CİMÂ

Kadın ve erkek arasında cinsî münasebeti ifade eden fıkıh terimi.

Müellif:

“Toplamak, bir araya getirmek” anlamındaki cem‘ kökünden türeyen cimâ‘, “toplanmak, bir araya gelmek” mânasında masdar veya “beraberlik” anlamında isim olarak kullanılır. Bu mânadan hareketle kadınla erkeği bir araya getiren cinsî münasebete cimâ denilmiştir.

Dinî-hukukî anlamda daha çok meşrû olan cinsî münasebeti ifade eden cimâ, İslâm dininde karı ile kocanın karşılıklı hak ve vecîbelerinden biri kabul edilmiştir. Fıkıh bilginlerine göre taraflardan her biri bu anlamdaki eşlik görevini yerine getirmek mecburiyetindedir. Kur’ân-ı Kerîm’de karı ile kocanın birbirine karşı konumunun birer elbise, birer örtü (libas) durumunda olduğu beyan edilerek (el-Bakara 2/187) insanın hem fizyolojik hem de psikolojik açıdan tatmin görüp huzura kavuşabilmesi için karşı cinse olan ihtiyacı vurgulanmıştır. Câhiliye Arapları sosyal hayatlarında kadına çok az değer veriyor, bunun sonucu olarak da evlilik ve aile müessesesi zayıflamış bulunuyordu. İslâmiyet ise kadına yeni birçok hak tanımış, onun dinî, sosyal ve ekonomik konumunu ileri bir seviyeye yükseltmiştir. Bu değişikliğin etkisiyle olacaktır ki Câhiliye dönemi alışkanlıklarından henüz tam kurtulamamış bulunan bazı müslüman erkekler hanımlarının sert davranışlarından şikâyet etmeye başladılar. Bu arada kadınların tepki psikolojisinin etkisiyle meşrû (mâruf) sınırı zorlamış olmaları da muhtemeldir. Bu tür şikâyetlerin ortadan kaldırılması ve karı ile kocanın uyumlu bir cinsî hayat sürdürmelerinin sağlanması amacıyla Hz. Peygamber özellikle kadının meşrû bir mazereti olmadığı halde kocasının cinsî isteklerine olumlu cevap vermemesinin Allah’ın gazabına ve meleklerin lânetine sebep olacağını ifade etmiştir (Buhârî, “Nikâḥ”, 85; Müslim, “Nikâḥ”, 120-121). Buna karşılık erkeklerin de kocalık vazifelerini ihmal ettiklerini yansıtan olaylar tesbit edilmiştir. Nitekim Hz. Ömer döneminde kocasının ilgisizliğinden şikâyet eden bir kadın halifeye başvurmuş, halife de iki tarafı dinledikten sonra kocasının en az dört günde bir hanımıyla beraber olmasını tavsiye etmiştir (İbn Kudâme, VII, 29). Yine Hz. Ömer sefere çıkan askerlerin, gidiş dönüş dahil olmak üzere dört aydan fazla ailelerinden uzak kalmamalarını sağlayan bazı esaslar koymuştur (, s. 129).

Kur’an’da cinsî münasebetin ana gayelerinden birinin neslin devamı olduğu ifade edilmiş ve kadının cinsel organından (vajina) olmak şartıyla ilişkinin şekil açısından serbest bırakıldığı bildirilmiştir (el-Bakara 2/223). Çeşitli hadislerde, karısına cinsel organı dışındaki yollardan (anal) yaklaşanın Allah’ın lânetine uğrayacağı ve bunun bir nevi livâta sayılacağı haber verilmiştir (Ebû Dâvûd, “Nikâḥ”, 45; , I, 86; II, 444; Tirmizî, “Ṭahâret”, 102). Hadislerde cinsî münasebet âdâbı ile ilgili tavsiyelerde de bulunulmuştur. Çiftlerin tamamen çıplak olmayıp üzerlerine bir örtü almaları (İbn Mâce, “Nikâḥ”, 28), ilişkiden önce bir hazırlık ve ülfet dönemi geçirmeleri (İbn Kudâme, VII, 25-26) ve besmeleyi unutmayıp Allah’tan hayırlı evlât talep etmeleri (Buhârî, “Nikâḥ”, 66) bunlardan bazılarıdır. Eşiyle peşpeşe ikinci defa ilişkide bulunmak isteyen erkeğin hemen gusül yapması gerekmemekle birlikte namaz abdesti alması veya el ve ağız burun temizliği yapması sünnet kabul edilmiştir (, III, 7).

Câhiliye Arapları’nın, muhtemelen yahudilerin etkisinde kalarak aybaşı halindeki eşlerinden uzak durdukları ve aynı yatağa girmedikleri bilinmektedir. İslâmiyet bu durumdaki hanımlarla sadece cinsî münasebeti yasaklamış, aile hayatının diğer ilişkilerinin ise aynen devam edeceğini kabul etmiştir (el-Bakara 2/221-222; Taberî, II, 224-231). Aybaşı ve lohusa halindeki eşle cinsî münasebet vuku bulduğu takdirde, münasebet bu halin ilk günlerinde olmuşsa yaklaşık 4 gram, son günlerinde olmuşsa 2 gram altın değerinde bir meblağın fakirlere dağıtılması işlenen günahın bir nevi kefâreti sayılmıştır (Tirmizî, “Ṭahâret”, 123; Ebû Dâvûd, “Nikâḥ”, 46; İbn Mâce, “Ṭahâret”, 23).

