DEDE MEHMED EFENDİ

(ö. 1147/1734)

Hz. Peygamber’in sîret ve şemâiline dair eserleriyle tanınan Osmanlı kazaskeri.

Müellif:

1050 (1640) yılında Van’da, bazı kaynaklara göre ise Erzurum’da doğdu. Kendi ifadesine göre soyu Şems-i Tebrîzî’ye uzanmaktadır. Silâhdar Mehmed Ağa adını Ahmed olarak yazmaktaysa da (Nusretnâme, s. 143, 201) öteki çağdaş kaynaklardan adının Mehmed olduğu anlaşılmaktadır. Babasının adı Mustafa’dır.

Mehmed Efendi memleketinin ileri gelen âlimlerinden ilim tahsil etti. Bu arada ünlü vâiz Vanî Mehmed Efendi’ye damat oldu. Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa’nın sadrazamlığı zamanında İstanbul’a gelen Dede Efendi burada Mimar Sinan, Merdümiye, Hasodabaşı, Hüsrev Kethüdâ, Minkārîzâde, Mihrimah, Sahn-ı Semân ve Süleymaniye medreselerinde müderrislik yaptı. 1106’da (1694-95) Edirne kadılığı pâyesiyle Galata mevleviyetine getirildi. Ertesi yıl kendisine Haremeyn pâyesi verilen Dede Mehmed Efendi, 1699 Haziranında Anadolu kazaskerliği pâyesiyle İstanbul kadılığına, 1702 Nisanında Rumeli kazaskerliğine tayin edildi. Dede Efendi’nin bu hızlı yükselişlerinde önceleri kayınpederi ve IV. Mehmed’in hocası Vanî Mehmed Efendi’nin, II. Mustafa zamanında da (1695-1703) bacanağı ve bu padişahın hocası olan Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi’nin büyük rolü olmuştur. Nitekim bir müddet sonra çıkan Edirne Vak‘ası sırasında, Feyzullah Efendi’ye olan intisabı ve aynı zamanda bu şeyhülislâmın amcazadesi olması yüzünden görevinden alındı (Defterdar Sarı Mehmed Paşa, s. 785). Âsiler tarafından şeyhülislâmın oğulları ve akrabaları gibi evi yağmalanan Dede Efendi bir süre Yedikule Zindanı’nda mahpus tutuldu, ardından Magosa’ya sürüldü. Yıllarca orada kalan Dede Efendi’nin (Râşid, III, 93) vaktini eser yazmakla geçirdiği anlaşılmaktadır. 1719 yılında Bursa’ya gelerek Sâdîfakih mahallesinde satın aldığı evde ders verip kitap yazmakla meşgul oldu. I. Mahmud’un (1730-1754) cülûsundan sonra İstanbul’a gelmesine izin verildiyse de Mehmed Efendi Sultâniye Medresesi’nden emekliliğini istedi. 1734 yılı sonlarında vefat etti ve evi civarında yaptırdığı dârülkurrâ hazîresindeki türbeye gömüldü. Kaynaklarda âbid ve zâhid, faziletli, ikram etmekten hoşlanan bir kişi olarak nitelendirilen Dede Mehmed Efendi’nin Arapça, Türkçe ve Farsça şiirlerinin bulunduğu da belirtilmiştir (İsmet, s. 81).

Eserleri. 1. el-Midḥatü’l-kübrâ mine’l-kelâmi’l-ḳadîm fî ḥaḳḳı Seyyidinâ Muḥammed el-Muṣṭafâ. Dede Efendi, bazı kaynaklarda Medâyiḥu’l-kübrâ fî ḥaḳḳi’l-Muṣṭafâ adıyla geçen bu Arapça eserini 1086 (1675) yılında yazmıştır. Eserin mukaddimesinde Kur’ân-ı Kerîm’i başından sonuna kadar incelediğini, Hz. Peygamber’in faziletleriyle ilgili âyetleri topladığını ve bir sıraya göre dizdiğini belirten müellif, bu arada faydalandığı kaynakların adlarını da verir. Eser yayımlanmıştır (Bulak 1301).

2. el-Vesîletü’l-uẓmâ fî şemâʾili’l-Muṣṭafâ. Dede Efendi’nin İstanbul kadılığı ve Rumeli kazaskerliği görevlerinde bulunduğu sırada yazdığı bu Arapça eser bir fâtiha, bir basîre, üç bab, bir hâtime ve bir tezyîlden oluşmaktadır. Fâtiha kısmı Hz. Peygamber’in övgüsüne tahsis edilmiş, basîrede onun doğduğu ayda gösterilen sevinç ve neşeler, bablarda yaratılışı ve dünyaya rahmet olarak gönderilmesi, hâtimede âhirete intikali anlatılmış, tezyîlde ise Hz. Peygamber’i sevmenin gereği üzerinde durulmuştur. Eser önce el-Midḥatü’l-kübrâ ile birlikte (Bulak 1301), daha sonra Tabersî’nin Mekârimü’l-aḫlâḳ’ının hâmişinde (Kahire 1311) ve ayrıca tek başına (Haydarâbâd 1331) yayımlanmıştır.

3. en-Nüshatü’l-kübrâ fî vilâdeti hayri’l-verâ. Dede Mevlidi diye bilinen bu Türkçe eserini müellif Magosa’da sürgünde iken bazı ilâvelerle Kitâbü’ş-Şemâʾil fî ḥaḳḳı ḫayri’l-evâḫir ve’l-evâʾil adıyla Arapça’ya çevirmiş, ancak daha sonra bazı ilâveler yaparak tekrar Türkçe’ye tercüme etmiştir. Dede Efendi, II. Mustafa’ya takdim ettiği bu eserinin baş tarafında Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin ilmî şahsiyetini de övmüştür. Eserin 1147’de (1734-35) istinsah edilmiş bir nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (nr. 3218).

4. el-Vaṣfü’l-maḥmûd fî menâḳıbi’l-âbâʾ ve’l-cüdûd. Müellif bu eserinde kendi silsilesini kaydetmekte ve soyunu Şems-i Tebrîzî’ye kadar götürmektedir (, I, 308).

5. Risâle fi’s-siyâseti’ş-şerʿiyye. Bu Arapça kitap kendi türündeki eserlerle büyük benzerlik göstermektedir. Eserin bir nüshası Köprülü Kütüphanesi’ndedir (I. kısım, nr. 62/2, vr. 31b-45a).

6. Ahkâm-ı Müfîde. Tekmiletü’ş-Şekāik’ta adı geçen (s. 81) bu fıkhî eserin hangi dilde yazıldığı tesbit edilememiştir.

7. Şerḥu Risâleti’l-ḳıyâs. Mantıkla ilgili Arapça bir eser olup basılmıştır (, VII, 100).


BİBLİYOGRAFYA

Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekayi‘ât (haz. Abdülkadir Özcan), Ankara 1993, s. 728, 737, 785, 794, 796, 823.

, s. 143, 201.

, II, 66, 124, 133, 171, 177, 185, 194, 222, 226, 272, 281, 289, 310, 334, 338, 375, 386, 409, 491, 523, 579.

, III, 39, 93.

, s. 80-81.

, IV, 229.

, I, 307-308.

, I, 611.

, II, 321.

, VII, 100.

, IX, 298-299.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 9. cildinde, 80-81 numaralı sayfalarda yer almıştır.