EDHEM EFENDİ, Hezarfen

(1829-1904)

Nakşibendî şeyhi, fen ve sanat adamı.

Müellif:

Üsküdar Sultantepe’deki Nakşibendiyye tarikatına bağlı Özbekler Dergâhı’nda doğdu. Babası adı geçen dergâhın şeyhi Sâdık Efendi’dir (ö. 1846). Mahalle mektebini bitirdikten sonra babasından, amcasından ve dergâha gelen Buharalı âlimlerden özel ders alarak yetişti. Üstün yeteneği sayesinde mimari, hendese, kozmografya ve teknik konularda devrin akademik seviyesine erişen İbrahim Edhem Efendi Çağatayca, Arapça, Farsça ve Ermenice’nin yanı sıra teknik kitaplardan faydalanabilecek kadar Batı dillerini öğrendi. Amcası Abdürrezzak Efendi’nin ölümünden sonra dergâhın şeyhi oldu (1271/1855). Ancak el sanatlarına ilgisinden dolayı bu makamı oğlu Sâdık Efendi’ye bırakarak meraklı olduğu konularla uğraşmayı tercih etti. İnce marangozluk, doğramacılık, oymacılık, hakkâklık, dökmecilik, tornacılık, tesviyecilik, demircilik, makinecilik, dokumacılık, matbaacılık sahalarında ihtisas sahibi olan Edhem Efendi, Midhat Paşa tarafından kurulan Mekteb-i Sanâyi’in imalât müdürlüğüne tayin edildi. Burada birçok talebe yetiştirdi; ancak kendisini çekemeyenlerin faaliyetleri sonucu bir süre sonra ta‘mîrât-ı âliye müdürlüğü göreviyle Hicaz’a gönderildi. Kâbe’nin içinde ve dışında işçilerle beraber bizzat çalışırken kullandığı malayı başka hiçbir yerde kullanmayıp saklamış, “mûcib-i şefâat olur” ümidiyle öldüğü zaman kendisiyle birlikte gömülmesini vasiyet etmiş ve bu vasiyeti yerine getirilmiştir. Ayrıca ziyaretçilerin içine düşmelerini önlemek maksadıyla Zemzem Kuyusu’nun üstünü kafes şeklinde yekpâre kurşun dökerek kapatmıştır. Edhem Efendi Ravza-i Mutahhara’nın tamiriyle de uğraştı. İstanbul’a döndüğünde resmî bir görev almayıp dergâh mensuplarını ve Buharalı misafirleri geçindirmek için bildiği el sanatlarını icra ederek hayatını kazandı. Oldukça ileri bir yaşta Çarşambalı Ârif Bey’den ta‘lik hattını öğrenip icâzet aldı. Babasından öğrendiği ebruculuğu da devam ettirmiş ve bu sanat talebesi M. Necmeddin Okyay yoluyla zamanımıza gelebilmiştir.

Türkiye’de ilk kurşun boruyu döken Edhem Efendi dergâhtaki derin kuyudan su çeken bir tulumba yapmış, imal ettiği sünnet aleti Almanya’da takdirnâme almıştır. Bazı eserleri Paris sergisinde teşhir edilmiş (1867) ve kendisine madalya verilmiştir. Yaptığı bir buharlı makineyi Üsküdar Şemsipaşa’da sandala takarak sandalı pervane kuvvetiyle Kuzguncuk’a yakın Paşalimanı’na kadar yürütmüştür. Eserlerinde imza olarak Kâmî mahlasını kullanan Edhem Efendi, bunları dergâhın mescidi altındaki iş odasında imal eder, tezyinat ve teknik resim çizmeyi de bildiği için yapacağı alet ve eşyanın modelini, dökümünü, tornasını, perdahtını bizzat kendisi yapardı. Son derece mütevazi, hoşsohbet bir insan olan Edhem Efendi’nin zamanında Özbekler Tekkesi bir ilim ve sanat akademisi haline gelmiştir. Devrin âlim ve sanatkârları ondan feyiz almak için ziyaretine gelirlerdi. Gençliğinde okçuluğa merak sarıp bu sporda da başarı gösteren Edhem Efendi, Doksanüç Harbi’nde Üsküdar’da teşkil edilen millî taburun (Mevkib-i Hümâyun) kumandanlık görevinde bulunmuştur.

Edhem Efendi’nin eserlerinden pek azı, bugün torun çocuklarının oturduğu Özbekler Tekkesi’nde korunmaktadır. Bunların saklandığı dolabın üstüne metni kendisine ait olan, “Nakışlar dolapta saklıdır, bunları yapan da toprakta gömülüdür” anlamındaki Arapça beytin yazdırılmasını vasiyet etmiş, bu vasiyeti ebru talebesinden hattat Aziz Rifâî Efendi tarafından yerine getirilmiştir.

20 Şevval 1321 (8 Ocak 1904) Cuma gecesi tekkenin mescidinde yatsı namazı esnasında vefat eden Edhem Efendi ertesi gün tekkenin hazîresine defnedilmiştir. Kabir kitâbesindeki manzume Rıza Tevfik Bölükbaşı’ya aittir. Eski Washington büyükelçisi Münir Ertegün (ö. 1944) Edhem Efendi’nin torunudur.


BİBLİYOGRAFYA

, III, 213-214.

, s. 76.

M. Uğur Derman, Türk Sanatında Ebrû, İstanbul 1977, s. 32-40.

a.mlf., “İbrahim Edhem”, , XIX, 505.

Necmeddin Okyay’ın neşredilmemiş hâtıraları (M. Uğur Derman özel kütüphanesi).

Süheyl Ünver, Dosya, Süleymaniye Ktp., nr. 24.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 10. cildinde, 416-417 numaralı sayfalarda yer almıştır.