HİŞÂM b. AMR

Hişâm b. Amr el-Fuvatî eş-Şeybânî (ö. 218/833’ten önce)

Mu‘tezile’nin Basra ekolü kelâmcılarından.

Müellif:

Hayatı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Basra’da doğduğu öne sürülmekte, Halife Me’mûn döneminde (813-833) Bağdat’ta bulunduğu ve muhtemelen bu şehirde vefat ettiği, cenaze namazını İbn Ebû Duâd’ın kıldırdığı kaydedilmektedir (İbnü’l-Murtazâ, s. 48, 54, 61). Şehristânî’nin el-Milel ve’n-niḥal’ini neşreden Muhammed Seyyid Kîlânî, herhangi bir kaynak belirtmeden Hişâm b. Amr’ın 226 (841) yılında vefat ettiğini kaydeder (el-Milel, I, 72). Fuvatî veya Fûtî nisbesi hakkında bilgi veren, ancak Hişâm’dan söz etmeyen Sem‘ânî bu kelimenin “peştemal, önlük, havlu” anlamına gelen “fûta” veya “fût” ile bağlantılı olduğunu, söz konusu nisbenin de bunları satan kişiler için kullanıldığını belirtir (el-Ensâb, IV, 408-409; ayrıca bk. Süyûtî, II, 163).

Kaynaklar Hişâm b. Amr’ın Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Nazzâm ve Muammer b. Abbâd gibi ünlü Mu‘tezile kelâmcılarının talebesi olduğunu belirtmektedir. Kendisinin en meşhur öğrencisi ise Abbâd b. Süleyman es-Saymerî’dir. Bazı kaynaklarda Hişâm’ın Mu‘tezile’nin “usûl-i hamse”sini genelde benimsediği, ancak onun mensup olduğu Basra ekolünün görüşlerine aykırı bazı telakkilerinin bulunduğu, bu sebeple de çevresinde Hişâmiyye diye adlandırılan bir grubun teşekkül ettiği kaydedilir (Bağdâdî, s. 159; İsferâyînî, s. 75; Şehristânî, I, 72).

Hişâm b. Amr’ın günümüze intikal eden herhangi bir eseri bulunmadığından görüşleri genellikle Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, Abdülkāhir el-Bağdâdî, Şahfûr b. Tâhir el-İsferâyînî, Ebü’l-Muîn en-Nesefî ve Şehristânî gibi Sünnî müelliflerin tenkitleriyle Ebü’l-Hüseyin el-Hayyât ve Kādî Abdülcebbâr gibi Mu‘tezile âlimlerinin yaptığı nakillerden öğrenilmektedir. Bu bilgiler ışığında ona atfedilen görüşler şöylece özetlenebilir: Fizik âlem atomlardan (cüz-i lâ yetecezzâ) oluşmuştur ve sürekli değişikliğe uğramaktadır. Hişâm’a göre sonlu, sınırlı ve dolayısıyla hâdis olan bu atomlardan teşekkül eden âlem de sonlu, sınırlı ve hâdistir (Eş‘arî, s. 304, 311, 315). Allah Teâlâ hakkında O’nun yetkinliğine gölge düşürecek herhangi bir nitelemede bulunulması câiz değildir. Bundan dolayı her ne kadar Kur’an’da, “Allah bize yeter; O ne güzel vekîldir” diyenler övülmüşse de (Âl-i İmrân 3/173) insanlar arasında müvekkilin vekilden güç ve rütbe bakımından üstün olduğu yolundaki kanaat göz önünde bulundurulduğu takdirde Allah’ın insanlar tarafından bu anlama gelen bir “vekîl” şeklinde algılanması doğru olmaz. Ona göre nitelediği konuda zihninde birtakım eksik anlamlar bulunan insan hiçbir zaman zât-ı ilâhiyyeye lâyık anlamı düşünemez (Eş‘arî, s. 488; krş. Hayyât, s. 48, 121). Hişâm b. Amr, sonsuz bir varlık olan Allah’ın ilminin de sonsuz olduğunu belirtir ve ilm-i ilâhînin ma‘dûma taalluk etmediğini söyler. Ayrıca âlemin ezelîliği fikrini çağrıştırdığı ve tevhid ilkesiyle bağdaşmadığı için, “Allah ezelde âlim ve kādirdir” demek isabetli sayılmaz (Eş‘arî, s. 158, 182-183, 488-489, 495; Nesefî, I, 5, 196; II, 687). Hişâm’a göre Allah insanlar tarafından hiçbir şekilde görülemez ve “bilme” mânası kastedilse bile, “Biz O’nu kalplerimizle görürüz” denilemez (Eş‘arî, s. 157, 216). Allah’a mekân nisbet etme anlamı taşıyan bütün naslar te’vil edilir (a.g.e., s. 157). Kullarına asla zulmetmeyen Allah insanı bütün ihtiyarî fiilleri için geçerli olan bir istitâatla donatmıştır (a.g.e., s. 202-203, 228-230, 345, 558; Nesefî, II, 552, 650).

