Yahudi ve hıristiyan kaynaklarında Gabriel şeklinde geçer. “Güçlü insan” anlamındaki geber ile “Tanrı” mânasındaki el kelimelerinden oluşan Gabriel’in Keldânî veya Süryânî menşeli olduğu kabul edilir. Kelime Yunanca ve Latince’ye de aynı şekilde geçmiştir.
Cebrâil Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta büyük meleklerden olup Kitâb-ı Mukaddes’te ismi geçen üç melekten biridir. Adından ilk defa Daniel kitabında (8/15-26, 9/21-27) söz edilir. Ahd-i Atîk’te ve apokriflerde verilen bilgilere göre Cebrâil altı melekle birlikte Tanrı’nın huzurunda sol tarafta durur, azîzlerin duasını O’na iletir, cennete nezaret eder; birinci semanın hâkimidir; en önemli şefaatçidir. Kötüleri yok eder, şeytanları ateş fırınına atar ve tabii güçleri yönetir (Tobit, 12/15; Enoch, 9/1, 9-10, 20/7, 40/1-9, 54/6; Hezekiel, 9/3, 10/2). Yahudilik’te Cebrâil, Tanrı’nın buyruklarını yaratıklara bildirip elçilik görevi yapan bir melektir, aynı zamanda adalet ilkesidir. Hz. Yûsuf’u kardeşlerine götürmüş, Hz. Ya‘kūb’la güreş tutmuş, Mîkâil ile birlikte Hz. Mûsâ’nın defnedilişine katılmıştır (IDB, II, 333; Davidson, s. 119).
Ahd-i Cedîd’de ise Cebrâil’den iki defa söz edilir. Bunlardan birinde Hz. Zekeriyyâ’ya görünerek ona “Tanrı’nın önünde duran Cebrâil” olduğunu söylediği ve Hz. Yahyâ’nın doğacağını haber verdiği, diğerinde Hz. Meryem’e görünerek ona Hz. Îsâ’yı müjdelediği anlatılır (Luka, 1/11-20, 26-38). Hıristiyanlığa göre de Cebrâil, peygamberlere insan şeklinde görünerek Tanrı’dan vahiy getiren büyük bir melektir (Ahmed Abdülvehhâb, s. 38-48).
İslâm dininde Cebrâil Hz. Peygamber’e ilâhî emirleri bildiren vahiy meleğidir ve dört büyük melekten biridir. Arapça’da vahiy meleği değişik kelimelerle ifade edilmekle birlikte en meşhurları Cebrâîl, Cebreîl, Cebrîl, Cibrîn ve Cibrîl’dir. Müslüman dilcilerin çoğu, muhtemelen hadis mecmualarındaki bazı rivayetlere (Müsned, V, 15-16; Buhârî, “Tefsîr”, 2/6, 16/1) dayanarak Cebrâil’in, “Allah’ın kulu” anlamına gelen İbrânîce asıllı bir kelime olduğunu kabul ederken bazıları da “Allah’ın gücü” demek olan Arapça ceberûtullah tamlamasından geldiğini ileri sürmüşlerdir. Cebrâil’in “kuvvet” mânasına gelen cebr ile alâkası dikkate alınarak bu anlamı da kapsadığı düşünülebilir.
Cebrâil Kur’ân-ı Kerîm’de Cibrîl, Rûhulkudüs, Rûhulemîn, Rûh ve Resul şeklinde beş değişik isimle ifade edilir. İlgili âyetlerde belirtildiğine göre Cebrâil karşı konulamayan müthiş bir güce, üstün bir akla ve kesin bilgilere sahiptir; “arşın sahibi” nezdinde çok itibarlıdır ve meleklerin kendisine mutlaka itaat ettiği şerefli bir elçidir (en-Necm 53/5-6; et-Tekvîr 81/19-21). Hz. Meryem’e normal bir insan şeklinde görünerek rabbinin elçisi olduğunu ve ona temiz bir erkek çocuğu bağışlamak için geldiğini söylemiş (Meryem 19/17-19), Hz. Îsâ doğduktan sonra Allah’ın emriyle ona destek olmuş, Hz. Peygamber’e Kur’ân-ı Kerîm’i vahyedip öğretmiştir. Hz. Peygamber onu bir kere “açık ufuk”ta, bir kere de “sidretü’l-müntehâ”da aslî hüviyetiyle görmüştür. İnkârcılara karşı Hz. Peygamber’in dostu, müminlerin destekleyicisidir. Kadir gecesinde meleklerle birlikte yeryüzüne iner, âhirette insanlar hesaba çekilirken mahşerde saf saf dizilen meleklerin yanında bulunur (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, s. 163, 326).
