CANBÂZÂN

Osmanlı askerî teşkilâtında bir sınıfa verilen ad.

Müellif:

Kelime Farsça olup “canı ile oynayan” anlamındaki cân-bâzın çoğuludur. Canbâzân teşkilâtının ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmemekle beraber Orhan Gazi döneminde (1326-1360) veya daha sonraki bir tarihte Osmanlı ordusunda azeb, garip ve cerehor teşkilâtlarına benzer tarzda sadece savaş zamanında faaliyet gösteren bir sınıfın kurulduğu tahmin edilmektedir. Bunun yanında canbâzânın meşhur Macar kumandanı János Hunyadi’nin Balkanlar’a ilk akını sırasında II. Murad tarafından teşkil edildiği (1440) ve bunların Varna Savaşı’na katıldıkları da bazı eserlerde kaydedilmektedir (Grzegorjewski, s. 53 vd.).

Canbâzân savaş başladığı zaman orduya öncülük ederler, cesurane bir şekilde kendilerini tehlikeye atmaktan çekinmezlerdi. Bundan dolayı Hammer bu askerî sınıfı yine aynı mahiyette olan serdengeçti, gönüllü ve deli gibi orduda zaman zaman hizmet gören diğer sınıflarla ilişkili görmektedir. Buna karşılık Grzegorjewski’nin canbâzânı beylerbeyi veya sancak beyinin muhafız kıtası sayarak candara benzetmesi, diğer taraftan d’Ohsson’un bunları gariplerle birlikte Anadolu sahillerindeki kuvvetlerden sayması doğru olmasa gerektir.

Daha sonra muhtemelen yeniçeri sınıfının önem kazanması sonucu Osmanlı ordusunun ilk muvazzaf kuvvetlerini teşkil eden yaya ve müsellemler gibi Rumeli’deki diğer askerî sınıflardan yörükler ve tatarlarla birlikte canbâzân da ordunun geri hizmetlerinde istihdam edildiler. Böylece ordunun bu nevi hizmetleri geniş ve daha esaslı bir şekle konmuş oldu. Canbâzân-ı vilâyet-i Rumeli adını alan bu askerî sınıfın XVI. yüzyıl ortasında kendine has bir kanunnâmesi vardı ve teşkilâtı da tesbit edilmişti. Buna göre on canbâz bir ocak teşkil etmekteydi. Savaş olduğu zaman bunlardan biri nöbetle sefere gider, diğer dokuzu da buna 50’şer akçe harçlık verirdi. Kanunnâmede bunların “lâ-mekân cinsinden” oldukları, bâd-ı hevâ rüsûmunu kendi subaşılarına ödeyecekleri ve sancak beyleriyle âmillerden hiçbirinin bunlara karışmayacağı belirtilmişti. Canbâzın akrabası ile âzatlıları ve dışarıdan gelip aralarında evlenmek suretiyle bunlara karışanlar ve ihtida edenler de canbâz sayılırlardı. Kanunnâmedeki bu kayıtlar, iddia edildiği gibi canbâzânın hıristiyan reâyâdan teşkil edilmediğini ve aksine yörüklerin mensup olduğu etnik menşeden geldiklerini ve içlerinde yabancılarla mühtedilerin de bulunduğunu göstermektedir. Esasen Vize yörükleri zeâmetine dahil olmaları ve onlarla birlikte tahrir edilmeleri de bunun bir delili sayılabilir.

Canbâzânın suç işledikleri takdirde cezalandırılmaları, sakat ve hastaları hakkında uygulanacak hususlar, bir köye yerleştikleri zaman timar sahibine ödeyecekleri çift resmi, öşürlerin nakil şekli vb. tamamen yörüklerde olduğu gibi idi. Yalnız bunların muaf tutuldukları avârız-ı dîvâniyye mükellefiyetleri yörüklerdekinden daha çeşitli idi. Kanunnâmede belirtildiği üzere bunlar ulaktan, cerehordan, doğancıdan, sekbandan, arpa, saman ve otluk salgınından, nüzül tahılından, hisar yapımından, kürekçiden ve azebden muaftılar. Diğer taraftan bunlardan sefere gidenler askerî sayılmakta idi. Resm-i kısmetlerini 100 akçeye kadar vilâyet kadısı, daha fazla olursa kazasker alırdı. Yamakları ise (harçlıkçı) diğer halktan sayılarak rüsûm-ı kısmet, nikâh ve hüccetleri tamamen vilâyet kadılarına bırakılmıştı. Bununla birlikte bu kayıt da sonradan kaldırıldı ve hepsi askerî sayılarak bunların bu gibi vergileri tamamıyla Rumeli kazaskerine terkedildi.

Canbâzân taifesi 1543’te otuz dokuz, 1557’de ise kırk bir ocaktı. Ayn Ali Efendi ise bunları azeblerle birlikte 1280 nefer göstermekte ve onda birinin nöbetle sefere gittiğini belirtmektedir (Kavânîn-i Âl-i Osmân, s. 45). 1543’te canbâzânın bulundukları yerler, zeâmetine dahil oldukları Vize yörüklerinden daha geniş bir sahaya yayılmakta, fakat Kırkkilise, Dimetoka, Malkara, Hayrabolu, Eski Zağra ve Varna gibi daha mahdut yerlere inhisar etmekte idi. Canbâzân XVI. yüzyıl sonlarına doğru bu tür bir askerî sınıf olan yaya ve müsellemler gibi lağvedilerek çiftlikleri timara, kendileri de deniz hizmetinde görevli reâyâ arasına kaydedildiler.

Canbâzânın müsellemler gibi süvarilerden ibaret bir sınıf olması, ordu için at beslemeleri veya at satın almaları hususu, teşkilât kalktıktan sonra bu tabirin bugüne kadar “at dellâlı” mânasına at canbazı şeklinde yaşamasına sebep olmuştur. Bu kelime aynı zamanda tehlikeli mârifetler gösteren sanat erbabı için de kullanılır. Evliya Çelebi’nin “esnâf-ı bâzbâzân-i cânbâzân-i pehlevânân” diye adlandırdığı bu sınıf, bilhassa İstanbul’da yapılan saray düğünlerinde çeşitli gösterilerle herkesin dikkatini çekerdi.


BİBLİYOGRAFYA

, nr. 226 (Kānunnâme-i Cânbâzân).

Kānunnâme-i Livâ-i Bosna, Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 76, vr. 25a-b.

, s. 45.

Celâlzâde, Tabakātü’l-memâlik, Fâtih Ktp., nr. 4467, vr. 8a-b.

, I, 625 vd.

, I-II, bk. İndeks.

, VII, 309.

 Kānunnâme-i Âl-i Osmân (nşr. Mehmed Ârif, ilâvesi), İstanbul 1329, tür.yer.

Grzegorjewski, Z Sidjyllatow Rumelijskich Epoki Wyprawy Wiedenskiej, Lwow 1912, s. 53 vd.

Barbar, Zur Wirtschaftlichen Grundlage des Feldzuges der Türken gegen Wien im jahre 1683, Wien 1916, s. 29 vd.

, s. 2.

M. Tayyib Gökbilgin, “Cânbâzân”, , III, 21-22.

[Bu madde müellifin bibliyografyada adı geçen maddesi esas alınarak Cevdet Küçük tarafından düzenlenmiştir].

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1993 yılında İstanbul’da basılan 7. cildinde, 141 numaralı sayfada yer almıştır.