ESED (Benî Esed)

Adnânîler’e mensup bir Arap kabilesi.

Müellif:

Kabileye adını veren Esed’in nesebi Esed b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr şeklinde Hz. İbrâhim’e kadar uzanmaktadır. Huzeyme’nin diğer oğulları Kinâne ve Hûn’un soyundan da kardeş kabileler türemiştir. Esed’in soyu Dûdân, Sa‘b, Hulme, Kâhil ve Amr adlı beş oğlundan çeşitli kollara ayrılarak çoğalmıştır. Bunların en güçlü olanı Dûdân’ın neslidir. Ana yurdu Kuzey Arabistan olan kabile daha sonra Medine’den Fırat’a kadar uzanan çok geniş bir alana yayılmıştır. Ancak nüfuz ve kuvvetleri topraklarının genişliği nisbetinde önemli değildir. Nitekim Yemen’den göç eden Tay kabilesi bunlara saldırarak bir kısım topraklarını ellerinden almıştır. Toprakları vadi ve su kaynakları bakımından zengin olan Esedîler’in Kusâs dağında demir madeni de bulunmakta ve Kusâsî denilen kılıçlar adını buradan almaktadır. Hâlik b. Amr b. Esed Araplar arasında demircilik mesleğini öğrenen ilk kişi kabul edildiği için Benî Esed’e “kuyûn” (demirciler) lakabı verilmiştir. Bu topraklarda Abs, Yerbû‘, Kinâne, Tay, Dabbe, Rebîa b. Mâlik, Süleym, Fezâre gibi kabilelerle komşu olan Esedîler’e Afrika’da Kayrevan’ın batısındaki Satîf civarında da rastlanmaktadır.

Esedîler Câhiliye devrinde yaptıkları Yevmû Har, Yevmü’n-nisâr ve Yevmü Hucr savaşları ile dikkati çekmişlerdir. Kinde Meliki Hâris b. Amr’ın kendilerine emîr tayin ettiği oğlu Hucr’e isyan etmişler, ancak Hucr bu isyanı kanlı bir şekilde bastırmıştır. Bu sırada bir kısmı sopalarla dövülerek öldürüldükleri için Esedîler’e o tarihten itibaren “abîdü’l-‘asâ” (sopa köleleri) lakabı verilmiştir. Daha sonraki yıllarda devam eden bu mücadeleler sırasında Hucr ve oğlu meşhur şair İmruülkays da hayatını kaybetmiştir. Ayrıca Esedîler Dâhis ve bunun bir devamı olan Şi‘bü Cebele savaşlarına katılmışlar, dördüncü Ficâr Muharebesi’nde de Kureyş’in safında yer almışlardır.

Esedîler’in İslâm tarih sahnesine ilk çıkışları Uhud Gazvesi’nin ardından olmuştur. Daha sonra peygamberlik iddiasında bulunacak olan Tuleyha b. Huveylid’in kışkırtmasıyla, bu savaşta güç kaybettiğini düşündükleri müslümanlara karşı âni bir akın yapmayı planlamışlar, ancak durumdan haberdar olan Hz. Peygamber’in gönderdiği 150 kişilik bir kuvvet tarafından toplanmaya dahi fırsat bulamadan vurulmuşlar ve müslümanlar önemli miktarda ganimet ele geçirmişlerdir (bk. KATAN SEFERİ). Ayrıca Tay kabilesinden bir grup onların bu durumundan istifade ederek üzerlerine saldırmış ve bütün mallarını yağma etmiştir. Esedîler, Hendek Gazvesi’nde Medine’yi muhasara eden müttefik ordusuna da Tuleyha’nın kumandasındaki bir kuvvetle katılmışlardı. Aynı yıl Hz. Peygamber Esedîler’e karşı bir müfreze göndermiş, ancak bunu vaktinde haber alarak kaçmışlardı.

Cevâd Ali’nin kaydettiğine göre Esed b. Huzeyme Hz. Şuayb’ın dini üzere olduğu halde Esedîler Zülkeabât’a ve Utârid’e tapınmaktaydılar (el-Mufaṣṣal, IV, 471; VI, 167; VIII, 777). “Elçiler yılı” diye anılan 9. yılın başlarında (630’un ortaları) Benî Esed, aralarında Tuleyha’nın da bulunduğu bir heyeti Medine’ye göndererek müslüman olduklarını bildirdiler ve kıtlık sebebiyle zekâtı kendi aralarında toplayıp dağıtmak için izin aldılar. Aslında özellikle Benî Ganm koluna mensup bir grup Bedir Gazvesi’nden önce müslüman olmuştu; kabilenin topyekün İslâm’a girişi ise bu yıla rastlamaktadır. Kendilerine Hz. Peygamber tarafından Tay kabilesinin topraklarına izinsiz girmelerini yasaklayan bir emirnâme de verilen Esedîler’in Resûlullah ile yaptıkları görüşmeler esnasındaki kaba tutum ve davranışları üzerine Hucurât sûresinin 14-18. âyetleri nâzil olmuştur. Kur’an’ın “yedi lugat” üzere nâzil olduğuna dair hadisi “yedi kabilenin lehçesi” anlamında yorumlayan Hz. Ömer’in Benî Esed’i de bu yedi kabilenin içinde saydığı rivayet edilmektedir (Süyûtî, I, 136).

