HEFT HÂN

Nev‘îzâde Atâî’nin (ö. 1045/1635) dönemin İstanbul hayatından izler taşıyan mesnevisi.

Müellif:

Başında “heft” (yedi) kelimesinin yer aldığı yedi bölümlük mesnevi yazma geleneği Türk edebiyatına Fars edebiyatından girmiştir. “Heft hân” ifadesi Firdevsî’nin Şâhnâme’sinde, Mâzenderan’da esir olan Keykâvus’u kurtarmaya giden Rüstem’in her birinde devlerle çarpıştığı yedi konağı ve Güştâsb’ın Ercasb tarafından esir edilen kızlarını kurtarmak için yola çıkan İsfendiyar’ın savaştığı yedi durağı anlattığı iki bahiste geçmektedir. Bundan dolayı Rüstem ve İsfendiyar’ın her savaştan sonra zaferlerini kutlamak üzere düzenledikleri ziyafet ve şölenlere “heft hân” (yedi sofra, yedi ziyafet) denilmiştir.

Fars edebiyatında yedi bölümlük macera anlatımlarına “heft” kelimesiyle başlayan isimler verilmiştir. Bu mesnevilerin genel özelliği, esas çerçeveyi oluşturan bir hikâye içinde yer alan yedi küçük hikâyeden meydana gelmeleridir. Bunların ilk örneği, Nizâmî-i Gencevî’nin binbir gece masallarından esinlenerek 593’te (1197) yazdığı Heft Peyker’dir (Behrâmnâme, Heft Günbed). Nizâmî, esas hikâyeyi Şâhnâme’de Behrâm-ı Gûr hakkında yazılanlardan almış (İlaydın, V [1936], s. 275-290), bu çerçeve içine yedi hükümdar kızının Behrâm’ı avutmak için anlattığı yedi hikâyeyi yerleştirmiştir. Nizâmî’nin bu eserine İran şairlerinden Eşref-i Merâgī Heft Evreng, Râî Hidâyetullah Heft Peyker ve Hâtifî Heft Manẓar adlarıyla nazîreler yazmışlardır. Nizâmî’ye yazılan nazîrelerde bu plana aynen sadık kalındığı söylenemezse de mesnevilerin kuruluşu genellikle birbirini andırır.

Türk edebiyatında bu tür ilk mesnevi Ali Şîr Nevâî’nin, “yedi”nin Arapça karşılığı olan “seb‘a” kelimesini kullanarak adlandırdığı Seb‘a-i Seyyâre’sidir. Anadolu’da Bursalı Şah Ali Ulvî, Kudsî Çelebi ve Trabzonlu Ramazan’ın bu yolda mesnevi yazdıkları kaynaklardan öğrenilmektedir. Anadolu’da yazılıp günümüze ulaşan en eski Heft Peyker Aşkī-i Kadîm’in eseri olup 861’de (1456-57) tamamlanmıştır (Kut, [1973], s. 127-151). Bunlardan sonra Ahmed Rıdvan’ın Heft Peyker (Behrâm-ı Gûr) adını taşıyan mesnevisi gelmektedir (Ünver, L/196 [1986], s. 84-97). Lâmiî’nin ölümünden sonra damadı Rûşenîzâde tarafından tamamlanan Heft Peyker tercümesi de aynı yolda yazılmış bir Türkçe mesnevidir (Kut, , XXXV/2 [1976], s. 73-93).

Atâî’nin Hamse’sinin dördüncü mesnevisi olan Heft Hân bu tür eserlerin Türk edebiyatındaki en başarılı örneğidir. Heft Hân plan bakımından Nizâmî’nin eserine benzerse de konusu büyük ölçüde ondan farklıdır. 1036’da (1627) altı ay içinde tamamlanarak o tarihte Rumeli kazaskeri bulunan Ahîzâde Hüseyin Efendi’ye sunulan Heft Hân kendi türündeki eserlerle aynı vezinde (feilâtün mefâilün feilün) yazılmıştır. Şair eserinin yaklaşık 3000 beyit olduğunu söyler, Turgut Karacan’ın on nüshayı karşılaştırarak yayımladığı tenkitli metne göre ise (bk. bibl.) mesnevi 2787 beyittir.

