BEKKÂÎN

Tebük Gazvesi’ne katılamadıkları için üzülüp ağlayan yedi sahâbî ve çok ağlamalarıyla meşhur Kûfeli dört zâhid tâbiî hakkında kullanılan bir tabir.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: İSMAİL LÜTFİ ÇAKANBölüme Git
    İSLÂM TARİHİ. Bekkâîn el-bükâ’ kelimesinden türetilmiş olup “çok ağlayan” mânasına gelen el-bekkâ’ın çoğuludur. Kadın erkek bütün müslümanların katıla…
  • 2/2Müellif: SÜLEYMAN ULUDAĞBölüme Git
    TASAVVUF. Çok ağlamalarıyla meşhur olan tâbiînden Kûfeli dört âbid ve zâhid Abdülmelik b. Ebcer, Dırâr b. Mürre, Mutarrif b. Tarîf ve Muhammed b. Sûka…

Müellif:

İSLÂM TARİHİ. Bekkâîn el-bükâ’ kelimesinden türetilmiş olup “çok ağlayan” mânasına gelen el-bekkâ’ın çoğuludur. Kadın erkek bütün müslümanların katılabilmek veya gidenlere yardımcı olabilmek için her türlü imkânlarını seferber ettikleri, münafıkların ise katılmamak için bahaneler uydurdukları; yolun uzak, mevsimin sıcak oluşu sebebiyle Hz. Peygamber’in yalnız güçlü bir bineği olanların iştirak edebileceğini söylediği “Gazvetü’l-usre” (çetin gazve) adıyla meşhur Tebük Gazvesi’ne çıkacak orduyla gitmek için can atan, ancak fakir olduklarından dolayı binek bulamayan yedi sahâbî, sefer öncesi Hz. Peygamber’e giderek durumlarını arzettiler. Hz. Peygamber ise kendilerine binek temin edemediğini söyledi. Buna son derece üzülen ve oradan ağlayarak ayrılan, daha sonra müslümanlar arasında “bekkâîn” diye anılan bu sahâbîler hakkında şu âyet nâzil oldu: “Kendilerine binek temin etmen için sana geldiklerinde, ‘size binek bulamıyorum’ dediğin zaman, Allah yolunda harcayacak bir şeye sahip olamadıkları için üzüntüden göz yaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur” (et-Tevbe 9/92).

Bekkâînden sayılan yedi kişiden Sâlim b. Umeyr, Ulbe b. Zeyd, Abdurrahman b. Kâ‘b, Heremî b. Abdullah ve İrbâd b. Sâriye’nin adları İbn Hişâm, Vâkıdî ve İbn Sa‘d tarafından birlikte verilirken diğer ikisi için İbn Hişâm Amr b. Hümâm b. Cemûh ile Abdullah b. Mugaffel’i, Vâkıdî Amr b. Utbe ile Seleme b. Sahr’ı, İbn Sa‘d ise Amr b. Aneme ile Seleme b. Sahr’ı zikretmektedir. Ayrıca İbn Hişâm Abdullah b. Mugaffel’in yerine Abdullah b. Amr’ın adının da geçtiğini belirtirken Vâkıdî Abdullah b. Mugaffel ile Amr b. Avf’ın, İbn Sa‘d ise Abdullah b. Mugaffel ile Ma‘kıl b. Yesâr’ın bekkâînden olduklarına dair bir rivayetin bulunduğunu kaydederler. Ancak bu sahâbîlerden Seleme b. Sahr, Amr b. Utbe ve Ma‘kıl b. Yesâr’ın Üsdü’l-ġābe ve el-İṣâbe’deki biyografilerinde bekkâînden olduklarına dair herhangi bir bilgi yoktur. Tefsir kaynaklarında yer alan ve Mücâhid tarafından nakledilen başka bir rivayete göre bekkâîn, ashap içinde kendilerinden başka yedi kardeş bulunmayan Mukarrin’in oğullarıdır.

Adları hakkındaki farklı rivayetlere rağmen sayılarında ihtilâf edilmeyen bu yedi sahâbînin göz yaşartan halleri ashaptan bazılarını harekete geçirmiş, İbn Yâmîn b. Umeyr ile Abbas b. Abdülmuttalib ikişer kişinin, Hz. Osman da geri kalan üç kişinin binek ve yiyeceklerini temin ederek onların İslâm ordusuna katılmalarını sağlamışlardır. Olayın önemi, birçoklarının bahaneler uydurarak geri kalmaya çalıştığı cihada, bu yedi yoksul müslümanın fakirlik gibi meşrû mazeretlerine rağmen ne pahasına olursa olsun katılmak istemelerinden kaynaklanmaktadır.


BİBLİYOGRAFYA

, III, 994.

, IV, 518.

, II, 165; VI, 20.

Taberî, Tefsîr, X, 145-146.

, II, 310-311.

, VIII, 228.

, II, 276.

, III, 101.

