Ebû Ya‘kūb İshâk b. Hassân (b. Kûhî) el-Hureymî (ö. 214/829 [?])
Dımaşk’ın ileri gelen ailelerinden Hureymîler’e mensup vali ve kumandan Osman b. Umâre’ye yakınlığı dolayısıyla Hureymî mahlasını aldı. Kaynakların birçoğunda nisbesi yanlışlıkla Cüzeymî, Harmî, Harîmî, Cermî şekillerinde de geçmektedir. Yine birçok kaynakta Osman b. Umâre’nin veya onun babasının, dedesinin ya da yeğeninin (Hureym b. Ebü’l-Heyzâm) âzatlısı olduğu şeklinde çelişkili rivayetler yer almaktadır. Şairin hayatı hakkında sadece şiirlerinden hareketle bazı bilgiler edinmek mümkündür. Bir şiirinde atalarının Orta Asya’da Soğd bölgesine yerleştiğini, oradan da Merv ve Cûzcân’a dağıldığını, kendisinin Merv’de dünyaya geldiğini belirten Hureymî’nin soyu hakkında “acem” ifadesini kullandığına bakarak şarkiyatçıların ve çağdaş Arap yazarlarının bazıları onun İran kökenli olduğunu iddia etmişlerdir. Acem kelimesinin “Arap olmayan” anlamına geldiği dikkate alınırsa burada “Türk” karşılığında da kullanıldığı söylenebilir. Nitekim İbnü’l-Mu‘tezz’in “Türk soyundandı” ifadesi de (Ṭabaḳātü’ş-şuʿarâʾ, s. 293) bu görüşü desteklemektedir. Şevkī Dayf, Ali Cevâd et-Tâhir ve Fuat Sezgin de bu kanaattedir. Ancak eski kaynaklardan sadece Yâkūt’un Muʿcemü’l-büldân’ında (IV, 339-340) geçen ve Hureymî’ye nisbet edilen bir şiirde anne tarafından Türk, baba tarafından İranlı olduğuna işaret vardır.
İbn Reşîḳ el-Kayrevânî, Hureymî’nin Beşşâr b. Bürd (ö. 167/783-84) ve Ebû Nüvâs (ö. 198/814) dönemini takip eden şairler arasında yer aldığını söyler (el-ʿUmde, I, 212). Beşşâr, Ebû Nüvâs, Hammâd Acred ve Mutî‘ b. İyâs’tan nakiller yapmış olması da bunu teyit etmektedir (Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, III, 192; XIV, 347; XX, 81-82).
Bir şiirinde (Câhiz, Kitâbü’l-Ḥayevân, I, 354) Sicistan’da büyüyüp yetiştiğini, ilim ve edebiyat tahsilini burada yaptığını söyleyen Hureymî Sicistan’da haksızlığa uğradığından, geçim sıkıntısı çektiğinden ve nâmerde el açmak durumunda kaldığından yakınır. Onu bu dönemde kişiye büyük itibar kazandıran şiire yönlendiren en önemli sebep de bu geçim sıkıntısı olmalıdır. Nitekim Câhiz’in naklettiğine göre iki beyitten ibaret olan ilk şiirinde maddî sıkıntılarını dile getirmektedir (el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 224; III, 325). Hureymî, Sicistan ve Ermenistan’da valilik yapan Osman b. Umâre ile tanıştıktan sonra çeşitli imkânlara kavuştu. Vali Osman ile birlikte Sicistan ve Dımaşk’ta bulunan, valinin Ermenistan’a tayin edilmesi üzerine kendisiyle birlikte giden Hureymî meşhur “Lâmiyye”sini onun için nazmetmiştir.