11 (632) yılında daha Resûl-i Ekrem hayatta iken peygamberliğini ilân eden Tuleyha b. Huveylid kabilesinden bazılarını etrafına topladı. Tuleyha, Hz. Peygamber’in vefatının ardından baş gösteren buhranlı günlerde dinlerinden döndürmeyi başardığı Esedîler yanında Gatafân, Fezâre, Abs, Zübyân ve Tay kabilelerinin bir kısmının da desteğini sağlayarak Halife Ebû Bekir’e karşı isyan bayrağını açtı. Aynı yıl Hz. Ebû Bekir tarafından gönderilen Hâlid b. Velîd kumandasındaki ordu karşısında bozguna uğrayan müttefik kabileler tekrar İslâm’a döndüler ve Hz. Ömer’in halifeliği zamanında başlatılan Irak ve İran fetihlerine katıldılar. Kûfe’ye yerleştirilen halkın önemli bir kısmını Esedîler teşkil ediyordu. Kabilenin bir bölümü, Hz. Osman devrinde Suriye ve el-Cezîre valisi olan Muâviye b. Ebû Süfyân tarafından Rakka yakınlarındaki Müdeybir ve Mâzihîn’e yerleştirildi. Esedîler daha sonraki dönemlerde Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Muhtar es-Sekafî, Mühelleb b. Ebû Sufre ve Yezîd b. Mühelleb’in ordularına asker verdiler. Kûfe’de bedevîlikten kurtulup yerleşik hayata geçen kabile mensupları ilmî çalışmalara yöneldi. Bunların yetiştirdiği ve aralarında meşhur Kitâbü’r-Ricâl müellifi İbnü’l-Kûfî en-Necâşî’nin de bulunduğu ilim adamları özellikle Şîa literatürünün oluşmasına katkıda bulunmuştur.

Küçük gruplar halinde Suriye ordusuna katılarak Halep’e ve Fırat’ın ötesine yerleşen Esedîler, III. (IX.) yüzyılın ikinci yarısında Bekir b. Vâil ve Temîm kabilelerinin çekilmesiyle topraklarını Kûfe hac yolu doğrultusunda Bitân’dan Vâkısa’ya, sonraları ise daha da kuzeye, Kādisiye’ye kadar genişlettiler. Doğuda Basra’ya, batıda Aynüttemr’e kadar yayıldılar. İbn Hazm’ın verdiği bilgilerden, V. (XI.) yüzyılda Endülüs’ün Ceyyân şehrinde de bazı Esedîler’in yaşadığı anlaşılmaktadır (Cemhere, s. 192). Bunlar muhtemelen bölgenin fethine katılıp orada yerleşen Esedîler’in torunlarıdır.

IV-VI. (X-XII.) yüzyıllar arasında Benî Esed’in soyundan gelen Mezyedîler tarih sahnesine çıktı. Hille’yi yurt edinen Mezyedîler, Büveyhîler dönemindeki iç karışıklıklardan da faydalanarak güçlendiler ve siyasî nüfuzları bir ara Hît, Vâsıt, Basra ve Tikrît’i içine alacak şekilde genişledi. İtikadî yönden bayraktarlığını yaptıkları Hille merkezli Irak Şîası’nın etki alanını Orta ve Güney Irak’a yaydılar. Bu iki asırlık müddet içinde zaman zaman Abbâsîler, Büveyhîler ve Selçuklular’la çatışma halinde yaşayan Mezyedîlerin üzerine, Bağdat’ın muhasarasında Selçuklular’a yardım ettikleri gerekçesiyle Halife Müstencid-Billâh tarafından bir ordu gönderildi; bir kısmı öldürüldü, sağ kalanları da sürgün edildi (558/1163).

Bu hezimetin ardından dağılan Esedîler’in VIII-IX. (XIV-XV.) yüzyıllarda Vâsıt’ın güneydoğusunda yaşadıkları, X. (XVI.) yüzyılda Cebâiş’e (Irak) yerleştikleri, XIII. (XIX.) yüzyılda ise (1840’larda) Cebâiş bölgesindeki toprakları yetmediği için Şeyh Cinâh ve daha sonra da oğlu Hayûn’un reisliğinde Amâre’nin doğusundaki bölgeye doğru yayıldıkları bilinmektedir. 1894-1895 yıllarında Hasan el-Hayûn’un liderliğinde Cebâiş’te başlattıkları bir isyan sebebiyle Türkler tarafından cezalandırıldılar. 1906’da kabilenin reisi olan Sâlim b. Hasan el-Hayûn, I. Dünya Savaşı sonrasında Irak’ı işgal eden İngilizler’le kurduğu kısa süreli ilişkinin ardından baş kaldırarak onların tahta çıkardığı Irak Kralı I. Faysal’a karşı mücadeleye girdi; 1924-1925 yıllarında da hükümete karşı ayaklandı. Bunun üzerine yakalanarak üç yıl hapis cezasına çarptırıldı, daha sonra da Musul’da ikamete mecbur edildi. Abdülcelîl et-Tâhir, bu bölgedeki Esedîler’in nüfusunu tarih vermeksizin 5000 olarak kaydetmektedir (el-ʿAşâʾirü’l-ʿIrâḳıyye, s. 100). M. Lebîb el-Betenûnî, Benî Esed’e mensup Sübey‘ kabilesinin 1909 yılında Necid bölgesinde 6000 civarında nüfusa sahip olduğunu söylerken (er-Riḥletü’l-Ḥicâziyye, s. 61) Berekâtî yaklaşık aynı tarih için 60.000 rakamını verir (er-Riḥletü’l-Yemâniyye, s. 132).