Cebrâil hadislerde Hz. Peygamber’e vahiy getiren, Kur’an’ı öğreten ve değişik konularda hükümler bildiren, Resûl-i Ekrem’e, hatta bazan ashaba insan şeklinde görünen bir melek olarak sık sık anılır. İlgili hadislere göre Cebrâil dünyada ve âhirette Allah ile kulları arasında elçidir; hem meleklere hem peygamberlere ilâhî emirleri tebliğ eder, bu sebeple de Allah’la vasıtasız konuşur (Müsned, II, 267; III, 230; Buhârî, “Tevḥîd”, 33). İlk defa Hira dağında, bütün ufku kaplamış ve bir taht üzerinde oturmuş halde Hz. Peygamber’e gelip aslî sûretinde görünmüş, onu kuvvetle sıkarak okumasını istemiş, böylece ilk vahyi getirmiştir (Buhârî, “Taʿbîr”, 1, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7; Müslim, “Îmân”, 257, 258). Mi‘racdan önce Hz. Peygamber’in kalbini “hikmet”le doldurmuş, bu sayede Peygamber’in cismi ruh gibi hafiflemiş ve bu mûcizevî yolculukta ona aslî sûretinde ikinci defa görünmüş, melekût âlemi hakkında bilgiler vermiştir (Müsned, I, 257; Buhârî, “Ṣalât”, 1; “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6).
Hadislerde Cebrâil’in zaman zaman güzel bir insan şeklinde, birkaç defa da Dihye b. Halîfe adlı sahâbînin sûretinde Hz. Peygamber’e gelerek onu abdest, namaz, kurban, hac gibi ibadetlerin mahiyeti ve uygulama şekilleri hakkında eğittiği, itikadî, fıkhî ve ahlâkî konularda açıklamalarda bulunduğu, ashaptan bazılarının da bunların bir kısmına şahit olduğu rivayet edilir (Müsned, II, 325; IV, 129, 161; Müslim, “Mesâcid”, 166, 167). Hatta Medine’de Hz. Peygamber’in huzurunda otururken görüldüğü yer, daha sonra “makām-ı Cibrîl” diye anılmıştır. Cebrâil özellikle ramazan aylarında her gece Resûlullah’a gelerek nâzil olan âyetleri baştan sona kadar onun ağzından dinlerdi. Hz. Peygamber’in vefat ettiği yıl bu işi iki defa tekrarlamıştır (Müsned, I, 288, 325; Buhârî, “Ṣavm”, 7). Yine hadislerde belirtildiğine göre Cebrâil, yahudilerin sorularına cevap vermede, inkârcılara karşı gerçek bir peygamber olduğunu ispatlamak için mûcizeler göstermede Hz. Peygamber’e yardımcı olmuş (Müsned, III, 108, 113), insan şekline girip müslümanlarla birlikte bazı savaşlara katılmış, kâfirleri hicveden şair Hassân b. Sâbit’e şiirlerinde ilham vermiştir (Müsned, IV, 286; VI, 56; Buhârî, “Meġāzî”, 17; Müslim, “Feżâʾil”, 46, 47). Hz. Peygamber, Cebrâil’in Allah nezdindeki üstün mertebesini dikkate alarak dualarında “Cibrîl’in rabbi” ifadesini kullanmış ve bir anlamda onunla tevessülde bulunmuştur (Müsned, VI, 61, 156; Nesâî, “Sehiv”, 88). İslâmî gelenekte Cebrâil’in adı anılınca ona salâtüselâm getirmek dinî terbiyenin bir gereği sayılmıştır.