Osman b. Umâre’nin Sicistan valisi tarafından öldürülmesi üzerine Hureymî, kardeşi şair ve kumandan Âmir b. Umâre’nin himayesine girdi. Osman ve Âmir için kaside ve mersiyeler yazdı. Âmir’in ölümü münasebetiyle kaleme aldığı “Ayniyye”si en güzel mersiyelerinden biridir. Daha sonra Âmir’in oğlu Hureym’in himayesine giren şair onun için de kaside ve mersiyeler yazdı. Son hâmisini de kaybettikten sonra Dımaşk’ta daha fazla kalamayan Hureymî, Hârûnürreşîd’in halifeliği döneminde hayatının son yıllarını geçireceği Bağdat’a yerleşti. Kısa zamanda halife, vezir ve kâtiplerle dostluk kurdu ve onlar için yazdığı kasidelerle büyük bir servet kazandı. Halife olmadan önce Me’mûn’un, Bermekî Veziri Yahyâ b. Hâlid ile oğulları Ca‘fer ve Fazl’ın, Hârûnürreşîd’in saray şairi Mansûr en-Nemerî ile Abbas b. Züfer’in meclislerinde bulundu. Mansûr en-Nemerî onun Hârûnürreşîd ve Me’mûn’la tanışmasında etkili olmuştur. Hureymî Yahyâ b. Hâlid için de kaside yazmıştır (Sûlî, Edebü’l-küttâb, s. 49). Yakın ilişki kurduğu Bermekîler’in kâtibi ve Hârûnürreşîd’in Dîvânü’l-ceyş sahibi Muhammed b. Mansûr b. Ziyâd için yazdığı kasidede onun kendisine yaptığı ihsanları dile getirmiş (İbn Kuteybe, eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ, s. 732), ölümü üzerine de bir mersiye söylemiştir (a.g.e., s. 734; Müberred, Kitâbü’l-Fâżıl, s. 95). Hureymî’nin Fazl b. Yahyâ’nın kâtibi Ebû Ali Hasan b. Tâhtâh el-Belhî hakkında da kaside ve mersiyeleri vardır (Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 109). Belhî’nin 193’te (809) Hârûnürreşîd tarafından Mısır’a vali olarak tayin edilmesi üzerine ona olan hasretini dile getirdiği “Bâiyye”si (İbn Kuteybe, eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ, s. 734-735) en güzel şiirleri arasında yer alır.
Hureymî’nin hiciv oklarına hedef olmuş kimseler de vardır. Kâtip Ali b. Heysem el-Enbârî için yazdığı hiciv (Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 131) bu türün en güzel örneklerindendir. el-Eġānî’de (XI, 345-346) Hureymî’nin Enbârî hakkında Nabatça birçok hiciv kaleme aldığı, Arapça hicivleri içinde Nabatça kelimelere de yer verdiği ve bunların, Halife Emîn’in şarkıcısı Allüveyh tarafından bestelenip Emîn’in huzurunda okunduğu belirtilmektedir. Me’mûn’un kumandanı şair Ebû Dülef el-İclî de Hureymî’nin hem övdüğü (Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 111-112; II, 356-357) hem de yerdiği (a.g.e., II, 190) kişiler arasında yer alır.
Hayatının bir kısmını Mu‘tezile’yi himaye eden Me’mûn döneminde geçirmiş olan Hureymî’nin şiirlerinden Bağdat’ta kelâm ve felsefe meclislerine de katıldığı anlaşılmaktadır. Bir şiirinde akıl ile dinin bütün erdemlerin ve övünç kaynaklarının üstünde olduğunu ifade ederek (İbn Kuteybe, eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ, s. 735) akıl-din ilişkisine ve uzlaşmasına Ya‘kūb b. İshak el-Kindî’den yıllarca önce işaret etmiştir. Bir şiirinde de, “İnsanlar, ruh ve ceset itibariyle benzer yaratılmış olsalar bile huy ve davranışları farklıdır. Hayrın da şerrin de onunla görevli ve ona ehil olan insanları vardır. Her biri ona kendi yol açar” diyerek (a.g.e., s. 734) Mu‘tezile’nin adalet ilkesine işaret etmektedir.
