EBÛ SAÎD ŞAH

Ebû Saîd Muhammed b. Safiyyi’l-kadr b. Azîzi’l-kadr el-Fârûkī el-Müceddidî ed-Dihlevî (ö. 1250/1835)

Nakşibendî-Müceddidî şeyhi.

Müellif:

2 Zilkade 1196’da (9 Ekim 1782) Delhi’ye sekiz konak mesafede bulunan Râmpûr’da (Mustafaâbâd) dünyaya geldi. İlk tarikat terbiyesini bir Müceddidî şeyhi olan babasından aldı. Dönemin önde gelen âlimlerinden ilim tahsil etti. Bunlar arasında Müftî Şerefüddin’in önemli bir yeri vardır. Ayrıca Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin oğulları Refîuddin ed-Dihlevî ve Abdülazîz ed-Dihlevî ile dayısı Mevlevî Sirâc Ahmed b. Muhammed Mürşid’den hadis ve tefsir okudu. Tecvid ilmini Kārî Nesîm’den öğrendi. Hattat Kelev Han’dan yazı meşketti. 15 Cemâziyelâhir 1244 (23 Aralık 1828) tarihinde tamamladığı bir mushaf nüshası, Nisan 1967’ye kadar torunlarından Muhammed Mazhar Şah’ın Medine’deki tekkesinde bulunuyordu. Babası, Ebû Saîd’deki tasavvuf yeteneğini görünce dedelerinin tarikatına mensup bir şeyh aramasını söyledi. Ebû Saîd, silsilesi İmâm-ı Rabbânî’nin torunlarından Muhammed Zübeyr’e ulaşan ve Râmpûr’da Hâfız Cemâlullah’tan Kādirî hilâfeti de alarak onun dergâhında postnişin olan Şah Dergâhî’ye intisap etti. Yaklaşık on iki yıl boyunca şeyhine hizmet etti, ondan Kādirî icâzeti ve hilâfeti aldı. Daha hayatta iken Şah Dergâhî’nin halifesi olarak irşada başladı. Aynı şeyhten Müceddidî ve Çiştî hilâfeti de aldığı rivayet edilmektedir.

Râmpûr’da kısa zamanda şöhreti yayılan Ebû Saîd Şah’ın binden fazla müridi oldu. Bu sıralarda vahdet-i vücûda dair sözler söylemeye, zikir halkalarında kendisinden vecd ve istiğrak halleri zuhur etmeye başladı. İmâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ında anlattığı makamlara henüz tam anlamıyla ulaşamadığı düşüncesiyle irşad vazifesini bırakıp seyrüsülûkünü tamamlamak için kendisine yeni bir mürşid aramaya başladı. Pânîpet (Panipat) şehrinde bulunan Müceddidî şeyhi Mazhar Cân-ı Cânân’ın önde gelen halifelerinden Kadı Senâullah Pânîpetî’ye mektup yazarak bu arzusunu bildirdi. Senâullah Pânîpetî ona Delhi’de Hânkāh-ı Mazhariyye’de bulunan Abdullah ed-Dihlevî’ye gitmesini tavsiye etti. Bunun üzerine 1225 (1810) yılının başlarında Delhi’ye gitti. Abdullah ed-Dihlevî kendisine çok saygı gösterdi ve kendi yerine irşad makamına geçmesini teklif etti. Buraya bir mürid olarak geldiğini söylemesi üzerine Dihlevî bu tavrını beğenerek onu müridliğe kabul etti. Kısa zamanda şeyhinin büyük teveccühüne mazhar oldu. Râmpûr’a gitmesini gerektiren bir durum ortaya çıkınca mürşidi kendisine, Müceddidiyye hilâfetinin yanı sıra aynı mecliste bulunan Hâlid el-Bağdâdî ve Mevlevî Beşâretullah Behrâyücî ile yan yana oturtarak Çiştiyye ve Kādiriyye tarikatlarından da hilâfet verdi, müridlerinin bir kısmının terbiyesini ona havale etti.

Ebû Saîd Şah, Râmpûr’a gittiğinde ilk şeyhi Şah Dergâhî’yi ziyaret etti. Ardından Râmpûr’dan ayrıldı. Bu dönemde bazı devlet adamlarıyla iyi ilişkiler kurmaya başlayınca Abdullah ed-Dihlevî kendisine bir mektup göndererek yaptığının doğru olmadığını, Râmpûr’da kalmasının, hatta Delhi’ye gelmesinin daha isabetli olacağını söyledi, ancak daha sonra yazdığı bir mektupta ona istediği yere gitmekte serbest bulunduğunu bildirdi. Bunun üzerine Leknev’e gitti. Abdullah ed-Dihlevî, hastalığının ağırlaşması üzerine Ebû Saîd Şah’a bir mektup yollayarak kendisinden sonra irşad makamına büyük oğlu Ahmed Saîd Şah’ı Leknev’de halife bırakmasını ve kendisinin Delhi’ye gelmesini istedi. Dihlevî mektubunda ayrıca Ebû Saîd’e, hem dergâhtakilerin hem de başta Abdülazîz ed-Dihlevî olmak üzere Delhi’deki âlimlerin çoğunun irşad makamına kendisinin geçmesi hususunda ittifak ettiğini bildirdi. Delhi’ye giden Ebû Saîd şeyhinin ölümünün (1240/1824) ardından irşad makamına geçip vefatına kadar dokuz yıl bu görevini sürdürdü.

