GALATA

İstanbul’da tarihî bir semt.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: İLBER ORTAYLIBölüme Git
    Semtin adının, çevresinde ahırlar bulunmasından dolayı “süt” anlamına gelen galaktus veya İtalyanca “merdivenli yol” demek olan calatadan geldiği iler…
  • 2/2Müellif: SEMAVİ EYİCEBölüme Git
    Galata’da Türk Eserleri. İstanbul’un diğer semtlerine göre Galata, genellikle hıristiyanların yoğun olarak yaşadığı bir yer olduğundan, onların çok sa…

Müellif:

Semtin adının, çevresinde ahırlar bulunmasından dolayı “süt” anlamına gelen galaktus veya İtalyanca “merdivenli yol” demek olan calatadan geldiği ileri sürülmekle beraber kelimenin menşei tam olarak aydınlanmış değildir. Buraya genel olarak Bizans döneminde “karşı” mânasında Pera denirdi. Bu kelime, yabancı tüccarların yaşadığı bölgeye karşı yerli Bizans halkının yabancılığını da ifade etmekteydi. Klasik Osmanlı devrinde bugünkü Tünel-Galatasaray arası Galata’nın kuzey sınırını, bugünkü Kasımpaşa batı sınırını, Tophane ise doğu sınırını meydana getirmekteydi. XV. yüzyıla kadar Galata surlarıyla çevrili bölge (intra muros) Pera diye bilinmekteydi ve Bizans dönemi Galata’sı da bu kısmı içine almaktaydı. Bu topografik sınırlama Galata’nın sosyokültürel tarihi bakımından da geçerli olmalıdır. Çünkü XVI. yüzyıldan itibaren surun dışında kalan ve Beyoğlu denilen kesimde, buraya yerleşen yabancıların ve bunların temsilcilikleri, kiliseleri ve sivil mimarileriyle eski Galata’dan ayrı bir fizikî sosyal doku ortaya çıktı. İstanbul tarihi içinde bu iki dilimin farklı olarak ele alınması gerekir.

Osmanlı fethinden sonra Galata’daki Cenevizliler’e Fâtih Sultan Mehmed eski özerk statülerini vermedi ve başlarındaki podestaya da Halil İnalcık’ın belirttiği şekilde sadece “kethüdâ” unvanını kullanmasına müsaade etti. Fetihten sonra burada kalan ve özellikle Kırım’ın zaptının ardından buraya getirilen Cenevizliler Galata’nın başlıca Latin ve yabancı unsurunu oluşturdular. Ancak bunların içinde Osmanlı tebaası olup zimmî statüsüne geçenler de vardı. Cenevizliler’e tanınan hakları belirten ve Fâtih tarafından 857 Cemâziyelevveli sonlarında (1453 Haziran başları) verilen ahidnâme İnalcık’a göre bir imtiyaz ve bir kapitülasyon niteliği taşımaktadır. Yine İnalcık’ın yayımladığı 1 Muharrem 860 (11 Aralık 1455) tarihli cizye toplamak için yapılan tahririn sonuçlarını gösteren deftere göre Galata’da ismi geçen kiliseler ve etrafındaki Latin cemaati Saint Anna, Saint Benedetto, Saint Giovanni, Saint Sebastiani, Saint Antonio, Saint Georgio, Saint Maria ve Saint Nicolo’dur (Varia Turcica, XIII [1991], s. 28-30). Osmanlılar bölgelerinde Roma-Katolik kilisesiyle doğrudan diplomatik ilişkiye girmediler. Bununla birlikte cemaatin işine bakan bir “cardinale-protettore” (patriarchal vicar) vardı. Nitekim cemaatin Bâbıâli ile olan ilişkileri, diğer zimmî gruplarla olduğu gibi, 9 Ocak 1907 tarihli bir irâde-i şâhâne ile tarif edilmektedir. Buna göre Latin cemaati yabancılara ait olan kiliselere bağlıdır ve rahipler yabancı tebaalıdır; hükümetle olan günlük işleri bir vekil vasıtasıyla görülür (Latin vekâleti) ve bu bir muhtarlık gibidir. Diğer gayri müslimler gibi bir millet teşkilât ve işleyişi söz konusu değildir.

Muharrem 860 (Aralık 1455) tahririyle Galata’nın Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonraki yeni fizikî düzeni de sağlandı. Buradaki ahali vergi tesbiti için sayıldı ve hâne sayıları kaydedildi. Buna göre, tesbit edilen on üç mahallede daha çok Cenevizli hıristiyanlar varken 1460’lardan itibaren Floransalılar da buraya yerleşip giderek nüfuz kazandılar (a.g.e., s. 60). Galata Cenevizlileri ise Kırım’da Kefe ve Ege’de Sakız adası ile teması ve ticarî ilişkiyi devam ettiren grup oldular (Pistarino, s. 312-318, 325). 1455 tahririne göre İtalyanlar emlâkin % 60’ına, Rumlar % 35’ine sahiptiler. Emlâk sahibi olarak kayıtlı iki nefer Ermeni vardı, yahudi ev sahibi ise hiç yoktu. İnalcık, Kırım’daki Kefe’nin Galata ile nüfus yapısındaki benzerliği ve özellikle Cenevizli nüfusun iki şehir arasında devamlı kayması üzerinde önemle durmaktadır. 1478 sayımına göre Galata’da 535 hâne müslüman, 592 hâne Rum, 332 hâne Latin (ecnebi), altmış iki hâne Ermeni vardı (İnalcık, s. 37, 39). Yahudiler buraya çok daha sonraki dönemlerde yerleşmeye başladılar. Karaköy-Hasköy ise XV. yüzyıl sonu ile XVI. yüzyılda yahudi ve Karay nüfusla tanışmıştır denebilir. Bu dönemde Galata’da Cenevizli, Venedikli zengin tüccarlar cizyeden muaf olarak yaşıyor, ticaret yapıyor, yıllık belli bir vergi veriyordu. Bu ecnebi grup da “ganî, evsat, fakir” diye üç kategoriye ayrılmıştı. Gerçekten Galata ve sonra da Beyoğlu XX. yüzyıla gelene kadar her sınıf ve özellikle de fakir İtalyanlar için göç ve umut kapısı olmuştur.

Fetihten sonra Galata Rumları, Ceneviz yerleşmesinin etrafındaki mahallelerde toplanmış durumdaydı. Dolayısıyla Rumlar Galata’da çevre bölgede ikinci sınıf bir yerleşmeye sahiptiler. Ancak bu durum Osmanlı devri boyunca değişti; aynı şekilde Ermeni nüfusu da benzeri bir gelişme gösterdi. Yahudiler bu dönemde çok az olup İspanya’dan yapılan göçten sonra sayıları arttı. Müslümanlar ise Fâtih Sultan Mehmed’in vakfiyeleriyle kurulan alt yapı sayesinde kalabalıklaştılar ve bir asır içinde Rumlar’ı takip eden en kalabalık grup haline geldiler. Galata’da İspanya’dan göçen müslümanların varlığı da bilinmektedir. Nitekim bölgedeki eski Dominiken kilisesi olan San Domenico’nun Arap Camii adını almış olması bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Semavi Eyice, San Francesco yerine XVIII. yüzyılda Yeni Cami’in yapılmasından ve San Michele’in XVI. yüzyılda Rüstem Paşa Hanı haline getirilmesinden bahseder. Osmanlılar devrinde Galata’nın han, bedesten gibi yeni alt yapı eserleriyle hem mimari hem de nüfus bakımından değişim geçirdiği açıktır (Eyice, I [1949], s. 201-219). Büyüyen Galata’da sanıldığının aksine Latin-Katolik, Rum ve Ermeni nüfusu azalmakta ve müslümanlar artmaktaydı. Tabii idarî ve coğrafî bir çevre olarak Galata eski surlar dışına doğru giderek taşmaya başladı. Galata iç surla çevrili beş bölgeden meydana gelirken batıda Hisariçi ile Azapkapı arasındaki boş alanda Türk mahalleleri kurulmuştu. Bunlar kıyı kesiminde Azapkapı’ya doğru, üst kesimde ise Okçumusa caddesi ve Başhisar çevresinde teşekkül etmişti. Galata surundan dışarı açılan kapılar Meyyitkapısı, Azapkapı, Kürkçükapı, Balıkpazarıkapısı, Yağkapanıkapısı, Karaköykapısı, Kurşunlumahzenkapısı, Kireçkapısı, Demirkapı, Tophanekapısı, Küçükkule ve Büyükkule kapıları idi.

Osmanlılar devrinde İstanbul şehri, İstanbul ve bilâd-ı selâse (Eyüp, Galata, Üsküdar) olarak idarî-adlî bölgelere ayrılmıştı. Galata, mevleviyet pâyeli kadılar tarafından idare ediliyordu. Galata kadısına tâbi nâiblerin yetki alanı Hasköy ve Boğaz’dan Yeniköy’e kadar uzanan bir alanı kapsıyordu. Dolayısıyla idarî yönden Haliç’in kuzey ve Boğaz’ın Avrupa yakası Galata kadılığına bağlıydı.

XVII ve XVIII. yüzyıllarda Galata denen idarî bölge Venedik Sarayı, Fransa Sarayı, Polonya (Lehistan) sefâreti, Hollanda, İsveç elçilikleriyle ve yeni kilise ve yerleşim üniteleriyle eski surların dışına taştı. Bu yüzyıllarda Fransa Doğu Akdeniz’de en etkin ticarî, kültürel ve dinî kurumlara sahipti. Bu dönemlere ait Galata kadı sicilleri gibi zengin tarihî kayıtların yanında Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki “Düvel-i Ecnebiyye defterleri” serisi ve şüphesiz Fransa, Avusturya, Venedik arşivleri Galata’nın içtimaî hayatını çizen zengin belgeler ihtiva etmektedir. Pera denen Galata’da Adorno, Campofegoso, Doria, Botteghe, Ocase gibi aileler vardı. Bu Cenevizli tüccar ailelerin İtalyan tipi hayat tarzları yerini XVII. yüzyıldan itibaren ağırlıklı olarak Fransız dili, kültürü ve hayat tarzına bırakmaya başladı.