Bazı çağdaş Arap yazarları, Ebü’l-Ferec el-İsfahânî’nin kaydettiği bir bilgiye dayanarak (el-Eġānî, VI, 93; XIV, 334) Hureymî’nin ilk şiir ve edebiyat derslerini aralarında Hammâd er-Râviye, Hammâd Acred, Mutî‘ b. İyâs ve Yahyâ b. Ziyâd’ın da bulunduğu şairler topluluğunun meclislerinde aldığını, şiirlerindeki tarz ve üslûpta bunun etkisi olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak Hureymî’nin yetişme ve öğrenim devresi zaman bakımından bu şairlere uzaktır. Ayrıca İsfahânî’nin buna dair bir işareti olmadığı gibi Hureymî’nin şiirlerinde bu şairlerin tesiri ve izleri de görülmemektedir. Adı geçen şairler dinî ve ahlâkî konularda sınır tanımayan, içki meclislerine devam eden, zındıklıkla itham edilen, müstehcen şiirin ve hicvin önde gelen isimleridir. Hureymî ise dindar ve zâhid bir kişi olup ahlâka, dine ve edebe aykırı hiçbir şiir yazmamıştır. Az sayıdaki hicivlerinde bile yüksek ve nezih bir ruh asaletinin izleri görülür. Onun tarih, ensâb ve edebiyat âlimi Heysem b. Adî’yi hicvetmeyi düşündüğü, ancak istediği şekilde bir hicviye yazmak içinden gelmeyince kendisinin ricası üzerine bu hicviyeyi Akevvek namıyla bilinen şair Ali b. Cebele’nin nazmettiği yolundaki bilgi de (a.g.e., XX, 38-39) onun insanları yermeye ve üzmeye yatkın olmayan temiz bir ruha sahip olduğunu gösterir.
Hârûnürreşîd’in 193’te (809) vefatı üzerine oğulları Emîn ile Me’mûn arasında meydana gelen savaşlarda binlerce insan ölmüş, Bağdat harabeye dönmüştü. Hureymî’nin bu münasebetle kaleme aldığı 135 beyitlik kaside Arap edebiyatının şaheserlerinden kabul edilir. Hureymî bu kasidesinde saray, köşk ve kâşâneleri, uşak, hizmetçi ve câriyeleri, cadde, sokak ve pazarları, bağ, bahçe ve yeşillikleriyle Bağdat’ın tahribattan önceki lüks hayatı ile harabeye dönen ev, cadde ve sokakları, yiğit nâraları, kılıç ve at sesleri, kadın çığlıkları ve çocuk ağlamaları, her tarafı dolduran kan ve cesetlerle tahribattan sonraki acıklı halini gözler önüne sermiştir. Bu tarihî değeri sebebiyle Taberî kasideyi eserine aynen almıştır (Târîḫ, VIII, 431-454). İbnü’l-Esîr ise kasidenin 150 beyit kadar olduğunu ve uzunluğu sebebiyle onu iktibas edemediğini söyler (el-Kâmil, VI, 274). Hureymî bu şiirini kimseye yaranmak için yazmamış, iki tarafa da nasihat vermeye çalışmıştır. Ancak Me’mûn’un galip geldiği bu savaşlarda, “Gördün mü Bağdat sokaklarında atları üzerinde hançerlerini çekmiş vaziyette dolaşan Türkler’i” (Taberî, V, 78) diyerek Türkler’in galibiyetteki rolüne işaret etmiştir. Sadece bu kasidesiyle Hureymî Abbâsî devrinin en büyük şairlerinden sayılmaya hak kazanmıştır. Ömer b. Abdülmelik el-Verrâk, Hüseyin el-Halî‘ ve İbn Ebû Tâlib el-A‘mâ gibi şairlerin Bağdat üzerine yazdıkları mersiyelerin (a.g.e., V, 74-89) hiçbiri onun kasidesine yetişememiştir. İbnü’r-Rûmî’nin, Basra’nın Zencîler tarafından tahribi üzerine kaleme aldığı “Mîmiyye”sinde biçim ve içerik olarak Hureymî’den etkilendiği anlaşılmaktadır.
Hureymî hayatının son döneminde önce kardeşini, ardından oğlunu kaybetmiş, onların acılarını dile getiren mersiyeler nazmetmiştir. Sadece bir gözü gördüğü için “a‘ver” lakabıyla tanınan şair yetmiş yaşından sonra diğer gözünü de kaybetmiş, bunun üzerine “a‘mâ” ve “mekfûf” lakaplarıyla da anılır olmuştur. Bu dönemde yazdığı şiirlerde bir yandan âcizliğini, yalnızlığını ve çaresizliğini, insanlara yük olmanın verdiği sıkıntıları dile getirirken öte yandan kapanan gözlerinin yerine kalp gözünün açıldığını, artık basîret ve bilgi ışığının yolunu aydınlattığını ifade ederek (İbn Kuteybe, ʿUyûnü’l-aḫbâr, IV, 57) teselli bulmaya çalışmış, bu şiirleri dilden dile dolaşır hale gelmiştir (Câhiz, Kitâbü’l-Ḥayevân, III, 113; VII, 151-152).
