HAYÂLÎ-i GÜLŞENÎ

(ö. 977/1570)

Halvetî-Gülşenî şeyhi, şair.

Müellif:

890 (1485) yılında Tebriz’de doğdu. Adı Emîr Ahmed, lakabı Şemseddin, künyesi Ebü’s-Safâ’dır. Şiirlerinde kullandığı Hayâlî mahlasıyla tanındı. Halvetiyye’nin Gülşeniyye kolunun pîri İbrâhim Gülşenî’nin oğludur. Babasının yanında başladığı eğitimini daha sonra halifelerinden Muslihuddin gözetiminde sürdürdü.

İbrâhim Gülşenî’nin mensupları, Akkoyunlu Sultanı Yâkub Bey’in vefatından (896/1490) sonra Tebriz’de Uzun Hasan’ın evlâtları arasındaki taht kavgalarına şahit oldular. Şah İsmâil’in 907’de (1501) Akkoyunlu hânedanına son vermesinin ardından İbrâhim Gülşenî hicrete karar verdiğinde Hayâlî’nin can güvenliği için tek başına yolculuk etmesini istedi. Muhyî’nin Menâkıb-ı Gülşenî’de menkıbelerle anlattığı bu zorlu yolculukta Hayâlî önce hocası Muslihuddin’le buluştu, daha sonra Şah İsmâil’e karşı duran Akkoyunlular’dan Elvend Mirza’nın yardımıyla Gülşenî kafilesine yetişti. İbrâhim Gülşenî ve beraberindekiler 907’de (1502) geldikleri Diyarbekir’de birkaç yıl kalıp Urfa, Maraş ve Kudüs’ü ziyaret ettiler. İbrâhim Gülşenî Memlük Sultanı Kansu Gavri’nin davetini kabul edince Kahire’ye gittiler. Kansu Gavri’nin Yavuz Sultan Selim’le savaşa girmeden önce Hayâlî-i Gülşenî aracılığıyla İbrâhim Gülşenî’den zafer duası rica ettiği kaydedilir. Ancak Gavri’nin Şah İsmâil’le iş birliği yapması üzerine İbrâhim Gülşenî Osmanlılar’ın yanında yer aldı.

Kanûnî Sultan Süleyman devrinde 1525’te asayişi sağlamak için Mısır’a gönderilen Makbul İbrâhim Paşa İstanbul’a dönünce İbrâhim Gülşenî mensuplarının Osmanlı Devleti’ne isyan edebileceği konusundaki endişesini padişaha arzetti ve ondan habersiz 100 yaşını aşkın şeyhi, oğlu Hayâlî’yi ve iki halifesini İstanbul’a getirtti (936/1529); aleyhlerinde delil toplamak üzere aralarında Kemalpaşazâde’nin de bulunduğu bazı âlimleri görevlendirdi, ancak bir netice alamadı. İstanbul’da oldukça zor şartlar altında sert bir kış geçiren Hayâlî ile babasının divanlarında bu zoraki ikameti anlatan sitem dolu birer şiiri bulunmaktadır. Muhyî, İbrâhim Paşa’nın onları padişahla görüştürmeden Mısır’a göndermek istediğini, ancak Kanûnî Sultan Süleyman’ın bir gün yolda karşılaşıp kendilerini saraya davet ettiğini söyler. Muhyî’nin Hayâlî-i Gülşenî’nin ağzından ayrıntılarıyla naklettiği bu görüşmeden sonra Gülşenîler devlet ricâli, meşâyih ve ulemâ tarafından Mısır’a uğurlandı. 949 (1543) yılında Vezîriâzam Lutfi Paşa ile birlikte hacca giden Hayâlî, 963’te (1556) Dukakinzâde Mehmed Paşa’nın defterdarı Bayezid Bey’in maiyetinde İstanbul’a gelip bir süre burada kaldı ve ardından Mısır’a döndü.

Hayâlî-i Gülşenî, II. Tomanbay’ın dul hanımı Hunde Fâtıma ile evlendi. Muhyî’ye göre bir gönül meselesinin sonucu olan bu evlilik Hulvî’ye göre Yavuz Sultan Selim’in emriyle gerçekleşmişti. Hayâlî-i Gülşenî’nin bu evlilikten Sittülmülûk adlı bir kızı ve Seyyid Ali Saffetî adlı bir oğlu oldu. Başka bir hanımından olan oğlu Seyyid Hasan ise zâhidliğiyle meşhurdur. İbrâhim Gülşenî’nin menâkıbnâmesini yazan Muhyî, Hayâlî’nin damadı ve halifesidir. Muhyî şeyhinin bir kızıyla onun sağlığında, bunun ölümü üzerine diğeriyle Ali Saffetî’nin postnişinliği döneminde evlendi. Babasının vefatının ardından Kahire’deki Gülşenî Âsitânesi’nde otuz yedi yıl irşad faaliyetinde bulunan Hayâlî 6 Şâban 977 (14 Ocak 1570) tarihinde vefat etti ve Muhyî tarafından İbrâhim Gülşenî’nin yanına defnedildi. Gülşeniyye, Hayâlî’nin postnişinliği döneminde yaygınlaşmaya başlamış; Mısır, Mekke, Halep, Şam, Urfa, Diyarbekir, Antalya, İstanbul, Edirne ve Rumeli’de Gülşenî tekkeleri açılmıştır. Hulvî, oğulları Ali Saffetî, Seyyid Hasan ile Muhyî ve Muhyî’nin oğlu Hâletî-i Gülşenî’yi, Yenice-i Vardarlı Ferhat Dede ve Halepli Aynacı Kāsım’ı Hayâlî’nin halifeleri arasında zikreder. Hayâlî-i Gülşenî’nin aynı zamanda değerli bir âlim olduğu, Sultan Kalavun Medresesi’nde 100 kadar talebe yetiştirdiği, çok güzel ve etkili konuştuğu nakledilmektedir. Ahdî, Gülşen-i Şuarâ adlı tezkiresinde “kutbü’l-aktâb-ı zamân” dediği Hayâlî-i Gülşenî’nin belâgattaki ustalığını metheder. Atâî onun şiirlerini “muhakkikane” bulur.