XVIII. yüzyılda, yani Osmanlı Devleti’nin Westphalia barışına göre oluşan milletlerarası diplomatik düzeni benimsemeye başlamasına kadar Galata’daki yabancı misyonların günlük yaşayışı kendine has bir gelişme gösterdi. Yabancı elçilik heyetleri ve onlara bağlı tüccar ve rahip grupları arasındaki ilişkiler Galata’nın sosyal hayatına canlılık kazandırdı. Diplomatlar arasında protokol düzeni bazı hallerde çekişmelere bile sebep olurdu. Nitekim 1587 yılında Fransa kralının İstanbul’daki elçisi Jacques Savary ile (Seigneur de Lancosmes) Alman-Avusturya İmparatorluğu’nun İstanbul elçisi Bartholemeus Pezzen arasında, o sıralarda Pera’nın en büyük kilisesi olan San Francesco’da yer ve protokol önceliği için meydana gelen ve önemli akislere yol açan kavga bu çekişmelere örnek olarak gösterilebilir. Lancosmes, “rex christianissimus” yani “roi trés chretienne”nin temsilcisi olduğunu ileri sürerek öncülüğü Avusturyalı meslektaşına bırakmak istemiyordu. O zaman Pera’nın en büyük Katolik kilisesi olan ve San Benedetto, San Antonio, Santa Anna, Santa Maria, San Giovanni dell Ospedale, San Giorgio, San Sebastiani, San Pietro kiliseleri gibi İtalyan rahipleri tarafından kurulan, Ayvansarâyî’ye göre 1697’deki yangından, Pera tarihçisi Alphonse Belin’e göre ise 1697’de müsadere edildikten sonra yerine Yeni Cami inşa edilen (Histoire de la latinité de Constantinople, s. 201-202, 209-210) San Francesco’da başköşeye Roma imparatorunun temsilcisi olduğu iddiasıyla Avusturyalı Pezzen oturmak istemiş, Fransız sefiri ise onun efendisinin (imparatorun) ne Babıâli ne de kendince böyle bir önceliğe sahip olduğunu, Fransa sefiri olarak önceliğin kendisinde bulunduğunu ileri sürmüş, hatta onun pazar âyini için kurdurduğu sâyebanı (baldachin) yıktırdığı gibi erkenden muhafızlarıyla kiliseye gidip başköşeye yerleşmişti. Lancosmes’un gürültülü kilise işgali Galata’da duyulunca Mûsevî, müslüman, Rum ve Ermeni ahali kilisenin dışında birikerek çıkacak kavgayı beklemeye başlamış, Pezzen ise bu durumda kiliseye gitmeyip kendi sefâretindeki “chapelle”de ibadeti tercih etmiş ve “küstah ve zincire vurulacak bir deli” olarak nitelediği Fransız sefirini, yaptıkları için sadrazama şikâyet etmişti. Bu olaydaki gibi Galata’nın yerli ahalisi ve kuruluşları ile ecnebiler arasında bir kaynaşma yoktu. Sonradan Levanten denilen ve sadece İtalya’dan, Fransa’dan değil diğer Avrupa ülkelerinden de gelip yerleşenlerle yerliler arasında aynı durum söz konusuydu. XIX. yüzyılda Levantenler, içlerinde tarihçi Hammer’in de bulunduğu bazı Avrupalı gezginler tarafından istihfafla anılmıştır.

XVI. yüzyıl sonunda İstanbul’a gelen Salomon Schweigger Galata sakinlerinin çoğunu Rum ve fakir olarak niteler. Ona göre bölgedeki İtalyan usulü çok eski binalar taştan yüksek yapılardı, ancak kötü bir durumda bulunuyorlardı (Zum Hofe des türkischen, s. 134). Dolayısıyla J. Cramer’in, semtin taş binalarının XVIII ve XIX. yüzyıllarda yapıldığını belirtmesi ihtiyatla değerlendirilmelidir (Istanbuler Mitteilungen, XXXIV, 439-440). Galata sıkışık nizam oturulan, özel sağlık ve suç problemleri olan bir bölgeydi. Nitekim asayişi şehrin içinde özel bir yeniçeri garnizonuna verilmiş ve mukātaa yoluyla bu işi yüklenen yeniçeri zâbitlerinin sorumlu olduğu bir sisteme bağlanmıştı. Galata dışında bugünkü Taksim-Ayaspaşa yeniçeri kışlalarının bulunduğu yerdi. Bu dönemin kalıntısı bölgede sokak isimlerinde görülür (Bağodaları, Ağaçırağı, Çiftevav sokağı gibi). “Galata mollası” denen kadının hiyerarşideki görev ve yetki üstünlüğü de bu cümledendir.

XVI-XVIII. yüzyıllarda Galata sakinleri ve yabancı misyonlar arasında bir uyum problemi de söz konusudur. Meselâ İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’in İstanbul’daki ilk elçisi Edward Barton’un Tophane’de kiraladığı evde uygunsuz insanları topladığı ve âlemler tertiplediği gerekçesiyle mahalle ahalisi burayı basıp sefiri de hükümete şikâyet etmiş ve buradan attırmıştı (Dereli, s. 104-105). Galata’da yerli hıristiyanlardan alınan tercümanlar ayrı bir grubu teşkil ediyordu. Ancak bunların yeterli derecede yabancı dil bilmemesi yüzünden XVIII. yüzyıl sonunda onların yerini Paris’te St. Louise Lisesi’nde, Viyana’da Theresianum’da okuyan Avrupalı dragoman tipleri almaya başladı. Bunların bir kısmı, Osmanlı toplumunu tanıyan müstakbel Avrupa şarkiyatçıları olarak ortaya çıktı. Bazı yerli hıristiyanlar içinden de tarihçi I. Mouradgea d’Ohsson önce dragoman, sonra sefir oldu. Testa ailesi ve Negriler ileride Dragoman hânedanları olarak ortaya çıktılar.

Karlofça ve Pasarofça antlaşmalarıyla Osmanlılar yeni bir sisteme girdiler. Artık sefir ve kançılaryanın muafiyet ve imtiyazları vardı. Bu Avrupalılar eskisi gibi harbî veya müste’men statüsünde değildiler. Osmanlı deyimiyle “Françelü, Nemçelü, Nederlandelü” yabancılardı. Ancak Osmanlı memurlarının yeni sisteme hemen uyum sağladığını söylemek güçtür. Eski geleneği sürdürmekte âdeta ısrar ettiler. Babıâli ve saray sık sık anlaşmaları zikrederek memurlara fermanlar çıkarıyor, yabancı elçiler ve konsoloslar ise ilâve gümrük veya Avrupalılar’dan cizye alındığını, rahiplerin kilise kurmaları ve ibadet hürriyetlerinin ihlâl edildiğini bildirip şikâyette bulunuyorlardı. XVIII. yüzyılın diplomatları artık sadece krallarını temsil eden veya rahiplerini koruyan memurlar değildiler. Ön planda ticaret ve tüccarın menfaati için çalışıyorlardı. Osmanlı bürokratları da ister başşehirde ister eyaletlerde olsun, yabancı tüccarlarla ve misyonerlerle oluşan bu yeni ilişki çerçevesine alışmak zorundaydılar.

Galata’daki yabancı misyonların yiyecek meselesi çok önemliydi. Yeterince tahıl ve sebze, en önemlisi de domuz ve şarap temini icap ediyordu. Anlaşmalar gereği bu gibi alımların İstanbul civarından yapılması mümkündü. Sefâret heyetlerinin ve rahip kalabalığının Galata esnafından perakende alışveriş yapmaları kendilerine pahalıya mal oluyordu. Bu misyonların İstanbul civarından aldığı domuz ve şarap bazı vergilerden (hınzır ve hamr resmi) muaftı. Ancak Fransız rahipleri kendileri ve sefâret erkânının ekmek ve galeta ihtiyacı için bir fırın kurduklarında Pera’daki ekmekçiler fırını çalıştırmayıp ticaretlerinin engellendiği gerekçesiyle hükümete şikâyet etmişlerdi. Yabancı tüccar, rahip ve sefâret erkânının ekonomik faaliyetlerinden müslim-gayri müslim şehrin her sınıftan Osmanlı tebaası şikâyetçiydi (, Düvel-i Ecnebiyye, Françe Ahkâmı Defteri, nr. 26/1; 28/3, s. 33).

Katolik rahiplerin faaliyetine her şeyden önce yerli Osmanlı hıristiyanları engel olurdu. Ortodoks kilisesinin ve Gregoryenler’in, “heretik” olarak nitelendirdikleri bu rahiplerin propagandasına hiç tahammülleri yoktu. Galata’daki yabancıların farklı dinî törenlerini Osmanlı hıristiyanları da müslümanlar kadar istemezdi. Yapılan müdahalelerin önlenmesi için 1702 yılında Galata kadısına yazılan bir emirnâme bu bakımdan ilginçtir (, Düvel-i Ecnebiyye, Françe Ahkâmı Defteri, nr. 28). Pera’da bu sebeple Katolik âdetleri yayılamaz ve “procession” gibi törenler açıkta yapılamazdı. Özellikle yabancı tüccarlar pek sevilmez, yerli esnaf loncalarıyla sürekli bir çekişme yaşanırdı. Fransa sefiri Marquis Desalleurs, 17 Mayıs 1711 tarihinde Paris’e yazdığı raporuna övünçle bir fermanın tercümesini eklemişti. Buna göre Fransız tüccarlar Galata’da Arap Camii civarında ev kiralamışlar, müslüman ev sahiplerine kiralarını peşin olarak ödedikleri halde ev sahipleri aralarında anlaşmış ve kadı mahkemesinden çıkarttıkları kararla Fransızlar’ı müslüman mahallesinden dışarı attırmışlardı. Ancak sefirin hükümete başvurması üzerine bu müdahale önlenmiş ve durumun düzeltilmesi emredilmişti (Archives des affaires étrangères, C. P. Turquie, LI, s. 25 vd., 17 Mayıs 1711 tarihli rapor).

Yabancı misyonlar genellikle Marmara’ya bakan geniş bahçeli sefâret saraylarına kapanmış durumdaydı. Bunlar Palazzo Venezia, Palais de France gibi gerçek saraylardı. XVIII. yüzyılda sefir ikametgâhlarının her yerde olduğu gibi muafiyeti vardı. Sefâret erkânı, aralarında gidip gelmenin ötesinde İstanbul’da her türlü antika ve her dilde eski kitap toplamak gibi meraklara sahiptiler. Alışveriş konusundaki becerikliliğinden hâtıratında bahsetmeyen yok gibidir. Pera’daki yabancılar arasında veba korkusu da yaygındı. İstanbullular’ın aksine en hafif bir dedikodu veya şüpheli olay görüldüğünde herkes evine kapanır ve sosyal hayat dururdu. XIX. yüzyıl başlarında seyyah Olivier, Pera’nın veba korkusunu etraflıca tasvir edenlerden biridir. Tören ve balolar gibi faaliyetler de sadece sefâret heyetleri arasındadır. Osmanlı devlet adamları bu balolara Tanzimat dönemine kadar katılmamışlardı.