İslâm dininde cinsî münasebet için aybaşı ve lohusalık hali dışında da bazı kısıtlamalar getirilmiştir. Bunları oruç, i‘tikâf, hac veya umre maksadıyla ihram dönemleri olmak üzere üç grupta ele almak mümkündür. Ramazan orucu tutan eşlerin, oruç saatleri içinde ilişkide bulundukları takdirde oruçları bozulur ve hem kazâ hem de kefâret, yani ramazan ayı dışında altmış bir gün oruç tutmak icap eder. Nâfile veya kazâ orucu tutan eşlerin cinsî münasebeti ise sadece aynı günün orucunu kazâ etmeyi gerektirir. Daha çok ramazan ayında olmak üzere müminlerin i‘tikâf zamanlarında yemelerini ve içmelerini asgariye indirmeleri yanında cinsî münasebetten tamamen uzak kalmaları da emredilmiştir (el-Bakara 2/187). Hac niyetiyle ihrama giren eşler, görevlerini yerine getirip ihramdan çıkıncaya, hatta ziyaret tavafını bitirinceye kadar cinsî münasebette bulunamazlar. Umre niyetiyle ihrama giren eşlerin durumu da ana hatları ile aynıdır. Bu ibadetlerin çeşitli kademelerinde vuku bulacak ilişkilerin doğuracağı sonuçları fıkıh mezhepleri az çok farklı şekillerde belirlemişlerdir (bk. HAC; İHRAM; UMRE).

İslâm dininde cinsî münasebetin ibadete engel mânevî bir kirlilik meydana getirdiği kabul edilmiş ve ilişkiden sonra yıkanıp gusletmek farz kılınmıştır (bk. CENÂBET; GUSÜL).

Cinsî münasebetin İslâm aile ve ceza hukuku ile ilgili bazı hükümleri de şöyledir: Nikâh akdinden sonra eşler cinsî münasebette bulunmadan önce boşanırlarsa kadının iddet beklemesi gerekmez (el-Ahzâb 33/49). Böyle bir durumda kadın takdir edilen mehrin ancak yarısını alabilir (el-Bakara 2/237). Karısıyla en az dört ay cinsî münasebette bulunmayacağına yemin eden kimsenin yemininden dönmesi sözle değil cinsî münasebetle mümkün olur (bk. ÎLÂ). Kocasından üç talâkla boşanan bir kadının İslâm hukukuna göre tekrar aynı kişiyle evlenebilmesi, başka biriyle nikâhlanması ve ondan boşanması şartına bağlıdır (bk. HÜLLE). Buradaki “nikâh” kelimesi, hem akid hem cimâ anlamına gelebilecek müşterek bir lafız olduğu halde fakihlerin çoğunluğu tarafından cimâ mânasına alınmış ve yeni kocasıyla cinsî münasebette bulunmayan kadının eski kocasına dönemeyeceğine hükmedilmiştir (bk. Kurtubî, III, 147-148). Zina suçunu işleyen evli kimsenin recm cezasına çarptırılması ihsan şartının bulunmasına bağlıdır. İhsanın gerçekleşebilmesi için gerekli şartlardan biri de sahih nikâh sonucu vuku bulan cinsî münasebettir.


BİBLİYOGRAFYA

, I, 86; II, 144, 444, 479; III, 7; V, 169; VI, 305.

Dârimî, “Vuḍûʾ”, 114, “Nikâḥ”, 28.

Buhârî, “Nikâḥ”, 66, 85, “Vuḍûʾ”, 8, “Daʿavât”, 55, “Tevḥîd”, 13, “Ġusül”, 12.

Müslim, “Nikâḥ”, 120, 121, “Ṭalâḳ”, 6, 10.

İbn Mâce, “Nikâḥ”, 27, 28, 29, “Ṭahâret”, 23, 123, 125.

Ebû Dâvûd, “Nikâḥ”, 40, 45, 46.

Tirmizî, “Ṭahâret”, 102, 123, “Nikâḥ”, 6, “Raḍâʿ”, 12.

, II, 224-231.

, II, 67.

, II, 331; III, 173.

, III, 334-337; VII, 22, 23, 25-26, 29, 31, 318, 324.

, III, 86, 147-148, 204; XIV, 202.

, VII, 384, 387-388.

İbn Cüzey, el-Ḳavânînü’l-fıḳhiyye, Beyrut, ts. (Dârü’l-kalem), s. 141.

, II, 68, 113, 238-242; III, 183.

Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, Beyrut 1403/1983, I, 626-641.

a.mlf., Târîḫu’l-ḫulefâʾ, s. 129.

, V, 188-195.

Adevî, Ḥâşiye, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 485-486.

, I, 325-327.

, I, 118, 198; II, 210, 399; III, 149.

, II, 719; III, 551, 555; VII, 106, 540.

Nûreddin Itr, el-Ḥac ve’l-ʿumre, Beyrut 1404/1984, s. 153-158.

Mervan Muhammed eş-Şiâr, el-ʿAlâḳātü’l-cinsiyye fi’l-İslâm, Beyrut 1410/1990, s. 84-93.

, II, 222-225.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1993 yılında İstanbul’da basılan 8. cildinde, 2-3 numaralı sayfalarda yer almıştır. Bu madde en son 03.07.2021 tarihinde güncellenmiştir.