HATİBZÂDE MUHYİDDİN EFENDİ

(ö. 901/1496)

Fıkıh ve kelâm âlimi.

Müellif:

Kastamonu’da doğdu. Asıl adı Muhyiddin Mehmed, babasının adı Hatibzâde Tâceddin İbrâhim’dir. Kaynaklarda daha çok Hatibzâde, bazan da Hatibzâde-i Rûmî lakabıyla anılır. Aynı ismi taşıyan çağdaşı Niksarlı Muhyiddin Mehmed (b. İbrâhim) ile zaman zaman karıştırılmış, hatta bu ikisinin aynı kişi olduğunu düşünenler bile olmuştur. Niksarî’yi babasının dayısı olarak zikreden Taşköprizâde’nin bunları ayrı kişiler olarak göstermesi (eş-Şeḳāʾiḳ, s. 147, 273) bu tereddüdü ortadan kaldırmıştır.

İlk öğrenimini İznik’te müderrislik görevinde bulunan babasından alan Hatibzâde onun yanında sarf ve nahivle birlikte fıkıh, kelâm ve tefsir gibi temel İslâmî disiplinleri de tahsil etti. Daha sonra devrin önemli âlimlerinden Hızır Bey ve İran’dan Anadolu’ya gelen Alâeddin et-Tûsî ile temas kurup kendilerinden ders aldı. İlk müderrislik görevine İznik’te Orhan Gazi Medresesi’nde başladı. Bu medreseye ne zaman tayin edildiği belli olmamakla birlikte 875 (1470) yılına kadar burada kaldığı bilinmektedir. Bu küçük medresede ilmi ve gayretiyle dikkat çeken Hatibzâde aynı tarihte, Fâtih Sultan Mehmed’in kurduğu Sahn-ı Semân Medresesi’ne nakledildi. Burada başmüderrisliğe kadar yükseldiyse de kendisiyle Fâtih arasında cereyan eden bir hadiseden dolayı görevinden azledildi. Daha sonra Molla Gürânî’nin araya girmesiyle müderrislik görevine dönmesine izin verildi. Zamanla padişahın güven ve takdirini kazanarak onun özel hocası oldu. Ancak Fâtih, münazaralar sırasında padişahın hocası olduğunu söylemek suretiyle kendisini istismar ettiğini öğrenince onu saraydan uzaklaştırdı. Bundan sonra İstanbul’da çeşitli medreselerde müderrislik görevini sürdüren Hatibzâde, vefatında Eyüpsultan civarında Ali Kuşçu’ya ait kabrin yakınına defnedildi. Kaynaklarda, Eyüp Sultan Medresesi’nde müderrislik yapan ve görevi sırasında hizmetçisi tarafından öldürülen bir oğlunun bulunduğu kaydedilir.

Çok sayıda öğrenci yetiştiren Hatibzâde, Kemalpaşazâde ve Fenârîzâde Muhyiddin Çelebi’ye hocalık yaptıktan başka Tâcîzâde Câfer Çelebi, Fenârîzâde Muhyiddin Mehmed Şah, Zeyrekzâde Ahmed Rükneddin, Sarıgörez Nûreddin Efendi, Hayâlî-i Kadîm, Bâbek Çelebi, Abdülvehhâb b. Abdülkerîm, İbrîzâde, Kara Bâlî Aydınî gibi âlimleri yetiştirmiştir.

Hatibzâde ilmî tartışmalara düşkün bir kişiliğe sahipti. Özellikle Sahn medreselerinde görev yaparken devrin önde gelen âlimleriyle sık sık müzakerelerde bulunur, müzakereler bazan tartışmaya dönüşürdü. Onun bu özelliği zaman zaman kendisini güç durumlara sokmuştur. Nitekim Fâtih Sultan Mehmed devrinde Sadrazam Koca Dâvud Paşa, dönemin büyük âlimlerinden Hocazâde Muslihuddin Efendi’yi İstanbul’a davet ederek Hatibzâde ile münazarada bulunmasını istemiş, Hocazâde, onun ilim ve ahlâk sınırlarını aşan tavrını görünce orada bulunan üç talebesinden her birinin kendisiyle tartışabileceğini, dolayısıyla önce emsalleriyle tartışması gerektiğini, eğer onlara üstünlük sağlayabilirse kendisiyle münazaraya girebileceğini söylemiştir. II. Bayezid zamanında Muslihuddin Mustafa Kestelî, Zenbilli Ali Efendi ve Sinan Paşa gibi âlimlerle de bir araya gelip ilmî sohbetlerde bulunan Hatibzâde, tartışmalarda baskın çıkmak için her çareye başvururdu. II. Bayezid’in huzurunda, Alâeddin Arabî Efendi’nin de aralarında bulunduğu bir grup âlimle tartışırken saygı ölçülerini aşarak konuyla ilgisi bulunmayan şeyler söylemeye başlayınca padişah bundan rahatsız olmuş ve iddialarını ispat etmek için bir risâle yazmasını söylemiştir. Bunun üzerine Hatibzâde’nin yazdığı Risâle fî baḥs̱i’r-rüʾye ve’l-kelâm adlı eseri okuyan sultan memnun kalmamış, veziri Çandarlı İbrâhim Paşa’ya emrederek onun ülkeyi terketmesini istemiştir. Ancak İbrâhim Paşa, olayın büyümesini istemediğinden padişahın emrini bildirmediği gibi Hatibzâde’yi hoşnut etmek için padişah adına kendisi bir miktar para göndermiş ve hadiseyi unutturmaya çalışmıştır (Taşköprizâde, s. 148-149).