Semtin mimari dokusu konusunda, R. de Beylie’nin L’habitation byzantine adlı eserinde (s. 199) mimariyi Bizans’a kadar götürmesi ve R. Mantran’ın Galata’yı daha Cenova kolonisi döneminde yoğun şekilde iskân edilmiş yüksek binalarla süslü bir şehir olarak tasviri mevcut gravürlerin verdiği görünümle uyuşmamaktadır. Bundan başka Cramer, Müller-Wiener gibi araştırmacılar Galata’nın bugünkü en eski hanlarının, yani sivil mimari eserlerinin ancak XVIII. yüzyıla kadar inebildiğini, Avrupa neo-klasisizmine uyan oryantal biçimli binaların da bilindiği üzere XIX. yüzyıla ait olduğunu göstermişlerdir. Meselâ Bakır sokağındaki Saksıhan, yine Perşembepazarı sokağındaki Serpuşhan 1148 (1736) tarihli eserlerdir. Eskibanka sokağında mevcut San Pietro-Paolo Kilisesi Vakfı’ndan olan ünlü Saint Piyerhan’ı ise XVIII. yüzyıl sonundan gelmiş ve XIX. yüzyılda tâdilâtla bugünkü görünümünü kazanmıştır. Hatta XV. yüzyıla kadar inen Voyvoda caddesi ve Galatakulesi sokağı köşesindeki ünlü Cenova Podesta Sarayı (Palazzo communale) bugünkü görünümünü yine XVIII ve XIX. yüzyıllardaki değişikliklerle almıştır (Cramer, XXXIV, 425-439).

Galata’nın bugünkü yoğun yerleşimli görünümü, Doğu-Batı üslûplu binalar temelde XIX. yüzyılın eseridir. XIX. yüzyılda apartman tipi yerleşim ve yoğun iş merkezinin oluşumu, yani mimari topografyanın değişimi dolayısıyla Galata modern belediyecilik hizmetine de erkenden geçmiş, sokaklara dair bir nizamnâme ile bina düzeni, kanalizasyon ve giderek temizlik ve aydınlatma hizmetleri sağlanmış, hatta Tepebaşı’ndaki ilk park bu bölgede gelişmiştir. Kurulan Altıncı Dâire-i Belediyye, liman faaliyetleri ve seyyar nüfusun yoğunlaştığı bu bölgede ahlâk zabıtası görevini de yüklenmiş, frengi hastahanesi kurulmuş, eğlence yerlerine ruhsat verilmiştir. Devrin vak‘anüvisi Ahmed Lutfi Efendi, bu semt ve belediyesinin faaliyetlerini ve gelişmeleri olumsuz ve iğneleyici bir üslûpla anlatmaktadır (Târih, IX, 141). Şüphesiz Galata, XVIII ve özellikle XIX. yüzyılda İstanbul’un asayiş yönünden en problemli bölgesiydi. 16 Nisan 1848’de Galata Çadırcı Hanı önünde İngiliz tebaasından Kefalonyalı ve Maltalı gemiciler arasında günlerce süren kanlı bir çatışma zabıtayı meşgul etmişti. Bu tip olaylar sıkça görülürdü (, İrade-Hariciye, nr. 2096). 18 Cemâziyelâhir 1268’de (9 Nisan 1852) çıkan bir iradeden semtte serseri takımı ile esnafın birbirine karıştığı, dükkân ve evlerin numaralandırıldığı, yani semtin bir nüfus sayımının da bu vesile ile yapıldığı anlaşılmaktadır. Aynı tarihte Beyoğlu ve Galata zabtiye işlerinin Zabtiye Nezâreti’ne ilhak edildiği ve bu hizmetin merkezîleştiği dikkati çekmektedir (, İrade-Meclis-i Vâlâ, nr. 6660).

Osmanlı döneminde Pera’da önemli ölçüde Cenovalı tüccar hânedanı vardı. Perone, Fornetti, Negri, Doria, Draperis, Navoni, Samsoni, Olivieri, Brutti (aslında Draçlı Arnavutlar), Grillo, Cavalorso, Salvago, Chiavari, Alessio, Patevio, Sanguinezzo, XIX. yüzyılın ünlü dragoman ailesi Testalar, Dhé gibi aileler şehrin İtalyan kökenli zengin tüccar hânedanlarıydı. Bundan başka XIX. yüzyılın Tubini, Baltazzi, Alleone aileleri de buna katılabilir; Tepebaşı’ndaki zengin taş konakların yanında sefalet apartmanları Galata ve Beyoğlu’nun XIX. yüzyıldaki manzarasını tamamlar. Mihail Sturdza bu gibi otuz dokuz ailenin isim ve tarihçesini vermektedir. Galata’nın İtalyanlar’ı sadece bu eski tüccar aristokrasisi ile sınırlandırılamaz. Özellikle XIX. yüzyılda Galata ve Beyoğlu semtleri önemli ölçüde bir İtalyan işçi ve işsiz sınıfının göç ettiği yerler oldu. Bilhassa inşaat sektörünün bu iş gücüne ihtiyacı vardı ve kâgir binalardan oluşan Galata ve Beyoğlu İtalyan mimar, kalfa ve işçilerinin eseridir denebilir. İtalya’nın her yerinden gelen, mahallî lehçeleriyle şehirdeki dilleri karıştıran bu zümrenin İstanbul’da Edmondo de Amicis’in gözlediği gibi kendine özgü (suigeneris) bir İtalyanca ortaya çıkardığı da söylenebilir. Gelenlerin hepsinin şansının yaver gitmediği de anlaşılmaktadır. Bazıları buradan Amerika’ya göç etmiştir. Hatta hükümet bu gibi çaresizleri ucuz yoldan gönderme imkânları da bulmuş, belirli bir yardım ve ucuza anlaşma yapılan kumpanyaların vapurlarıyla bunlar Amerika’ya gönderilmiştir (, İrade-Hariciye, nr. 7869). İtalyanlar bu göçlerle ve zaman içinde diğer gayri müslimlere karışarak azalmışlardır. XIX. yüzyılda İtalya’dan Mûsevî İtalyan göçü de vardı. Hatta Galata’da Küçükhendek ve Lüleci sokağındaki İtalyan sinagogları bulunuyordu. Dolayısıyla Levantenler ayrı bir zümreye ve kültüre mensup olup XIX. yüzyılda İtalyanca ve çoğunlukla Fransızca’yı kullanmışlardır; zamanla da sayıları oldukça azalmıştır.

İtalya XIX. yüzyıl başında Sardinya, Sicilyateyn, Toskana elçilikleriyle temsil edilirken 6 Şubat 1848’de Toskana, İtalya’nın birleşmesi sırasında da Sicilyateyn elçilikleri lağvedildi. İtalyan okulları ve kiliseleri XX. yüzyıl başında da küçümsenmeyecek sayıdaydı. Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu çıktığında Fransız okullarının sayısı otuz kadardı. İtalyan okullarının sayısı ise dokuzdu (1925-1926 Salnâmesi, s. 460).

Bugün Beyoğlu ve Galata mimari doku olarak XIX. yüzyılın en iyi korunduğu, fakat nüfus kompozisyonundaki değişmenin en hızlı olduğu İstanbul semtlerindendir. Konunun araştırılması İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğu tarihinin ötesinde bir öneme sahiptir.


BİBLİYOGRAFYA

, Düvel-i Ecnebiyye, Françe Ahkâmı Defteri, nr. 26/1, 28/3, s. 33.

, İrade-Hariciye, nr. 2096, 7869.

, İrade-Meclis-i Vâlâ, nr. 6660.

Archives des affaires étrangères, C. P. Turquie, LI, s. 25 vd.

J. von Hammer, Constantinopolis und der Bosporos, Pesth 1822, tür.yer.

M. A. Belin, Histoire de la latinité de Constantinople, Paris 1894, s. 182-212.

R. de Beylié, L’habitation byzantine, Paris 1903.

, IX, 141.

1925-1926 Salnâmesi, İstanbul 1926, s. 460.

S. Schweigger, Zum Hofe des türkischen Sultans Klassische Reisen (ed. H. Stein), Leipzig, ts., s. 134 vd.

T. Bertelé, Il Palazzo degli ambasciatori di Venezia a Constantinopoli e le sue antiche memorie 1932-1940, Bologna, ts.

P. B. Palazza – P. A. Raineri O. P., La Chiesa di S. Pietro in Galata, İstanbul 1943.

A. M. Schneider – M. Is. Nomidis, Galata, topographisch-archäologischer Plan mit erläuterndem Text, İstanbul 1944.

Hamid Dereli, Kraliçe Elizabeth Devrinde Türkler ve İngilizler, Ankara 1951, s. 104-105.

M. Sturdza, Grands familles de Gréce, d’Albanie et de Constantinople, Paris 1983.

G. Pistarino, Genovesi d’Oriente, Civico Istituto Colombiano, Genova 1990, s. 312-318, 325.

Semavi Eyice, “Galata Hakkında İki Kitab ve Bu Münasebetle Bazı Notlar”, , I (1949), s. 201-219.

L. Mitler, “The Genoese in Galata 1453-1682”, , X (1979), s. 71-91.

M. Köhbach, “Ein diplomatischer Rangstreit in Istanbul im Jahre 1587”, Mitteilungen des Österreichischen Staatsarchivs, XXXVI, Wien 1983, s. 261-268.

J. Cramer, “Einige Handelsbauten des 18.-19. Jahrhunderts in Galata”, Istanbuler Mitteilungen, XXXIV, İstanbul 1984, s. 417-440.

R. Mantran, “Images de Galata au XVIIe siècle”, Varia Turcica, IX, Istanbul-Paris 1987, s. 193-202.

Halil İnalcık, “Ottoman Galata 1453-1553”, a.e., XIII (1991), s. 17-105.