Heft Hân tevhid, münâcât, na‘t, mi‘râciyye, IV. Murad’a övgü ve sebeb-i te’lîf manzumelerinden oluşan 456 beyitlik bir girişle başlar. Daha sonra İstanbul’da bir güzele gönül veren ve onun aşkı ile kendini kaybeden bir âşıkın hikâyesi anlatılır. Bu âşıkın yedi dostu tarafından Göksu’ya götürülmesi, Akbaba’nın suyundan şifa umulması ve sandalla gezintiye çıkarılması bir sonuç vermeyince arkadaşlarından her biri onu teselli için birer hikâye anlatmaya başlar. Gerek ana hikâye gerekse diğer yedi hikâye yerli hayata yönelik unsurlarla zenginleştirilmiştir. Özellikle bazı vak‘aları İstanbul ile Bursa ve Edirne gibi Osmanlı şehirlerinde geçen iki hikâyede (1 ve 7. hikâye), eski mesnevi geleneğinde rastlanmayan gerçekçi mekân ve çevre tasvirlerine yer verilmiştir. Bu hikâyelerdeki bazı parçaların Osmanlı başşehrine ve taşra hayatına yönelik bilgiler ihtiva etmesi, bunlarda İstanbul halkının dinî ve içtimaî hayatına dair unsurlarla halk hikâyelerinden alınmış anekdotlara yer verilmesi, eserdeki anlatımın bazı atasözleri ve mahallî tabirlerle zenginleştirilmesi ve hikâye kahramanları arasında halk ve esnafın da yer alması Heft Hân’ı, konuları genelde hayalî ülkelerde geçen mesnevilerden ayırır. Türkçe kelimelerle zenginleştirilmiş bir nazım diline sahip olan yedinci hikâyeden sonra mesnevi, âşıkın kendine gelmesi ve o zamana kadar sadakatini deneyen sevgilisine kavuşması ile son bulur.

Eserde yedi kişi tarafından anlatılan yedi hikâyedeki başlıca olaylar Şam, Çîn-i Mâçîn, Gazne, Bağdat, Rey, Belh ve İstanbul’da geçer. Hakiki aşktan nasibi olmayan Behrâm Şah’ı eserine kahraman olarak seçmesi ve aşka cinsî arzu karıştırması yüzünden Nizâmî’yi tenkit eden Atâî, kendisinden önceki Türk şairlerinin yaptığı gibi Nizâmî’yi tercüme etme yoluna gitmemiş, eserini gerçeğe uygun mekânlar içinde geçen ve yerli hayattan çizgiler taşıyan bir mesnevi şeklinde kaleme alarak ona kişiliğinin ve yaşadığı çağın damgasını vurmuştur.


BİBLİYOGRAFYA

Nev‘îzâde Atâyî, Heft-Hvân Mesnevisi: İnceleme-Metin (haz. Turgut Karacan), Ankara 1974.

Nâil Tuman, İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Hamseler Kataloğu, İstanbul 1961, s. 176-188.

, s. 77, 109, 124, 144.

Tunca Kortantamer, Nev‘îzâde Atâyî ve Hamse’si, İzmir 1997, s. 230-245.

a.mlf., “XVII. Yüzyıl Şairi Atâyî’nin Hamse’sinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Görüntüsü”, Eski Türk Edebiyatı-Makaleler, Ankara 1993, s. 89-92, 100.

Hikmet T. İlaydın, “Behram-ı Gûr Menkabeleri”, , V (1936), s. 275-290.

Günay Kut [Alpay], “Aşkî’nin Heft Peyker Çevirisi”, (1973), s. 127-151.

a.mlf., “Lamiʿī Chelebi and His Works”, , XXXV/2 (1976), s. 73-93.

İsmail Ünver, “Ahmed-i Ridvân”, , L/196 (1986), s. 84-97.

Abdülkadir Karahan, “Nev‘îzâde Atâ‘î”, , IX, 228.

“Hefthân”, , IV, 205.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1998 yılında İstanbul’da basılan 17. cildinde, 158-159 numaralı sayfalarda yer almıştır.