HÜSEYİN FAHREDDİN DEDE

(1854-1911)

Mevlevî şeyhi, şair, bestekâr ve ney virtüozu.

Müellif:

10 Muharrem 1271’de (3 Ekim 1854) Beşiktaş Mevlevîhânesi’nde doğdu. Babası mevlevîhânenin şeyhi Hasan Nazif Dede, annesi Zübeyde Havvâ Hanım’dır. 10 Muharrem’de ve hüseynî âyin-i şerifinin icra edildiği bir mukabele esnasında doğduğu için kendisine Hüseyin adı verildi. Henüz üç yaşında iken Mehmed Said Hemdem Çelebi tarafından teberrüken sikke tekbirlendi, babasından da icâzetnâme aldı. Beşiktaş Rüşdiyesi’ni bitirdikten sonra Dihlevî İskender Efendi’den Farsça ve Fransızca, Belhli Abdülfettah Efendi’den Farsça, Manisalı Hüseyin Hilmi Efendi ile Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Osman Selâhaddin Dede’den Arapça, eniştesi Yenişehirli Avni Bey’den tasavvuf ve edebiyat dersleri olan Hüseyin Fahreddin devlet adamı ve şair Abdurrahman Sâmi Paşa’dan mesnevi okudu.

Babasının 16 Şevval 1278 (16 Nisan 1862) tarihinde vefatı üzerine, Karahisar Mevlevîhânesi şeyhi Kemâleddin Dede ve Mısır Dârülmevlevîsi şeyhi Azmi Dede tarafından icâzeti yenilendikten sonra Konya’da çelebilik makamında bulunan Sadreddin Çelebi şeyhlik destarı vererek kendisini Beşiktaş Mevlevîhânesi meşihatına tayin etti. Ancak yaşının küçük olması sebebiyle meşihat görevi vekâleten aşçıbaşı Hacı Râşid Dede tarafından sürdürüldü. Mevlevîhânenin bulunduğu yere Sultan Abdülaziz’in Çırağan Sahilsarayı’nı yaptırması üzerine 1 Zilkade 1284’te (25 Şubat 1868) Beşiktaş Mevlevîhânesi geçici olarak Fındıklı’da Karacehennem İbrâhim Paşa Konağı’na nakledildi. 27 Şevval 1286’da (29 Ocak 1870) Maçka’da yeni yapılan mevlevîhâne hizmete açılınca Hüseyin Fahreddin Dede fiilen meşihat görevine başlayarak icra edilen ilk âyin-i şerifi idare etti. Bir müddet sonra yerine askerî kışla yapılmak istenmesi üzerine mevlevîhâne 30 Zilhicce 1291’de (7 Şubat 1875) Haliç’in Bahariye sahilinde Hatab Emini Mustafa ve Hüseyin efendilerin yalılarına taşındı. 1872 yılında hocası Osman Selâhaddin Dede’nin kızı Fatma Aliye ile evlenen Hüseyin Fahreddin Dede, yeni yapılan Bahariye Mevlevîhânesi’nin açıldığı 18 Rebîülevvel 1294 (2 Nisan 1877) tarihinden itibaren otuz dört yıl meşihat görevini sürdürdü ve 21 Ramazan 1329’da (15 Eylül 1911) koleradan vefat etti. Eyüp Sultan Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Bahariye Mevlevîhânesi’nde babasının kabrinin sağ tarafına defnedildi. Yerine meşihata getirilen oğlu Hasan Nazif Dede ölümüne kadar (1916) bu görevi sürdürdü. Hüseyin Fahreddin Dede’nin mezarı mevlevîhânenin 1960’larda yıkılmasının ardından Eyüp-Silâhtarağa caddesi kenarında yeni yapılan aile kabristanına nakledilmiştir.