S. Yerasimos, “Galata à travers les récits de voyage (1453-1600)”, a.e., XIII (1991), s. 117-129.

İlber Ortaylı, “La vie quotidienne des missions étrangères à Galata”, a.e., XIII (1991), s. 131-137.

a.mlf., “XVIII-XIX. Yüzyıllarda Galata”, Tarih Boyunca İstanbul Semineri (Bildiriler), İstanbul 1989, s. 131-138.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1996 yılında İstanbul’da basılan 13. cildinde, 303-307 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:


Galata’da Türk Eserleri. İstanbul’un diğer semtlerine göre Galata, genellikle hıristiyanların yoğun olarak yaşadığı bir yer olduğundan, onların çok sayıdaki kilise ve manastırları buraya küçük bir hıristiyan kasabası görünümü vermiş ve semt Türk yapıları bakımından oldukça fakir kalmıştır. Ancak yine de bütün Osmanlı dönemi boyunca Türk mimari geleneğine uygun biçimdeki evleri ve müslüman mezarlıkları, buranın her şeye rağmen müslüman Türk kimliğinin işaretleri olarak görünürdü. Nitekim XVIII. yüzyılda Avusturyalı Baron von Gudenus ile XIX. yüzyılın ilk yarısında İngiliz Baker’in Galata sırtlarından Haliç ve İstanbul’u tasvir eden panoramalarında ön planda o dönemlerde Galata evlerinin Türk karakteri belirlidir. Fakat özellikle XIX. yüzyıl içlerinde Galata’da yabancı unsurların hâkimiyeti çok güçlenmiş ve idarecileri azınlıklarla Levantenler olan ayrı bir belediye dairesi (VI. Daire) kurulduktan sonra semtin görünümü bütünüyle değişmiştir. Buradaki evler ve iş yerleri XVII-XVIII. yüzyıllarda o dönemin Osmanlı mimarisine uygun olarak yapılırken sonraları bunlar yerlerini Batı mimari üslûplarındaki yapılara bırakmıştır. Ancak Galata’nın ara sokaklarındaki birtakım kâgir binaların bazılarınca sanıldığı gibi Bizans veya Ceneviz yapısı olmadığı, hepsinin de Osmanlı döneminde inşa edildiği duvar örgü tekniklerinden ve mimari özelliklerinden açıkça anlaşılmaktadır. I. Mahmud tarafından, Beyoğlu bölgesine su veren yeni bir şebekenin yapılması ile de 1145 (1732-33) yılında bu semtin her yerine irili ufaklı çeşmeler inşa edilmiştir. Fakat XIX. yüzyılda Galata’yı bir hıristiyan yerleşim yeri olarak benimseyen azınlıklar ve bilhassa Levantenler buranın Türk ve müslüman görüntüsünü eritmişlerdir.

Camiler. Dominiken tarikatı rahiplerinin San Domenico adına Gotik üslûpta inşa ettikleri kilise Galata’da mevcut en büyük hıristiyan ibadet yeri olduğundan buranın fethinden sonra Arap Camii adıyla bizzat Fâtih Sultan Mehmed’in vakfı olarak camiye çevrilmiştir (bk. ARAP CAMİİ). Azapkapı Camii Haliç kıyısında, Galata’nın şehir dışına açılan bir kapısının yakınında Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa tarafından 985 (1577-78) yılında Hassa Başmimarı Sinan’a yaptırılmıştır. Cami, Osmanlı-Türk şehirciliğinin özelliklerinden biri olarak yer seçiminde bir iskelebaşı camii halinde tasarlanıp inşa edilmiştir. Çok uzun yıllar harap halde durduktan sonra 1938-1941 yıllarında tamir edilerek yeniden ibadete açılmıştır (bk. AZAPKAPI CAMİİ). Galata surlarının hemen dışında Tophane civarında, Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa tarafından 1580 yılında Hassa Başmimarı Sinan’a yaptırılan Kılıç Ali Paşa Camii, Azapkapı Camii gibi bir iskelebaşı camii olmakla beraber medrese, türbe ve hamamdan oluşan bir külliyenin merkezidir (bk. KILIÇ ALİ PAŞA KÜLLİYESİ).

Yenicami, Perşembepazarı semtinde Latinler’e ait San Francesco Kilisesi’nin yerine Gülnûş Emetullah Vâlide Sultan tarafından inşa ettirilmiş ve 1109’da (1697) açılışı yapılmıştır. Evvelce burada bulunan, iç ve dış duvarları resimlerle kaplı olduğundan Münakkaş Kilise adıyla anılan kilise ve yanındaki manastırın hiçbir izi kalmamıştır. Yüksekçe bir mahzenin üstüne oturduğu için iki taraflı bir merdivenle son cemaat yerine çıkılan Yenicami dikdörtgen planlı olup kiremit kaplı ahşap bir çatı ile örtülmüştü ve yüksek bir minaresi vardı. İçinde ağaçlar olan geniş bir avlunun ortasında bulunuyordu. Cami 1937’de harap olmaya bırakılarak çatısı ve ahşap aksamı kaldırılmış, 1940-1942’de sadece dört duvardan ibaret bir harabe halinde dururken birkaç yıl sonra bu kâgir kısımlar da yıktırılmış, 1958-1959 yıllarında avlunun içi parsellenerek Hırdavatçılar Çarşısı dükkânlarına tahsis edilmiştir. 1985 yılında Yenicami’yi ihya etmek üzere projeler hazırlanarak yıkılan binanın Vakıflar İdaresi’ndeki rölövesiyle eski fotoğrafları da toplanmış, fakat bu tasarı gerçekleşmemiştir.

Kurşunlumahzen Camii de denilen Yeraltı Camii, aslında Bizans dönemindeki Galata surlarının Haliç girişindeki büyük burcunun mahzenidir. Haliç’i kapatan zincirin bir ucu, çeşitli kaynaklarda Kastellion ton Galatou, Phrourion, Tor de Galathas, Castrum Galathe, Castrum Sanctae Crucis olarak adlandırılan ve 1453’te şehrin fethinin arkasından yıktırılan bu kuleye bağlanırdı. Fâtih vakfiyelerinde “mahzen-i sultânî” olarak adlandırılan kulenin bodrum kısmı depo yapılmıştır. Bir halk inanışına göre, 672 yılındaki Arap kuşatması sırasında şehid düşen iki müslüman emîrin kabirleri bu mahzenin içindedir. XVII. yüzyılda bu kabirler keşfedilince Evliya Çelebi’ye göre IV. Murad burada bir cami inşa ettirmek istemişse de bunu gerçekleştirememiştir (Seyahatnâme, I, 568). Ancak daha sonraları Köse Bâhir Mustafa Paşa, kitâbelere göre 1166 (1752-53) ve 1169 (1755-56) yıllarında bu mahzeni bir cami haline getirmiştir. Dikdörtgen planlı bu mahzenin içinde elli dört adet kalın pâye yapının üstünü örten tonozları taşımaktadır. Cami gün ışığını sadece deniz tarafındaki duvarında açılmış pencerelerden alır. Üstünde, ahşap bir Türk konağı mimarisinde olan ve 1985’te restore edilen Sahiller Sağlık Merkezi müdürlüğü binası bulunmaktadır.

Karaköy Camii Karaköy meydanında, eski Avusturya Bankası olan Ziraat Bankası binasının sokak aşırı komşusu idi. Az uzağındaki Kemankeş Mustafa Paşa Camii ile bir isim karışıklığı varsa da 1683’te Viyana bozgunu arkasından idam edilen Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığı kabul edilmektedir. II. Abdülhamid döneminde İstanbul’a gelerek pek çok bina ve bu arada Yıldız’da Şeyh Zâfir Külliyesi’ni yapan İtalyan mimarı R. d’Aronco’dan Karaköy Camii’ni de yenilemesi istenmiş, o da burada “art nouveau” adı verilen üslûpta olmak üzere dışı mermer kaplı fevkanî bir cami inşa etmişti. Cami, çok değişik görünümlü yapısı ve sekizgen şekilli, kapalı şerefeli minaresiyle şehrin en hareketli bir yerinde ilgi uyandıran bir eser görünümünde idi. Sebepsiz olarak 1958 yılında yıktırılan Karaköy Camii’nin parçalarının Kınalıada’ya taşınarak orada yeniden kurulacağının söylenmesine rağmen bu tasarı uygulanmamıştır. Ceneviz idaresi sırasında yapılan San Antonio Kilisesi 1606 yılında hıristiyanlardan alınmış, bir süre sonra kalıntısı üstünde Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa tarafından kendi adıyla anılan bir cami yapılmıştır. Sonraları Yeraltı Camii olan mahzenin komşusu bu cami eski fotoğraflarda klasik üslûpta kasnaklı kubbesiyle görülür. Bitişiğinde Reîsülküttâb İsmâil Efendi Mektebi ve Çeşmesi vardır. XIX. yüzyıl sonlarına doğru büyük ölçüde değişikliğe uğrayarak bugünkü şeklini almıştır.

