Hasâis kelimesi, “bir şeye veya bir kimseye sadece onda bulunan bir özellikle üstünlük nisbet etmek” anlamındaki hass (husûs) masdarından isim olan hâssıyyetin çoğulu olup “meziyetler ve üstün özellikler” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “ḫṣṣ” md.; Kāmus Tercümesi, II, 1166). Bu kelimeye ilk döneme ait sözlüklerde rastlanmaz. Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed el-Kummî’nin (ö. 350/961) Ḫaṣâʾiṣü’n-nebî adlı eseri terimin ilk defa IV. (X.) yüzyılda kullanıldığını göstermektedir.
Hasâisü’n-nebînin Kur’an ve Sünnet’te birçok delili vardır. Özellikle Ahzâb sûresinin yarısı (33/28-59) Resûl-i Ekrem’e ait hükümlerden bahseder. Yine Resûlullah’a gece namazı kılmasını emreden âyette “sana mahsus bir nâfile olmak üzere” (el-İsrâ 17/79) ifadesi de bunu belirtir. Hadislerde bizzat Hz. Peygamber’in bazı uygulamaları kendisine münhasır kıldığı görülür. Meselâ Resûlullah, Mekke’nin Harem bölgesinde yasaklanan fiilleri sayarken kendisinin bu yerde savaştığını söyleyerek aynı şeyi isteyebileceklere karşı Allah’ın bu izni fetih günü kısa bir süre için yalnız kendisine verdiğini belirtmiş ve ardından Harem’in eski statüsüne döndüğünü bildirmiştir (Buhârî, “ʿİlim”, 37). İbn Hacer, söz konusu hadisten çıkarılan hükümleri açıklarken bu fiilin Hz. Peygamber’in hasâisinden olduğunu, ayrıca ona has bazı imtiyazların bulunduğunu ispat ettiğini kaydetmektedir (Fetḥu’l-bârî, I, 199).
Hasâis müellifleri Resûl-i Ekrem’e münhasır kılınan ilâhî hüküm ve lutufları genellikle farzlar, haramlar, mubahlar ve sadece ona lutfedilen üstünlükler olmak üzere dört grup halinde incelemişlerdir. Yalnız Hz. Peygamber’e münhasır kılınan farzlar şunlardır: Kuşluk, vitir ve teheccüd namazlarını kılmak, kurban kesmek, misvak kullanmak, hilim sahibi insanlarla istişare etmek, sayıca çok olsa bile düşmana karşı koymak, borçlu olarak vefat eden müslümanların borçlarını ödemek, başladığı bir nâfile ibadeti yarım bırakmamak, kötülüğü en uygun şekilde bertaraf etmek. Bunlar müslümanlara da tavsiye edilmekle beraber Resûl-i Ekrem’e farz kılınmıştır.
Sadece Hz. Peygamber’e haram kılınan hususlar şöylece özetlenebilir: Zekât almak, gerektiği halde savaşa girmekten çekinmek, dünya malına göz dikmek (el-Hicr 15/88), sanığın suçluluğunu ispat ve ilân etmeden gizlice cezalandırılmasını emretmek, yaptığı iyiliği çok görerek başa kakmak (el-Müddessir 74/6). Dünya malına göz dikmek ve yapılan iyiliği başa kakmak müslümanlar için de hoş görülmemekle birlikte bunlar Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber için haram derecesinde yasaklanmıştır.
Resûl-i Ekrem’e has bazı mubahlar şunlardır: İftar etmeden peş peşe birkaç gün oruç tutmak (savm-ı visâl), ganimet malları taksim edilmeden önce onların içinden dilediğini almak, ganimet mallarının ve gayri müslimlerden alınan vergilerin beşte birini istediği gibi kullanmak (krş. el-Enfâl 8/41; el-Haşr 59/7), Mekke’ye ihramsız girebilmek, vefatından sonra malının vârislerine miras olarak kalmaması, yaygın olan kanaate göre kendini ve çocuklarını ilgilendiren konularda hüküm verebilmesi (zira peygamberler mâsum olduğundan onların taraf tutması düşünülemez), uyumakla abdestinin bozulmaması. Bunların yanında Hz. Peygamber’in gerektiğinde mescide cünüpken girmesi, sebepsiz yere birine lânet etmesi ve bir kişiye eman verdikten sonra bundan dönme yetkisinin bulunması onun için mubah olan hususlar arasında sayılmışsa da bu konulardaki rivayetlerin zayıf olduğu ve bu görüşlerin bazı hadislerin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır (İbnü’l-Mülakkın, s. 181-187). Resûl-i Ekrem’e has mubahların bir kısmı da onun evlenmesiyle ilgilidir. Dört hanımdan fazlasını bir nikâh altında bulundurmak, kendisini Resûlullah’a adayan bir kadınla mehir vermeksizin evlenebilmek (bk. el-Ahzâb 33/50), ihramda iken nikâh akdedebilmek ona tanınan imtiyazlardandır. Hanımlarından dilediğini yanına almasına izin veren âyeti (el-Ahzâb 33/51) onlar arasında nöbetle dolaşması şeklinde anlayanlara göre Resûl-i Ekrem’in dilediği eşinin yanında daha fazla kalmaya hakkı vardır. Bununla beraber Resûlullah hayatı boyunca hanımları arasında âdil davranmıştır. Bazı fiillerin sadece Resûl-i Ekrem’e mubah kılınmasının sebebi, Allah’ın ona tanıdığı yetkilerin genişliğini göstermek ve bu mubahların diğer insanların aksine Resûlullah’ı itaatten alıkoymadığına dikkat çekmektir.