1249 yılının Ramazan ayında (Ocak 1834) Ebû Saîd Şah, büyük oğlu Ahmed Saîd Şah’ı yerine bırakarak ortanca oğlu Şah Abdülganî’yle birlikte hacca gitmek üzere Delhi’den yola çıktı. Aynı yılın zilhicce ayının başlarında Hicaz’a ulaştı. Haccı müteakip Mekke’de humma hastalığına yakalandı, biraz iyileşince de Medine’ye gitmeye karar verdi. Birkaç ay Medine’de kaldı, ardından memleketine dönmek üzere oradan ayrıldı. 22 Ramazan 1250’de (22 Ocak 1835) Delhi civarındaki Tonk beldesine ulaşınca hastalığı ilerlediğinden yola devam edemedi ve burada konakladı. Yanında bulunan oğluna ve küçük kardeşine icâzet verdiğini bildirdikten sonra ramazan bayramının ilk günü (31 Ocak 1835) vefat etti. Büyük bir kalabalık tarafından kılınan cenaze namazının ardından naaşı Delhi’ye götürülerek mürşidinin sağ tarafına defnedildi.

Ebû Saîd Şah XIX. yüzyılda Kuzey Hindistan’da etkili olan birçok mürid yetiştirdi. Ahmed Saîd Şah, Şah Abdülganî ve Şah Abdülmugnî adlı oğullarıyla Muhammed Asgar Sâhib, Molla Hasan Buhârî, Mevlevî Muhammed Şerîf, Molla Hudâbürdî, Molla Gulâm-ı Muhammed, Mevlevî Hüsâm Ahmed Herâtî, Mevlevî Muhibbullah Efgān, Meyân Muhammed Cû, Meyân Azîmullah Sâhib, Anber Şah ve Emîr Bâcûrî onun halifelerindendir (M. Mazhar Müceddidî, s. 67-68). Ebû Saîd ile devam eden Müceddidiyye silsilesi onun halifeleri tarafından çeşitli beldelere yayılmış, torununun halifesi Selâhaddin Sâkıb’dan (ö. 1910) icâzet alan Süleyman Hilmi Tunahan yoluyla Türkiye’de de temsil edilmiştir. Delhi’deki hankahta bu silsile halen Ebû Saîd Şah’ın neslinden gelenler tarafından sürdürülmektedir.

Bazı müridlerinin arzusu üzerine 1230-1240 (1815-1824) yılları arasında Müceddidiyye âdâbına dair Hidâyetü’ṭ-ṭâlibîn ve mirḳādü’s-sâlikîn adlı Farsça bir eser kaleme alan (Delhi 1299) Ebû Saîd Şah eserini Abdullah ed-Dihlevî’ye takdim etmiştir. Ebû Saîd, Mekke’de eserin Mehmed Hıfzı Efendi tarafından yapılan Arapça tercümesini görünce mütercimine Türkçe’ye de çevrilmesini istediğini söylemiş, bunun üzerine Hıfzı Efendi eseri 1837’de Türkçe’ye tercüme etmiştir (Tercüme-i Hidâyetü’t-tâlibîn, İstanbul 1299). Ayrıca Urduca (Delhi 1320; trc. Mevlevî Nûr Ahmed, Kundion 2011), ikinci defa Arapça (Kahire, ts.) ve Malayca’ya da çevrilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA :

Abdullah Dihlevî, Abdullah Dihlevî ve Eserleri: Mekâtib-i Şerîfe ve Dürrü’l-Meârif (haz. Süleyman Kuku), İstanbul 2008; Ahmed Saîd Şah, Mektûbât-ı Aḥmed Saʿîd Şâh (der. Molla Dost Muhammed Kandehârî), İran Kitâbhâne-i Meclis-i Şûrâ-yı Millî, nr. 14164, 36. Mektup, s. 44-46; Abdülganî b. Ebû Saîd, Żamîme-i Maḳāmât-ı Maẓhariyye (Abdullah Dihlevî, Maḳāmât-ı Maẓhariyye içinde), İstanbul 2002, s. 168-172; M. Mazhar Müceddidî, Maḳāmât-ı Saʿîdiyye ve Menâḳıb-ı Aḥmediyye, Delhi 1281, s. 59-65, 67-68; Gulâm Server Lâhûrî, Ḫazînetü’l-aṣfiyâʾ, Herat, ts., I, 701-703; Abdülmecîd el-Hânî, el-Ḥadâʾiḳu’l-verdiyye (trc. M. Emin Fidan), İstanbul 2011, s. 750-752; M. Murad el-Kazânî, Nefâʾisü’ṣ-ṣâniḥât fî tezyîli’l-bâḳıyâti’ṣ-ṣâliḥât (Tercemetü Reşeḥâti ʿayni’l-ḥayât içinde), Mekke 1307, s. 84-98; Hocazâde Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-evliyâ, İstanbul 1318, s. 134-138; Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü’l-ḫavâṭır, VII, 13; Ebü’l-Hasan Zeyd Fârûkī, Sevâniḥ-i Ḥayât-ı Ebü’l-Ḫayr Maʿrûf be Maḳāmât-ı Aḫyâr, Delhi 1395, s. 64-68; M. Nûrbahş Tevekkülî, Teẕkire-i Meşâyiḫ-i Naḳşibendiyye (haz. M. İlyas Âdil), Lahor, ts. (Müştâk Buk Kârner), s. 438-442; Athar Abbas Rizvi, A History of Sufism in India, New Delhi 1986, II, 249; Mehmed Emre, Üstadım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) ve Hatıralarım, İstanbul 2000, s. 17-18; M. Hasan Müceddidî, Ḥâlât-ı Meşâyiḫ-i Naḳşibendiyye-yi Müceddidiyye (haz. İkbâl Ahmed Fârûkī), Lahor 1424/2003, s. 458-460.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2016 yılında İstanbul’da basılan (gözden geçirilmiş 2. basım) EK-1. cildinde, 369-370 numaralı sayfalarda yer almıştır.