Hayâlî-i Gülşenî’nin tek eseri olan divanının ikisi İstanbul’da (Millet Ktp., nr. 34, Ali Emirî Efendi, Manzum, nr. 133; Süleymaniye Ktp., Yozgat, nr. 427), biri müstensihi oğlu ve selefi Ali Saffetî olan Ankara’da Millî Kütüphane’de (06 Mil Yz FB, nr. 213) olmak üzere üç nüshası bilinmektedir. Âşıkane ve hikemî tarzda 377 gazel ihtiva eden divanda Kaygusuz Abdal’ın “Dolabnâme”sine şekil ve muhteva bakımından benzeyen bir manzume dikkati çeker. Hayâlî-i Gülşenî elîm bir şekilde katledilen Şehzade Mustafa Çelebi için bir mersiye, günahları yüzünden azap çektiğini ima ettiği Rüstem Paşa’nın vefatına iki tarih, cömertliği, adaletiyle meşhur Vezîriâzam Semiz Ali Paşa için de tarih ve kıtalar yazmıştır. İki tarih manzumesinde Mısır’a tayin edilen bazı kadıların 958’de (1551) denizde boğulmasından bahsetmiştir. Ahdî’nin Gülşen-i Şuarâ’sından bu kadıların Mısır kadısı olan Arapzâde ile Menûf’a kadı tayin edilen Dânişî (Kayserili Pîrî Çelebi) olduğu anlaşılmaktadır. Gülşenîler’den onlara zulmedecek kadar nefret eden Arapzâde’nin Mısır’a giderken Gelibolu’da Gülşenî şeyhi Zaîfî’nin zâviyesini yıktırdığı, Mısır’a varır varmaz da Gülşenî Âsitânesi’ni yıktırmayı düşündüğü nakledilir. Arapzâde’nin niyeti cuma hutbesi esnasında Hayâlî-i Gülşenî’ye mâlûm olmuş, cemaate kadının helâki için dua ettirmiş ve Arapzâde ile Dânişî boğulup ölmüştür. Zeyl-i Şekāik’ta ve Peçevi Tarihi’nde bu olay daha ayrıntılı ve menkıbevî bir üslûpla aktarılmıştır. Bazı şiirleri bestelenen Hayâlî-i Gülşenî’nin Mevlid ve Mektûbât’ı olduğu söylenirse de bunlara henüz rastlanmamıştır. Millî Kütüphane’de (06 Mil Yz FB, nr. 206/1) Ahmed Hayâlî-i Gülşenî adına kayıtlı Mevlid, Gülşenî-i Saruhânî’ye ait divanın bir nüshasıdır. Türkân Alvan, Hayâlî-i Gülşenî Dîvânı adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır (1998, İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).

BİBLİYOGRAFYA :

Ahdî, Gülşen-i Şuârâ (haz. Süleyman Solmaz), Denizli 2009, s. 22, 59, 149; Muhyî-yi Gülşenî, Menâkıb, tür.yer.; Şemlelizâde Ahmed Efendi, Şîve-i Tarîkat-ı Gülşeniyye (a.e. içinde), s. 547; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 67-68; Peçuylu İbrâhim, Peçevi Tarihi (haz. Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1981, I, 43-47; Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye (haz. Mehmet Serhan Tayşi), İstanbul 1993, s. 551-556; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 320, 335, 389; II, 243-246; Sicill-i Osmânî, II, 135; Osmanlı Müellifleri, I, 116-117; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, İstanbul 2006, III, 150-175, 181, 187; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Mûsikîsi Antolojisi, İstanbul 1942-43, s. 393, 525, 582, 589, 642, 695, 696; D. Behrens-Abouseif, “The Takiyyat Ibrahim al-Kulshani in Cairo”, Muqarnas, V, Leiden 1988, s. 43-60; Ali Öztürk, “Dinî-Tasavvufî Edebiyatımızda Dolapnâme Türü ve Ahmed Hayâlî’nin ‘Tolabnâme’ İsimli Kasîdesi”, Gazi Üniversitesi Çorum İlâhiyat Fakültesi Dergisi, II/3, Çorum 2003, s. 87-101; Nihat Azamat, “İbrâhim Gülşenî”, DİA, XXI, 301, 303.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2016 yılında İstanbul’da basılan (gözden geçirilmiş 2. basım) EK-1. cildinde, 547-549 numaralı sayfalarda yer almıştır.