CEMÂLÎ

XV. yüzyıl divan şairi ve mesnevi müellifi.

Müellif:

Fâtih devri şairlerindendir. Şeyhî’nin yeğeni olup asıl adı Bayezid’dir. Sehî ve ondan sonra gelen kaynaklar Cemâlî’nin bu adından bahsetmezler. Şairin adı, doğum yeri ve babasının adı, Şeyhî’nin ölümü üzerine Hüsrev ü Şîrîn’e yazdığı zeylin başlığındaki ibareden öğrenilmektedir (geniş bilgi için bk. Demirtaş, , IV/3, s. 192). Bu ibare Hüsrev ü Şîrîn mesnevisinin çeşitli nüshalarında farklı olup kaynaklardaki karışıklık da muhtemelen bu farktan ileri gelmiştir. Faruk K. Timurtaş’ın (Demirtaş) gördüğü nüshada Bâyezîd b. Mustafa b. Şeyh Ahmed-i Tercümânî el-Akşehrî olarak yer alan şairin isim zinciri, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi’ndeki nüshada (Millî Ktp., nr. 4447) Bâyezîd b. Mustafa el-Meşhûr Şeyhoğlu şeklindedir (Günay Kut Alpay, , [1977], s. 125-126).

Cemâlî’nin Şeyhoğlu Mustafa ile karıştırılması meselesi Faruk K. Timurtaş tarafından etraflı bir şekilde ele alınarak Cemâlî’nin kimliğine ve eserlerine açıklık kazandırılmıştır (, IV/3, s. 189-213). Ancak burada düzeltilmesi gereken bir husus, Timurtaş’ın Uzunçarşılı’nın Cemâlî’yi Şeyhoğlu olarak gösterdiğini söylemesidir. Aslında Uzunçarşılı Cemâlî’yi Şeyhoğlu olarak göstermemiş, hatta tezkirelerin Şeyhoğlu Mustafa ile Şeyhoğlu Cemâlî’yi karıştırdıklarını belirtmiştir.

Ayrıca diğer kaynaklar göz önüne alındığında Timurtaş’ın verdiği bilgilere ilâve olarak Cemâlî’nin Şeyhoğlu (Şeyhoğlu Cemâlî) diye de tanınmış olabileceğini söylemek mümkündür. Veya uzak bir ihtimalle Hümâ ve Hümâyûn yazarı olan Cemâlî tamamen başka bir kimsedir. 903 (1497-98) gibi oldukça eski bir tarihte istinsah edilen Hüsrev ü Şîrîn’in Bursa nüshasında Cemâlî’nin lakabı Şeyhoğlu olarak geçer ki Timurtaş bu nüshayı görmemiştir. Cemâlî’nin XIV. yüzyıl şairlerinden Şeyhoğlu Mustafa ile karıştırılması hususu Sehî’den başlar.

Bir kısım kaynaklar Cemâlî’nin Karamanlı olduğunda birleşirken (Sehî, Âlî, Bursalı Tâhir) bir kısmı da Bursalı olduğunu kaydeder (Riyâzî, S. N. Ergun). Ergun onu Bursa’da birtakım kitâbelerde tarihleri bulunmasına bakarak Bursalı kabul eder. Latîfî ise şairin Karamanlı veya Bursalı olabileceğini bildirmektedir. Bu bilgilere dayanarak Cemâlî’nin Karamanlı olmakla birlikte bir süre Bursa’da da bulunduğu söylenebilir. Cemâlî’nin doğduğu tarih bilinmemekle beraber onun Hüsrev ü Şîrîn’e zeyil yazdığında on sekiz yirmi yaşlarında olduğunu düşünerek 813-815 (1410-1412) yılları arasında doğduğuna hükmedilebilir. Yine birçok kaynağın, özellikle Latîfî’nin verdiği bilgilere dayanarak Cemâlî’nin Bayezid devrinin (1481-1512) sonlarında öldüğü kuvvetli bir ihtimal olarak ileri sürülebilir. Osmanlı Müellifleri’nde onun Edirnekapı dışında Emîr Buhârî Tekkesi yakınında gömülü olduğu kayıtlıdır (II, 122).