Tefsir, hadis şerhi, siyer, tasavvuf, tarih, kelâm, felsefe kitapları vb. İslâmî kaynaklarda Cebrâil’in isimleri, nitelikleri, görevleri, insan şeklinde görünüşü ve üstünlüğü gibi konularda geniş bir literatür oluşmuştur. Bu kaynaklarda Cebrâil Kur’ân-ı Kerîm’deki isimleri yanında Rûhullah, Hâdimullah, er-Rûhu’l-a‘zam, el-Aklü’l-ekrem, en-Nâmûsü’l-ekber, el-Aklü’l-fa‘‘âl, Vâhibü’s-suver, Hâzinü’l-kuds, Tâvûsü’l-melâike” gibi unvanlarla da anılır. Aynı kaynaklarda ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’deki isimlerinin mânaları açıklanmıştır. Buna göre o, karşısında durulmayacak üstün güce ve zaruri bilgilere sahip olduğu için Cibrîl, saygı duyulması gereken üstün bir mevkide bulunduğu veya dinî hayatın gerçekleşmesinde önemli rol oynadığı yahut latif olduğu için Rûh, ilâhî buyrukları tahrif etmeden Hz. Peygamber’e ulaştırdığı için Rûhulemîn, insanların mânevî açıdan temizlenmesini sağlayan vahyi getirdiği veya hiç günah işlemeyen tertemiz bir kul olduğu için Rûhulkudüs diye nitelendirilmiştir (Râgıb el-İsfahânî, s. 411; Fahreddin er-Râzî, XXIV, 166; Âlûsî, I, 317; Elmalılı, I, 432).
İslâmî kaynaklara göre Cebrâil, arşı taşıyan ve “mukarrebîn” adı verilen meleklerdendir. Emrinde arşın çevresinde bulunan meleklerden bir ordu vardır. Mükemmel bilgilere ve tasavvur edilemeyecek derecede üstün güce sahiptir. Nurdan yaratılmış olup görünüşü son derece güzeldir. Mânevî bir varlık olmasına rağmen Cebrâil’i cismanî varlık şeklinde tasvir eden bir kült oluşmuştur. Buna göre onun yüzü beyaz, saçı mercan gibidir. İnci ve yâkutlarla süslenmiş olan yeşil renkli 600 kanadı vardır. Her bir kanadı arasındaki mesafe doğu ile batı arasındaki mesafe kadardır. Başında beyaz sarık vardır. Bedir Gazvesi’ne sarı renkli bir sarıkla katıldığı görülmüştür. Makamı yedinci kat gökteki sidretü’l-müntehâdır. Allah nezdinde üstün makam sahibi olmasına rağmen O’nu göremez. En son ölecek ve âhirette ilk dirilecek varlıklardandır. Son derece süratli hareket eder. Hz. Muhammed dışında hiçbir peygamber onu aslî şekliyle görmemiştir. Resûlullah’a peygamberliği süresince 26.000 defa vahiy getirmiştir. İslâmî kaynaklarda Cebrâil’in eski peygamberler ve kavimleriyle ilgisine dair bilgiler de vardır. Buna göre Cebrâil Hz. Âdem’e harfleri ve ziraatçılığı öğretip onu Mekke’ye götürmüş, Hz. Nûh’a gemi yapımında yardımcı olmuş, Lût kavmiyle diğer isyankâr ümmetleri çeşitli felâketlere uğratmış, Hz. İbrâhim’i ateşten korumuş, Hz. Mûsâ’ya Mısırlı sihirbazlar karşısında yardım etmiştir. Aynı kaynaklarda Cebrâil’in, kıyamette amellerin tartılmasına nezaret edip Allah ile yaratıkları arasında elçilik görevini sürdüreceği söylenir. Müslüman müelliflerin verdiği bu bilgilerin bir kısmının Hz. Peygamber’e isnat edilen, ancak muteber hadis mecmualarında yer almayan rivayetlere, bir kısmının ise İsrâiliyat’a dayandığı kabul edilmektedir.