Mescidler. Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi tarafından yaptırılan Alaca Mescid’in mimari bakımdan bir özelliği yoktur. Azapkapı’nın iç tarafında bulunan bu küçük ibadet yeri XIX. yüzyılda yeniden yapılmış olmalıdır. 1956-1960 yıllarındaki istimlâkte yıktırılmış ve yerinden cadde geçirilmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman’ın imamlarından Bektaş Efendi tarafından Karaköy’de Necatibey caddesiyle Gümrük sokağı arasındaki yapı adasının ucunda yaptırılan Bektaş Efendi Mescidi kadro dışı bırakıldığından bir süre lokanta olarak kullanılmış ve 1956-1957 yıllarında yıktırılmıştır. Yeri şimdi boştur. Eski İngiliz Deniz Hastahanesi iken şimdi Beyoğlu Hastahanesi olan binanın yakınındaki Bereketzâde Mescidi, Galata Kulesi’nin ilk dizdarlarından Bereketzâde Hacı Ali b. Hasan tarafından vakfedilmiş ve kapısı üstündeki kitâbeye göre 1241’de (1825-26) bir tamir görmüştü. Bir müddet kadro dışı bırakılan mescid 1947-1948’de tamamen yıktırılmış, hazîresinde kalan asırlık ağaçlar ve mezarlar da 1952-1953’te komşusu olan hastahaneye otopark yapılmak üzere yok edilmiştir. Klasik üslûpta, üstü kiremit örtülü küçük bir ibadet yeri olan mescidden bugün hiçbir iz kalmamıştır. Etmekyemez (Emekyemez) Mescidi, Şişhane Yokuşu ile Okçumusa caddesi arasındaki yapı adalarından birinin köşesinde bulunuyordu. 999’da (1590-91) Hüsâmeddin Efendi adında bir hayır sahibi tarafından vakfedilen mescid 1884’te yenilenmiştir. Uzun süre kadro dışı bırakılarak depo gibi kullanılmıştır. 1948’de yalnız dört duvarı vardı. Yakın tarihlerde ihya edilmiş olup bugün ibadete açık durumdadır. Fâtih vakfiyesinde adı geçtiğine göre XV. yüzyılda Galata’da yapılan ilk vakıflardan olan Hacı Ağvar Mescidi Türkçe vakfiyede (Fatih Mehmet II Vakfiyeleri, s. 186) Yekçeşm Hacı Mescidi olarak geçer. Hadîkatü’l-cevâmi‘de ise Hacı Âmâ Mescidi adıyla kayıtlıdır. Azapkapı yakınında olduğu tahmin edilen bu mescid ortadan kalktığından kesin yeri belli değildir. Kürkçüler Mescidi Ali Ağa adında bir hayır sahibi tarafından vakfedilmişti. Katolik Ermeniler’in günümüzde ana caddenin kenarında bulunan, 1834’te yapılmış kiliselerinin yakınında bir yerde olduğu ileri sürülmüştür. Bir rivayete göre Kürekçiler Mescidi adını taşıyan mâbedin bu durumda Haliç kıyısında eski Kürekçiler caddesi dolaylarında olması gerekir. Fâtih Sultan Mehmed döneminin ünlü âlimlerinden Molla Gürânî, İstanbul’un içinde başka vakıflar tesis ettiği gibi Galata’da eski bir kilise veya manastır kalıntısını Manastır Mescidi adıyla ibadethâneye çevirmiştir. Ancak bu yapı ortadan kalktığından yeri bile belli değildir. Arap Camii yakınında olduğu sanılmaktadır. Okçu Mûsâ Mescidi, Karaköy’den Şişhane Meydanı’na çıkan yokuşta eski Voyvoda, şimdiki Bankalar caddesinin sağ tarafında bulunmaktadır. 1938-1940 yıllarında yapılan bir tamirde esas mimarisi bozulduğu gibi çubuklu minaresinin gövdesi de sıvanarak görünümü değiştirilmiştir. Mescid son yıllarda yeni bir tamir geçirerek büyütülmüştür. Karaköy’den Tophane’ye çıkan Necatibey caddesinin sağında bulunan Sultan Bayezid Mescidi, altındaki çeşmenin kitâbesinden de anlaşıldığı gibi 1292 (1875) yılında şimdiki şekliyle yenilenmiştir. Bu fevkanî mescidin yapıldığı dönemin mimari özelliğini taşıyan bir unsuru yoktur. Şehsuvar Bey Mescidi, Şişhane’den Kuledibi’ne uzanan Büyükhendek caddesinin sağında bulunmaktadır. Mescid, Fâtih Sultan Mehmed döneminde Şehsuvar Bey adında bir denizci tarafından vakfedilmiştir. XIX. yüzyılda mimari bakımdan arabesk üslûpta yenilendiği anlaşılan bu tarihî eser uzun süre harabe halinde durduktan sonra 1954’te ihya edilmiştir. Azapkapı ile Şişhane arasında bulunan Yolcuzâde Mescidi Hacı Ömer Efendi adında bir hayır sahibi tarafından vakfedilmiştir. 1940’lı yıllarda harap halde bulunuyordu. Daha sonra tamir edilerek ibadete açılmıştır. Hüseyin Kaptan Mescidi, Yüksekkaldırım’ın sağında yapı adaları arasındadır. Bu küçük mescidin Makırzâde (?) Hüseyin Kaptan adında bir kişi tarafından yaptırıldığı kabul edilir. Kabri hazîresindedir. Hacı Hüseyin b. Mustafa adında bir hayır sahibinin yaptırdığı ve Arap Camii çevresinde olduğu sanılan Bozacısokağı Mescidi’nin yeri belli değildir. Eski Yağkapanı Mescidi Perşembepazarı içinde Haliç kıyısında bulunmaktadır. Bu fevkanî mescid Makbul (Maktul) İbrâhim Paşa (ö. 942/1536) tarafından yaptırılmıştır. Altında tonozlu dükkân gözleri bulunan mescid, eski fotoğraflarında taş ve tuğla dizileri halinde kâgir olarak inşa edilmiş, ahşap minareli klasik üslûpta bir yapı olarak görülür. XX. yüzyılın başlarında şimdiki biçimiyle yenilenmiştir. Alihoca sokağının Lülecihendeği caddesine kavuştuğu köşede bulunan Hendek Mescidi, Hoca Ali adında bir kaptan tarafından vakfedilmiştir. Mescidin hazîresindeki altı mezardan en eskisi 1155 (1742) tarihlidir. Karabaş Tekkesi Mescidi Tophane meydanında Kılıç Ali Paşa Camii karşısındadır. 1956-1960 yıkımlarında etrafı açıldığından iyice meydana çıkmış olan mescid Karabaş Mustafa Ağa (ö. 937/1530-31) tarafından vakfedilmiştir. Mescid, meydan düzenlenirken 1960’lı yıllarda yeniden yapılırcasına restorasyon görmüştür. Hazîresinde vakfın sahibinden başka Kılıç Ali Paşa Camii’nin yazılarının hattatı olan Demircikulu Yûsuf Efendi’nin de kabri vardır. Beyoğlu’ndan Tophane’ye inen Humbaracı Yokuşu kenarında bulunan Karanlık Mescid, Hacı Mîmî Çelebi tarafından XVI. yüzyılda yaptırılmıştır. Son yıllarda esas mimarisine bütünüyle aykırı bir biçimde kubbeli ve betonarme halinde yeniden yapılarak tarihî hüviyeti yok edilmiştir. Bugün ibadete açıktır. Meyyit İskelesi Mescidi, bir namazgâhın yerinde Cebeci Mûsâ Çelebi tarafından yaptırılmıştır. Galata sırtlarında uzanan Küçük Mezaristan’a karşıdan kayıkla getirilen cenazelerin karaya çıkarıldığı iskelenin yakınında bulunuyordu. Azapkapı civarında Tersane arazisi içinde olduğu tahmin edilen mescidin bugün izi kalmamıştır. Nişancı Mehmed Paşa Mescidi, eski Perşembepazarı arazisinde buradaki yıkımlardan sonra çok harap halde ortaya çıkan Yahyâ Ağa Meydan Çeşmesi’nin yanında bulunuyordu. Fatih’te büyük camisi olan ve Boyalı lakabı ile tanınan Nişancı Mehmed Paşa (ö. 1004/1595) tarafından vakfedilen mescidin hiçbir izi kalmamıştır. Eski Perşembepazarı’nda Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa tarafından yaptırılan Yelkenci Hanı’nın üst katında bir de mescid bulunuyordu. Son istimlâklerde yıkılan hanla birlikte mescid de yok olmuştur. Hacı Mustafa Ağa adında bir tüccarın vakfettiği Palamut Mescidi’nin yeri belli değildir. Şahkulu Mescidi, Yüksekkaldırım’ın üst kesiminde Tünel meydanının az aşağısında bulunmaktadır. Avlusundaki Şahkulu’nun kabrinde 1184 (1770-71) tarihi vardır. Mescidin kapısı üstündeki 1292 (1875) tarihi de yapının büyük Beyoğlu yangınından sonra bugünkü şekliyle yeniden yapıldığını gösterir. Mimari bakımdan bir özelliği olmayan bu küçük yapı etrafını saran binaların arasında sıkışıp kalmıştır. Yüksekkaldırım’da Galata Kulesi’nin karşısındaki dörtyol ağzında bulunan Yazıcı Mescidi Mehmed Efendi (ö. 990/1582) tarafından yaptırılmıştır. Uzun yıllar dört duvar halinde kalıp odun deposu olarak kullanıldıktan sonra 1950’li yıllarda ihya edilerek tekrar ibadete açılmıştır. Sakıflı küçük bir bina olmakla beraber yan sokaktaki cephesi taş ve tuğla örgüsü bakımından Türk sanatının klasik dönemine işaret ediyordu. Ancak son yıllarda yapılan mimari müdahaleler yüzünden, esas binada ve minare gövdesinde orijinal örgüler kaybolmuştur.

Tekkeler. Tarih içinde Galata’da yalnız bir tekkenin varlığı bilinir. Bu da bölgenin en yüksek kısmında, evvelce kırlık ve bahçelik olan yerde kurulan Mevlevî Âsitânesi’dir ki Kule Kapısı veya Galata Mevlevîhânesi olarak da anılır. II. Bayezid döneminde kurulan mevlevîhâne bazı kısımlarını kaybetmekle beraber günümüzde belli başlı binaları ile durmaktadır (bk. GALATA MEVLEVÎHÂNESİ). Azapkapı dışında Şişhane Meydanı’nın batısında, Kasımpaşa ve tersaneye hâkim yüksek bir yerde evvelce bir tekke bulunduğu, buradaki Bedreddintekkesi sokağı adının bugün hiçbir izi kalmayan bu tekkenin hâtırası olduğu tahmin edilmektedir. Burada hâlâ birkaç mezar vardır. Tophane’de Karabaş Tekkesi Mescidi’nin aslında aynı addaki bir tekkeye ait olduğu anlaşılırsa da bu tekkeden de hiçbir iz kalmamıştır.

Medreseler. Tophane’de Kılıç Ali Paşa Camii etrafında 988’de (1580-81) inşa edilen külliyenin parçası olan Kılıç Ali Paşa Medresesi, yanındaki cami ve hamamla birlikte Mimar Sinan’ın eseri olmalıdır. Ancak Sinan’ın eserlerinin listelerini veren tezkirelerde adı geçmez. Belki medrese onun tarafından tasarlanmış, 1588’de ölümünden sonra yapılıp tamamlanmıştır. Kare planlı, ortasında revaklı avlusu olan kubbeli odalarla bir dershane-mescidden meydana gelen bir yapıdır. Avlu etrafındaki on sekiz odadan bir tanesi giriş bölümü olduğundan hücre sayısı on yedidir. Medrese, tuğla hatıllı taş örgülü karma teknikte inşa edilmiştir. Günümüzde Çocuk Esirgeme Kurumu’nun sağlık merkezi olarak kullanılmaktadır. Yenicami (Vâlide Camii) Medresesi Yenicami’nin, şimdi yerinde Hırdavatçılar Çarşısı bulunan doğu tarafında bulunmaktadır. Vâlide kâhyası (sonra paşa) Mehmed Ağa tarafından 1117’de (1705-1706) yanındaki caminin eki olarak yapılmıştır. Bunun bitişiğinde de günümüzde iş yeri olan Galata kadısının makamı bulunuyordu. Bina, aralarında tuğladan hatılları olan muntazam kesme taştan duvar örgüsüyle itinalı bir işçiliğe sahiptir.