Tartışmalarda güzel konuşan, sözünü esirgemeyen ve güçlü mantıkî tahliller yapan Hatibzâde’nin ahlâk bakımından fazla yükselemediği (, I, 294) ve daima kendisini emsallerinden üstün gördüğü belirtilir. Nitekim Celâleddin ed-Devvânî, İstanbul’daki talebelerinden birine yazdığı mektupta Hatibzâde’ye ve Hocazâde Muslihuddin Efendi’ye selâm gönderirken onun ismini Hocazâde’den önce yazdığından Hatibzâde Hocazâde’den üstün bir âlim olduğunu iddia etmiş, vezir İbrâhim Paşa da isimdeki sıralamanın üstünlüğe delâlet etmeyeceğini söylemiştir (Gazzî, I, 24). Öte yandan Hatibzâde âlimlerin idarecilerden üstün olduğunu düşünürdü. Kaynakların belirttiğine göre, zamanın şeyhülislâmı Efdalzâde Hamîdüddin Efendi ile birlikte tebrik merasimi için Dîvân-ı Hümâyun’a gittiklerinde şeyhülislâmın vezirlere hürmet göstermesi üzerine onu uyarmış ve idarecilere iltifat etmenin ilmin izzetiyle bağdaşmayacağını söylemiştir. Hatta kendisinin II. Bayezid’i ziyareti sırasında elini öpmeyip musâfaha etmekle yetindiği kaydedilir (Taşköprizâde, s. 148).

Hatibzâde’nin, çağdaşı Kāsım İzârî Germiyânî ile birlikte dönemin âlimlerinden Molla Lutfî’nin öldürülmesine fetva verdiği belirtilir. Efdalzâde ile Muhyiddin Ahaveyn ise Molla Lutfî’den rahatsızlık duydukları halde fetvayı onaylamamışlardır. Hatibzâde’nin, Molla Lutfî’nin kendisine ve kitaplarına yönelttiği tenkitten rahatsız olduğu, nitekim onun idam edilmesinden sonra yakınlarına, “Kitaplarımı kurtardım” dediği ileri sürülüyorsa da (Gökyay, s. 45) buna dair belge gösterilememiştir. Esasen Molla Lutfî’nin Hatibzâde’yi eleştirdiği husus önemli bir konu olmayıp bundan dolayı onun Molla Lutfî’nin ölümüne fetva vermiş olabileceğini kabul etmek mâkul görünmemektedir. Ayrıca ulaşılan yeni belgelerde Molla Lutfî’nin öldürülmesiyle ilgili başka önemli gerekçelerin bulunduğu ortaya çıkmıştır (Erünsal, XXXIII [1980-81], s. 74-78).

Hatibzâde ilmî yönden Fahreddin er-Râzî ekolüne bağlıdır. XIII. yüzyıldan itibaren Muhammed b. Nâmâver el-Huncî ve Sadreddin Hılâtî kanalıyla Anadolu’ya gelen bu ekol, Molla Fenârî ve talebesi Molla Yegân ile devam etmiştir. Molla Yegân aynı zamanda Hatibzâde’nin babasının da hocasıdır. Daha çok fıkıh ve kelâmla meşgul olan Hatibzâde devrin geleneğine uyarak bazı eserlere şerh ve hâşiyeler yazmıştır. Fâtih’in huzurunda malı ve ilmi dolayısıyla övülen Molla Fenârî’nin çoğu eserlerinin derleme olduğunu söyleyerek onu eleştirmişse de (Hoca Sâdeddin, II, 412-413) kendisinin yaptığı çalışmalar da bundan öteye geçememiştir.

Eserleri. A) Fıkıh ve Usulü. 1. Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’l-Viḳāye (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 3896; İsmihan Sultan, nr. 350). Tâcüşşerîa’nın Viḳāyetü’r-rivâye adlı eserine Seyyid Şerîf el-Cürcânî tarafından yapılan şerhin baş kısmına yazılan hâşiyedir. II. Bayezid’in isteği üzerine telifine başlanan eser, müellifin oğlunun öldürülmesi üzerine ancak tahâret ve abdest konularına kadar gelebilmiştir.

2. Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’l-Muḫtaṣar (Âtıf Efendi Ktp., nr. 672; Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 471; Tire İlçe Halk Ktp., Necib Paşa, nr. 196). İbnü’l-Hâcib’in, kendisine ait Müntehe’s-sûl ve’l-emel adındaki eserden ihtisar ederek hazırladığı Muḫtaṣarü’l-Müntehâ’ya Adudüddin el-Îcî tarafından yapılan şerhe Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin yazdığı hâşiyenin baş kısmına hâşiyedir. Hatibzâde bu eserinde, kendisinden önce aynı şerhe hâşiye yazan hocası Alâeddin et-Tûsî’yi eleştirmektedir.

3. Ḥâşiye ʿale’l-muḳaddimâti’l-erbaʿa. Sadrüşşerîa Ubeydullah b. Mes‘ûd’un telif ettiği Tenḳīḥu’l-uṣûl adlı esere yine kendisinin et-Tavżîḥ fî ḥalli ġavâmiżi’t-Tenḳīḥ ismiyle yazdığı şerhe Teftâzânî tarafından kaleme alınan et-Telvîḥ fî keşfi ḥaḳāʾiḳi’t-Tenḳīḥ adlı şerhin hüsün ve kubuh faslında yer alan dört mukaddimesi üzerine yapılmış bir hâşiyedir. Eser, Muslihuddin Mustafa Kestelî ve Abdüssamed Samsunî’nin aynı kitabın aynı bölümüne yaptıkları hâşiyelerle birlikte müstakil bir mecmua halinde mevcut olup (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 672) diğer bazı nüshaları da vardır (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2027; Râgıb Paşa Ktp., nr. 1459).

4. Risâle fî naḳdi’l-vuḍûʾ (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 847; Esad Efendi, nr. 951). Bazı nüshalarında Risâle fî ḥükmi’t-taṭhîr (Süleymaniye Ktp., Kasîdecizâde Süleyman Sırrı, nr. 710) şeklinde adlandırılan eser, Sadrüşşerîa’nın Şerḥu’l-Viḳāye’sinde, abdesti bozan hususlardan biri olarak bedenden bir şeyin çıkması ve akmasına dair bilgilerin şerhi ve tashihi amacıyla yazılmıştır.

5. Risâle fî feżâʾili’l-cihâd. Birçok yazma nüshası bulunan eser (meselâ Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1984, 1988, 1989; Lala İsmâil, nr. 691), bazı nüshalarında Risâle fi’l-cihâd (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 3498) ve el-İrşâd fî feżâʾili’l-cihâd (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1984) adlarıyla da anılmaktadır. Kitap cihadın fazileti ve onu terketmenin hükmü, cihadla ilgili olarak yöneticilere düşen görevler ve şehitlik mertebesi olmak üzere üç bölümden meydana gelmektedir.

B) Kelâm. 1. Ḥâşiye ʿalâ Ḥâşiyeti’t-Tecrîd. Çeşitli nüshaları bulunan eser (Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 1114; Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2927, 2928, Hâlet Efendi, nr. 442, Lâleli, nr. 2215, Hamidiye, nr. 725), Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Osmanlı medreselerinde temel ders kitabı olarak okutulan Tecrîdü’l-kelâm’ına Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî tarafından yapılan Teşyîdü’l-ḳavâʿid fî şerḥi Tecrîdi’l-ʿaḳāʾid adlı şerhe Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin yazdığı hâşiyeye hâşiyedir.

2. Risâle fî kelâmillâh ve rüʾyetih. II. Bayezid’in isteği üzerine yazılan ve müellifin olgunluk dönemine rastlayan bu eserde, klasik kelâm kaynakları kullanılarak kelâm-ı nefsînin ezelîliği ve rü’yetullahın cevazı konuları ele alınır. İstanbul kütüphanelerinde yazmaları bulunan eserin (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2276; Lâleli, nr. 2236) bazı nüshaları Risâle fî baḥs̱i’r-rüʾye ve’l-kelâm adını taşımaktadır (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2997; TSMK, III. Ahmed, nr. 1842).

3. Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’l-Mevâḳıf. Adudüddin el-Îcî’nin el-Mevâḳıf’ına Cürcânî tarafından yapılan şerhin baş tarafına yazdığı hâşiye olup çeşitli nüshaları mevcuttur (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1188; Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 1610; Edirne Selimiye Ktp., nr. 1034).

