BEYİT

Arap nazım sisteminde en küçük nazım birimi.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: NİHAD M. ÇETİNBölüme Git
    “Ev, çadır, oda, mesken, konak” mânalarına gelen beyit bir edebiyat terimi olarak aynı vezinde iki mısradan meydana gelen bir nazım birimini ifade ede…
  • 2/2Müellif: KAZIM YETİŞBölüme Git
    İran ve Türk Edebiyatı. Beyit, bu iki edebiyatta, bilhassa ilk dönemlerde ve sonraları kendine mahsus birtakım özelliklere sahip olmakla birlikte, Ara…

Müellif:

“Ev, çadır, oda, mesken, konak” mânalarına gelen beyit bir edebiyat terimi olarak aynı vezinde iki mısradan meydana gelen bir nazım birimini ifade eder. Mısra ise “çadır kapısının iki yanı, kapı kanadı ve pervazı” anlamındadır. Buna göre, bir evin kapısı genel olarak iki kanatlı olup evin tamamlanarak muhafaza altına alınması iki kanadın yapılmasına bağlı bulunduğundan iki mısraın bir araya gelmesi de beyti meydana getirir.

Arap Edebiyatı. Bu edebiyatta en küçük nazım birimi beyit olduğu için beyitten daha küçük parçalar manzume sayılmaz. Bu husus tamamen vezinden yani aruzdan gelmektedir. Fars ve Türk nazım sistemlerinde mısraların oynadığı rolü Arap nazmında beyit oynamıştır. Arap nazmında -bazı cümlecikler hariç- hüküm bildiren kelime grupları beyti teşkil ettiği halde Fars ve Türk nazım sistemlerinde bunu mısra teşkil eder. Bu sebeple adı geçen edebiyatlara aruz vezni girdiği zaman mısra uzamıştır. Bunu remel bahrinde, recezin karîze mahsus olan şekillerinde açıkça görmek mümkündür. Eski müelliflerle dikkatli yeni müellifler mısra kelimesini kullanmaktan sakınırlar. Bunun yerine şatr (yarım) kelimesinden faydalanırlar. Esasen bir beyit, sadr adını alan ilk kelimeyle başlayıp aruz denen son tef‘ileyle biten birinci şatr ile acüz denen ve ibtidâ ile başlayıp darb (nevi, çeşit) ile biten ikinci şatrdan teşekkül eder. Beytin sadr, aruz, ibtidâ ve darb dışında kalan tef‘ilelerine haşv denir. Aruzla birinci şatr tamamlanmakta, ikinci şatrın son cüzü olan darb ise kafiye bakımından ona uymaktadır. Mısra kelimesine gelince, “el-beytü’ş-şa‘r” (kıl çadır) “el-beytü’ş-şi‘r” temsiline bağlı olan ıstılah, kaside tarzındaki manzumelere girmeyi sağlayan “kapı kanadı” mânasına gelmektedir. Buna göre her mısra bir şatrdır, fakat her şatr bir mısra değildir. İlk beyitler mısra denen şatrlara ayrılır. Birbirine hece sayısı ve uzunluk-kısalık değeri itibariyle denk bulunan bu yarım beyitler Türk ve Fars edebiyatlarında eski an‘aneye bağlı kalarak manzumeyi örerler. Başka bir ifadeyle her beyit kafiyeli bir kelimeyle son bulur. Arap nazmında ise musarra‘ beyit yalnız manzumelerin başında yer alır. Kafiye vezne bağlı olduğuna göre bu beyitlerde acüzün aynen tekrar edildiği farzedilir. Bir veya birden fazla tef‘ilesi mahzuf vezinlerle söylenmiş beyitler ise değişik adlarla anılırlar (geniş bilgi için bk. ARÛZ).


BİBLİYOGRAFYA

İbn Cinnî, el-ʿArûż (nşr. A. Fevzi), Küveyt 1407/1987, s. 57.

İbnü’l-Abbâd, el-İḳnâʿ (nşr. M. Hasan Âl-Yâsîn), Bağdad, ts., s. 3-4.

Zemahşerî, el-Ḳusṭâs (veya el-Ḳısṭâs) (nşr. Fahreddin Kabâve), Beyrut 1410/1989, s. 59-69.

Şems-i Kays, el-Muʿcem fî meʿâyîri eşʿâri’l-ʿAcem (nşr. Muhammed Kazvînî – Müderris-i Razavî), Tahran 1338 hş. → Tahran 1960, s. 78, 80.

İbn Şerîf er-Rundî, Kitâbü’l-Kâfî fî naẓmi’l-ḳavâfî, TTK Ktp., M. Tancî Bey, vr. 103b-104b.

Hatîb et-Tebrîzî, el-Kâfî fi’l-ʿarûż ve’l-ḳavâfî (nşr. Hassânî Hasan Abdullah), Beyrut, ts., s. 17-21.

Ahmed Hamdi, Teshîlü’l-arûz ve’l-kavâfî ve’l-bedî‘, İstanbul 1289, s. 17-30.

Ali Cemâleddin, Arûz-i Türkî, İstanbul 1291, s. 23, 29.

F. Rückert, Grammatik, Poetik und Rhetorik der Perser, Gotha 1874, s. 30-34, ayrıca bk. İndeks.

L. Şeyho, Kitâbü ʿİlmi’l-edeb I: ʿİlmü’l-inşâʾ ve’l-ʿarûż, Beyrut 1881, s. 267.

Safâ Hulûsî, Fennü taḳṭîʿi’ş-şiʿr ve’l-ḳāfiye, Bağdad 1966.