Cemâlî Hüsrev ü Şîrîn’e zeyil mi yazdı yoksa onu tamamladı mı meselesine gelince, genellikle kaynaklarda “itmâm” kelimesi geçmektedir. Hüsrev ü Şîrîn nüshalarında ise bu hususta değişik ibareler kullanılmıştır. Cemâlî’nin Hüsrev ü Şîrîn’e yaptığı ilâve iki bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde Cemâlî Şeyhî’nin ölümünden söz eder; “zeyil” dediği ikinci bölümde II. Murad’ın methi vardır. Bu kısımda Cemâlî mahlası yerine esas adı olan Bayezid’i kullanır. Bu ek kısmın beyit miktarı nüshalara göre 44, 77, 103 ve 109 gibi değişik sayıdadır.

Eserleri. 1. Divan. Cemâlî’nin, varlığı sadece Latîfî’nin Tezkire’si ile Miftâhu’l-ferec’den öğrenilip de görülemeyen divanının yakın zamanlarda bir nüshası ortaya çıkmıştır (Erimer, s. 265-281). Kayahan Erimer, elindeki nüshanın baş ve sonunda II. Bayezid’in mührünün bulunduğunu söylemektedir. Örnek olarak verilen foto klişesinde (vr. 58a) görülen mühür ise III. Murad’a aittir. Bu nüsha üzerinde Çukurova Üniversitesi’nde bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (İ. Çetin Derdiyok, Cemâlî Divanı [İnceleme-Metin], Adana 1988). Cemâlî’nin nazîre mecmualarında da şiirlerine rastlanır.

2. Hümâ ve Hümâyûn (Gülşen-i Uşşâk). Cemâlî bu eserini II. Murad adına 850 (1446) yılında telif ettiğini bizzat bildirir. Şimdilik bilinen tek nüshası, 959’da (1552) istinsah edilmiş olup İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (TY, nr. 5680). 4630 beyitten ibaret olan bu mesnevi aruzun remel bahriyle kaleme alınmıştır. Fuat Köprülü Hümâ ve Hümâyûn’la Gülşen-i Uşşâk’ı iki ayrı eser telakki etmişse de eserin iki adı olduğu, aslında ona Gülşen-i Uşşâk adı verilmişken daha çok kahramanlarının adıyla şöhret bulduğu belirtilmiştir. Hümâ ve Hümâyûn’un Fâtih Sultan Mehmed veya II. Bayezid adına yazılmış olduğu şeklindeki yanlış görüşler eseri görmemekten kaynaklanmıştır. Mesnevi, Arap Hanı Menûşek’in oğlu Hümâ ile Çin padişahının kızı Hümâyûn’un aşk hikâyesini konu edinir. Divan edebiyatının iki kahramanlı mesnevileri geleneğinde olduğu gibi iki âşık, başlarından geçen birçok maceradan sonra mutlu bir beraberliğe kavuşurlar. Eser üzerinde Osman Horata tarafından bir doktora tezi hazırlanmıştır (bk. bibl.).

3. Miftâhu’l-ferec. 860 (1456) yılında Fâtih Sultan Mehmed adına yazılan bu eser de mesnevi tarzında ve aruzun remel bahriyledir. Bilinen üç nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi (TY, nr. 2331), Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi (Kemankeş, nr. 447) ve Berlin Kraliyet Kütüphanesi’nde (W. Pertsch, s. 371, nr. 378) bulunmaktadır. Ayrıca Câmiu’l-meânî’de de (Nuruosmaniye Ktp., nr. 4904, vr. 101b-106b) bazı parçaları yer alır.