Hz. Peygamber’e lutfedilen üstünlüklere dair kaleme alınan ve bir “fezâilü’n-nebî” edebiyatı oluşturacak kadar çok olan eserlerin bir kısmı Resûlullah’ın diğer peygamberlerden üstünlüğünü konu edinmiş, bir kısmı da onun insanlardan, cinlerden, meleklerden ve bütün yaratıklardan üstün olduğu hususunu ele almıştır. Fezâil müellifleri, Resûl-i Ekrem’in bu üstünlüklerini kanıtlayabilmek için öncelikle âyetlerden deliller getirmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de, peygamberlerden bir kısmının bir kısmına üstün kılındığı ve bazılarının derecelerinin yükseltildiğinin bildirilmesinden (el-Bakara 2/253; el-İsrâ 17/55) Allah nezdindeki konumlarının farklı olduğu sonucu çıkarılmış, Resûlullah’ın âlemlere rahmet olarak gönderildiğini (el-Enbiyâ 21/107), kavminin içinde bulunduğu sürece Allah’ın onlara azap indirmeyeceğini (el-Enfâl 8/33) beyan eden âyetlerden de onun bütün peygamberlerden üstün olduğu neticesine varılmıştır.
Kur’an’da Hz. Peygamber’in faziletine delâlet eden birçok âyet vardır. Allah’ın diğer peygamberlerden, Hz. Muhammed’e inanıp ona yardım edeceklerine dair söz alması (Âl-i İmrân 3/81), Resûl-i Ekrem’le konuşanların seslerini yükseltmelerinin yasaklanması (el-Hucurât 49/2), öteki peygamberlere hem Allah Teâlâ hem de ümmetleri kendi isimleriyle hitap ettikleri halde (el-Bakara 2/35; el-Mâide 5/110; el-A‘râf 7/134, 144; Hûd 11/32, 48, 62; Meryem 19/12; es-Sâffât 37/104; Sâd 38/26), Allah’ın Hz. Muhammed’e ismiyle değil “ey nebî” (el-Enfâl 8/64; el-Ahzâb 33/1), “ey resul” (el-Mâide 5/67; et-Talâk 65/1) gibi sıfatlarla hitap etmesi, sahâbîlerin birbirlerine seslendikleri gibi Resûlullah’a seslenmelerinin menedilmesi (en-Nûr 24/63), Kur’an’da sadece Hz. Muhammed’in hayatına yemin edilmesi (el-Hicr 15/72) onun faziletleri olarak kabul edilmiştir. Diğer peygamberlerin yalnız kendi ümmetlerine gönderilmesine karşılık Resûl-i Ekrem’in bütün insanlığa hitap etmesi de (el-A‘râf 7/158; el-Enbiyâ 21/107; Sebe’ 34/28) onun daha faziletli olduğuna bir delildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin tamamına yakın kısmı Hz. Peygamber’in bütün meleklerden üstün olduğu görüşündedir. Ancak Mu‘tezile âlimleriyle birlikte diğer bazı âlimler Cebrâil’in daha üstün olduğu fikrine meyletmişlerdir (geniş bilgi için bk. Nebhânî, el-Feżâʾilü’l-Muḥammediyye, s. 68-70).
Resûlullah’ın faziletlere dair eserlerde ondan bahseden âyetlerin hemen hemen tamamı üzerinde durulmuş olmakla birlikte konuyla ilgili görülen 100’ü aşkın âyetin hepsinin Hz. Peygamber’in üstünlüğünü ele aldığını söylemek güçtür. Ancak bu âyetlerde ona eza vermenin yasaklanması, kendisine salât ve selâm getirmenin ve itaatin emredilmesi, insanlığa gözetleyici, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderildiğinin bildirilmesi, Resûlullah’ın ümmetine, ümmetinin ona nasıl davranacağının açıklanması onun üstünlüğünün işaretleri olarak değerlendirilebilir (bu âyetler için bk. a.g.e., s. 45-73).
