HÂLİK

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Müellif:

“Yaratmak” anlamındaki halk masdarından sıfat olup “yaratan” demektir. Arap dili uzmanları, halk kelimesinin temel mânasının “takdir” olduğunu kabul ederler. Mütercim Âsım Efendi’nin takdire verdiği Türkçe karşılık ise “oranlamak ve ölçümlemek”tir (, III, 835). Halkın, “bir işi ölçülü ve âhenkli biçimde yapmak” mânasından hareket ederek hâlikı “planlı ve amaçlı (bir anlamda şuurlu) bir şekilde yaratan” diye tanımlamak mümkündür. Gerçek anlamıyla yalnız Allah için kullanılabilen hâlikın bir başka tanımı da “ana maddesi ve modeli olmadan nesneleri icat eden”dir (, “ḫlḳ” md.; Ebü’l-Bekā, s. 430; , III, 835). Halkın ihtiva ettiği takdir mânası bazan şekillendirmek, mevcut ana maddeyi başka bir kalıba dökmek şeklinde de olabilir. Kur’an’da Hz. Îsâ’ya izâfe edilen halk bu mahiyettedir. Ayrıca halk, “gerçekte bir icat olmadığı halde varmış gibi göstermek, yalan uydurmak” anlamında da kullanılır (aş.bk.).

Halk Kur’ân-ı Kerîm’de 171 yerde fiil sîgalarıyla, elli iki yerde de masdar olarak Allah’a nisbet edilmiştir. Hâlik kelimesi sekiz âyette doğrudan doğruya, iki âyette “şekil verenlerin en güzeli” veya “kendilerine yaratıcılık nisbet edilenler içinde yegâne gerçek yaratıcı” anlamındaki ahsenü’l-hâlikīn terkibi içinde, bir âyette de tâzim amacıyla çoğul sîgası kullanılarak, “Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratanlar biz miyiz?” ifadesiyle Allah’a izâfe edilmiştir. İki âyette ise “devamlı ve mükemmel biçimde yaratan” mânasında mübalağa sîgası oluşturan hallâk kelimesi kullanılmıştır (bk. , “ḫlḳ” md.). Kur’an’da toplam 236 yerde Allah’a nisbet edilen halk kavramının çeşitli konu ve muhtevalarının başında göklerin ve yerin yani kâinatın yaratılışı gelir. Bundan başka her şeyin icat edilişi, tabiat düzeninin kurulup korunması, insanın, ona verilen nimet ve yeteneklerin, özellikle de eşinin halkedilmesinden ve herhangi bir konu belirtilmeden mutlak mânada yaratmadan da söz edilir. Bu âyetlerde geçen ve çeşitli ilâhî fiilleri anlatan yaratma genellikle “ana madde olmadan, yoktan yaratma” veya “yokluktan varlık alanına çıkarma” şeklinde anlaşılmaktadır. Yaratma bazan da mevcut bir şeyden, bir ana maddeden gerçekleştirilmektedir. Meselâ Âdem’in topraktan, daha sonra insan türünün üreme mekanizmasına bağlı olarak nutfeden, aşılanmış yumurtadan yaratılışı böyledir (bk. a.g.e., “nṭf” md.). “Sürekli ve mükemmel şekilde yaratan” anlamındaki hallâk, “hakkıyla bilen” anlamındaki alîm ismiyle birlikte iki âyette yer almıştır (el-Hicr 15/86; Yâsin 36/81). Tabiatın ve özellikle insanın yaratılışından, hayatın mânası, amacı ve ikinci bir âlemde sürekliliğinden bahseden âyetlerde “yaratılışın başlatılması ve tekrar edilmesi” ifadesinin sıkça kullanılması dikkat çekmektedir (bk. a.g.e., “ḫlḳ” md.). Öyle anlaşılıyor ki hallâk ismi, bütün tabiatın ve onun içinde yer alıp ilâhî vahye muhatap olan insanın sürekli şekilde Allah ile münasebet halinde olduğunu, O’nun yaratmayı tazeleyerek sürdürmesi suretiyle varlığını devam ettirdiğini ifade etmektedir. İnsanoğlunun bu anlamdaki hayatiyeti ölümden sonra tekrar edilecek yaratma ile yeni boyutlar kazanacaktır.