Kaynaklarda Hureymî’nin sekseni aşkın bir yaşta Bağdat’ta öldüğü kaydedilmekte ve ölüm tarihi olarak 200 (816), 206, 210, 212 ve 214 (829) yılları verilmektedir. Bu tarihler arasında Safedî’nin kaydettiği (el-Vâfî, VIII, 409) 214 yılı tercih edilebilir. Bununla birlikte bir şiirinde kendisi için söz konusu ettiği uzun ömürlülüğün (ta‘mîr: muammerûndan olma, 100 yıldan fazla yaşama) bir temenni değil gerçek olması da mümkündür (Safedî, Nektü’l-himyân, s. 71). Başta Taberî olmak üzere eski kaynaklarda Hureymî’nin son yılları ve vefat tarihiyle ilgili bilgi bulunmaması, onun gözlerini yitirdikten sonra kapıldığı âcizlik ve karamsarlık hissiyle insanlardan uzaklaşıp dünyadan el etek çekmesi sebebiyle unutulmuş olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Nitekim hayatının son dönemlerinde nazmettiği yaşlılık ve gençliğe, âhiret hazırlığına ve zühde, vefasız dostlara, zamandan ve zamane insanlarından şikâyete dair şiirleri (İbn Kuteybe, eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ, s. 734) bu duruma işaret etmektedir.
Edebiyat eleştirmenleri Hureymî’yi Arapça’nın inceliklerine vâkıf, tabii bir ustalıkla söylenmiş, iyi bir muhakeme ve mantık temeline, eşyanın dikkatli bir müşahedesine dayanan, engin mânalarla yüklü güzel şiirleri olan güçlü ve fasih bir şair olarak değerlendirmişlerdir. İbnü’n-Nedîm, onun 200 varak hacminde bir divanının bulunduğundan söz ederken (el-Fihrist, s. 188) İbn Asâkir divanının meşhur olduğunu kaydeder (Târîḫu Dımaşḳ, VIII, 198). Bu divan zamanımıza kadar ulaşmamakla birlikte şairin edebiyat ve biyografi kitaplarında çok sayıda şiiri yer almaktadır. Başta şiirlerini kendisinden dinleyip rivayet eden Câhiz ile Ebû Asîde olmak üzere Müberred, İbnü’l-Mu‘tez, Ebû Hâtim es-Sicistânî gibi edebiyat eleştirmenleri onun şiirlerine ve sanatına hayrandır. Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn ile Kitâbü’l-Ḥayevân’ı başta olmak üzere çeşitli eserlerinde onun şiirlerinden çok sayıda nakillere yer vermiştir. Kûfeli nahiv âlimi ve şiir râvisi Ebû Asîde Ahmed b. Ubeyd b. Nâsıh da ondan şiirlerini dinleyip rivayet edenlerdendir (İbnü’l-Cerrâh, s. 104-105). Ebû Hâtim, “Müvelled şairler içinde en iyisi ve en büyüğü Hureymî’dir” derken (a.g.e., s. 103) Müberred onun tabii bir ustalıkla şiir yazan güçlü bir şair olduğunu ifade etmektedir (İbnü’l-Mu‘tez, s. 293; Husrî, IV, 1142). Şiirlerinin büyük bir beğeniye mazhar olmasının sebebinin sorulması üzerine Hureymî, “Ben şiir yazarken sözlerin tabii bir şekilde gelmesine özen gösteririm. Onu duyan herkes kolaylıkla sever ve kabul eder” demiş (İbnü’l-Cerrâh, s. 102-103) ve bu şekilde tabii şiirin özlü bir tanımını vermiştir.