Önceki mukaddes kitaplarla bunların etrafında oluşan Ehl-i kitap kültüründe Hz. Peygamber’in sıfatlarından bahseden bölümler de onun üstünlüğüne delil teşkil etmiştir. Bu sıfatların nelerden ibaret olduğunu, genellikle Ehl-i kitap’tan müslüman olan sahâbîlerin rivayetlerinde görmek mümkündür. Bunlar Resûl-i Ekrem’i kaba ve haşin davranmayan, çarşı pazarda bağıra çağıra dolaşmayan, kötülüğe kötülükle karşılık vermeyen, affedici ve mütevekkil bir kul olarak tanıtır (Ahmed Hicâzî es-Sekkā, tür.yer.).
Resûl-i Ekrem’in üstünlüğüne temas eden hadisleri, dünyaya ve âhirete ait üstünlükleri ele alanlar olmak üzere iki grupta toplamak mümkündür. Dünyevî üstünlükleriyle ilgili rivayetler fazla değildir. Bunların en meşhuru, önceki peygamberlere verilmeyen beş özelliğin Resûlullah’a verildiğine dair rivayettir (Buhârî, “Teyemmüm”, 3, “Ṣalât”, 56, “Ḫumus”, 8; Müslim, “Mesâcid”, 3; Nesâî, “Ġusül”, 26). Buna göre Hz. Peygamber’e bir aylık mesafeden düşmanlarının kalbine korku salma özelliği verilmiş, yeryüzü namazgâh, temiz ve temizlik sebebi kılınmış, ganimetler ona helâl sayılmış, diğer nebîler sadece kendi kavimlerine gönderildiği halde o bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiş ve kendisine şefaat etme hakkı tanınmıştır. Başka bir rivayette, bu özelliklerin yanında kendisine az sözle çok mâna ifade etme (cevâmiu’l-kelim) kabiliyeti verildiği ve rüyasında yeryüzü hazinelerine ait anahtarların getirilip önüne konulduğu bildirilir. Resûl-i Ekrem’in dünyaya ait üstünlüklerinden biri de en temiz ve en şerefli bir soydan gelmesidir. Bunu çeşitli ifadelerinde belirten Hz. Peygamber (Müsned, II, 373; Buhârî, “Menâḳıb”, 23; Müslim, “Feżâʾil”, 1; Tirmizî, “Menâḳıb”, 1) soyunun hep meşrû evliliklerle süregeldiğini söylemiştir (Süyûtî, I, 37). Onun bu üstünlüğü, kendisinden sonra neslini sürdüren Ehl-i beyt ile devam etmiştir. Allah Teâlâ’nın Ehl-i beyt’ten pisliği giderip onları tertemiz kılmayı arzu ettiği (el-Ahzâb 33/33), Resûlullah’a malın kiri sayılan zekâtı ve sadakayı yasakladığı, buna karşılık ganimetlerin beşte birini kendisine ve resulüne ayırdığı (el-Enfâl 8/41; el-Haşr 59/7; Semhûdî, I/2, s. 29) dikkate alınınca Hz. Peygamber’in asalet ve temizliğin zirvesinde olduğu anlaşılır. Son peygamber Hz. Muhammed’in kıyamete kadar devam etmek üzere getirdiği İslâmiyet’in en mükemmel din olması gerekir. Ayrıca Resûl-i Ekrem, dinlerin topluma kazandırmaya çalıştığı iyi ve güzel ahlâkı tamamlamak, sözleri ve fiilleriyle onu temsil etmek amacıyla gönderildiğini açıklamıştır (Müsned, II, 381; el-Muvaṭṭaʾ, “Ḥüsnü’l-ḫuluḳ”, 8). Şüphe yok ki bu üstün görevi yerine getirebilmek için güzel ahlâkın doruk noktasında bulunmak gerekir. Bu sebeple Resûlullah en üstün ahlâk ve faziletlerle donatılmıştır (el-Kalem 68/4). Bunların yanında Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in müminlere kendi canlarından, dolayısıyla öz babalarından daha yakın ve daha müşfik olduğu ifade edilmiş ve eşleri de bütün müslümanların anneleri olarak nitelendirilmiştir (el-Ahzâb 33/6, 53).
