CEM‘

Belâgatın bedî‘ kısmına ait bir edebî sanat.

Müellif:

Sözlükte “toplamak, bir araya getirmek” anlamına gelen cem‘, edebiyat terimi olarak birden fazla şeyi tek hüküm altında toplama yolu ile yapılan bir sanatı ifade eder. Arap edebiyatında belâgata dair eserlerde, “Mal ve çocuklar dünya hayatının süsüdür” (el-Kehf 18/46) meâlindeki âyet bu sanata örnek olarak gösterilmektedir. Âyette Allah, mal ile çocuğu dünya hayatının süsü olmaları bakımından cemetmiştir. Aynı şekilde, “Güneş ve ayın hareketleri bir hesaba göredir. Bitkiler ve ağaçlar onun emrine boyun eğerler” (er-Rahmân 55/5-6) meâlindeki âyetlerde de hesap için güneş ile ayı, boyun eğme için de nebat ile ağacı bir hükümde cemetmiştir. Nef‘î’nin, “Hem kadeh hem bâde hem bir şûh sâkîdir gönül / Ehl-i aşkın hâsılı sâhibmezâkıdır gönül” beytinde kadeh, bâde, sâkî ve ehl-i aşkın sâhib-mezâkı hükmen gönülde birleşmiştir.

Cem‘ sanatı kendi içinde bazı kısımlara ayrılır. Bunların sayısını altıya kadar çıkaran bölümlemelere rastlanırsa da (meselâ bk. Ali Cemâleddin, s. 135-136) genel olarak üç şekli üzerinde durulmaktadır. Aslında bunlar da iki ayrı sanat olan taksim ile tefrikin birleşmesinden meydana gelmiştir.

1. Cem‘ maa’t-tefrîk. Cem‘in tefrik sanatı ile birlikte kullanılmasıdır ki bir hüküm altında toplanan iki veya daha fazla şeyin arasına farklılık koymaktır. “Gece ve gündüzü varlığımıza birer delil kıldık. Bir delil olan geceyi kaldırıp yine bir delil olan gündüzü aydınlık kıldık” (el-İsrâ 17/12) meâlindeki âyette gece ve gündüz Allah’ın varlığına delil olma konusunda bir hüküm altında birleştirilmiş, sonra bunların delil olma yönleri arasına farklılık koymak suretiyle cem‘ maa’t-tefrîk yapılmıştır. Nâbî’nin, “Binâ-yı intizâm-ı dîn ü dünyâya edip âlet / Zebâna nutk vermiş, gûşa vermiş kuvvet-i ısgā” beytinde dil ve kulak önce din ve dünyanın düzenini sağlayan birer alet olarak bir hüküm altında birleştirilmiş, sonra da bunları birbirinden ayıran farklı taraflar belirtilmiştir ki dilin farkı konuşma (nutk), kulağın farkı dinleme (ısgā) kuvvetidir. Burada dil ile kulağın din ve dünya düzenine alet olmaları cem‘dir. Fakat birinin söylemek, diğerinin dinlemek özelliğine sahip olması ayrılan yönleridir, tefriktir.

2. Cem‘ maa’t-taksîm. Çeşitli şeyleri bir hüküm altında topladıktan sonra onları ayrı ayrı hükümlere bağlamaktır. “Ben ve sen ikimiz de meşgulüz. Ancak sen oyun ve eğlence ile ben ilim tahsiliyle” örneğinde birinci ve ikinci şahıslar meşgul olma bakımından cemedilmiş, sonra ikinci şahıs oyun ve eğlence ile, birinci şahıs ise ilim tahsiliyle meşgul gösterilerek ikiye taksim edilmiştir. Bâkî’nin, “Yayıldı bahs-i la‘l-i hatt u hâlin bâğ-ı rıdvâna / Suyun kevser, nebâtın ney-şeker, hâkin abîr ettin” beytinde sevgilinin dudağı, yüzünün hat ve beni bahsi cennet bağına yayılmakta önce birleşiyor, ikinci mısrada ise bunlar sırasıyla cennetteki kevser, nebat ve toprağa nisbet edilerek tekrar ayrılıyorlar. Bu sanatın, muhtelif şeyleri önce taksim edip sonra da bir hüküm altında bir araya getirme şekli de vardır.