Başta Mütenebbî olmak üzere Ebû Temmâm ve Akevvek gibi bazı şairler Hureymî’nin şiirlerinden alıntılar yapmışlar veya şiirlerine nazîreler yazmışlardır. Nitekim Ebü’l-Heyzâm Âmir b. Umâre için yazdığı “Ayniyye”sine bir taklit nazmeden Ali b. Cebele, Hureymî’nin kudreti karşısında aczini itiraf ederek bu kasidesinde ona İmruülkays’ın bile yetişemeyeceğini söylemiştir (Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XX, 48). Aynı şekilde Ebû Temmâm’ın Hureymî’ye yaptığı başarısız bir taklidi kendisine hatırlatılınca başını eğip sükût etmek zorunda kaldığı rivayet edilir (Merzübânî, el-Müveşşaḥ, s. 470, 495).
Hureymî, daha çok övgüleri ve mersiyeleriyle tanınmış olmakla birlikte çağdaşlarının işlediği her konuda şiir nazmetmiş, hatta klasik kalıpları ve geleneksel konuları aşan yeni ve orijinal şiirler yazmıştır. Soyunu, şiirlerini ve konuk severliğini övdüğü fahriyeleri arasında, güler yüzün konuk için maddî ikramdan daha önemli olduğunu anlattığı bölüm cömertlikle ilgili fahriye örneği olarak Ebû Temmâm’ın el-Vaḥşiyyât’ından (s. 273) itibaren antolojilerde yer almıştır. İbnü’l-Mu‘tez’in çok sayıda gazeli bulunduğunu ifade etmesine rağmen (Ṭabaḳātü’ş-şuʿarâʾ, s. 293-294) Hureymî’nin zamanımıza ulaşan şiirleri arasında gazelleri çok azdır. Onun hikmete dair bazı şiirlerinde de Mütenebbî’yi etkilediği anlaşılmaktadır. Hureymî’nin fakirliği onursuz zenginliğe tercih eden, haksız kıskançlığı yeren, sabrı, dostluğu, iyi geçinmeyi, ziyareti, din ve namus bütünlüğünü tavsiye eden, ırk üstünlüğü iddiasını ve ayırımcılığı yeren, bütün insanların eşit olduğunu belirten şiirleri de ayrı bir özellik arzeder (İbn Kuteybe, eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ, s. 734-735).
Birkaç beyit ve kıtası yüzünden Hureymî bazı çağdaş yazarlar tarafından Şuûbîlik’le itham edilmiştir. Bu itham, şiirlerin arka planındaki gerçeği dikkate almamaktan kaynaklanan bir yanılgıdır. Hureymî eleştiri konusu olan bu şiirlerden birini, Ermenistan Valisi Osman b. Umâre’nin Hazar Türkleri’ne karşı yapılan bir savaşta arkadaşlarından ve eşraftan oluşan bir gruba kendisini reis tayin ettiğinde (Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, III, 464) bu grubun, “Bir Soğdlu mu başımıza geçti?” şeklindeki sözleriyle kendisini istememeleri ve neticede bu görevinden alınmasına sebep olmaları üzerine söylemiştir. Şiirde ırkçılık yapılmamış, aksine ırk ayırımı yapmanın ve soyla övünmenin doğru olmadığı ifade edilmiştir. Hureymî’nin, “Ben Soğd’un soylu ailelerinden bir kişiyim; Acem ırkı beni erdemlerle donattı” anlamındaki beytini de hayatının büyük bir kısmını Emevî ırkçılığının beşiği olan ve mevâlîlerin horlandığı Dımaşk’ta geçirmesi sebebiyle bir tepki sonucunda söylenmiş bir fahriye olarak kabul etmek gerekir. Eski kaynaklardan sadece Muʿcemü’l-büldân’da (III, 464) geçen bu tür şiirlerinden birini Yâkūt, “Acemliğiyle iftihar ediyor” şeklinde takdim ederken çağdaş yazarlardan başta Goldziher ile Ahmed Emîn olmak üzere Tâhâ el-Hâcirî, Muhammed Nebîh Hicâb, Ahmed Şâyib, Ahmed Muhammed el-Havfî gibi bazı kişiler Hureymî’ye ırkçılık isnadında bulunmuşlardır (Muslim Studies, s. 151-152; Ḍuḥa’l-İslâm, I, 64-65). Aslında bunu, Yâkūt’un da belirttiği gibi Arap şairleri arasında Câhiliye’den kalma bir gelenek olarak soy ve kabileyle övünmeye dair bir şair fahriyesi şeklinde değerlendirmek daha uygun görünmektedir. Kaldı ki başta Şevkī Dayf ile Ali Cevâd et-Tâhir olmak üzere birçok çağdaş eleştirmen, içerik ve üslûp bakımından Hureymî’nin diğer şiirlerine benzemediği için bu parçanın Hureymî’ye nisbetini uygun bulmamaktadır (MMLADm., sy. 41 [1386/1966], s. 452, 609). Hayatını soylu Arap ailelerinden Hureymîler’e methiye ve mersiye yazmakla geçirmiş, onlardan büyük himaye ve destek görmüş bir şairin bunları söylemesi de pek mâkul görünmemektedir.