Resûl-i Ekrem’e âhiret hayatında verilen üstünlükler ise pek çoktur. Allah’ın Hz. İbrâhim’i dost edinmesini (en-Nisâ 4/125), Mûsâ’ya hitap ederek konuşmasını (en-Nisâ 4/164), Îsâ’nın Allah’ın kelimesi ve ruhu olmasını (en-Nisâ 4/171), Hz. Âdem’in Allah nezdinde seçilmiş bir kul vasfı taşımasını hayret verici bulan bazı sahâbîlere Resûlullah bunların hepsinin doğru olduğunu söylemiştir. Ancak kendisinin de Allah’ın habibi olduğunu, kıyamet gününde Âdem’in ve diğer peygamberlerin kendisinin dûnunda bir mevkide bulunacağını, hamd sancağını kendisinin taşıyacağını, ilk defa kendisinin şefaat edeceğini, cennetin kapı halkalarını ilk önce kendisinin hareket ettireceğini, Allah’ın ilk defa kendisini içeri alacağını, beraberinde de müminlerin fakirlerinin bulunacağını ve Allah katında öncekilerin ve sonrakilerin en değerlisinin kendisi olduğunu belirtmiş, bu özelliklerin her birinin sonunda, “Bunu övünmek için söylemiyorum” cümlesini tekrarlamıştır (Dârimî, “Muḳaddime”, 8; Tirmizî, “Menâḳıb”, 1). Ayrıca Resûl-i Ekrem, kabirden ilk defa kendisinin çıkacağını, kimsenin konuşmaya cesaret edemeyeceği o dehşetli günde bütün insanlar adına konuşup huzûr-ı ilâhîde onların dertlerini anlatacağını, arasat meydanındaki vakfenin uzayıp insanların alabildiğine bunalacağı kıyamet gününde hesabın başlaması için kendisinin şefaat edeceğini, ümitsizliğe düştükleri zaman şefaatinin kabul edildiğini onlara müjdeleyeceğini bildirmiştir. Hz. Peygamber ve ümmeti dünyada son peygamber ve son ümmet olmakla beraber âhirette en önde bulunacaklardır (Buhârî, “Cumʿa”, 1, 12; Müslim, “Cumʿa”, 19, 21). Resûl-i Ekrem’in âhiretle ilgili faziletleri arasında şefaat hakkı önemli bir yer tutar. Her peygamberin kabul edilmiş bir duası olduğunu söyleyen Resûlullah, kendi duasını kıyamet gününde ümmetine şefaat etmek için sakladığını haber vermiştir (Müslim, “Îmân”, 335).
Literatür. Araştırmalar, hasâis konusuna ilk temas eden âlimin İmam Şâfiî (ö. 204/820) olduğunu göstermektedir. Ona göre Allah vahyini sadece Resûlullah’a göndermek, insanlara ona itaat etmeyi farz kılmak suretiyle kendisiyle diğer insanların konumunu ayırmış, Resûl-i Ekrem’in kendisine olan yakınlığını arttırmak ve şanını yüceltmek için ümmetine yüklemediği bazı hükümleri ona farz kılmış, ümmeti için yasakladığı bazı hususları da kendisine mubah kılmıştır (Müzenî, VIII, 263). Şâfiî fıkhına dair eser yazan müellifler, İmam Şâfiî’yi örnek alarak kitaplarının nikâh bahsinde Hz. Peygamber’in hasâisine uzunca yer vermişlerdir. İlk dönem hadis eserlerinde hasâis isminden ziyade fezâil kelimesine tesadüf edilir. Meselâ Dârimî es-Sünen’inde, “Hz. Peygamber’e verilen bazı üstünlükler” adı altında bir bab düzenlemiş ve burada on hadis rivayet etmiştir (“Muḳaddime”, 8). İbn Hibbân, el-Müsnedü’ṣ-ṣaḥîḥ’inin uzun mukaddimesinde Resûlullah’ın fiillerini gruplandırırken yirmi üçüncü bölüm olarak “sadece Peygamber’e tahsis edilen fiiller” başlığını açmıştır (İbn Belbân, I, 132). “Delâilü’n-nübüvve” türü eserlerde de bu konuyla ilgili rivayetler yer almaktadır. Nitekim Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin Delâʾilü’n-nübüvve’sinde Resûl-i Ekrem’e verilen üstünlüklerle diğer peygamberlere verilen üstünlüklerin mukayese edildiği bir bölüm bulunmaktadır (II, 750-801). Beyhakī ise hasâise dair rivayetleri kısaca kaydettikten sonra konunun nikâh bahsine ait hükümlerini es-Sünenü’l-kübrâ’sında zikrettiğini ifade eder (Delâʾilü’n-nübüvve, V, 470-491). Onun naklettiği bazı rivayetler hakkında yaptığı isabetli değerlendirmeler esere ayrı bir değer kazandırmaktadır. Kādî İyâz da hasâisle ilgili pek çok konuyu fasıllar halinde işlemiş, eserinin başında Hz. Peygamber’in üstünlüğüne temas eden âyetlerin tamamını zikretmiş (eş-Şifâʾ, I, 15-66), onun âhirete ait üstünlüklerini anlatan hadisleri ayrı bir fasılda ele almış (a.g.e., I, 273-279), Resûl-i Ekrem’in hasâisinin ele alındığı bölümde ise onun melekler ve cinlerle haber göndermesi, Allah’ın melekler vasıtasıyla ona yardım etmesi ve cinlerin ona itaati konularını incelemiştir (a.g.e., I, 511-515). Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Hz. Peygamber’in sîretini konu alan el-Vefâ bi-aḥvâli’l-Muṣṭafâ adlı eserinde, Resûlullah’ın diğer peygamberlere üstünlüğüne dair bir bölümle (I, 353-371) onun hasâisini konu alan ikinci bir bölüme yer vermiştir (I, 372-373).
