GÜLŞEN-i RÂZ

Şebüsterî’nin (ö. 720/1320) tasavvufî mesnevisi.

Müellif:

Müellif, esere yazdığı yetmiş beyitlik önsözde vahdet-i vücûd görüşünü kısaca anlattıktan sonra eserin telif sebebi hakkında açıklamalarda bulunur. Devrin büyük sûfî müelliflerinden Sühreverdî şeyhi Hüseynî Sâdât’ın, 717 Şevvalinde (Aralık 1317) Tebriz’e bazı sorular ihtiva eden, aruzun hezec bahrinde ve mesnevi tarzında yazılmış bir mektup gönderdiğini söyleyen Şebüsterî, mektup kendisine ulaşınca meclisinde bulunanların arzusu üzerine hemen orada aynı vezinle irticâlen cevap verdiğini anlatır. Şebüsterî, çeşitli mensur eserleri bulunduğunu, ancak o zamana kadar şiir söylemeye kalkışmadığını, mânanın söze bile sığmazken vezne ve kafiyeye hiç sığmayacağını belirtip Ferîdüddin Attâr’ı saygıyla anar. Gülşen-i Râz’ın onun dükkânından sadece bir koku olduğunu, yüzlerce yıl geçse bile Attâr gibi bir şairin gelmeyeceğini söyler. Daha sonra, sorulara cevap vermesini ısrarla isteyen bir dostunun ricası üzerine mektubu getiren kişiye verdiği cevapları birkaç saat içinde biraz genişlettiğini ve eserine Gülşen-i Râz adını vermesini kendisine Allah’ın ilham ettiğini belirtir. Eserin yazma nüshalarında beyit sayısı 999 ile 1008 arasında değişmektedir.

Câmî de Emîr Hüseynî bahsinde bu olayı anlatır, ancak mektuptaki soru sayısı hakkında bilgi vermez. Lutf Ali Beg (Âteşkede, s. 37) ve Rızâ Kulı Han Hidâyet’e (Riyâżü’l-ʿârifîn, s. 139) göre Emîr Hüseynî’nin gönderdiği mektupta on yedi soru vardır. Browne ise on beş soru olduğunu kaydeder (LHP, III, 146-150). Emîr Hüseynî’nin eserlerini ihtiva eden mecmuada yer alan yirmi sekiz beyitlik mektup metninde de on beş soru bulunmaktadır. Gülşen-i Râz’ın yazma nüshalarında mektubun beyit sayısı daha azdır. Eserin metninde ve şerhlerinde bulunmayan açıklayıcı mahiyetteki bu beyitlerin Hüseynî’nin mektubunda bulunması veya sonradan eklenmiş olması mümkündür. Gülşen-i Râz’ın bazı yazma nüshalarında görülen “tersîl”, “kāide” ve “işâret” gibi başlıklar da muhtemelen Şebüsterî tarafından konulmuştur. “Düşünce dedikleri şey nedir?”; “Yolumuzda şart olan hangi düşüncedir?”; “Ben kimim?” sorularının cevaplandırıldığı eserin ilk üç bölümü daha çok felsefî-ilmî bir nitelik taşır. Şebüsterî düşüncenin ne olduğunu anlatırken akıl ve mantık bilgisinin üzerinde durur; Allah yol göstermeyince mantıkla hiçbir kapının açılmayacağını söyleyerek felsefe ve kelâmcıları eleştirir. Ona göre felsefeye düşkün olan hakîm, şaşkınlık içinde kaldığından bu âlemi ancak imkân âlemi olarak görür; “vâcib”i (Allah) mümkinle ispata çalışır. Bundan dolayı “vâcib”in zâtını anlama hususunda hayrete düşer. Aklı varlıkla uğraşıp durduğundan ayağı teselsüle bağlanır. Her şey zıddıyla bilinir. Fakat Allah’ın ne benzeri ne de zıddı vardır. Eşi ve benzeri olmayan Allah’ı aklı rehber edinen filozof nasıl bilebilir. Felsefeciyi parlak güneşi mumla arayan kişiye benzeten Şebüsterî’ye göre âlem Allah’ın nurudur, akılda bu nuru görmeye kudret yoktur. Felsefecinin iki gözü de şaşı olduğundan Allah’ı bir olarak göremez. Allah’ı mahlûkata benzetmek (teşbih) körlükten, O’nu bütün sıfatlardan yoksun saymak ise (ta‘tîle varan tenzih) tek gözlü olmaktan ileri gelir. Hulûl ve tenâsüh görüş darlığından ortaya çıkar. İ‘tizâl yolunu tutan kişi anadan doğma kör gibi bütün yüceliklerden nasipsizdir. Tevhid zevkini tanımayan kelâmcı taklid bulutuyla örtülmüş ve karanlıkta kalmıştır. “Yolcu kimdir?”; “Vahdet sırrına kim vâkıf olur?”; “Ârif olan neyi bilir, anlar?”; “Enelhak diyen kişiye ne dersin?” gibi soruların cevaplandırıldığı bölümlerde eser lirik bir şiir kitabı niteliği kazanır. Daha sonraki bölümlerde şarap, mum, put, zünnar, meyhâne, sâkī, pîr-i mugan gibi tasavvufî mecazlar yorumlanmıştır.

Gülşen-i Râz tasavvufî aşkı, özellikle tasavvufî mecazları ve sûfîlerin bu mecazlardan kastettikleri mânaları anlamak için başvurulması gereken en önemli kitaptır. Bu esere, şairin büyük ölçüde etkisinde kaldığı İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye’si ile Fuṣûṣü’l-ḥikem’indeki fikirler hâkimdir. Ancak ifade bakımından daha çok Attâr’ın ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin tesiri görülür. Gülşen-i Râz, yazıldığı tarihten itibaren vahdet-i vücûdu anlatan ve mecazları yorumlayan müelliflerin Kur’an, hadis ve Mes̱nevî’den sonra başvurdukları ana eser olmuş, birçok kişi tarafından şerhedilmiştir.