Araz mahiyetindeki hissî mûcizelerin peygamberliğin delili olamayacağını ileri süren Hişâm b. Amr, bununla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’in metninin sahip bulunduğu üstün vasıflar sebebiyle mûciz olduğunu söyler (Eş‘arî, s. 225-226). İmanı “farz ve nâfileleriyle birlikte bütün ilâhî buyruklara uymak” şeklinde tanımlayan Hişâm (a.g.e., s. 268, 278) imâmet konusunda da farklı görüşlere sahiptir. Ona göre ümmet belli bir görüş üzerinde birleştiği, zulüm ve fesadı terkettiği takdirde kendisini yönetmek üzere bir imam seçmelidir. Ancak ümmetin ayaklanıp imamı öldürmesi durumunda bu görev hiç kimseye verilemez (Bağdâdî, s. 163-164; Nesefî, II, 823). Abdülkāhir el-Bağdâdî bu görüşün, kendisinden önceki halifenin öldürülmesinden sonra halife olan Hz. Ali’nin imâmetini kabul etmeme anlamına geldiğini düşünmekte (el-Farḳ, s. 164), Hayyât ise Hişâm b. Amr’ın Hz. Osman’ın şehid edilmesi olayı ile Cemel Vak‘ası hakkındaki görüşlerini savunmakta ve onun bu olaylara karışan sahâbîlerin hiçbirinden teberrî etmediğini belirtmektedir (el-İntiṣâr, s. 50-51, 115-117, 120-121).

İbnü’n-Nedîm Kitâbü’l-Maḫlûḳ, Kitâbü’r-Red ʿale’l-Eṣam fî nefyi’l-ḥarekât, Kitâbü Ḫalḳi’l-Ḳurʾân, Kitâbü’t-Tevḥîd, Kitâbü Cevâbi ehli Ḫorasân, Kitâb ilâ ehli’l-Baṣra, Kitâbü’l-Uṣûli’l-ḫamse, Kitâb ʿale’l-Bekriyye, Kitâb ʿalâ Ebi’l-Hüẕeyl fi’n-naʿîm adlı eserleri Hişâm b. Amr’a nisbet ediyorsa da (el-Fihrist, s. 214) bunların hiçbiri günümüze ulaşmamıştır.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 48-51, 57, 92, 106, 115-117, 120-122, 131.

Ebü’l-Kāsım el-Belhî [Kâ‘bî], el-Maḳālât: Ẕikrü’l-Muʿtezile (nşr. Fuâd Seyyid, Fażlü’l-iʿtizâl ve Ṭabaḳātü’l-Muʿtezile içinde), Tunus 1393/1974, s. 71-72.

, s. 157-158, 182-183, 202-203, 216, 225-226, 227, 229-230, 268, 274, 278, 304, 311, 315, 345, 364, 415, 436, 488-489, 495, 511, 558, 568.

İbn Ebû Avn, el-Ecvibetü’l-müskite (nşr. M. Abdülkādir Ahmed), Bulak 1985, s. 81.

, s. 39, 41.

, s. 214.

, s. 311.

Kādî Abdülcebbâr, Ṭabaḳātü’l-Muʿtezile (nşr. Fuâd Seyyid, Fażlü’l-iʿtizâl ve Ṭabaḳātü’l-Muʿtezile içinde), Tunus 1393/1974, s. 271-272, 285.

, s. 159-164.

, II, 294.

İsferâyînî, et-Tebṣîr (Hut), s. 75-77.

, I, 5, 196; II, 552, 650, 687, 823.

, I, 72-74.

, IV, 408-409.

, s. 48, 54, 61, 77, 90.

Süyûtî, Lübbü’l-Lübâb (nşr. M. Ahmed Abdülazîz – Eşref Ahmed Abdülazîz), Beyrut 1411/1991, II, 163.

W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 273, 277.

I. Goldziher, “Hellenistischer Einfluss auf Mu’tezilitische Chalifatstheorien”, , VI (1916), s. 173-177.

Ch. Pellat, “His̲h̲ām b. ʿAmr al-Fuwaṭī”, , III, 496.

Mustafa Öz, “Abbâd b. Süleyman es-Saymerî”, , I, 12-13.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1998 yılında İstanbul’da basılan 18. cildinde, 151-152 numaralı sayfalarda yer almıştır.