Tesbit edilebildiği kadarıyla hasâis kelimesini eserlerinin adında ilk defa kullanan müelliflerin başında, Ḫaṣâʾiṣü’n-nebî ve âli beytihî adlı eserin müellifi Şiî âlimi Ebû Ca‘fer Ahmed b. Muhammed el-Kummî (ö. 350/961) gelmektedir. Daha sonra Ebü’r-Rebî‘ Süleyman b. Sebu‘ es-Sebtî’nin (ö. 520/1126) Şifâʾü’ṣ-ṣudûr fî aʿlâmi nübüvveti’r-Resûl ve ḫaṣâʾiṣihî adlı eseri zikredilebilir. Müellif bu eserini, el-Muḫtaṣar min ḫaṣâʾiṣi’n-nebî ve mâ ḫaṣṣallāhu bihî dûne sâʾiri’l-beşer adıyla ihtisar etmiştir (Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, nr. 168). Bu konuda Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin ed-Dürrü’s̱-s̱emîn fî ḫaṣâʾiṣi’n-nebiyyi’l-emîn adlı bir kitabının olduğu bilinmektedir. İbn Dihye el-Kelbî’nin Nihâyetü’s-sûl fî ḫaṣâʾiṣi’r-Resûl’ü de (Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, nr. 19507B., 21494B.; Berlin Ktp., nr. 2567; Brockelmann, GAL, I, 380; Suppl., I, 545) önemli sayılabilecek ilk eserlerdendir. Kitapta herhangi bir tertip gözetilmeksizin “min hasâisihî” başlığı altında sadece Hz. Peygamber’e verilen üstünlükler sıralanmış, konunun delillerine pek temas edilmemiştir. İbnü’l-Mülakkın’ın Ġāyetü’s-sûl fî ḫaṣâʾiṣi’r-Resûl adlı eseri (bk. bibl.), sistematiği açısından kendisinden sonra yazılan kitaplara örnek teşkil etmiştir. Müellif eserini dört ana bölüme ayırmış ve her bölümü kendi arasında nikâh bahsine ait olan ve olmayan meseleler şeklinde iki kısımda ele almıştır. Resûl-i Ekrem’e mahsus olduğu belirtilen doksan sekiz meselenin zikredildiği kitapta genellikle konunun delilleri verilmiş ve Hz. Peygamber’in hanımlarını anlatan kısımlar daha geniş bir şekilde incelenmiştir. Bu hususta Moğultay b. Kılıç’ın da Ḫaṣâʾiṣü’n-nebî isimli bir kitabı vardır (Süleymaniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 428/4). Eser, Resûlullah’ın hayatının tarihî seyri içinde hasâise ait bazı konuların kısaca verildiği bir risâle niteliğindedir. Yûsuf b. Ahmed ed-Dımaşkī’nin Risâle fî feżâʾili’n-nebî ve ḫaṣâʾiṣihî adlı eseri ise iki bölüm ve bir hâtimeden oluşur. Birinci bölümde Resûlullah’ın fezâili, ikinci bölümde hasâisi, hâtimede de Kur’an’ın faziletleri ele alınmıştır (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2085). Ayrıca Ziyâeddin el-Makdisî’nin Ẕikru mâ uʿṭıye nebiyyünâ Muḥammed dûne’l-enbiyâʾ adlı eserinden başka (Zâhiriyye Ktp., Mecmua, nr. 110, müellif hattı) İbnü’l-Haydırî’nin oldukça hacimli el-Lafẓü’l-mükerrem bi-ḫaṣâʾiṣi’n-nebî’si de (Süleymaniye Ktp., Karaçelebizâde Hüsâmeddin, nr. 70; Lâleli, nr. 633; TSMK, Medine, nr. 440) burada zikredilmelidir. Eserin tasnifinde iki mukaddimeden sonra İbnü’l-Mülakkın’ın kitabı esas alınmıştır. Müellif zikrettiği hadislerin kaynaklarını vermeye çalışmış, bunların sağlamlık derecesini incelemiş ve râviler hakkında yapılan değerlendirmeleri aktarmış, zayıflığına hükmettiği hadislerin zayıflık sebeplerini açıklamıştır. Ancak müellifin, hadisleri değerlendirme konusunda gösterdiği titizlik eserin dördüncü bölümü olan fezâil kısmında görülmemektedir. Süyûtî’nin