Sıbyan Mektepleri. Azapkapı’da I. Mahmud’un annesi Sâliha Vâlide Sultan tarafından, bânisi olduğu sebil ve meydan çeşmesinin yanında bir sıbyan mektebi yaptırılmıştır. Vakfiyesi 1144 (1731-32) tarihli ise de dershane odasının kapısı üstündeki manzum kitâbede 1146 (1733-34) tarihi bulunuyordu. Altında tonozlu dükkânların yer aldığı, muntazam taş ve tuğla dizileri halinde güzel bir duvar örgüsüne sahip olan Sâliha Sultan Mektebi, 1957’de İstanbul Belediyesi’nin emri ve Beyoğlu Şube Müdürlüğü’nün kararıyla ilgili yerlere sorulmadan birkaç gün içinde yıktırılmıştır. Bu mektebin yerinde bugün Atatürk Köprüsü’nü Perşembepazarı caddesine bağlayan varyant bulunmaktadır. Reîsülküttâb İsmâil Efendi Mektebi Karaköy’de Gümrük sokağında, Kemankeş Mustafa Paşa Camii’nin bitişiğindedir. Bu fevkanî sıbyan mektebi altındaki çeşme ile birlikte 1145’te (1732-33) yaptırılmıştır. Klasik dönem Türk mimarisinin taş ve tuğladan zarif bir eseri olan bu küçük yapı, 1940’lı yıllarda bir süre Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun arşivi ve deposu olarak kullanıldıktan sonra çeşitli derneklerin faaliyetlerine tahsis edilmiştir. Kılıç Ali Paşa Camii’nin önünden yukarıya çıkan Lüleciler caddesi kenarında bulunan Topçubaşı Mehmed Ağa Mektebi ahşap küçük bir binadan ibaretti. Yanındaki hazîrede XVIII. yüzyıla ait mezarlar bulunan mektep 1956-1960 yıkımları sırasında ortadan kalkmıştır. Âdile Sultan Mektebi Perşembepazarı semtinde, Yemeniciler caddesiyle Sırmalı sokağının birleştikleri köşede bulunuyordu. Bu sıbyan mektebinin bânisi, yakındaki Arap Camii’ne de bir sarnıç ve şadırvan yaptıran II. Mahmud’un kızı Âdile Sultan’dır. 1950’li yıllarda sağlam durumda görülen bu kâgir bina sonraları yıktırılmıştır.

Kütüphaneler. Galata Mevlevîhânesi’nin esas girişi yanında 1234’te (1819) Hâlet Efendi kendi adıyla anılan kütüphaneyi yaptırmıştır. Vakfiyesi Rebîülâhir 1235 (1820) tarihlidir. Altındaki sebille birlikte güzel bir taş işçiliğine sahip olan bu fevkanî empire üslûplu küçük yapı uzun yıllar polis karakolu olarak hizmet etmiştir. Günümüzde Divan Edebiyatı Müzesi tarafından kullanılmaktadır. Hâlet Efendi Kütüphanesi’ndeki eserler Süleymaniye Kütüphanesi’ne taşınmıştır. Debbağzâde İbrâhim Efendi Kütüphanesi Kılıç Ali Paşa Medresesi’nde 1216’da (1801) kurulmuş ve 1914’te kitapları Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledilmiştir.

Bedesten ve Hanlar. Osmanlı dönemi Türk şehirlerinde önemli bir ticaret merkezi olan bedestenlerden biri de Galata’da inşa edilmişti. Bunun Fâtih Sultan Mehmed evkafından olduğu söylenmektedir. Evvelce dış cephelerine bitişik tonozlu dükkânlar bulunan Galata Bedesteni kare planlı olup ortada dört pâye ile ayrılmış dokuz bölümün üstlerini eşit dokuz kubbe örter. Uzun yıllar kapalı duran bedesten, 1966’da içindeki orijinal ahşap taksimat sökülüp atılarak bir iş merkezine dönüştürülmüştür (bk. BEDESTEN).

Ahmed Refik Altınay tarafından yayımlanan 29 Zilhicce 993 (22 Aralık 1585) tarihli bir belgede (Onaltıncı Asırda İstanbul Hayatı, s. 133-134, nr. 55), Galata’nın Lonca mahallesinde Ayasofya evkafından “yirmi adet kubbeli kâfirî azîm bir bina” bulunduğu ve bunun bezzâzistan yapılmasının istendiği bildirilir. Hassa mimarı Câfer ve kalabalık bir müslüman cemaatiyle yapılan keşifte bina, “tûlen yirmi ve arzen yirmi beş zirâ olup demir kirişlerle on altı mermer direk üstünde yirmi adet kubbe ki içerisinde elli beş dolap olmağa kābil, hali üzre bezzâzistan olmağa mütehammil üç yerden kapı yerleri hazır olup hemen kapılara muhtaç, kadimden bezzâzistan imiş” cümleleriyle tanıtılmaktadır. Bu iradenin sonunda buranın derhal bedesten yapılması emredilmiştir. Bugün mevcut bedesten gerçekten, evvelce İskelekapısı denilen Yağkapanıkapısı’nın iç tarafında bulunan Lonca mahallesindedir. Ancak günümüzde burada Fâtih devri yapısı olduğu kabul edilen dokuz kubbeli ve bütünüyle Türk inşaatı olan bir bina vardır. Eskiden yirmi kubbeli iken daha sonra küçültüldüğüne de ihtimal verilemez. Ekrem Hakkı Ayverdi de Galata Bedesteni’nin tarihçesi hususunda tereddüde düşmüştür (Osmanlı Mi‘mârîsi III-IV, s. 576-579). Şimdiki halde söylenebilecek tek şey, bedestenin Fâtih devrine ait olmayıp eski bir yapının yerinde yirmi kubbeli değil sadece dokuz kubbeli olarak yapıldığıdır.

Kurşunlu Han da denilen Rüstem Paşa Kervansarayı, Kanûnî Sultan Süleyman’ın sadrazamı Rüstem Paşa’nın evkafından olup Mimar Sinan tarafından 1544-1550 yılları arasında inşa edilmiştir. Tarihte adı ilk defa 1296’da geçen ve Cenevizliler’in dinî reislerinin makamı olan San Michele Kilisesi’nin yıktırılmasından sonra arsası üzerinde yapıldığı tahmin edilir. Kervansaray bedestenin doğu tarafında, Haliç’e açılan Yağkapanı ve Balıkpazarı kapılarının iç tarafında surların içinde bulunmaktadır. Büyük dikdörtgen biçiminde, ortası açık avlulu klasik üslûpta bir yapıdır. Yelkenci Hanı surların dışında, Yağkapanı Mescidi’nin batısında bulunmaktadır. İçindeki mescid Kemankeş Mustafa Paşa tarafından vakfedildiğine göre hanın da bu sadrazamın evkafından olmasına ihtimal verilir. Son istimlâklerde yıkılan yapının 1995’te yapılan araştırmada hiçbir izine rastlanmamıştır. Azapkapı Camii’nin güneydoğusundaki yapı adası binaları 1985-1986 yıllarında istimlâk edilerek yıkılırken burada kubbeli eski bir han meydana çıkmıştı. Her tarafı son devir yapıları ile sarılı olduğundan varlığı bilinmeyen ve mimarisine göre XVI-XVII. yüzyıllara ait olduğu sanılan bu tarihî eser incelenmesine hiç vakit bırakılmadan Beyoğlu Fen İşleri Müdürlüğü tarafından yıktırılmıştır. Galata’nın bilhassa Haliç’e yakın kesiminde XVII-XVIII. yüzyılların Osmanlı mimarisi özellikleri gösteren başka hanlar da görülmektedir.

Hamamlar. Kılıç Ali Paşa Hamamı, Mimar Sinan tarafından 988 (1580) yılında yapılan caminin yanındadır. Hamam hakkındaki bir belge (Deutsche Übersetzungen türkischer Urkunden, IV, nr. 54, 55) 23 Muharrem 991 (16 Şubat 1583) tarihli olduğuna göre külliyenin inşası bu tarihe kadar uzanır. Duvarları taş ve tuğla örülü olan bina tek hamam olarak tasarlanmıştır. Büyük soyunma yeri (camekân) 14,10 m. çapında bir kubbe ile örtülüdür. Hamam mimarisinde değişik bir sistem uygulanarak ılıklık bölümleri hemen camekânı takip etmeyip iki yanlarda küçük mekânlar halindedir. Sıcaklık bölümü ise genellikle kaplıca mimarisinde görülen, altıgen bir merkezî göbek taşı mekânına kemerlerle açılan tiptedir. Necatibey caddesinin girişinde sol tarafta bulunan Karaköy Hamamı, karşısındaki Bektaş Efendi Mescidi’nin evkafından olduğuna göre onunla aynı dönemde Kanûnî Sultan Süleyman zamanında yapılmış olmalıdır. Eski bir fotoğrafta görülen heybetli kubbesinden oldukça büyük bir yapı olduğu anlaşılan bu hamam XX. yüzyılın başlarında yıktırılmış, yerine başta Karaköy Palas olmak üzere iş hanı inşa edilmiştir. İstanbul’un eski ve büyük hamamlarından olduğu anlaşılan bu binanın tam bir planı ile rölövesi de bulunmamaktadır. Buğuluca Hamamı, Azapkapı’da surların iç tarafında Alaca Mescid’in yanında idi. Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi’nin evkafından olması muhtemel bulunan hamam işler durumda iken belediye tarafından 1960’ta ortadan kaldırılmış, yerine 1980’de yapılan iş hanı da 1986’da yıktırılmıştır. Azapkapı’da Tersane caddesinin başında bulunan Yeşildirek Hamamı Fâtih vakfiyelerindeki Direklice Hamam ile aynı yapı ise XV. yüzyılın ikinci yarısına ait demektir. Evliya Çelebi’nin bildirdiği (Seyahatnâme, I, 433) Mehmed Paşa Hamamı da burası olabilir. Ancak bu zatın hangi Mehmed Paşa olduğu belli değildir. Dikkate değer bir dış mimarisi olmayan Yeşildirek Hamamı günümüzde faaldir. Yeni Hamam, Tersane caddesinden Arap Camii kemerine ulaşan sokağın kenarında bulunuyordu. Hamamı kimin yaptırdığı tesbit edilememiştir. Schneider, bunun Fâtih vakfiyesinde geçen “cami mahallesindeki hamam” olduğunu tahmin eder. Yakın tarihlerde hamam yıkılarak yerine bir iş hanı yapılmıştır. Galata surlarının en doğu kesiminde Tophane’ye açılan kapısının iç tarafında bulunan Kapıiçi Hamamı Fâtih vakfiyelerine göre Fâtih evkafındandı. Faal durumda iken yıktırılarak yerine bir banka şubesi ve iş hanı yapılmak istenmiş, uzun süren direnişlerin ardından yakın yıllarda bütünüyle yıktırılmıştır. Mimari bakımdan oval biçimli kubbeleriyle dikkati çekiyordu. Karabaş Mescidi’nin kuzeydoğusunda az yukarıda bulunan Yamalı Hamam 1958’de yıktırılmıştır. Yanında, en eskisi 899 (1493-94) tarihini gösteren mezar taşları olan küçük bir hazîre bulunduğuna göre çok eski bir yapı idi. Araştırmalarda bir izine rastlanamamıştır. Perşembepazarı Hamamı, Arap Camii ile Yenicami arasındaki Galatamahkemesi sokağı kenarında bulunuyordu. Günümüzde hiçbir izi yoktur.