Halk kavramının Allah’tan başkasına nisbet edilmesine gelince Kur’ân-ı Kerîm, evrenin yaratıcısı ve yöneticisi olan gerçek mâbudun dışında edinilen tanrıların yaratıcılık vasfı bulunmadığını ifade ederek bu kavramın Allah’tan başkasına nisbet edilemeyeceğini beyan etmektedir. Kur’an’ın iki âyetinde Hz. Îsâ’nın çamurdan kuş modeli yaptığı ifade edilirken “halk” masdarından türeyen kelimeler kullanılmıştır (Âl-i İmrân 3/49; el-Mâide 5/110). Ancak burada halk, “ana maddesi ve modeli olmadan yaratma” mânasında olmayıp “mevcut bir maddeden belli bir şekil meydana getirmek” demektir. Bu ise halkın “sûret verme” şeklindeki mecazi mânasıdır. Nitekim iki âyette yer alan “ahsenü’l-hâlikīn” terkibindeki hâlikīn kelimesi “yaratıcılar” değil “şekil verenler” mânasında anlaşılmıştır. Esasen Hz. Îsâ’ya atfedilen halk fiili sürekli olarak “Allah’ın izniyle” kaydı ile sınırlandırılmıştır. Halk kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de bir de “ihtilâk” anlamında, yani “gerçek olmayan şeyi gerçekmiş gibi gösterip yalan uydurmak” mânasında kullanılmıştır: “Siz Allah’ı bırakıp putlara tapıyor ve asılsız sözler uyduruyorsunuz” (el-Ankebût 29/17). Gazzâlî halkın mecaz yoluyla kula da nisbet edilebileceğini söyler. Çünkü Allah ona halkın temel unsurlarını oluşturan ilim ve kudret yeteneklerini vermiştir. Kul kendi gücü çerçevesindeki işleri bir nevi halketmiş olabilir (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 83-84).

Halk, Allah ile kâinat arasındaki münasebeti yani ilâhî fiilleri ifade eden en kapsamlı kavramdır. Mâtürîdî kelâmcılarının “tekvin” kelimesiyle terimleştirdikleri bu fiiller yine onlar tarafından zaman zaman halk, inşâ, ibdâ‘ gibi kelimelerle de anılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’a izâfe edilen fiiller pek çoktur. Bunların arasında halk ile anlam yakınlığı içinde bulunanların sayısı da az değildir. Haşr sûresinin sonunda yer alan ve on yedi ilâhî ismi ihtiva eden üç âyetin (59/22-24) sonuncusunda hâlik bâri’ ve musavvir isimleriyle birlikte zikredilmiştir. Âlimlerin çoğunluğuna göre bu kelimeler eş anlamlı olmayıp yaratmanın birbirini takip eden üç safhasını anlatır. Hâlik “yaratılacak şeyin bütün ayrıntılarını bilip takdir eden”, bâri’ “onu fiilen meydana getiren”, musavvir de “nesnenin kendine has özelliklerini verip fonksiyoner olmasını sağlayan” anlamına gelir. Esmâ-i hüsnâda eş anlamlılık kabul etmeyen Gazzâlî, bu üç ismin fonksiyonunu anlatabilmek için insan planında örnek verir ve hâlikın projelendiren mimara, bâri’in projeyi uygulayan mühendis-kalfaya, musavvirin de tezyinatçıya tekabül edebileceğini söyler (a.g.e., s. 79-80).

Kur’an’da bâri’ ve musavvir isimlerinden başka halk kavramıyla anlam yakınlığı içinde bulunan kelimelerden biri kevn masdarıdır. Birçok âyette fiil (özellikle mâzi) sîgaları yer alan kelimenin mâzi, muzâri ve emir şekilleri Allah’a izâfe edilir (bk. , “kvn” md.). Mâtürîdiyye âlimleri kevnin emir sîgasından (kün) hareketle tekvin terimini oluşturmuşlardır. “Alet, madde, zaman ve mekân olmadan icat etmek” mânasındaki ibdâ‘ kavramına dayanan bedî‘, “icat edip geliştirmek” anlamına gelen inşâ ve bunun sıfat şekli münşî ve yine “icat etmek” mânasındaki ihdas kavramı da Allah’a nisbet edilmiştir (bk. Râgıb el-İsfahânî, “bdʿa”, “ḥds̱”, “nşʾe” md.leri; , aynı md.ler). Kur’an’da bunlardan başka fiil, “yapmak, işlemek” anlamındaki ca‘l, “sanatkârane iş yapmak” mânasındaki sun‘, “yaratıp meydana çıkarmak” anlamındaki zer‘ kavramları da fiil veya sıfat sîgalarıyla zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in otuz beşinci sûresine adını veren ve sûrenin ilk âyetinde “göklerin ve yerin yaratıcısı” mânasıyla yer alan fâtır altı âyette bu sîga ile, sekiz âyette mâzi sîgasıyla ve bir âyette de lafza-i celâle muzaf olmuş fıtrat kelimesiyle Allah’a nisbet edilmiştir. Fatrın asıl mânasının “yarmak” olduğu belirtilir (, “fṭr” md.). Bu anlamdan hareket edildiği takdirde meselâ tohumun çatlamasını, hücrenin bölünmesini sağlamak suretiyle yaratmayı tekrar etmek mânası öncelik kazanır. Bunun yanında fatrın “ilkin yaratmak, yok olan bir şeye vücut vermek” anlamına dikkat çekenler de vardır (İbnü’l-Esîr, “fṭr” md.; , “fṭr” md.). Kur’an’da Allah’a nisbet edilen fâtır isimlerinin hepsi “göklerin ve yerin (tabiatın) yaratıcısı” mânasını taşımaktadır. Diğer sîgaları ise bu anlamın yanında özellikle vahye muhatap olan insanın yaratılışını ifade etmektedir (bk. , “fṭr” md.).