el-Ḫaṣâʾiṣü’l-kübrâ’sı, Hz. Peygamber’in mûcizelerini anlatmayı hedefleyen delâilü’n-nübüvve türü eserlere benzemektedir (bk. el-HASÂİSÜ’l-KÜBRÂ). Şemseddin İbn Tolun’un Mürşidü’l-muḥtâr ilâ ḫaṣâʾiṣi’l-Muḫtâr’ı bu konuda yazılmış en hacimli kitaplardan biridir (nşr. Bahâ’ Muhammed eş-Şâhid, Riyad, ts. [Mektebetü’l-İmâm eş-Şâfiî]). Müellif, bir mukaddime ve sekiz bölüm halinde düzenlediği, muhtevasının zenginliğiyle dikkati çeken kitabında konuları işlerken ihtilâflı meselelere geniş yer vermiş ve her bölümün sonuna Süyûtî’nin eserinden bazı bilgiler eklemiştir. Bu türün günümüze geldiği bilinen diğer eserlerinden bazıları da şunlardır: Ömer b. Ali el-Ensârî el-Vâdîâşî, Ḫaṣâʾiṣü’n-nebî (Dârü’l-kütüb, Tarih, nr. 460); Tâceddin es-Sübkî, Urcûze fî ḫaṣâʾiṣi’n-nebî; Sürremerrî, Ḫaṣâʾiṣu seyyidi’l-ʿâlemîn (Zâhiriyye Ktp., nr. 9452); İbnü’l-Hâim, Taʿlîḳ ʿale’l-Ḫaṣâʾiṣi’n-nebeviyye; İbn Hacer el-Askalânî, el-Envâr bi-ḫaṣâʾiṣi’l-muḫtâr; İbn Abdüsselâm el-Menûfî, el-Lafẓü’l-mükerrem bi-ḫaṣâʾiṣi’n-nebî; İbn Allân, İtḥâfü ehli’l-İslâm ve’l-îmân bi-beyâni enne’l-Muṣṭafâ lâ yaḫlû ʿanhu zamân (Zâhiriyye Ktp., nr. 9276); Ebü’l-Vefâ el-Keşmîrî, Envârü’n-nübüvve fi’l-ḫaṣâʾiṣ; Ahmed b. Muhammed el-Eş‘arî, Ḫulâṣatü’ṣ-ṣafâ min ḫaṣâʾiṣi’l-Muṣṭafâ; Muhammed b. Akīle, ʿUnvânü’s-saʿâde fîmâ ḫuṣṣa nebiyyünâ ḳable’l-vilâde; Veliyyullah b. Habîb el-Leknevî, Keşfü’l-esrâr fî ḫaṣâʾiṣi seyyidi’l-ebrâr; Molla Halîl Siirdî, Maḥṣûlü’l-mevâhibi’l-eḥadiyye fi’l-ḫaṣâʾiṣ ve’ş-şemâʾili’l-Muḥammediyye; Şa‘bân Muhammed İsmâil, Min ḫaṣâʾiṣi’n-nebî ve şemâʾilih (Riyad 1980) (Selâhaddin el-Müneccid, s. 187-190). Ebû Abdullah Cemâleddin Sâlim b. Nasrullah el-Hamevî’nin Ḫaṣâʾiṣü’l-enbiyâʾsı, Zeynüddin b. Muhammed el-Hâdî el-Berzencî ve Kemâleddin Muhammed b. Muhammed eş-Şâmî’nin el-Ḫaṣâʾiṣü’n-nebeviyye adlı eserleri de burada zikredilmelidir.
Hasâisü’n-nebîye dair eser yazan bazı müellifler isim olarak “fezâil” kelimesini tercih etmişlerdir. Fâtımî dâîlerinden Kādî Nu‘mân b. Muhammed’in (ö. 363/974) Feżâʾilü’n-nebiyyi’l-muḫtâr ve âlihi’l-muṣṭafeyne’l-aḫyâr’ı ile bu eserin şerhi olan Şerḥu’l-aḫbâr fî Feżâʾili’n-nebiyyi’l-muḫtâr ve âli’l-muṣṭafeyne’l-aḫyâr mine’l-eʾimmeti’l-aṭhâr’ı türün ilk örnekleri olmalıdır. Ferrâ el-Begavî’nin el-Envâr fî feżâʾili(şemâʾili)’n-nebiyyi’l-muḫtâr’ı (nşr. İbrâhim el-Ya‘kūbî, Beyrut 1409/1989), Cemmâilî’nin Feżâʾilü ḫayri’l-beriyye’si (el-Âs̱ârü’l-merżıyye fî feżâʾili ḫayri’l-beriyye), Ebû Şâme el-Makdisî’nin el-Muḳtefâ fî ẕikri feżâʾili’l-Muṣṭafâ’sı, İbnü’l-Müneyyir’in el-İḳtifâ fî feżâʾili’l-Muṣṭafâ’sı, İbnü’l-Bârizî’nin Tevs̱îḳu ʿura’l-îmân fî feżâʾili ḥabîbi’r-raḥmân’ı, Hasan b. Muhammed el-Hasenî’nin Nefâʾisü’d-dürer fî feżâʾili ḫayri’l-beşer’i, İbn Habîb el-Halebî’nin el-Muḳtefâ fî ẕikri feżâʾili’l-Muṣṭafâ’sı (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2101; Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, Tarih, nr. 309), İbnü’l-Hür diye de anılan Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Basrî’nin el-Lübâb fî feżâʾili’n-nebî ve’l-aṣḥâb’ı (Kütahya Tavşanlı Zeytinoğlu Halk