Cebrâil’in mahiyeti ve sahip olduğu niteliklerin yorumuyla ilgili spekülasyonlar tam bir skolastik görünüm arzetmektedir. Meselâ kelâmcılar başta olmak üzere birçok İslâm bilgini, Cebrâil’in Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İbrâhim’le (İbnü’l-Cevzî, IV, 127) Hz. Meryem’e normal insan şeklinde, pek çok hadiste de (Reşîd Rızâ, IX, 163) Hz. Peygamber’e ashaptan Dihye b. Halîfe veya tanınmayan güzel bir “A‘râbî” sûretinde görünmesini (temessül) dikkate alarak onun çeşitli şekillere girebilen ve peygamberler dışındaki insanlarca da görülebilen “latif cisim” türünde bir varlık olduğunu kabul etmişlerdir. Bununla birlikte onun, “yerle göğün arasını dolduracak kadar büyük olan 600 kanatlı bünyesi”nin nasıl olup da bir insan bedeni halini alacak kadar küçülebildiği konusu izaha muhtaç görülmüştür. İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, Cebrâil’in insan şekline bürünmesi anında insan bünyesinden fazla olan kısımlarının Allah tarafından yok edilip sonra tekrar iade edildiği veya Cebrâil’in aslî bünyesinde bir değişiklik olmayıp sadece onu görenlerin gözünde insana benzer bir varlığın canlandığı görüşündedir. Çünkü Cebrâil farklı şekle girmekle kendine has meleklik vasfı değişmez (bk. Süyûtî, Şerḥu Süneni’n-Nesâʾî, II, 148). Fahreddin er-Râzî’ye göre, eğer Cebrâil cismanî bir varlık ise cüzlerinin az bir kısmının aslî, büyük bir kısmının fazlalık olduğu ve insan şekline girdiği sırada bu fazlalığın Allah tarafından yok edildiği düşünülebilir; eğer tamamen ruhanî bir varlık ise çok farklı şekillere girebilmesi aklen imkânsız değildir (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXI, 197). İzzeddin b. Abdüsselâm da Fahreddin er-Râzî’nin ikinci yorumuna katılır. Aynî ise Cebrâil’in aslî varlığının temessül anında bir değişikliğe uğramadığını, ancak onun ruhunun geçici olarak insan bedenine girdiğini ileri sürmüştür (ʿUmdetü’l-ḳārî, I, 51).
Selef âlimlerinden Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ temessülü, Cebrâil’in insanların gözüne hayalî bir varlık gösterme gücüne sahip olması ile açıklamış (el-Muʿtemed fî uṣûli’d-dîn, s. 175); İbn Kayyim el-Cevziyye, Cebrâil’in temessül sırasında aslî varlığı ile göklerin üstündeki makamında bulunduğu halde yeryüzünde Hz. Peygamber’e bir insan şeklinde görünebileceğini düşünmüştür (er-Rûḥ, s. 101-102). Selefî temayülü ile tanınan Süyûtî, Aynî’nin görüşünü sûfîlere ait “ruhların tecessüdü” nazariyesiyle birleştirerek kabul eder. Buna göre Cebrâil’in ruhu aslî bünyesini terketmeden aynı anda ikinci bir bedene girerek insanlara temessül edebilir (el-Ḥabâʾik fî aḫbâri’l-melâʾik, s. 262-263). Kirmânî, temessülün keyfiyetini sadece Allah’ın bildiğini belirtmekle yetinirken çağdaş âlimlerden M. Reşîd Rızâ, modern fen bilimlerinin verileri sayesinde Cebrâil’in temessülü gibi metafizik olayların aklî izahının kolaylaştığı görüşündedir. Ona göre gazların sıvı veya katı cisimlere dönüşmesi ve bunun tersi olan değişim, Cebrâil’in farklı şekillere girebileceğini gösterir (Tefsîrü’l-Menâr, I, 220). Buna karşılık Fazlurrahman, Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Peygamber’in vahiy sırasında herhangi bir şahsı gördüğünden söz edilmediğini, aksine Cebrâil’in vahyi Peygamber’in kalbine indirdiğinin (el-Bakara 2/97) ifade edildiğini, buna göre Cebrâil’in temessülüne ilişkin hadislerin, vahyin objektifliğini korumak amacıyla Ehl-i sünnet âlimlerince uydurulduğunu ileri sürerek Cebrâil’in dış varlığı bulunduğu görüşünü reddetmiştir (İslâm, s. 17-19, 43).
