur. Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ise aynı delillere dayanarak Allah’ın kudretiyle varlık kazanan her şeyin (makdûrât) fâni olduğunu ileri sürmüştür; ancak o bu fenâyı hareketsizlik mânasında anlamıştır (bk. , IV, 145-146; Bağdâdî, el-Farḳ, s. 122-124). Buna karşılık kelâm âlimlerinin büyük çoğunluğu, aşağıdaki gerekçelere dayanarak bu görüşleri reddetmişlerdir:

1. Her şeyden önce, “her canlının öleceği ve her şeyin helâk olacağı” tarzındaki ifadelerle dünya hayatının ve kâinattaki bu düzenin kastedildiğini kabul etmek lâzımdır. Bu husus, bu tür ifadeleri ihtiva eden âyet ve hadislerin üslûp ve muhtevalarından açıkça anlaşılmaktadır.

2. Allah’a nisbet edilen bekā ile cennetle cehennemin bekāsı mahiyet itibariyle birbirinden farklıdır. Allah’a nisbet edilen bekā değişmez (lâ yetegayyer) ve kendisiyle özdeş (bi-zâtihî) anlamına gelir. Cennetle cehennemin, bunların içindeki halkın, nimet ve azabın bekāsı ise kendiliğinden olmayıp Allah’ın yaratmasıyla mümkündür ve daima değişerek varlığını sürdürmek durumundadır. Yani Allah’tan başka hiçbir şey kendi kendine yeterli olarak ve değişmeyerek aynıyla varlığını sürdüremez. Tıpkı dünyadaki canlıların, hücrelerinin yenilenerek devam etmesi gibi Allah her an bir cennet ile bir cehennemi yok eder ve aynı an içinde yerine başka bir cennet ile bir cehennem getirir. Burada bir şeyin aynıyla devam etmesi (bekā) değil benzerinin, türünün (emsâl) devamı bahis konusudur (bk. TECEDDÜD-i EMSÂL). Bu ise gerçek değil zâhirî bir bekādır.

3. İbn Hazm gibi bazı âlimlere göre Allah’tan başka bütün varlığı zaman bakımından ezelî saymak dinin ve aklın kabul edeceği bir şey değildir. Şu halde bir şeyin hâdis (yaratılmış) olduğu kabul edildikten sonra onun gelecek açısından sonsuz (bâkî, ebedî) olduğunu söylemek din ve mantık açısından imkânsız değildir. Bu görüş de Allah’ın dışındaki varlıklara nisbet edilen bekānın gerçek mânada bir bekā olmadığı düşüncesine dayanır.


BİBLİYOGRAFYA

, “beḳāʾ” md.

, “beḳāʾ” md.

, “beḳāʾ” md.

, “cennet”, “cehennem” md.leri.

, “beḳāʾ” md.

Cemîl Salîbâ, el-Muʿcemü’l-felsefî, “beḳāʾ” md.

Müslim, “Ẕikir”, 61.

İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 2.

Tirmizî, “Daʿavât”, 19.

, s. 13-16, 260.

Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 77b-82b.

a.mlf., Uṣûlü’d-dîn, s. 108-109.

a.mlf., el-Farḳ (Abdülhamîd), s. 122-124.

, IV, 145-148.

a.mlf., el-Uṣûl ve’l-fürûʿ, Beyrut 1404/1984, s. 43-45.

Beyhakī, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, Kahire 1358, s. 9-12.

, s. 78.

Gazzâlî, el-Maḳṣadü’l-esnâ, Kahire 1322, s. 96-98, 108.

Fahreddin er-Râzî, Levâmiʿu’l-beyyinât, Kahire 1323, s. 96.

a.mlf., Münâẓarât, Haydarâbâd 1355, s. 13-14.

, II, 79-80.

, II, 364-365.

İbnü’l-Hümâm, el-Müsâyere, Kahire 1317, s. 23-24.

Muhammed b. Yûsuf es-Senûsî, Ḥaḳāʾiḳ, İÜ Ktp., AY, nr. 6270, vr. 4b.

Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, İstanbul 1287, s. 170.

Ebû Azbe, er-Ravżatü’l-behiyye, Haydarâbâd 1322, s. 66.

, I, 97-98.

, II, 89.

, I, 549; VII, 4676.

Abdurrahman Bedevî, Meẕâhibü’l-İslâmiyyîn, Beyrut 1983, I, 152-157.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 5. cildinde, 359-360 numaralı sayfalarda yer almıştır.