4. Risâle fî nefyi nisbeti’l-ḫüsrân ile’l-enbiyâʾ (Süleymaniye Ktp., Giresun Yazmaları, nr. 100, 3572). Eser, İbn Hayreddin adlı bir âlimin, “Evlâ olanı terketmeleri sebebiyle peygamberler de hüsran içinde bulunmuştur” sözüne karşılık olarak yazılmıştır. Bu görüşü reddeden ve kısmen ismet-i enbiyâ konusuna da temas eden risâle bazı nüshalarda Iṣlâḥu ḳavli İbn Ḫayriddîn (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2052), bazılarında da Risâle fî tevcîhi ʿumûmi’l-ḫüsrân (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3547) adıyla anılır.

5. el-Cezrü’l-eṣam (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2200). Teftâzânî’nin Şerḥu’l-Maḳāṣıd’ının hüsün ve kubha ait bölümüne yapılan bir şerhtir. Eser, Millet Kütüphanesi’ndeki nüshasında (Murad Molla, nr. 706) Ḥâşiye ʿale’l-ḥüsn ve’l-ḳubḥ adıyla geçer.

6. Risâle fî baḥs̱i’l-ʿilm ve’l-kelâm. İlim ve kelâm terimlerinin tanımıyla ilgili iki varaklık bir risâledir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2829).

7. Risâle fî ikfâri men esnede’l-cebr ile’l-enbiyâʾ. Kâtib Çelebi’nin Hatibzâde’ye nisbet ettiği eserin (, I, 848) nüshası tesbit edilememiştir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Cârullah Efendi, nr. 2087) bu müellif adına kayıtlı Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’l-ʿAḍûd adında bir eser bulunmaktaysa da sayfanın üst kısmına sonradan ayrı bir kalemle yazılmış İbn Hâtib notundan başka eserin müellife aidiyetini gösteren bir delil yoktur, kaynaklarda Hatibzâde’nin böyle bir hâşiye kaleme aldığı da zikredilmemektedir.

C) Diğer Eserleri. 1. Ḥâşiye ʿalâ Ḥâşiyeti’l-Keşşâf. Zemahşerî’ye ait el-Keşşâf adlı tefsirin Fâtiha sûresiyle Bakara sûresinin ilk yirmi beş âyetinin tefsiri üzerine Seyyid Şerîf el-Cürcânî tarafından yazılan hâşiyeye hâşiyedir. Taʿlîḳāt ʿalâ evâʾili’l-Keşşâf şeklinde de anılan eserin bazı nüshaları mevcuttur (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 202; Millet Ktp., Murad Molla, nr. 268; Köprülü Ktp., Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 1610).

2. Risâle fi’l-cihe. Osmanlı Müellifleri’nde yanlışlıkla Risâle fî taʿyîni ciheti’l-ḳıble olarak gösterilen eser (I, 294), Ali b. Ömer el-Kâtibî el-Kazvînî’nin Ḥikmetü’l-ʿayn adlı eserine Muhammed b. Mübârek Şah’ın yazdığı şerhe Seyyid Şerîf el-Cürcânî tarafından yapılan hâşiyenin cihetle ilgili bölümüne hâşiyedir. Bazı kütüphane kayıtlarında Risâle fî ḥavâşî Şerḥi ḥikmeti’l-ʿayn adıyla da anılan risâlenin Süleymaniye Kütüphanesi’nde iki nüshası bulunmaktadır (Ayasofya, nr. 2350; Hasan Hüsnü Paşa, nr. 600).

3. el-Ecvibetü’t-tisʿa. Müellifin, ilmin mahiyetiyle ilgili olarak bir grup âlimle yaptığı tartışmada ortaya konan soruları cevaplandırmak üzere kaleme aldığı iki varaklık bir risâledir (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 600).


BİBLİYOGRAFYA

, s. 147-150, 273.

, s. 166-171.

, II, 412-413, 483-485.

, I, 24-25.

, I, 498, 848, 859, 889; II, 1892.

, VIII, 9.

, s. 155.

, I, 294.

, I, 346, 671; II, 296; Suppl., I, 646, 847, 926; II, 320.

, II, 654, 659, 663.

a.mlf., , s. 175.

, VIII, 199.

, II, 621.

, s. 327, 385.

Orhan Şaik Gökyay, Molla Lûtfi, Ankara 1987, s. 42-47.

Recep Cici, Kuruluştan Fatih Devrinin Sonuna Kadar Osmanlılarda Fıkıh Çalışmaları (doktora tezi, 1994, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), s. 227-281.

İsmail E. Erünsal, “Fatih Devri Kütüphaneleri ve Molla Lütfî Hakkında Birkaç Not”, , XXXIII (1980-81), s. 56-78.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1997 yılında İstanbul’da basılan 16. cildinde, 463-464 numaralı sayfalarda yer almıştır.