3. Cem‘ maa’t-tefrîk ve’t-taksîm. Bir hükümde toplanan iki veya daha çok şey arasına farklılık koyup sonra bunları ayrı ayrı vasıflandırmaktır. “O gün gelince Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. İçlerinde bedbaht olanlar da mesut olanlar da vardır. Bedbaht olanlar cehennemdedir. Onlar orada ah edip inlerler. Rabbinin dilemesi bir yana, gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır. Şüphesiz rabbin her istediğini yapar. Mesut olanlar ise cennettedir. Rabbinin dilemesi bir yana, sonsuz bir lutuf olarak gökler ve yer durdukça orada temelli kalacaklardır” (Hûd 11/105-108) meâlindeki âyetlerde önce bütün varlıklar, “Hiç kimse konuşamaz” hükmünde toplanmış, sonra bazıları bedbaht, bazıları mesut şeklinde vasıflandırılıp gruplara ayrılarak tefrik sanatı yapılmış, ardından da bedbahtların cehenneme, mesutların cennete gireceği ifade edilerek taksimde bulunulmuştur. Süleyman Paşa’nın Mebâni’l-inşâ’daki şu kıtası da bunun için bir örnektir: “Leb-i yâre akīk-i nâb dedim / Mu‘teriz oldular bütün yârân / Dediler seng-pâre-i Yemen o / Bu ise gerd-i çeşme-i hayvân.” İlk mısrada sevgilinin dudağı saf akike benzetilmiş, böylece cem‘ sanatı meydana gelmiştir. İkinci mısrada dudak ile akikin bu şekildeki cem‘ine itiraz edilince tefrik meydana gelmiştir. Üçüncü ve dördüncü mısralarda ise her birinin değişik bir vasfı verilerek taksim yapılmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

, “cem” md.

Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul 1973, s. 29-30, 153-154.

Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâḥ (nşr. Muhammed Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, II, 505, 507-509.

Tîbî, et-Tibyân fî ʿilmi’l-meʿânî ve’l-bedîʿ ve’l-beyân (nşr. Hâdî Atıyye), Beyrut 1407/1987, s. 401-402, 404-410.

Yahyâ b. Hamza el-Müeyyed, eṭ-Ṭırâzü’l-müteżammin li-esrâri’l-belâġa, Beyrut 1402/1982, III, 142-144.

Ahmed Mustafa el-Merâgī, Târîḫu ʿulûmi’l-belâġa ve’t-taʿrîf bi-ricâlihâ, Beyrut, ts. (Dârü’l-kalem), s. 308, 310-311.

Mehmed İzzet, Def‘u’l-mesâlib fî âdâbi’ş-şâir ve’l-kâtib, İstanbul 1325, s. 87-90.

Bedevî Tabâne, Muʿcemü’l-belâġati’l-ʿArabiyye, Riyad 1402/1982, I, 155-156.

Ahmed Matlûb, Muʿcemü’l-muṣṭalaḥâti’l-belâġıyye ve teṭavvürühâ, Bağdad 1406/1986, II, 406, 410-414.

Mehmed Tâhir, Tercüme-i Mîzânü’l-edeb, İstanbul 1257, s. 300-301.

Süleyman Paşa, Mebâni’l-inşâ’, İstanbul 1289, II, 73-77.

Abdünnâfi İffet, en-Nef‘u’l-muavvel, İstanbul 1290, II, 172-174.

Ali Cemâleddin, Arûz-i Türkî, İstanbul 1291, s. 135-136.

Ahmed Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniyye, İstanbul 1299, s. 160.

Diyarbekirli Said Paşa, Mîzânü’l-edeb, İstanbul 1305, s. 354-356.

Mehmed Rifat, Mecâmiu’l-edeb, IV: İlm-i Bedî‘, İstanbul 1308, s. 347-351.

Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri: Belâgat, Ankara 1980, s. 283-289.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1993 yılında İstanbul’da basılan 7. cildinde, 276 numaralı sayfada yer almıştır.