Sûfîlere göre Cebrâil, yedinci feleğin hayyizinde olan semavî ve arzî sûretlerden dilediğiyle temessül edip görünebilir. Ancak değişik şekillerde görünmesinde asla hulûl düşünülmemelidir. Zira hulûl “vücûdî” olan iki şey arasında gerçekleşir; halbuki Cebrâil temessül ettiğinde insanlara görünen şekil onun varlığından ayrı olarak mevcut değildir. Dihye şeklinde görünmesi “sûret-i vücûdiyye” değil bir “sûret-i misâliyye”dir (Abdullah Bosnevî, vr. 1a-3b). İsmail Fenni Ertuğrul’un, tasavvuftaki “nûr-ı Muhammedî” veya “hakîkat-i Muhammediyye” telakkisine dayanan ve kısmen Fazlurrahman’ın görüşünü hatırlatan açıklamasına göre Cebrâil Hz. Muhammed’in hakikati olan “rûh-i a‘zam”ın temessülünden başka bir şey değildir. Şu halde vahiy Hz. Peygamber’e kendi ruhaniyetinden gelmiştir. Ona çeşitli şekillerde görünmesi “sûret-i melekiyye” değil “suver-i hayâliyye” tarzında olmuştur (Hakikat Nurları, s. 468). Şüphesiz bu aşırı te’vilin naslarla bağdaşması mümkün değildir. Hatta iman esaslarından sayılan meleklerin gerçek varlıklar olduğu ilkesine ters düştüğünden sakıncalı bir anlayıştır.
İslâm filozoflarından Fârâbî ve İbn Sînâ, Cebrâil’in, kozmik akıllar dizisinin onuncusu olan ve kuvve halindeki insan aklının fiil haline gelerek bilgi üretmesini sağlayan faal akıl olduğunu savunmuşlardır. Onlara göre kemal mertebesinde bulunan peygamberin “kuvve-i mütehayyile”si, uyanıklık halinde bile faal akıl ile ittisâl kurarak ondan aldığı sûretleri duyular âlemindeki örneklerle açıklar (İbn Sînâ, s. 339; Ca‘fer Âl-i Yâsîn, s. 208). Bazan “Vâhibü’s-suver” ve “Rûhulkudüs” de denilen faal akıl, asla maddî olmayan mufârık sûretlerden ibarettir. Fahreddin er-Râzî ve İbn Teymiyye gibi bazı bilginler, filozofların aslında Cebrâil’in hariçte bir varlığı bulunduğuna inanmadıklarını ileri sürmüşlerdir (bk. el-Meṭâlibü’l-âliye, VIII, 133, 135; Derʾü teʿâruż, X, 217).
Kaynaklarda Cebrâil ile ilgili tartışmalardan biri de onun tafdîli konusudur. Fahreddin er-Râzî ile Zemahşerî gibi bazı Sünnî ve Mu‘tezilî âlimlerin, Cebrâil’in Hz. Peygamber de dahil olmak üzere bütün yaratıkların en üstünü olduğunu kabul etmelerine karşılık İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre Cebrâil bütün meleklerden ve peygamberler dışındaki insanlardan üstündür (Fahreddin er-Râzî, II, 226-227; Âlûsî, I, 334; XXX, 60).
İslâm âlimleri arasında Cebrâil konusundaki bu tartışmalar daha çok onun mahiyeti, temessülünün keyfiyeti ve reel varlığının bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır ki esasen bu hususlarda akıl yürüterek kesin bir sonuca varmak mümkün görünmemektedir. Zira Cebrâil gayb âlemine ait varlıklardan biri olduğundan onun mahiyeti ve nitelikleri konusu aklın sınırları ötesinde kalmaktadır. Bununla birlikte Cebrâil’in cismanî değil ruhanî bir varlık olduğunu kabul edenlerin görüşü daha ağır basmaktadır. Zira onu cisim kabul edenler, daha çok dış dünyada gerçekliği bulunan her şeyi duyular âlemindeki varlıklara kıyas etmişlerdir ki bunun yanlışlığı açıktır.