Türbeler. Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa için külliyesinin bir parçası olarak caminin kıble tarafında Mimar Sinan’ın yaptığı türbe denize yakın bir yerde bulunmaktadır. Türbe, dış duvarları ile sekizgen biçiminde kesme taş bir yapıdır. Üstünü iç içe çifte kubbe örter. Giriş derince bir nişin içindedir. İçeride girişin karşısında iki sütun, giriş nişinin köşelerindeki pâyelerle kubbeyi taşıyan kemerlere destek olmuştur. Böylece Sinan’ın son eserlerinden olan türbede başka benzerine rastlanmayan değişik bir uygulama ile karşılaşılır (bk. KILIÇ ALİ PAŞA KÜLLİYESİ). Şişhane Yokuşu başında bulunan Meyyitzâde Türbesi, Sâliha Hatun veya Lohusa Kadın Türbesi olarak da tanınır. Evliya Çelebi burada yatan kişi hakkında bir efsane nakleder (Seyahatnâme, I, 424) ve türbenin XVII. yüzyılın başlarında I. Ahmed zamanında yapıldığını bildirir. Ancak bugün duran türbenin, Evliya Çelebi tarafından efsanesi anlatılanla aynı olup olmadığı kesin olarak belli değildir. Türbenin batı cephesindeki penceresi üstünde “Merhum Kâtib Mehmed Çelebi” ibaresi ve 941 (1534-35) tarihi görülür. İçerideki mezar taşı Hümâ bint Havvâ’ya ait olup 943 (1536-37) tarihini taşır. Güney cephesindeki pencere üstünde mevcut kitâbede ise Sâliha Hatun adı ve 1097 (1685-86) tarihi okunur. Evvelce Küçük Mezaristan denilen kabristanın içinde bulunan türbe, 1940’lı yıllarda buranın park olarak düzenlenmesi sırasında Evliya Çelebi’ye ait olduğu sanılarak yıkılmadan bırakılmış ve ufak bir de tamir görmüştür. Muntazam işlenmiş taş ve tuğla dizileri halindeki kare biçimli binanın üstünü küçük bir kubbe örter.

Koyun Baba Türbesi Rüstem Paşa Kervansarayı’nın batı köşesinde bulunmaktadır. Mimar Sinan kervansarayı inşa ederken bu türbeyi dikkate almıştır. İçindeki bir kitâbe, Koyun Dede Sultan denilen velînin Galata zindanında gömülü olduğunu, Zindanağası Harputlu Seyyid Mustafa Ağa’nın 1187 (1773) yılında bu kabri imar ettiğini bildirir. Türbenin hemen yanındaki burç zindan olarak kullanılmaktaydı. Surların dışında Haliç kıyısında bulunan Yûnus Dede Türbesi’nin ne zaman yapıldığı ve içindeki velînin kişiliği bilinmemektedir. Schneider’e göre türbe II. Mahmud dönemine aittir. Arap Baba Türbesi, Arap Camii’nin avlu tarafında bir rüya ile keşfedildiği söylenen, tarihî esası tesbit edilememiş bir türbedir.

Mezarlık ve Hazîreler. Taksim’den Ayaspaşa’dan geçerek Fındıklı’ya inen Büyük Mezaristan’a karşılık, Galata sınırları içinde Kasımpaşa sırtlarında Şişhane-Tepebaşı’na yayılan hatta Kuledibi’nden Tophane’ye inen müslüman mezarlığı Küçük Mezaristan olarak adlandırılmıştı. İstanbul’dan kayıkla getirilen cenazeler Meyyit İskelesi’ne çıkarılarak Haliç’e bakan bu yamaca defnedilirdi. Kasımpaşa ve Tersane’ye yakınlığı dolayısıyla pek çok denizcinin kabri burada idi. Mezarlığın alt kenarı havuzlara, üst ucu Şişhane’den Galata Kulesi’ne, kuzeyde ise eski Tepebaşı bahçesine kadar uzanıyordu. Bu mezarlık, önce XIX. yüzyıl içlerinde parça parça tahribe uğramış ve Cemal Paşa I. Dünya Savaşı başlarında Bahriye nâzırı olduğunda mezarlığı taşları, ağaçları ile ortadan kaldırmıştır. Yakın yıllara kadar Büyükhendek sokağının Şişhane tarafındaki girişinde, Türk Hava Yolları binasının yanında buradan kaldırılan bazı mezar taşları dururdu. Kuledibi’nde Yüksekkaldırım’ın kenarında kalan son taşlar da 1936’da sökülerek buradaki set duvarının üstünün düzlenmesinde ve buranın çay bahçesi yapılan kısmına zemin olmakta kullanılmıştır. Bu durum, çok eskiden Küçük Mezaristan’ın Kuledibi’nden hendek boyunca kıyıya kadar indiğini gösterir. Küçük Mezaristan’da, Meyyitzâde Türbesi civarında Evliya Çelebi’nin babası ve dedesinin gömülü olduğu aile sofası bulunuyordu. Bu mezarlığın bir ucu Galata Mevlevîhânesi girişine kadar dayanıyordu. Karaköy’ü Beyoğlu’na bağlayan Tünel 1876’da açılırken yukarı ucun önüne isabet eden mezarların kaldırılması bir mesele olmuştu.

Galata’daki birkaç vakıf binanın yanlarında hazîreler de vardır. Bunların en önemlilerinden biri Kılıç Ali Paşa Camii’ne komşu olandır. Burada matematikçi Hasan Fuad Paşa ile denizci Ateş Mehmed Paşa yatmaktadır. Ayrıca Fındıklı sırtlarındaki Defterdar Camii ile Beyoğlu’nda Ağa Camii hazîrelerinden 1934 yıllarında bazı mezarlar buraya taşınmıştır. Galata Mevlevîhânesi’nin etrafında da geniş bir hazîre vardı. Burada, birçok Mevlevî ileri gelenlerinden başka Şeyh Galib’in mezarı bulunmaktadır. Fransız soylularından Comte de Bonneval, Humbaracı Ahmed Paşa adıyla müslüman olduktan sonra İstanbul’da öldüğünde buraya defnedilmiştir. İlk matbaayı kuran İbrâhim Müteferrika’nın 1745 tarihli mezar taşı da ilk yeri olan Hasköy Mezarlığı’ndan buraya getirilmiştir. Konya’ya sürüldükten sonra 1823’te orada idam edilen Hâlet Efendi’nin kesik başı önce buraya gömülmüşken daha sonra çıkarılarak Yahyâ Efendi Dergâhı’na götürülmüş, on sekiz yıl sonra yeni bir irade ile tekrar mevlevîhâne hazîresine getirilmiştir. Buradaki geniş hazîrenin taşlarının bir kısmı, yakın tarihlere kadar Beyoğlu Nikâh Dairesi olarak kullanılan şimdiki Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi yapılırken sökülmüştür. Tophane’deki Karabaş Mescidi’nin hazîresinde de birçok mezar vardır.

Sebilhâneler. Azapkapı Çeşmesi ve Sebili, Galata tarafının iskelelerinden olan Azapkapı Meydanı’nda 1145 (1732-33) yılında I. Mahmud tarafından annesi Sâliha Vâlide Sultan adına yaptırılmıştır. Ortada sebil, iki yanlarında çeşmeleri bulunan bu Türk barok sanatının en güzel eserlerinden olan mermer anıtın uzun manzum kitâbeleri şair Seyyid Vehbî’nindir. 1910’lu yıllarda tamir edilmek üzere bazı kısımları söküldükten sonra uzun yıllar harabe halinde kalmış ve 1954’te eski şekline uygun olarak ihya edilmiştir (bk. AZAPKAPI ÇEŞMESİ ve SEBİLİ). Galata Mevlevîhânesi avlu girişi yanında bulunan sebil Hâlet Efendi tarafından 1234’te (1819) yaptırılmıştır. O yıllarda Osmanlı-Türk mimarisinde hâkim olan empire üslûbundadır. Şebekeleri sökülüp uzun süre karakol olarak kullanılmıştır. Mehmed Paşa (?) Sebili Azapkapı’nın iç tarafında, Yeşildirek Hamamı’nın karşısında köşebaşındadır. Üzerindeki kitâbe 1263 (1846-47) tarihlidir. Yapı bakımından XIX. yüzyılın Tanzimat üslûbundadır. Vakıflar tarafından tamir ettirildikten sonra dükkân olarak kiraya verilmiş, kiracısı dökme demir şebekesini çıkardığından orijinal görünüşü kaybolmuştur. Kılıç Ali Paşa Külliyesi’nin avlu duvarı köşesindeki sebilin aslında, eski gravürlerde karşıda Boğazkesen caddesi başında görülen yapı olduğu sanılmaktadır. Cadde Sultan Abdülaziz döneminde genişletildiğinde bu su yapısı esas yerinden buraya taşınmış olmalıdır. Klasik Türk üslûbuna aykırı bir desende olan şebekeleri de bu sebilin geç bir tarihte bazı değişikliklere uğradığına işaret eder. Bunun 1636’da yapılan Bıyıklı Mustafa Paşa Çeşmesi ile birlikte inşa edilmiş olması muhtemeldir.