Hâlik ismi doksan dokuz esmâ-i hüsnâ rivayetlerinin ikisinde de yer aldıktan başka (İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10; Tirmizî, “Daʿavât”, 82) diğer bazı hadis metinlerinde de görülmekte, ayrıca birçok rivayette fiil sîgalarıyla Allah’a nisbet edilmektedir (bk. , “ḫlḳ” md.).

Hâlik ismi ilâhî fiilleri büyük ölçüde muhtevasında özetleyen bir kavramdır. Allah’ın sıfatlarını ele alan âlimler ve ekoller, kendi sistemleri çerçevesinde O’nun fiillerine ve bu arada halk sıfatına dair görüşlerini ifade ederler. Fiilleri hâdis kabul edenler veya birbirine bağlı olarak ilim, kudret ve irade sıfatlarından ayrı olarak müstakil ilâhî fiillerin mevcudiyetini ispata gerek görmeyenler (Mu‘tezile, Eş‘ariyye), hiçbir yaratık yokken (ezelde) zât-ı ilâhiyyeyi yaratıcılıkla nitelemeyi doğru bulmazlar. Mâtürîdîler ise zâtın sonradan sıfat edinemeyeceği, ona yüklenecek bütün mânaların ezelden beri mevcut olduğu görüşüne öncelik tanırlar. Gazzâlî bu iki grup arasındaki ihtilâfın ilmî bir temele dayanmadığını belirterek Allah’ın ezelde bilkuvve, daha sonra da bilfiil yaratıcı olduğunu söylemenin sakıncalı görülmediğini belirtir (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 31-32; ayrıca bk. FİİL; TEKVİN).

Hâlik Allah’ın kevnî isimleri arasında yer alır. Halîmî bu ismi, zât-ı ilâhiyyeye yaratma fiilini nisbet eden isimler arasında zikreder (el-Minhâc, I, 190, 193), İbn Hacer de aynı görüşü benimsemekle birlikte hâlik ismiyle yalnız “yaratılacakların temel özelliklerini belirleyen” (mukaddir) mânası kastedildiği takdirde irade sıfatına râci olacağından bunun zâtî isim veya sıfatlardan sayılacağını belirtir (Fetḥu’l-bârî, XIII, 402-403). Aslında Fahreddin er-Râzî’nin de kaydettiği gibi (Levâmiʿu’l-beyyinât, s. 212-213) böyle bir durumda hâlik ismi ilim, kudret ve irade sıfatlarına râci olur.

Hâlik ismiyle, yukarıda zikredilenlerden başka “ölümden sonra dirilten” mânasındaki bâis, “her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare eden” mânasındaki kayyûm, “kâinatın bütün işlerini gözetip yöneten” anlamındaki müheymin ve “can veren – öldüren” anlamlarındaki muhyî-mümît isimleri arasında anlam yakınlığı vardır.


BİBLİYOGRAFYA

, “ḫlḳ” md.

, “bdʿa”, “ḥds̱”, “ḫlḳ”, “fṭr” “nşʾe” md.leri.

, “ḫlḳ”, “fṭr” md.leri.

, “ḫlḳ”, “fṭr” md.leri.

, s. 29-30, 414, 429-430.

, III, 835; IV, 835.

, “ḫlḳ”, “fṭr” md.leri.

, “ḫalîḳa” md.

, “bdʿa”, “ḥds̱”, “ḫlḳ”, “nṭf”, “fṭr”, “kvn”, “nşʾe” md.leri.

İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10.

Tirmizî, “Daʿavât”, 82.

Zeccâc, Tefsîru esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984 → Dımaşk, ts. (Dârü’s-sekāfeti’l-Arabiyye), s. 35-37.

, I, 190-195.

Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 105b, 108a.

, s. 31-32, 79-80, 83-84, 174.

Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aḳṣâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 106b-108a.

, s. 283-285.

, s. 210-219.

, XIII, 402-403.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1997 yılında İstanbul’da basılan 15. cildinde, 303-304 numaralı sayfalarda yer almıştır.