CÂM-ı CEM

Efsanevî İran hükümdarlarından Cemşîd ile Keyhusrev’e, ayrıca Hz. Süleyman’a ve Büyük İskender’e atfedilen sihirli kadeh.

Müellif:

İçine bakıldığı zaman dünyada olup biten her şeyin görüldüğüne inanılan câm-ı Cem, İran ve Türk edebiyatlarında câm-ı cihân-ârâ (dünyayı süsleyen kadeh), câm-ı cihân-nümâ (dünyayı gösteren kadeh), câm-ı cihân-bîn (dünyayı gören kadeh), câm-ı gîtî-nümâ (dünyayı gösteren kadeh) adlarıyla da anılır.

Daha çok efsanevî İran hükümdarı Cemşîd’e atfedilen câm-ı Cem’in kimin tarafından icat edildiği kesin olarak belli değildir. Cemşîd’den İran millî destanı Şehnâme’de genişçe söz edildiği halde onun böyle bir kadehi bulunduğuna dair herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. Öte yandan aynı eserde Keyhusrev’den bahsedilirken onun bu nitelikleri taşıyan bir kadehi olduğu ve bu kadehin kullanıldığı olay hakkında bilgi verilmektedir. Şehnâme’ye göre İran’ın ünlü pehlivanlarından Gîv’in oğlu Bîjen, Efrâsiyâb tarafından yakalanıp bir kuyuya atılmış, oğlunun hasretiyle yanıp tutuşan babası onu aramaktan ümidini kestiği sırada Keyhusrev kadehine bakarak Bîjen’in bir kuyu içinde bulunduğunu Gîv’e haber vermiş, Rüstem de gidip onu kurtarmıştır.

Şarabın Cemşîd döneminde icat edilmesi ve VI. yüzyıldan itibaren Cemşîd’in Süleyman peygamberle karıştırılması bu kadehin Cemşîd’e mal edilmesine sebep olmuş, devlere ve cinlere hâkim olmak, havada seyahat etmek gibi olağan üstü olaylar her ikisinin de ortak özellikleri olarak görülmüştür. İran destanlarında başta Cemşîd olmak üzere Keyhusrev’in de başşehri sayılan ve harabeleri günümüze kadar gelen Taht-ı Cemşîd (Persepolis), aynı zamanda Hz. Süleyman’ın da başşehri sayılmıştır. Cemşîd ve Keyhusrev rivayetini bağdaştırmak için kadehin Cemşîd tarafından bulunduğu, Keyhusrev’in de içine birtakım şekiller yaparak onu sihirli bir hale getirdiği ileri sürülmüştür.

Câm-ı Cem’de muhtemelen yedi yatay çizgi bulunduğu, kadehin dudağın değdiği kısmına yakın olan ilk çizgiye hatt-ı cevr (eziyet çizgisi) dendiği, bu çizgiye kadar içilen şarabın insanı yere yıktığı söylenir (Burhân-ı Ḳāṭıʿ, II, 756; , s. 246; Gıyâseddin, s. 160). Daha sonra sırasıyla hatt-ı Bağdâd, hatt-ı Basra, hatt-ı ezrak, hatt-ı eşk (veya hatt-ı Vereşger), hatt-ı Kâseger, hatt-ı Furudîne gelir. Birçok sözlükte sadece isimleri geçen bu terkiplerin nereden kaynaklandığı ve ne anlama geldiği bilinmemektedir.

Kaynaklarda câm-ı Cem’in âyîne-i İskender’le aynı olduğuna dair bilgilere de rastlanır. Bu görüş, her ikisinde de uzakta olanları gösterebilme niteliği bulunmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış olmalıdır. Edebî bir metinde câm-ı Cem yüzük ve rüzgâr sözleriyle birlikte geçiyorsa Hz. Süleyman’la, sed ve âb-ı hayât tabirleriyle birlikte ise İskender’le, bunların dışında kullanılıyorsa Cemşîd veya Keyhusrev’le ilgilidir. Câm-ı Cem tasavvuf metinlerinde “her türlü kötülükten arınmış tertemiz gönül ve ruh” anlamında kullanılmıştır. Sûfîler câm-ı Cem’i bazan Hz. Süleyman’la, bazan Attâr’da olduğu gibi Hızır ve âb-ı Hızır’la ilgili gösterirler.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 94.

Muhammed Hüseyn-i Tebrîzî, Burhân-ı Ḳāṭıʿ (nşr. Muhammed Muîn), Tahran 1342 hş., II, 756.

, s. 246.

Muhammed Muîn, Mezdeyesnâ ve Edeb-i Pârsî, Tahran 1338 hş., s. 445-446.

Gıyâseddin, Ġıyâs̱ü’l-luġāt, Nawal Kishor, ts., s. 160.

Menûçihr-i Murtazavî, “Cam-Cem”, Neşriyye-i Dânişkede-i Tebrîz, sy. 1, Tebriz 1333, s. 9-38, 42-57.

, I, 722.

, X, 66-69.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1993 yılında İstanbul’da basılan 7. cildinde, 42 numaralı sayfada yer almıştır.