Çeşmeler. Tophane Çeşmesi de denilen Sultan Mahmud Çeşmesi, I. Mahmud’un Galata ve Beyoğlu tarafında yeni kurduğu su şebekesinin muhteşem bir tesisi olarak 1145’te (1732-33) inşa edilmiştir. Mermer cepheleri kabartma nakışlarla bezenmiş olan bu iskele meydanı çeşmesinin evvelce üstünde geniş saçaklı bir çatı vardı. Ancak XIX. yüzyıl içinde bu çatı yok olmuş ve üstü düz bir teras haline getirilmişken 1957-1958’de eski gravürlerine göre ihya edilmiştir. Bereketzâde Çeşmesi, Fâtih Sultan Mehmed döneminde inşa edilmiş olup Bereketzâde Mescidi yakınında Galatakulesi sokağında bulunan bu duvar çeşmesidir. 1145’te (1732-33) Beyoğlu su şebekesi yeniden düzenlenirken Defterdar Mehmed Efendi tarafından XVIII. yüzyıla hâkim olan çok zengin süslü bir üslûpta yeniden yapılmıştır. 1260’ta (1844) hazinedar Azm-i Cemâl’in ve 1910’da İstanbul Muhipleri Cemiyeti’nin tamir ettirdiği bu çok zarif çeşme, 1957’de esas yerinden şimdi bulunduğu Galata Kulesi dibindeki sur duvarına taşınmıştır (bk. BEREKETZÂDE ÇEŞMESİ). Yelkenci Hanı’nın batısında, sur dışında Haliç kıyısında bulunan Yahyâ Ağa Çeşmesi bir meydan çeşmesi olup 1732’de yaptırılmıştır. Çevresi istimlâk edilerek yıkıldıktan sonra bütünüyle ortaya çıkmışsa da zemini kaymakta olduğundan tehlikeli durumda öne eğilmiştir. İki cephesi kesme küfeki taşından yapılmıştır. Reîsülküttâb İsmâil Efendi Çeşmesi, Karaköy’de Kemankeş Mustafa Paşa Camii bitişiğindeki sıbyan mektebinin altındadır. 1145’te (1732-33) yaptırılan çeşme basit olmakla beraber zarif görünümlüdür ve henüz klasik gelenekleri sürdüren biçimiyle dikkati çeker. Yanıkkapı ile Abdüsselâm sokağı köşesinde bulunan Sokullu Mehmed Paşa Çeşmesi, manzum kitâbesine göre Sokullu Mehmed Paşa tarafından 976 (1568-69) yılında yaptırılmıştır. Galata’nın en eski çeşmesi durumunda olan yapı, sade mimarili klasik tipte bir eserdir. 1995’te bakımsız durumda idi ve üstüne inşaat yapılmıştı. Gülnûş Emetullah Vâlide Sultan Çeşmesi, Perşembepazarı’ndaki Yenicami ile birlikte 1109 (1697) tarihinde yapılmıştır. Avlu duvarına bitişik klasik tipte kesme taştandır. Matbah emini Hasan Ağa adına yaptırılan çeşmelerden biri Kuledibi’nde, Yüksekkaldırım ile Lülecihendeği caddesi köşesinde bulunan iki yüzlü çeşmedir. 1059’da (1649) inşa edilen çeşmenin üzerinde şair Cevrî’nin manzum tarih kitâbesi vardır. İkinci çeşme, önceki ile aynı tarihte ve Galata Mevlevîhânesi avlusu içinde yapılmıştır. Kesme taştan klasik tipteki çeşmenin uzun manzum kitâbesi şair Nisârî’ye aittir. XIX. yüzyılda Sultan Abdülmecid tarafından tamir ettirilmiş ve kemerinin üstüne 1268 (1851-52) tarihli Ahmed Sâdık Zîver Paşa’nın manzum kitâbesi konulmuştur. Vâlide Sultan Çeşmesi, Etmekyemez Mescidi yakınında olup 1110’da (1698-99) yaptırılmış klasik üslûpta küfeki taşından bir çeşmedir. Sultan III. Ahmed Çeşmesi, Yenicami’nin dışındaki medrese karşısındadır. 1118’de (1706) III. Ahmed tarafından yaptırılmış olup tarihsiz ikinci mensur bir kitâbeden öğrenildiğine göre III. Selim’in annesiyle Mustafa’nın câriyesi Ülfet Hatun adına tamir ettirilmiştir. Lülecihendeği caddesiyle Alihoca sokağının birleştiği köşebaşında yer alan Mihrişah Kadın Çeşmesi aynı adlı mescidin yanındadır. 1145’te (1732-33) yapılmış olup manzum kitâbesi Seyyid Vehbî’ye aittir. Verdinaz Kadın Çeşmesi, I. Mahmud’un beşinci kadınının vakfı olup Yağkapanı Mescidi’nin yakınındadır. Galata’nın birçok çeşmesi gibi bu da Beyoğlu-Taksim su şebekesinin kurulması ile 1732’de yapılan su tesislerindendir. Klasik üslûpta bir mimariye sahip olan çeşmenin manzum kitâbesi Seyyid Vehbî’ye aittir. Günümüzde toprağa gömülmüş durumdadır. Hacı Mehmed Ağa Çeşmesi Şişhane Yokuşu’nun yukarı kısmında, yeni yapılan ve Taksim yönünde giden caddenin kenarındadır. Bugün çukurda kaldığından görünmez durumda olan bu eser 1145’te (1732-33) yapılmış, büyük hazneli mermer kaplı bir çeşmedir. İ. Hilmi Tanışık, el-Hâc Mehmed Ağa’nın 1155’te (1742) ölen mimarbaşı Kayserili Mehmed Ağa olmasına ihtimal verirse de kitâbede “el-Hâc Mehmed ruhiyçün el-Fâtiha” denildiğine göre bu görüşe katılmak mümkün değildir. İçi istiridye kabuğu biçiminde işlenmiş kemeri ve mukarnaslı saçağı ile, aynı tarihe ait Kādirî Tekkesi kapısı yanındaki Sâliha Sultan ve Taksim Meydanı’ndaki Sultan Mahmud çeşmelerinin bir benzeridir. Karabaş Tekkesi Mescidi yakınındaki Hacı Ahmed Ağa Çeşmesi 1145’te (1732-33) yapılan çeşmelerdendir. Gümrük ve Tersane emini Ahmed Ağa tarafından inşa ettirilmiş olup klasik mimari geleneğine uygun özelliklere sahiptir. Galata Kulesi dibinde Lülecihendeği caddesinde 1188’de (1774) yapılmış olan Topçubaşı Mehmed Ağa Çeşmesi’nin bir evin duvarında yalnız kitâbesi kalmıştır. Haznedar Bilâl Ağa Çeşmesi, Lülecihendeği caddesinin Tophane tarafındaki ucunda Humbaracı Yokuşu başında 1211 (1796-97) tarihinde Bilâl Ağa için yaptırılmıştır. Mermer kaplı olan cephesi bütünüyle barok ve empire üslûplarının bir karışımı olarak işlenmiştir. Kitâbesinin yanında ayyıldız kabartmasının varlığı dikkati çeker. Tünel Meydanı’nın Marmara tarafında eski Viktoria, sonra Boton, daha sonra Doğan Apartmanı adlarıyla anılan binanın duvarı içinde kalan Topçubaşı Abdülmü’min Ağa Çeşmesi 1211 (1796-97) tarihli mermer bir çeşmedir. Sultan Mahmud Çeşmesi Perşembepazarı Hamamı’nın yakınındadır. Bu mermer çeşmenin iki satırlık kitâbesi II. Mahmud’un adını vermekle beraber üzerinde tarih yoktur. Mimarisi bakımından yabancı üslûptadır. Necatibey caddesi kenarındaki fevkanî II. Bayezid Mescidi’nin girişi yanında, 1292 (1875) tarihi ve “Saraylı Şekerpare” hanım adına bir çeşme kitâbesi vardır. Esas mimari biçimi hakkında bilgi verecek hiçbir izi kalmayan bu çeşmenin, Sultan İbrâhim’in gözdesi olup daha sonra Mısır’ın güneyinde Habeş sınırındaki İbrim’e sürgün edilen Şekerpare Hatun’la ilgisi olup olmadığı bilinmemektedir. Kuledibi’nde Yüksekkaldırım kenarında, II. Abdülhamid’in Hamidiye suyu şebekesi için yaptırdığı mermer çeşmelerden biri vardı. Üzerinde yalnız tuğra ve 1318 (1900) tarihi bulunan ve yakın zamana kadar akan bu çeşme son yıllarda sökülerek yok edilmiştir. Lâleli Çeşme, Büyükhendek caddesinden Bankalar’a inen yokuşun kenarında köşebaşında bulunmaktadır. Türk çeşme mimarisinde başka benzeri olmayan ve İtalyan mimar R. d’Aronco tarafından İstanbul’da uygulanan “art nouveau” üslûbunun bir örneği olan bu tarihsiz çeşmenin II. Abdülhamid’in son yılları içinde yapıldığı tahmin edilmektedir.


BİBLİYOGRAFYA

, I, 424, 426 vd., 568.

, II, 30 vd.

J. von Hammer, Constantinopolis und der Bosporos, Pesth 1822, II, tür.yer.

Mehmed Râif, Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul 1314.

Celâl Esad [Arseven], Eski Galata ve Binaları, İstanbul 1329; a.e. (haz. Dilek Yelkenci), İstanbul 1989.

Deutsche Übersetzungen türkischer Urkunden, Kiel 1920, IV, nr. 54, 55.

Ahmed Refik [Altınay], Onaltıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), İstanbul 1935, s. 133-134.

İzzet Kumbaracılar, İstanbul Sebilleri, İstanbul 1938, tür.yer.

Fatih Mehmet II Vakfiyeleri (nşr. Vakıflar Umum Müdürlüğü), İstanbul 1938, s. 186.

A. M. Schneider – M. Is. Nomidis, Galata, topographisch-archäologischer Plan mit erläuterndem Text, İstanbul 1944.

, II, tür.yer.

Sadi Nirven, İstanbul Suları, İstanbul 1946.

Naci Yüngül, Taksim Suyu Tesisleri, İstanbul 1957.

, s. 576-579.

W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie Istanbuls, Tübingen 1977, tür.yer.

, s. 121, 126-128, 159, 160, 178, 268.

Kâzım Çeçen, İstanbul’un Vakıf Sularından Taksim ve Hamidiye Suları, İstanbul 1992.

M. Nermi Haskan, İstanbul Hamamları, İstanbul 1995, tür.yer.

Semavi Eyice, “Galata Hakkında İki Kitap ve Bu Münasebetle Bazı Notlar”, , I/1 (1949), s. 201-219.

a.mlf., “İstanbul (Galata)”, , V/2, s. 1214/144-157.

A. Turgut Kut, “İstanbul Sıbyan Mektepleriyle İlgili Bir Vesika”, , II (1978), s. 55-84.

J. Cramer, “Einige Handelsbauten des 18.-19. Jahrhunderts in Galata”, Istanbuler Mitteilungen, XXXIV, İstanbul 1984, s. 417-440.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1996 yılında İstanbul’da basılan 13. cildinde, 307-313 numaralı sayfalarda yer almıştır.