Ktp., nr. 94) bu konuyla ilgili bilinen eserlerdendir. Yakın dönemde yapılmış çalışmalar arasında, Abdullah b. Muhammed b. Sıddîk el-Gumârî’nin el-Eḥâdîs̱ü’l-münteḳā fî feżâʾili ṣallallāhü ʿaleyhi ve sellem (Kahire 1974), Muhammed Abdülvâhid’in Tuḥfetü’l-etḳıyâ fî feżâʾili seyyidi’l-enbiyâʾ (Delhi 1319/1900), İbnü’l-Müneyyir diye anılan Muhammed Ârif b. Ahmed Saîd el-Hüseynî’nin Ḥamîdetü’z-zamân bi-efḍaliyyeti’r-Resûli’l-aʿẓam ʿalâ sâʾiri’l-enbiyâʾ bi-naṣṣi’l-Ḳurʾân (Zâhiriyye Ktp., nr. 8614), Abdullah b. Muhammed es-Sıddîk el-Hasenî’nin Feżâʾilü’n-nebî fi’l-Ḳurʾân ve Muhammed Mahfûz Şehâme Cenk’in Ḳurretü’l-ʿayn fî is̱bâti feżâʾili seyyidi’s̱-s̱eḳaleyn adlı eserleri sayılabilir (Selâhaddin el-Müneccid, s. 198-200). İzzeddin İbn Abdüsselâm’ın (ö. 660/1262), Resûlullah’ın üstünlüğüne dair kırk hadisi ihtiva eden Bidâyetü’s-sûl fî tafḍîli’r-Resûl (nşr. Nâsırüddin el-Elbânî, Beyrut 1986) ve Münyetü’s-sûl fî tafḍîli’r-Resûl (nşr. Selâhaddin el-Müneccid, Beyrut 1981) adlı eserleriyle Kemalpaşazâde’nin Efḍaliyyetü (tafḍîlü) nebiyyinâ ʿalâ sâʾiri’l-enbiyâʾ adlı risâlesi (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3698; Esad Efendi, nr. 3551; Düğümlü Baba, nr. 351), Hz. Peygamber’in üstünlüğünü Kur’an âyetleri, hadisler ve âlimlerin görüşlerine yer vererek anlatan özlü eserlerdendir. Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî’nin el-Feżâʾilü’l-Muḥammediyye adlı eseri (nşr. Mahmûd Fâhûrî, Halep 1414/1994) konuyu bütün yönleriyle ihtiva eden bir çalışmadır. Müellif, Resûlullah’ın hayatını kısaca anlattıktan sonra tesbit edebildiği 782 eserin ismini alfabetik olarak kaydetmiş, daha sonra Hz. Peygamber’in üstünlüğüne dair Beyzâvî tefsirinden kısa açıklamalarıyla birlikte Kur’an âyetlerini, onun hakkında diğer semavî kitaplarda bulunan bilgileri, yine bu konuda rivayet edilen hadisleri bölümler halinde ele almıştır. Ayrıca Resûlullah’ın üstünlüğünü bildiren kırk rivayeti el-Eḥâdîs̱ü’l-erbaʿîn fî feżâʾili seyyidi’l-mürselîn adlı müstakil bir eserde toplamıştır (Beyrut 1894). Aynı müellifin Cevâhirü’l-biḥâr fî feżâʾili’l-muḫtâr’ı ise (I-IV, Kahire 1379/1960) hadis, tefsir, kelâm, tasavvuf, siyer ve menâkıba dair eserlerde Hz. Peygamber’in hasâis ve fezâiline dair bilgilerin yer aldığı bölümlerden alıntılar yapılarak meydana getirilmiş bir çalışmadır. Âbirî de bu konuda Türkçe olarak Efdaliyyetü nebiyyinâ Muhammed alâ sâiri’l-enbiyâ’ adıyla bir eser kaleme almıştır (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4489). Fezâilü’n-nebî türündeki eserlerde diğer peygamberlerin mûcizeleriyle Resûl-i Ekrem’in mûcizelerinin mukayese edildiği görülmektedir. Özellikle müslümanlarla hıristiyanların birlikte yaşadığı bölgelerde bu tür çalışmalar yoğunluk kazanmıştır. İbnü’n-Nasr es-Selâvî’nin, Hz. Îsâ’nın Hz. Muhammed’den üstün olduğunu ispat için yazılan bir esere reddiye olarak kaleme aldığı Daʿve’l-Yesûʿiyyîn ve fażlü Muḥammed ʿalâ sâʾiri’l-enbiyâʾ adlı kitabı (Kahire 1318) bu çalışmalara bir örnek teşkil eder.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “ḫṣṣ” md.