Hureymî’nin edebiyat ve biyografi kitaplarında dağınık olarak yer alan çok sayıdaki şiirinin büyük bir kısmı Ali Cevâd et-Tâhir ile Muhammed Cebbâr el-Muaybid tarafından derlenerek Dîvânü’l-Ḫureymî adıyla yayımlanmıştır (Beyrut 1971). V. A. Ebermann, Hureymî’nin şiirlerinin bir kısmını “al-Churejmi arabskij poetiz Sogda” adıyla Rusça’ya tercüme etmiştir (ZKV, V [1930], s. 429-450).
BİBLİYOGRAFYA
Ebû Temmâm, el-Ḥamâsetü’ṣ-ṣuġrâ: el-Vaḥşiyyât (nşr. Abdülazîz el-Meymenî – Mahmûd M. Şâkir), Kahire 1963, s. 273, 325.
Câhiz, el-Buḫalâʾ (nşr. Tâhâ el-Hâcirî), Kahire 1981, s. 130, 167, 181, 205, neşredenin eki, s. 363-364.
a.mlf., Kitâbü’l-Ḥayevân, I, 224-225, 354; III, 94, 113, 148; V, 204, 211, 603; VI, 423; VII, 61, 151-152, 193.
a.mlf., el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 11, 109, 111-112, 115, 117, 131, 209, 224, 381, 406; II, 73, 190, 352, 356-357; III, 162, 320, 325, 352.
İbn Kuteybe, eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ, Beyrut 1964, s. 23-24, 731-735.
a.mlf., ʿUyûnü’l-aḫbâr, II, 128; III, 239; IV, 57, 239.
Müberred, el-Kâmil (nşr. M. Ahmed ed-Dâlî), Beyrut 1406/1986, III, 1361-1362.
a.mlf., Kitâbü’l-Fâżıl (nşr. Abdülazîz el-Meymenî), Kahire 1953, s. 95.
İbnü’l-Mu‘tez, Ṭabaḳātü’ş-şuʿarâʾ (nşr. Abdüssettâr Ahmed el-Ferrâc), Kahire 1981, s. 293-294.
İbnü’l-Cerrâh, el-Varaḳa (nşr. Abdülvehhâb Azzâm – Abdüssettâr Ahmed el-Ferrâc), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 23-24, 102-106.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), IV, 251; V, 76-89; VIII, 431-454; X, 176-180.
Ebü’t-Tayyib el-Veşşâ’, eẓ-Ẓarf ve’ẓ-ẓurafâʾ (nşr. Fehmî Sa‘d), Beyrut 1407/1986, s. 104.
İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd, V, 327.
Cehşiyârî, el-Vüzerâʾ ve’l-küttâb, s. 194, 239-240, 267-268.
Sûlî, Edebü’l-küttâb, s. 49.
a.mlf., Aḫbârü’ş-şuʿarâʾi’l-muḥdes̱în (nşr. J. Heyworth-Dunne), Beyrut 1401/1982, s. 127-128.
Âmidî, el-Muvâzene (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1380/1961, I, 121.
Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-ẕeheb (Abdülhamîd), III, 414.
Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, III, 192; VI, 93; XI, 345-346; XIII, 169; XIV, 334, 347; XV, 131; XVI, 433; XVIII, 381; XX, 38-39, 48, 81-82, 355.
Merzübânî, el-Müveşşaḥ (nşr. Ali M. el-Bicâvî), Kahire 1965, s. 470, 495.
a.mlf., Muʿcemü’ş-şuʿarâʾ (nşr. F. Krenkow), Beyrut 1402/1982, s. 256.