Fazlurrahman’ın, Cebrâil’in insan şekline girerek Hz. Peygamber’e geldiğine dair hadislerin Ehl-i sünnet âlimlerince uydurulmuş olduğu yolundaki iddiası ilmî dayanaklardan yoksundur. Zira söz konusu hadislerden başka Kur’ân-ı Kerîm’de de Cebrâil’in insan şeklinde Hz. Lût’a, Hz. İbrâhim’e ve Hz. Meryem’e göründüğü açıkça bildirilmiştir (Hûd 11/69, 77; el-Hicr 15/51, 68; Meryem 19/17). Bazı âyetlerde Cebrâil’in vahyi Hz. Peygamber’in kalbine indirdiğinin belirtilmesi temessülün reddi için delil teşkil etmez. Ayrıca eğer peygamber meleklerden seçilseydi onun da ancak insan şeklinde gönderileceğini belirten âyet de (el-En‘âm 6/9) Cebrâil’in temessülünün mümkün olduğunu göstermektedir. Cebrâil’in mahiyetiyle ilgili hadislerin tamamını İsrâiliyat cinsinden kabul etmek de imkânsızdır. Zira meselâ Cebrâil’in kanatlı olduğuna dair rivayetler, Kur’ân-ı Kerîm’de melek hakkında verilen bilgilere uymaktadır (Fâtır 35/1). Kaldı ki temessülle ilgili hadisler, değişik sahâbîler tarafından rivayet edilmek suretiyle neredeyse tevâtür derecesine ulaşmıştır.
Filozofların ve bazı sûfîlerin Cebrâil’i peygamberin zihnî tasavvurlarının sembolik bir ifadesi gibi gösteren yorumları da âyet ve hadislerin açık ifadelerine uymamaktadır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, bir yerde Hz. Peygamber’in Cebrâil’i apaçık bir ufukta, başka bir yerde de onu sidretü’l-müntehâda kesin olarak gördüğü ve gözünün gördüğünü gönlünün yalanlamadığı açıkça bildirildikten sonra bu konuda Hz. Peygamber’le tartışılmasını yasaklayıcı bir üslûp kullanılmaktadır. İslâm filozoflarının Cebrâil’i faal akıl olarak kabul etmeleri ise tamamen Aristocu ve Yeni Eflâtuncu felsefelerin bir sonucu olup ilmî ve dinî bir değer taşımayan kozmik akıllar nazariyesine dayanmaktadır.
J. Pedersen gibi bazı müsteşriklerin, Hz. Peygamber’in Cebrâil hakkındaki bilgileri yahudilerden aldığına ilişkin iddiaları ciddiyetten uzaktır. Zira Hz. Mûsâ’ya gelen Cebrâil’in Hz. Muhammed’e de gelebileceğini kabul etmemek ancak dinî taassupla izah edilebilir.
Cebrâil hakkında yazılmış müstakil risâleler mevcuttur. Sühreverdî el-Maktûl’ün Risâle-i Per-i Cibrîl’i (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4821), Muhammed b. Yûsuf el-Kirmânî’nin Şerḥu ḥadîs̱i süʾâli Cibrîl’i (Süleymaniye Ktp., Yenicami, nr. 1181), Fuṣûṣü’l-ḥikem şârihi Abdullah Bosnevî’nin Türkçe olarak kaleme aldığı Risâle fî temessüli Cibrîl’i (Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 509; Cârullah Efendi, nr. 2129) ve Ahmed Muhyiddin Gülşenî’nin Şerḥu ḥadîs̱i Cibrîl’i (Dârü’l-kütübi’l-kavmiyye, Hidiviyye, nr. 7128) bunlardan bazılarıdır.
BİBLİYOGRAFYA
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât (nşr. Nedim Mar‘aşlı), Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), s. 411.
Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “cbr” md.
Cemîl Salîbâ, el-Muʿcemü’l-felsefî, Kahire 1979, II, 86.
el-Muʿcemü’ṣ-ṣûfî, “vaḥy” md.
G. Davidson, A Dictionary of Angels, New York 1968, s. 119.
M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, s. 163, 326.
Müsned, I, 53, 257, 274, 288, 313, 325, 394, 395; II, 267, 325; III, 20, 108, 113, 139, 230, 334, 377; IV, 56, 129, 161, 218, 286; V, 15-16, 41; VI, 56, 61, 120, 156.
Buhârî, “Tevḥîd”, 33, “Meġāzî”, 17, 30, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6, 7, “Taʿbîr”, 1, “Ṣalât”, 1, “Ṣavm”, 7, “İstiʾẕân”, 30, “Cenâʾiz”, 93, “Menâḳıb”, 25, “Tefsîr”, 2/16, 16/1.
Müslim, “Îmân”, 1, 5, 257, 258, “Ṣalât”, 148, “Feżâʾil”, 46, 47, 64, “Mesâcid”, 166, 167.
Tirmizî, “Ṭahâret”, 38, “Daʿavât”, 7.
Nesâî, “Sehiv”, 88, “Mevâḳīt” 6, 10.