Kāmus Tercümesi, II, 1166, 1167.
Müsned, II, 373, 381, 417; III, 144; IV, 66; V, 59, 379.
el-Muvaṭṭaʾ, “Ḥüsnü’l-ḫuluḳ”, 8.
Dârimî, “Muḳaddime”, 8.
Buhârî, “ʿİlim”, 37, “Riḳāḳ”, 38, “Cumʿa”, 1, 12, “Menâḳıb”, 23, 24, “Teyemmüm”, 3, “Ṣalât”, 56, “Ḫumus”, 8.
Müslim, “Cumʿa”, 19, 21, “Mesâcid”, 3, “Feżâʾil”, 1, “Îmân”, 335.
Tirmizî, “Menâḳıb”, 1.
a.mlf., Evṣâfü’n-nebî (nşr. Semîh Abbas), Beyrut 1405/1985, s. 370-388.
Nesâî, “Ġusül”, 26.
Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâʾilü’n-nübüvve (nşr. Abdülber Abbas – M. Revvâs Kal‘acî), Halep 1390/1970, I, 191; II, 750-801.
Beyhakī, Delâʾilü’n-nübüvve (nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beyrut 1405/1985, V, 470-491.
Müzenî, el-Muḫtaṣar, Beyrut 1410/1990, VIII, 263.
Kādî İyâz, eş-Şifâʾ, I, 15-66, 273-279, 511-515.
İbnü’l-Cevzî, el-Vefâ, I, 353-371, 372, 373.
İbn Abdüsselâm, Bidâyetü’s-sûl fî tafḍîli’r-Resûl (nşr. M. Nâsırüddin el-Elbânî), Beyrut 1986.
İbn Belbân, el-İḥsân fî taḳrîbi Ṣaḥîḥi İbn Ḥibbân (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1404/1984, I, 132.
İbnü’l-Mülakkın, Ġāyetü’s-sûl fî ḫaṣâʾiṣi’r-Resûl (nşr. Abdullah Bahrüddin), Beyrut 1414/1994, s. 181-187.
İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî (Hatîb), I, 199.
Semhûdî, Cevâhirü’l-ʿiḳdeyn (nşr. Mûsâ Binây el-Alîlî), Beyrut, ts., I/2, s. 7, 29.
Süyûtî, el-Ḫaṣâʾiṣü’l-kübrâ (nşr. M. Halîl Herrâs), Kahire 1387/1967, I, 37; III, 110 vd., 125 vd.
Şemseddin İbn Tolun, Mürşidü’l-muḥtâr ilâ ḫaṣâʾiṣi’l-Muḫtâr (nşr. Bahâ’ Muhammed eş-Şâhid), Riyad, ts. (Mektebetü’l-İmâm eş-Şâfiî), neşredenin mukaddimesi, s. 5-52.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 705-706.
Ahlwardt, Verzeichnis, IX, 205.
Îżâḥu’l-meknûn, I, 430; II, 198.
Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 306, 555, 557.
Brockelmann, GAL, I, 380; Suppl., I, 545.
Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, I, 95, 288, 756.
Kettânî, er-Risâletü’l-müsteṭrafe, s. 407-412.
Nebhânî, Cevâhirü’l-biḥâr fî feżâʾili’l-muḫtâr, I-IV, Kahire 1960.
a.mlf., Hüccetullāh ʿale’l-ʿâlemîn (nşr. Hasan Casnâ – M. Emîn Demec), Diyarbakır, ts. (el-Mektebetü’l-İslâmî), s. 28-35.
a.mlf., el-Feżâʾilü’l-Muḥammediyye (nşr. Mahmûd Fâhûrî), Halep 1414/1994.
Ziriklî, el-Aʿlâm, I, 86.
M. Nâsırüddin el-Elbânî, Fihrisü maḫṭûṭâti Dâri’l-Kütübi’ẓ-Ẓâhiriyye, Dımaşk 1390/1970, s. 331.
Ahmed Hicâzî es-Sekkā, el-Bişâre bi-nebiyyi’l-İslâm fi’t-Tevrât ve’l-İncîl, Kahire 1977, tür.yer.
M. Mâhir Hamâde, Merâciʿ muḫtâre ʿan ḥayâti Resûlillâh, Riyad 1402/1982, s. 279.
Abdullah b. Telîdî, Tehẕîbü’l-Ḫaṣâʾiṣi’n-nebeviyyeti’l-kübrâ li’s-Süyûṭî, Beyrut 1410, s. 12.
Selâhaddin el-Müneccid, Muʿcem mâ üllife ʿan Resûlillâh, Kahire, ts. (Dârü’l-Kādî İyâz), s. 187-190, 198-200, 211.
Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1997 yılında İstanbul’da basılan 16. cildinde, 277-281 numaralı sayfalarda yer almıştır.