Câhiliye devrinde Abîd b. Ebras ve Kümeyt el-Ekber gibi meşhur şairler yetiştiren Benî Esed kabilesine mensup bazı önemli müslüman şahsiyetler şunlardır: Hz. Peygamber’in hanımlarından Zeyneb bint Cahş ile kardeşleri Hamne bint Cahş, Abdullah b. Cahş ve Ebû Ahmed b. Cahş, şair sahâbî Amr b. Şe’s, şair ve cengâver sahâbî Dırâr b. Ezver ile kız kardeşi Havle bint Ezver, kadın sahâbî Ümmü Ma‘kıl, sahâbî Ukkâşe b. Mihsan ve Hureym b. Fâtik (Ahrem), hadis hâfızı tâbiî Ebû Hasîn, kıraat âlimi tâbiî Zir b. Hubeyş, şair tâbiî Eymen b. Hureym, Şakīk b. Seleme.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 168-188.

, I, 340-346; II, 443.

a.mlf., Kitâbü’r-Ridde (nşr. Muhammed Hamîdullah), Paris 1989, s. 30-31, 41-43, 47, 48-57.

Ma‘mer b. Müsennâ, Eyyâmü’l-ʿArab ḳable’l-İslâm (nşr. Âdil Câsim el-Beyâtî), Beyrut 1407/1987, II, 486-488, 527-542.

, I, 69, 127, 270.

İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, VI, 411, 414, 437-438, 555.

, I, 78-80, 286, 317-319, 356-358; II, 872-873.

İbn Habîb, Muḫtelifü’l-ḳabâʾil ve müʾtelifühâ (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), Kahire, Beyrut 1400/1980, s. 23, 31, 36, 65, 67, 87, 95.

, s. 105-107, 182.

a.mlf., Ensâb, I, 35-37.

, II, 266; III, 96, 185, 242, 244, 253-262, 486-487, 538-541; IV, 45, 48, 318, 480; V, 397, 448, 468; VI, 39, 81, 197, 253, 591; VII, 182, 609, 611; IX, 268, 328, 483, 545; X, 78, 95, 124, 131.

Hemdânî, Ṣıfatü Cezîreti’l-ʿArab (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva‘), Riyad 1397/1977, s. 190, 257, 274, 325, 328, 329, 335.

, IX, 81-101.

, s. 190-196.

, I, 227, 228, 230.

İbn Kudâme, et-Tebyîn fî ensâbi’l-Ḳureşiyyîn (nşr. Muhammed Nâyif ed-Düleymî), Beyrut 1408/1988, s. 506-515.

İbn Saîd el-Endelüsî, Neşvetü’ṭ-ṭarab fî târîḫi câhiliyyeti’l-ʿArab (nşr. Nusret Abdurrahman), Amman 1982, I, 246-252, 388-405.

Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), II, 349-350.

, I, 32.

, I, 136.

, II, 63, 70-71; III, 16, 25-26, 164.

M. Lebîb el-Betenûnî, er-Riḥletü’l-Ḥicâziyye, Kahire 1910, s. 61.

Şeref b. Abdülmuhsin el-Berekâtî, er-Riḥletü’l-Yemâniyye, Beyrut 1384, s. 132.

, I, 399; III, 349-351; IV, 87-88, 222, 226, 471, 531-534; V, 382, 647; VI, 167; VIII, 602, 777.

Abdülcelîl et-Tâhir, el-ʿAşâʾirü’l-ʿIrâḳıyye, Bağdad 1972, s. 100-102.

, IV, 5-8; IX, 52-58.

Kehhâle, Muʿcemü ḳabâʾili’l-ʿArab, Beyrut 1402/1982, I, 21-23.

, I, 509, 518, 521-522; II, 945, 949.

a.mlf., el-Ves̱âʾiḳu’s-siyâsiyye, Beyrut 1405/1985, s. 302-303.

Reckendorf, “Esed”, , IV, 366-368.

H. Kindermann, “Asad”, , I, 683.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1995 yılında İstanbul’da basılan 11. cildinde, 363-365 numaralı sayfalarda yer almıştır.