İbn Hişâm, es-Sîre, I, 226-238, 299; II, 410, 633.
Bâkıllânî, el-Beyân, Beyrut 1958, s. 101.
Bağdâdî, el-Farḳ (Abdülhamîd), s. 250-251.
İbn Sînâ, en-Necât, Tahran 1364 hş., s. 339.
Kādî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Ḳurʾân (nşr. Adnân M. Zerzûr), Kahire 1969, s. 622.
Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ, el-Muʿtemed fî uṣûli’d-dîn (nşr. Vedî‘ Zeydân Haddâd), Beyrut 1974, s. 175.
Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), II, 407.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, II, 162, 226-227; XXI, 197; XXIV, 166; XXX, 244.
İbn Hacer, el-Meṭâlibü’l-ʿâliye (nşr. A. Hicâzî es-Sekkā), Beyrut 1987, VIII, 133-135.
İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, IV, 127.
Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, ʿAcâʾibü’l-maḫlûḳāt (nşr. Fâruk Sa‘d), Beyrut 1978, s. 102.
İbn Teymiyye, Derʾü teʿârużi’l-ʿaḳl ve’n-naḳl (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1979, X, 217.
İbn Kayyim el-Cevziyye, er-Rûḥ, Riyad 1386/1966, s. 101-102.
Kirmânî, Şerḥu Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, Beyrut 1401/1981, s. 28, 30, 193, 199.
Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, I, 50, 51, 333.
Âmirî, Behcetü’l-meḥâfil ve buġyetü’l-emâs̱il (nşr. M. Sultan en-Nemnekânî), Kahire 1330-31, I, 67-69.
Süyûtî, el-Ḥabâʾik fî aḫbâri’l-melâʾik (nşr. Muhammed Zağlûl), Beyrut 1985, s. 910, 16, 24, 29, 262-264, 272-274.
a.mlf., Şerḥu Süneni’n-Nesâʾî (Sünen içinde), Beyrut 1988, II, 148-149.
Beyâzîzâde, İşârâtü’l-merâm, s. 68, 69.
Gülşenî, Şerḥu ḥadîs̱i Cibrîl (Mecmûa-i Muhyî-yi Gülşenî içinde), Dârü’l-kütübi’l-kavmiyye, Hidiviyye, nr. 7128, vr. 209b.
İbn Kemal, Resâʾil, İstanbul 1316, I, 118.
Abdullah Bosnevî, Risâle fî temessüli Cibrîl, Süleymaniye Ktp., Nâfiz Paşa, nr. 509, vr. 1a-3b.
Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, I, 317, 334; II, 162-163; XIX, 120; XXII, 41; XXVII, 47; XXX, 60.
Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, I, 220; IV, 113; VII, 314, 315; IX, 163.
Elmalılı, Hak Dini, I, 430-432.
İsmail Fenni Ertuğrul, Hakikat Nurları, İstanbul 1949, s. 329, 468.
Ahmed Abdülvehhâb, el-Vaḥy ve’l-melâʾike, Kahire 1979, s. 38-48, 70.
Ca‘fer Âl-i Yâsîn, Feylesûf ʿÂlim, Beyrut 1984, s. 208, 209.
Ö. Süleyman el-Eşkâr, ʿÂlemü’l-melâʾiketi’l-ebrâr, Küveyt 1985, s. 9-12, 17, 20-24, 42, 86.
Y. Humeyr, el-Fârâbî, Beyrut 1986, s. 92, 107.
Fazlurrahman, İslâm (trc. Mehmet Dağ – Mehmet Aydın), İstanbul 1992, s. 17-22, 43.
Saîd Zâyed, el-Fârâbî, Kahire, ts., s. 61, 62.
Halim Sabit Şibay, “Cebrâil”, İA, III, 43.
D. B. Macdonald, “Melâike”, a.e., VII, 661.
J. Pedersen, “D̲j̲abrāʾīl”, EI2 (İng.), II, 362-363.
H. Lesêtre, “Gabriel”, DB, III/1, s. 22-23.
W. Brueggemann, “Gabriel”, IDB, II, 332-333.
H. L. Ginsberg v.dğr., “Michael and Gabriel”, EJd., XI, 1487-1490.
Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1993 yılında İstanbul’da basılan 7. cildinde, 202-204 numaralı sayfalarda yer almıştır.