4. er-Risâletü’l-acîbe fi’s-sanâyi‘ ve’l-bedâyi‘. Tek nüshası Cambridge Üniversite Kütüphanesi’ndedir (Browne, s. 87, nr. 465). Müellifin adı burada Cemâlî el-Fakīh şeklinde kayıtlıdır. Eserin, Cemâlî’nin Miftâhu’l-ferec’de (İÜ Ktp., TY, nr. 2331, vr. 4a-b) “her iki beytinden hurûf alındığında bir beyit olduğu, acayip sanatların toplandığı, Türkçe’sinden Farsça, Farsça’sından da Arapça ibareler çıkarıldığını” söylediği kaside olması çok muhtemeldir.

5. Risâle. Bu eserinden de Miftâhu’l-ferec’de bahseder (vr. 4b). Bazı sözlerinden medih anlaşıldığı halde aslında zem olduğunu, bazılarının da bunun tersi olduğunu söyler ki burada “zem bimâ yüşbihü’l-medh” denilen bedî‘ sanatı söz konusudur.

Cemâlî’nin eserlerinde Şeyhî etkisi fazlaca görülür. Latîfî’nin, onun şiirlerinin güzelliğine rağmen divanının şöhret bulmayışına şaştığını söylemesine karşılık Kınalızâde şiirlerinde fazla güzellik ve açıklık olmadığını söyler ve örnekler verir. Cemâlî aslında bir divan şairinden çok bir mesnevi müellifidir ve Miftâhu’l-ferec adlı eserinin ortaya koyduğu gibi tasavvufa meyli kuvvetlidir.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 55, 107, 113.

, s. 121.

, vr. 20a, 354a.

Âlî, Künhü’l-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 5959, vr. 54a, 132a.

, I, 260-261, 530.

Riyâzî, Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 761, vr. 442a.

, I, 304, 427-429.

, II, 122.

, I, 109.

, s. 87, 304, 342.

Fâik Reşad, Eslâf, İstanbul 1312, s. 27.

a.mlf., Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniyye, İstanbul, ts., s. 220.

Hıfzı Tevfik v.dğr., Türk Edebiyatı Numûneleri, İstanbul 1926, s. 193, 273.

Mehmed Fuad Köprülü, Eski Şairlerimiz: Divan Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1931, s. 71.

a.mlf., Millî Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri ve Dîvân-ı Türkî-i Basît, İstanbul 1928, s. 13.

Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, İstanbul 1932, s. 228, 264-270.

, III, 979-982.

İnciser Ilıca, Gülşen-i Uşşak (Hüma ve Hümâyûn), Cemâlî (mezuniyet tezi, 1961), İÜ Ed.Fak. Türkiyat Enstitüsü, Tez nr. 556.

Faruk K. Timurtaş, Şeyhî: Hayatı ve Eserleri, Eserlerinden Seçmeler, İstanbul 1968, s. 142-151.

a.mlf. [Demirtaş], “Fatih Devri Şairlerinden Cemali ve Eserleri”, , IV/3 (1951), s. 189-213.

W. Pertsch, Verzeichnis der Türkischen Handschriften der Königlischen Bibliothek zu Berlin, Berlin 1989, s. 371, nr. 378.

Osman Horata, Cemâlî-Hüma ve Hümâyûn (Gülşen-i Uşşak) İnceleme, Tenkitli Metin (doktora tezi, 1990), Hacettepe Üniversitesi.

Hayri Akyüz, “Onbeşinci Yüzyıl Şairlerinden Cemâlî’nin Hüma ve Hümayun Adlı Eseri Hakkında Birkaç Söz”, , sy. 54 (1954), s. 856-857.

Kayahan Erimer, “Günışığına Çıkan Değerli Bir Eser”, (1973-1974), s. 265-281.

Günay Kut Alpay, “Bursa ve Manisa İl Halk Kütüphanelerindeki Bazı Türkçe Yazmalar Üzerine”, (1977), s. 125-126.

J. Deny, “Shaikhzâde”, , IV, 293-294.

Hüseyin Ayan, “Cemâlî”, , II, 38-39.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1993 yılında İstanbul’da basılan 7. cildinde, 316-317 numaralı sayfalarda yer almıştır.