Ahmed Gülçîn-i Meânî Gülşen-i Râz’ın otuz beş şerhini tesbit etmiştir. Bunlar arasında, Şebüsterî’nin oğlu tarafından yazılan, ancak günümüze kadar gelmeyen şerh dışında müridlerinden Emînüddîn-i Tebrîzî ile Şücâüddîn-i Kürbâlî, Şah Ni‘metullah-i Velî, Yahyâ-yı Şirvânî, Lâhîcî, Baba Ni‘metullāh-ı Nahcuvânî, İdrîs-i Bitlisî, Muzafferüddîn-i Şîrâzî gibi müelliflerin eserlerini anmak gerekir. Bu şerhlerin içinde en mükemmeli, Nurbahşiyye tarikatı şeyhlerinden Lâhîcî’nin (ö. 912/1506 [?]) Mefâtîḥu’l-iʿcâz fî Şerḥ-i Gülşen-i Râz adlı eseridir (Tahran 1337 hş.). Muînüddin Dehdâr-ı Fânî’nin Îcâz-ı Mefâtîḥu’l-iʿcâz’ı Lâhîcî şerhinin telhisidir. Cemâleddin Hulvî (ö. 1064/1654) aynı şerhi özetleyerek Câm-ı Dilnüvâz adıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1253). Diğer önemli bir şerh olan Kürbâlî’nin Ḥadîḳatü’l-maʿârif’inin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Fâtih, nr. 2608). İmâd-i Fakīh (ö. 773/1371-72), İzzeddin Kâşî’nin Miṣbaḥu’l-hidâye’sinden istifade ederek yazdığı Ṭarîḳatnâme adlı eserinde Gülşen-i Râz’dan örnekler vermiş, Bayramî şeyhlerinden İbrâhim Tennûrî de Gülzâr-ı Ma‘nevî’nin özellikle son bölümlerinde Gülşen-i Râz’dan ilham aldığını söylemiştir. Bu eserde Gülşen-i Râz’dan anlamca nakiller olduğu gibi aynen tercümeler de vardır. Bosnalı Abdullah, Gülşen-i Râz-ı Ârifân adlı mesnevisini Gülşen-i Râz’dan ilham alarak yazmıştır. Sarı Abdullah Efendi Semerâtü’l-fuâd’da Gülşen-i Râz ve Gülzâr-ı Ma‘nevî’den iktibaslar yapmıştır. Gülşen-i Râz’ı ilk olarak XV. yüzyıl sûfîlerinden Elvân-ı Şîrâzî aynı vezinle ve birçok ilâvelerle Türkçe’ye tercüme etmiştir. Bu tercümenin çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları bulunmaktadır (bk. ELVÂN-ı ŞÎRÂZÎ). Gülşen-i Râz Abdülbaki Gölpınarlı tarafından da Türkçe’ye çevrilmiş (Gülşen-i Râz, İstanbul 1944) ve şerhedilmiştir (Gülşen-i Râz Şerhi, İstanbul 1972).

Ahmet Avni Konuk, Gülşen-i Râz’ın 157 beytini Lâhîcî’nin şerhinden faydalanarak şerhetmiş (İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 1810) fakat şerhi tamamlayamamıştır. Muhammed İkbal, Gülşen-i Râz’ın on bir sorusunu dokuz bölüme ayırarak mesnevi tarzında 324 beyit halinde nazmettiği esere Gülşen-i Râz-ı Cedîd adını vermiştir (Tebriz 1261). Bu eserin daha sonra da birçok baskısı yapılmıştır. Gülşen-i Râz son olarak Samed Muvahhid tarafından Şebüsterî’nin külliyatı içinde yayımlanmıştır (Tahran 1362 hş./1983).

Eser, Hammer-Purgstall tarafından Farsça metniyle birlikte Almanca’ya (Mahmud Schebisteri’s-Rosenflor der Geheimnisses, Pest-Leipzig 1830), Whinfield tarafından yine Farsça metniyle birlikte İngilizce’ye (Gulshan-i Rāz. The Mystic Rose Garden of Sa’d ad-Din Mahmud Shabistari, London 1880, 1978) çevrilmiştir.


BİBLİYOGRAFYA

Şebüsterî, Gülşen-i Râz (trc. Abdülkadir Gölpınarlı), İstanbul 1944, mütercimin önsözü, s. A-Ḫ.

, s. 674-675.

, II, 1505.

Lutf Ali Beg, Âteşkede, Bombay 1299, s. 37-38.

Hidâyet, Mecmaʿu’l-fuṣaḥâʾ, Tahran 1284 hş., s. 30-34.

a.mlf., Riyâżü’l-ʿârifîn, Tahran 1316, s. 139-142.

, s. 222.

, III, 146-150.

M. Ali Terbiyet, Dânişmendân-ı Âẕerbâycân, Tahran 1314 hş., s. 334-338.

, I, 169-170, 341; II, 742-743.

, I, 215-220.

, s. 254.

Abdülbaki Gölpınarlı, Gülşen-i Râz Şerhi, İstanbul 1972, s. I-XIV.

, IV, 4298-4299.

Tahsin Yazıcı, “Şebisterî”, , XI, 375.

“Gülşen-i Râz”, , II, 2409.

J. T. P. De Bruijn, “Maḫmūd S̲h̲abistarī”, , VI, 72-73.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1996 yılında İstanbul’da basılan 14. cildinde, 253-254 numaralı sayfalarda yer almıştır.