The Prosody of the Persians According to Saifi, Jami and Other Writers (nşr. ve İng. trc. Henry Blochmann), Amsterdam 1970, s. 20 (Farsça kısmı).

Ekrem Ca‘fer, Arûzun Nazarî Esasları ve Âzerbaycan Arûzu, Bakü 1977, s. 13-21.

Celâl Hanefî, el-ʿArûż, Bağdad 1398/1977-78, s. 30-31.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 6. cildinde, 66 numaralı sayfada yer almıştır.

Müellif:

İran ve Türk Edebiyatı. Beyit, bu iki edebiyatta, bilhassa ilk dönemlerde ve sonraları kendine mahsus birtakım özelliklere sahip olmakla birlikte, Arap edebiyatındaki şekli ile ele alınmış ve yüzyıllar boyunca genel hatları itibariyle bu edebiyattaki yapısı ile incelenmiştir. Bu bakımdan her üç edebiyatta da ortak ve müşterek bir yapı göstermiştir. İslâmiyet’ten önceki Türk edebiyatında nazım şekilleri esas itibariyle dörtlüklere dayanmakla beraber daha basit şekillerin, iki mısradan oluşan beyitlerin bulunması da muhtemeldir (, I, 644). Ancak Beyit esas olarak Arap edebiyatından Fars ve Türk edebiyatlarına geçmiş ve klasik Türk edebiyatında da bir nazım birimi olarak asırlarca kullanılmıştır. Beyitlerde genellikle mâna bütünlüğü aranır, yani bir beyit ister bir manzumenin parçası, ister tek başına olsun bir mânayı tam olarak ifade eder. Ancak son devir İran ve Türk edebiyatında da Batı edebiyatının etkisi ile beyit hemen hemen tamamen bozulduğu gibi yapı bakımından da parçalanmıştır. Nitekim yeni Türk edebiyatında Servet-i Fünûn şairleri gerek gramer gerekse mâna bakımından mısra ve beytin yekpâreliğini kırmışlardır.

Beyitlerin kendi aralarındaki kafiyelenişleri değişik nazım şekillerini meydana getirir. Her beyti kendi arasında kafiyeli nazım şekline mesnevi, ilk beyti kafiyeli, sonraki beyitlerin birinci mısraları serbest, ikinci mısraları ilk beyitle kafiyelenen şekillere gazel ve kaside denir. Bu manzumelerde mısraları kafiyeli olan beyitlere yani ilk beyte matla‘ adı verilir. Eğer matla‘ beyti birden fazla olursa bunlar matla‘-ı sânî, matla‘-ı sâlis diye sıralanır. Nâdir olarak görülen bu tür beyitlerde şair ifadeye bir yenilik ve değişiklik katmış olur ve şiirini monotonluktan kurtarır. Bu daha çok uzun manzumelerde başvurulan bir yoldur. Mısraları birbiriyle kafiyeli olmayan beyte “beyt-i hasi”, bir beytin iki mısraını kafiyelendirmeye tasrî‘, kafiyeli olan beyte musarra‘ veya mukaffâ denir. Musarra‘ beyit gazel ve kasidenin başında değil de diğer beyitlerin arasında bulunursa buna vâsıta adı verilir. Birden fazla matlaı olan kaside veya gazele zâtü’l-matla‘ veya zü’l-metâli‘ denir (Muallim Nâci, s. 154-155). Ayrıca bir manzumenin musarra‘ olmasa da ilk beytine matla‘ adı verilir (a.e., s. 160). Bir nazım şeklinde matla‘dan sonra gelen beyte hüsn-i matla‘, son beyte de makta‘ denir. Bu tabirler daha çok gazel için kullanılır. Makta‘dan önce gelen beyte de hüsn-i makta‘ adı verilir. Hüsn-i matla‘ın matla‘dan ve hüsn-i makta‘ın makta‘dan daha güzel olmasına bilhassa dikkat edilir.

Beytü’l-gazel gazelin, beytü’l-kasîd ise kasidenin en güzel beytine verilen addır. Bunlara şah beyit de denir. Mânası başka bir beyitle tamamlanan beyte beyt-i merhûn denir. Şairin adının geçtiği beyte kasidede taç beyit, gazelde ise mahlas beyti adı verilir. Kafiyeli olmayan beyitlere ferd veya müfred denildiği gibi divanların sonlarında toplanan kafiyeli fakat müstakil beyitlere de müfred denmiştir.


BİBLİYOGRAFYA

Kāmus Tercümesi, İstanbul 1268, I, 294-295.

Ali Cemâleddin, Arûz-i Türkî, İstanbul 1291, s. 5.

Muallim Nâci, Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1308, s. 154-155, 160.

Köprülüzâde Mehmed Fuad – Şehâbeddin Süleyman, Ma‘lûmât-ı Edebiyye, İstanbul 1330, I, 108.

Mehmed Rifat, Mecâmiu’l-edeb VII: Aksâm-ı Şiir, İstanbul 1308, s. 131-133.

Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul 1973, s. 27-28.

M. Fuad Köprülü, “Arûz”, , I, 644.

Nihad M. Çetin, “Arûz”, , III, 428.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 6. cildinde, 66 numaralı sayfada yer almıştır.