HİLFÜ’l-MUTAYYEBÎN

Câhiliye döneminde Abdümenâfoğulları’nın Abdüddâroğulları’na karşı bazı Kureyş kabileleriyle yaptıkları ittifak.

Müellif:

Rivayete göre Hz. Peygamber’in dedelerinden Kusay b. Kilâb (ö. m. 480) Kâbe civarından başlayarak Mekke topraklarını on parçaya ayırmış ve Kureyş’in on kolu arasında paylaştırmıştı. Buraların imar edilmesiyle daha önce dağınık bir köy durumunda olan Mekke bir şehir görünümü kazanmaya başlamış, özellikle Kusayy’ın ölümünden sonra oğullarının döneminde büyük bir ilerleme kaydetmişti. Kusayy’ın vasiyetine uygun olarak nedve (Dârünnedve denilen şehir meclisinde toplantılara başkanlık etme), kıyâde (başkumandanlık), hicâbe (sidâne, Kâbe’nin örtüsü ve anahtarlarının muhafazası), livâ (sancaktarlık), sikāye (hacılara su temini) ve rifâde (yoksul hacıları doyurma) görevleri oğlu Abdüddâr’a verilmiş, ondan da oğullarına geçmişti; Kusayy’ın diğer oğlu Abdümenâf ise itibarına güvendiğinden bu vazifelere önem vermezdi. Ancak daha sonra Abdümenâfoğulları Abdüşems, Hâşim, Muttalib ve Nevfel sayıca ve itibar bakımından daha üstün olduklarını, dolayısıyla bu görevlerin artık kendilerine verilmesi gerektiğini ileri sürdüler. Görevlerin taksimi konusunda Kureyşliler üç gruba ayrıldı. Benî Mahzûm, Benî Sehm, Benî Cumah ve Benî Adî b. Kâ‘b Abdüddâroğulları’nın; Benî Esed, Benî Zühre, Benî Teym b. Mürre ve Benî Hâris b. Fihr Abdümenâfoğulları’nın tarafını tutarken Benî Âmir b. Lüey ile Benî Muhârib b. Fihr tarafsız kaldı.

Aynı görüşte olan kabileler, kendi aralarında birbirlerini sonuna kadar desteklemek ve yalnız bırakmamak üzere yemin ettiler. Abdümenâfoğulları’nın oluşturduğu topluluğun üyeleri, bir kaba konulmuş güzel kokulu bir sıvıya ellerini batırarak Kâbe duvarına sürdüler; bundan dolayı onlara “mutayyebîn” (güzel kokulular), yaptıkları ittifak ve yemine de “Hilfü’l-mutayyebîn” denildi; aynı kelimenin ism-i fâili olan “mutayyibîn”in (güzel koku sürenler) kullanıldığı da görülür. Ahmed b. Hanbel, Hz. Muhammed’in amcalarıyla birlikte bu ittifakın içinde yer aldığını kaydediyorsa da (, I, 190, 193) burada verilen bilgi Hilfü’l-fudûl’le ilgilidir. Esasen Hz. Peygamber o tarihte henüz doğmamıştı. Ayrıca bu antlaşmaların, Hz. Muhammed’in otuz beş yaşında iken katıldığı Kâbe’nin yeniden inşası sırasında yapıldığına dair rivayetler de (İbn Habîb, s. 273-275) doğru değildir.

Abdüddâroğulları ve müttefikleri de birbirlerinden ayrılmamak üzere ant içmişlerdi. Bundan dolayı kendilerine “ahlâf” (yeminliler), yaptıkları ittifaka da “Hilfü’l-ahlâf” denilmiştir. Ayrıca bunlara, kestikleri bir hayvanın kanını bir kaba koyarak ellerini batırıp yalamak suretiyle yemin ettiklerinden dolayı “leakatü’d-dem” (kan yalayıcıları), yaptıkları ittifaka da “Hilfü leakati’d-dem” adı verilmiştir. Karşılıklı yeminlerden sonra her iki taraftan hangi kabilelerin birbirleriyle savaşacakları belirlendi. Buna göre çarpışacak kabileler Benî Abdümenâf-Benî Sehm, Benî Abdüddâr-Benî Esed, Benî Zühre-Benî Cumah, Benî Teym-Benî Mahzûm ve Benî Hâris b. Fihr-Benî Adî b. Kâ‘b şeklinde seçilmişti. Ancak uzlaşmadan yana olanlar ağır bastı ve hicâbe, livâ, nedve Abdüddâroğulları’nın; sikāye, rifâde ve kıyâde Abdümenâfoğulları’nın uhdesinde kalmak üzere taraflar arasında anlaşma sağlandı. Böylece Kureyş kabilesi son anda kanlı bir iç savaştan kurtulmuş oldu. Bu durum, müttefikler arasında fazla bir sürtüşmeye yol açmadan İslâmiyet’in zuhuruna kadar devam etti. Daha sonra kıyâde Abdüşems’e, sikāye ve rifâde hizmeti ise zenginliği ve cömertliğinden dolayı Hâşim b. Abdümenâf’a, ondan da oğlu ve Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’e geçmiştir.


BİBLİYOGRAFYA

, “ḥlf” md.

, I, 190, 193.

, I, 138-140.

, s. 51-52, 189 vd., 273-275.

, II, 17.

, I, 453-455.

, II, 209.

L. Caetani, İslâm Tarihi (trc. Hüseyin Cahid), İstanbul 1924, I, 251-253.

M. Hüseyin Heykel, Hazreti Muhammed Mustafa (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1948, s. 85-86.

, IV, 58-64.

A. P. Caussin de Perceval, Essai sur l’histoire des arabes, Graz 1967, I, 330 vd.; II, 254 vd.

, s. 115-116.

C. van Arendonk, “Hilf”, , V/1, s. 486-487.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1998 yılında İstanbul’da basılan 18. cildinde, 32-33 numaralı sayfalarda yer almıştır.