EBÜLFAZL MEHMED EFENDİ CAMİİ

İstanbul’da Tophane’de XVI. yüzyılda Mimar Sinan tarafından yapılan cami.

Müellif:

Ünlü tarihçi İdrîs-i Bitlisî’nin oğlu olan ve Sultan II. Selim devrinde 974’ten (1566-67) 977’ye (1569-70) kadar başdefterdarlıkta bulunan Ebülfazl Mehmed Efendi tarafından yaptırılmıştır. Hayratı olan camiyi Tophane sırtlarında, içinde konağının da bulunduğu denize hâkim, manzaralı ve çok geniş bir arazide inşa ettirmiştir.

Defterdar Camii’nin mimarının Sinan olduğu, eserlerinin listesini veren tezkirelerden açıkça anlaşılmaktadır (bk. Tuhfetü’l-mi‘mârîn, s. 28; , s. 79; a.mlf., Tezkiretü’l-bünyân, s. 35). Caminin inşa tarihi, evvelce kapısı üstünde bulunan ve bizzat Ebülfazl Mehmed Efendi tarafından yazılan kitâbesinden öğrenildiğine göre 961’dir (1554). Evliya Çelebi bu eserin, “Cihannümâ, bir minareli bir câmiceğizdir” cümlesiyle hâkim manzaralı bir yerde ve mütevazi ölçülerde bir yapı olduğunu belirtir.

Defterdar Camii 1916 yılındaki Cihangir yangınında yanmış, dört kâgir duvarı ve minaresiyle uzun yıllar öylece kalmıştır. İhya edilmesinin mümkün olmasına, kurucusunun Osmanlı dönemi Türk tarih ve edebiyatındaki önemli yerine ve mimarının şahsiyetine rağmen cami Vakıflar İdaresi’nce 1936 yılına doğru toprak üstünde hiçbir izi kalmayacak şekilde yok edilmiş, hazîresindeki mezarlar da başka yerlere taşınmıştır.

Vakıflar Beyoğlu bölgesi müdürü Halim Baki Kunter, “Hayrat binalardan değersiz olanlarının bir an evvel tasfiyesi ve paraya çevrilmesi her noktadan lüzumlu idi” görüşünden hareketle Ebülfazl Camii’nin de yıktırılması için etraflı bir gerekçe hazırlamıştı. Bugün ibret verici tarihî bir belge hüviyetini kazanan gerekçede, “Tophane’de Defterdar Yokuşu’nda bulunan Ebülfazl Camii harabesi yangın sahası içinde perişan haliyle gözleri ve gönülleri incitmekte idi… Meşrutiyet senelerinde o semtte çıkan bir yangın esnasında yanmış ve dört duvarla yarısı yıkılmış bir minareden ibaret kalmıştı. Önünde ve etrafında 100 kadar mezarı ihtiva eden küçük bir makbere vardı. Burası her gün biraz daha tahribe, türlü telvisata ve hürmetsizliğe mâruz kalıyordu. Hâkim bir yerde inşa edilmiş olduğu için bu enkaz yığını harap ve elîm heyetiyle denizden ve limandaki gemilerden de görünüyordu. Cami tamir ve ihya kabul etmez bir vaziyette idi. Mahallinin ihtiyacına göre yeniden inşasını icap ettirecek bir lüzum da yoktu. Caminin ve makberenin kaldırılması, kıymetli olan arsasının satılarak bedelinin diğer hayratın ve âbidelerin tamirine tahsis edilmesi icap ediyordu…” denilmektedir (gerekçenin tamamı ve yapılan işler için bk. Halil Eldem Hâtıra Kitabı, II, 112-113).

Böylece Osmanlı döneminin ünlü bir fikir adamının kurduğu ve Mimar Sinan’ın inşa ettiği bir vakıf eseri yıkılıp ortadan kaldırıldı. Fakat nasılsa arsa derhal satılıp paraya çevrilemedi. Yıllarca boş olarak durduktan sonra gecekonduların istilâsına uğradı. 1986’da caminin ihyası için teşebbüslerde bulunuldu; hatta projesi de hazırlanarak o tarihteki Eski Eserleri Koruma Bölge Kurulu’ndan geçirildi. Fakat bu teşebbüsten bir sonuç alınamadı. Ebülfazl Mehmed Efendi Camii’nin 1991 yılında eski resimlerinden hareketle planı çıkarılarak Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yeniden inşasına başlanmıştır. Halen (1994) kaba inşaatı bitirilmiş, minaresi ve dış kaplaması tamamlanmış olup ibadete açılmış olmakla birlikte iç tezyinatı ile ilgili çalışmalar devam etmektedir.