, IX, 162-163.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 5. cildinde, 363-364 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

TASAVVUF. Çok ağlamalarıyla meşhur olan tâbiînden Kûfeli dört âbid ve zâhid Abdülmelik b. Ebcer, Dırâr b. Mürre, Mutarrif b. Tarîf ve Muhammed b. Sûka’dır. Bunlardan Dırâr’ın kendi mezarını bizzat kazarak on beş yıl burada Kur’an okuduğu, ağladığı ve ibadet ettiği rivayet edilir. I ve II. hicrî yüzyıllarda yaşayan âbid ve zâhidlere göre duanın kabul edilmesinin ilk şartı, gönülde huşû hissinin ve gözde yaşın eksik olmamasıdır. Çünkü insan ancak Allah’tan korkarak, hüzünlenerek ve göz yaşı dökerek O’na ulaşabilir. Bu anlayışın bir sonucu olarak bekkâ ve bekkâîn kelimeleri tasavvufta âhiret korkusu, günah endişesi ve Allah’a kavuşma iştiyakının doğurduğu hüzün gibi duygular taşıyan ve bu yüzden göz yaşı döken zâhid kişi ve zümreler için kullanılan bir terim haline gelmiştir.

Tasavvuf tarihinde bunlardan başka çok ağladıkları için bekkâ lakabıyla anılan bazı âbid ve zâhidler de vardır. Yahyâ el-Bekkâ, Yezîd el-Bekkâ, Ebû Saîd el-Bekkâ ve İbrâhim el-Bekkâ bunlardandır (bk. Ebû Nuaym, II, 347; V, 164; VII, 385; Sülemî, s. 187). Süleyman en-Nebâcî ise bâkî (ağlayan) ve nâih (ağıt söyleyen) diye tanınırdı. Esved b. Yezîd de çok ağlamaktan kör olmuştu. Alâ b. Ziyâd ve Sâlih el-Mürrî gibi bazı zâhidler günlerce göz yaşı döker, bayılana kadar ağlarlardı. Abdülvâhid b. Zeyd ve Râbia el-Adeviyye gibi Allah korkusundan çok Allah sevgisine yer verenler bile ibadet ve zikir esnasında göz yaşı dökerlerdi. İlk sûfîlerden Ebû Süleyman ed-Dârânî ağlamamayı bedbahtlık alâmeti olarak görmüş, Ahmed b. Ebü’l-Havârî ise, “İnsan Allah’a itaat etme haline de O’na muhalefet etme haline de ağlamalıdır” demiştir. Ebû Saîd el-Harrâz ağlamayı Allah’tan uzak kalma, Allah’a özlem duyma ve Allah’a yakın olduğu halde O’ndan uzak düşme endişesinden dolayı ağlama şeklinde üç sınıfa ayırmıştır.

İlk sûfîler gibi tarikat mensupları da dinî duygularla ağlamaya büyük değer vermişler, Allah için akıtılan iki damla göz yaşının birçok mânevî derdi halledeceğine, gece yarısı dökülen bir damla göz yaşının gazâda akıtılan bir damla kanla eş değerde olduğuna inanmışlardır. İlk sûfîlerin semâ âyinlerinde, tarikat mensuplarının zikir meclisleriyle mürşidlerin vaaz ve sohbetlerinde ağlayarak kendine gelme ve nefsini ıslah etme olaylarına sık sık rastlanır. Bununla beraber bekkâîn hiçbir zaman özel bir zümre haline gelmemiştir.

Tasavvufta Allah sevgisi ve aşkının önem kazanması, ilâhî dîdara duyulan özlem sonucu ağlama gibi bir hüzün halinin daha söz konusu edilmesine yol açmış, ârifler ve büyük mutasavvıflar daha çok bu tarz bir ağlama hali üzerinde durmuşlardır. Âbid ve zâhidler Allah’ın azabından ve gazabından korktukları için ağladıkları halde ârifler ve âşıklar Allah’ın cemâlini temaşa etmenin özlem ve hasretiyle göz yaşı dökmüşlerdir. Bu yüzden Muhammed b. Fazl, “Zâhidlerin ağlaması gözle, âriflerinki kalpledir” demiştir.

Dinî kaygılarla ağlama ve göz yaşı dökme yahudi ve hıristiyanlar arasında da yaygın olup bazı zâhidlerle sûfîlerin bu konuda onları örnek aldıkları rivayet edilir (bk. İbn Kuteybe, II, 293, 297; Ebû Nuaym, V, 164). Manastırlarda göz yaşı döken rahiplerin ve ağlama ile ilgili İsrâiliyat’ta yer alan hikâyelerin zâhidleri etkilediği muhakkak olmakla beraber onlar bu konuda daha çok Hz. Peygamber’i ve ashabını örnek almışlardır (bk. AĞLAMA).


BİBLİYOGRAFYA

, II, 293, 297.

, III, 198.

, s. 300.

, s. 81, 100, 187, 215.

, II, 347; V, 84-91, 164; VII, 385.

, I, 284; IV, 177, 180.

Ebû Mansûr el-Abbâdî, Ṣûfînâme (nşr. Gulâm Hüseyn-i Yûsufî), Tahran 1347, s. 63, 308.

Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî, Âdâbü’l-mürîdîn, Kahire, ts. (Dârü’l-vatani’l-Arabî), s. 144.

, III, 115-116, 122.

, s. 110, 241, 265, 280, 285, 300.

Lisânüddin, Ravżatü’t-taʿrîf (nşr. Abdülkādir Ahmed Atâ), Kahire 1968, s. 659.

Süyûtî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr, Kahire 1954, II, 130.

F. Meier, “Bakkāʾ”, , I, 959-961.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 5. cildinde, 364 numaralı sayfada yer almıştır.