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 188.
Ebü’l-Hasan el-Cürcânî, el-Vesâṭa beyne’l-Mütenebbî ve ḫuṣûmih (nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim – Ali M. el-Bicâvî), Beyrut 1386/1966, s. 50, 204, 311, 312, 321, 322, 336, 354, 370-371.
Ebû Hilâl el-Askerî, Dîvânü’l-meʿânî (nşr. Hüsâmeddin el-Kudsî), Kahire 1352/1933, I, 74, 279; II, 175, 197.
Seâlibî, Ḫâṣṣü’l-ḫâṣ (nşr. Me’mûn b. Muhyiddin el-Cennân), Beyrut 1414/1994, s. 163-164.
Husrî, Zehrü’l-âdâb (nşr. Zekî Mübârek), Beyrut 1972, IV, 1142-1145.
İbn Reşîḳ el-Kayrevânî, el-ʿUmde (nşr. Muhammed Karkazân), Beyrut 1408/1988, I, 212.
Hatîb, Târîḫu Baġdâd, VI, 326.
İbn Mâkûlâ, el-İkmâl, III, 243.
Abdülkāhir el-Cürcânî, Delâʾilü’l-iʿcâz (nşr. Mahmûd M. Şâkir), Kahire 1404/1984, s. 164-169, 498, 511.
Sem‘ânî, el-Ensâb (Bârûdî), II, 354-355.
İbn Asâkir, Târîḫu Dımaşḳ (Amrî), VIII, 198-203.
Ebü’l-Bekā el-Ukberî, et-Tibyân fî şerḥi’d-dîvân (nşr. Mustafa es-Sekkā v.dğr.), Beyrut 1397/1978, I, 155; II, 7, 166, 243, 287; III, 10, 12, 187, 333; IV, 65.
Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, XV, 140.
a.mlf., Muʿcemü’l-büldân (Cündî), II, 500; III, 464; IV, 339-340.
İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, I, 438.
a.mlf., el-Kâmil, VI, 274.
İbnü’l-Adîm, Buġyetü’ṭ-ṭaleb (nşr. D. W. Morray), Frankfurt 1990, III, 517-521.
İbn Manzûr, Muḫtaṣaru Târîḫi Dımaşḳ, IV, 290-294; XI, 284-285; XVI, 275-277.
Safedî, el-Vâfî, VIII, 409.
a.mlf., Nektü’l-himyân (nşr. Ahmed Zekî Bek), Kahire 1329/1911, s. 71.
Abdürrahîm el-Abbâsî, Meʿâhidü’t-tenṣîṣ (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1367/1947, I, 251, 252-254.
Ahmed Emîn, Ḍuḥa’l-İslâm, Beyrut 1351/1933, I, 64-65.
Brockelmann, GAL, II, 46; Suppl., I, 111-112.
Ahmed M. el-Havfî, Edebü’s-siyâse fi’l-ʿaṣri’l-Ümevî, Beyrut 1384/1965, s. 490-491.
Sezgin, GAS, II, 550-551.
Tâhâ el-Hâcirî, el-Câḥiẓ: ḥayâtühû ve âs̱ârüh, Kahire 1969, s. 135, 204, 431.
I. Goldziher, Muslim Studies, Albany 1977, s. 151-152, 163-164.
Bedrân, Tehẕîbü Târîḫi Dımaşḳ, II, 437-440; VII, 179-196.
Ömer Ferruh, Târîḫu’l-edeb, II, 233.
Ekrem Pamukçu, Bağdat’ta İlk Türkler, Ankara 1994, s. 246-260.
Şevkī Dayf, Târîḫu’l-edeb, III, 354-359.
Ali Cevâd et-Tâhir, “Ebû Yaʿḳūb el-Ḫureymî”, MMLADm., sy. 41 (1386/1966), s. 448-469, 607-630.
Ch. Pellat, “Abū Yaʿḳūb al-K̲h̲uraymī”, EI2 (Fr.), I, 164.
Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1998 yılında İstanbul’da basılan 18. cildinde, 385-387 numaralı sayfalarda yer almıştır.