Ebülfazl Mehmed Efendi Camii fevkanî bir yapı olduğundan avludan son cemaat yerine, ahşap olduğu anlaşılan ve yangında hiçbir izi kalmadan yok olan çifte merdivenle çıkılıyordu. Taş ve tuğla karışığı olarak örülen duvarlarında her cephede altlı üstlü pencereler açılmıştı. Cümle kapısının sivri kemeri içinde, caminin mimarisinin sadeliğine karşı son derece süslü ve oldukça girift hatla yazılmış kitâbesi yer alıyordu. Cami enine dikdörtgen bir plana sahipti. Bu bakımdan Sinan’ın ahşap çatılı diğer bazı camilerine çok benziyordu. Topkapı yolunda Kazasker, Şehremini’de Odabaşı, Balat’ta Ferruh Kethüdâ, Yedikule’de Hacı Evhad camilerini andıran bir mimarisi vardı. İç süslemesi hakkında bilgi yoktur. Evvelce içinde çiniler olabileceği, ahşap çatının içinde de yine ahşaptan gizli bir kubbenin bulunduğu tahmin edilmektedir. Eski fotoğraflarda tamam halde görülen tuğla minare, şerefe çıkmasının sade oluşu yüzünden geç bir tarihte yenilenmiş olmalıdır.

Caminin kurucusu Mehmed Efendi’nin mezar taşı üzerinde, “Sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât el-merhûm el-mağfûr Ebülfazl Mehmed Efendi rûhiyçün el-Fâtiha, sene 961” ibaresi okunmaktadır. Buradaki tarih caminin yapım tarihidir. Atâî’nin Zeyl-i Şekāik’ından (s. 188) öğrenildiğine göre iki oğlunun Boğaziçi’nde boğularak ölmesinden sonra hacca gitmek niyetiyle yola çıkan Mehmed Efendi 982’de (1574) Şam’da vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. Bu duruma göre Hadîkatü’l-cevâmi‘de türbesinin cami yanında olduğunun yazılması hatalıdır. Mevcut mezar taşı ise hâtırasını yaşatmak için teberrüken konulmuş olmalıdır. Fakat Tuhfetü’l-mi‘mârîn’de türbesinin caminin yanında olduğunun bildirilmesi, Hadîkatü’l-cevâmi‘in de sokaktan demir parmaklıkla ayrılmış türbeden bahsetmesi, Ebülfazl Mehmed Efendi’nin cami ile birlikte türbesini de yaptırmış olduğunu gösterir. Sonraları bunun içine bir taş konulmuş olmalıdır. Mehmed Râif Mir’ât-ı İstanbul’da cami duvarına bitişik 1125 (1713) tarihli çifte çeşmenin varlığından bahsederek bunların birinin üç, diğerinin dört beyitlik manzum kitâbelerinin kopyalarını verir.


BİBLİYOGRAFYA

Tuhfetü’l-mi‘mârîn (nşr. Rıfkı Melûl Meriç, Mimar Sinan I içinde), Ankara 1965, s. 28.

, s. 79.

a.mlf., Tezkiretü’l-bünyân, s. 35.

, s. 188.

, I, 441.

, II, 65.

, III, s. 8-9.

Mehmed Râif, Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul 1314, I, 367-368.

, s. 95-97.

a.mlf., a.e. (Üçok), s. 106-108.

Halim Baki Kunter, “Üstad Halil Edhem”, Halil Edhem Hâtıra Kitabı, Ankara 1948, II, 112-113, rs. 2-3.

, II, 446-447.

, s. 63-66.

Zeki Sönmez, Mimar Sinan ile İlgili Tarihi Yazmalar-Belgeler, İstanbul 1988, s. 30, 67, 85.

Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 276.

Fâzıl İsmail Ayanoğlu, “Vakıflar İdaresince Tanzim Ettirilen Tarihî Makbereler”, , II (1942), s. 399-400.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 10. cildinde, 357-358 numaralı sayfalarda yer almıştır.