Ehl-i beyt’e muhabbet Hüseyin Fahreddin Dede’nin tasavvuf anlayışının temelini oluşturur. Onun Sütlüce Bademlik Bektaşî Tekkesi şeyhi Münir Baba’ya da intisap ettiği söylenir. Ancak Hüseyin Dede’nin Hamzavîliği temsil eden Seyyid Abdülkādir Belhî’yi kutup olarak tanıdığı bilinmektedir. Fahrî mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazan Hüseyin Fahreddin Dede geniş mûsiki kültürü, dinî ve din dışı besteleri yanında nazarî çalışmalarıyla da zamanın önemli mûsikişinasları arasında yer alır. Kendi şiirlerinin yanı sıra birçok şairin Arapça, Farsça ve Türkçe şiirlerini ihtiva eden Mecmûa’sında Bahariye Mevlevîhânesi’ne dair önemli bilgiler de bulunmaktadır. Büyük kısmı Abdülvâhid Çelebi’ye olmak üzere bazı Mevlevî şeyhlerine hitaben yazdığı yetmişin üzerinde mektubun yer aldığı bir mektup defteri günümüze ulaşmıştır (bk. bibl.). Ferîdûn-i Sipehsâlâr’ın Risâle-i Sipehsâlâr be-Menâkıb-ı Hudâvendigâr adlı eserini nazmen tercüme etmiş, ancak eser koleradan vefatı üzerine şahsî eşyaları, kitapları ve divanı ile birlikte yakılmıştır. Nüktedan, hoşsohbet, nazik ve mütevazi kişiliğiyle devrin Mevlevî şeyhleri arasında müstesna bir yeri bulunan Hüseyin Fahreddin Dede’nin meşihatı boyunca Bahariye Mevlevîhânesi İstanbul’un en seçkin simalarının toplandığı bir tasavvuf, edebiyat ve sanat mahfili haline gelmiştir.

Hüseyin Fahreddin Dede güzel sesi, hâfızasındaki eserlerin çokluğu ve sağlamlığı yanında iyi bir bestekâr ve neyzen olarak da tanınmıştır. İlk mûsiki bilgilerini mevlevîhânede aldıktan sonra Hamâmîzâde İsmâil Dede’nin talebelerinden Yağlıkçızâde Ahmed Efendi ile Mutafzâde Ahmed Efendi’den, aralarında mi‘râciyyenin dügâh ve segâh bahirlerinin de bulunduğu pek çok eser meşketmiş, Mutafzâde’nin vefatından (1883) sonra çalışmalarını Zekâi Dede ile devam ettirmiştir. Bu arada Muzıka-yi Hümâyun flütistlerinden Hacı Râtib Efendi’den Batı müziği, Kozyatağı Rifâî Tekkesi şeyhi Halim Efendi’den Hamparsum notası ve tanbur öğrenmiştir.

XIX. yüzyılda yetişen büyük ney virtüozlarından biri olan Hüseyin Fahreddin Dede, ney çalışmalarına Beşiktaş Mevlevîhânesi neyzenbaşısı Sâlih Efendi’nin yanında başladı, daha sonra neyzen Yûsuf Paşa ile devam ettirdi. Bir ara Şeyh Abdülhalim Efendi’den de ney dersleri aldı. Pürüzsüz ve tok nağmelerle yaptığı taksimlerin taklit edilemeyecek derecede mükemmel olduğu belirtilmektedir. Talebelerinden Mehmet Suphi Ezgi onun bu taksimlerinden övgüyle bahseder.

Bestelediği eserlerin en önemlisi acem-aşiran âyinidir. İlk mukabelesi 29 Nisan 1885’te Bahariye Mevlevîhânesi’nde yapılan bu âyin Mevlevî mûsikisinin başta gelen örneklerinden biri olarak kabul edilir. Bunun dışında günümüze bir peşrev ve iki saz semâisiyle beş şarkısı ulaşmıştır. Çok sevdiği karcığar makamında bestelediği kâr notaya alınmadığı için unutulmuştur. Hüseyin Fahreddin Dede’nin beraber meşke katıldığı mûsikişinaslardan bazıları şunlardır: Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Celâleddin Dede, Galata Mevlevîhânesi şeyhi Seyyid Atâullah Dede, Behlûl Efendi, Medenî Aziz Efendi, Tanbûrî Kâmil Dede, Yeniköylü Hasan Efendi, Bolâhenk Nûri Bey.

Hüseyin Fahreddin Dede, kayınbiraderi Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Celâleddin Dede ve Galata Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Atâullah Dede ile beraber nazarî mûsiki çalışmaları yaparak Türk mûsikisinin ilmî şekilde incelenmesi yolunda ilk adımları atmış, elde ettiği bilgileri talebelerinden Rauf Yektâ Bey, M. Suphi Ezgi ve Hüseyin Sadettin Arel’e aktararak onların bu konuda eser vermesine sağlam bir zemin hazırlamıştır.

Batı notasını ve Fransızca’yı iyi bilen, mevlevîhânede Fransızca ve mûsiki dersleri de veren Hüseyin Fahreddin Dede’nin yetiştirdiği talebeler arasında Kâzım Uz, İsmâil Hakkı Bey, Mehmet Münir Kökten, Zekâizâde Hâfız Ahmed Irsoy, neyzen Mehmed Emin Yazıcı, neyzenbaşı Cemal Dede ve kendisinden yirmi yıldan fazla ney meşketmiş olan Nurullah Kılıç bilhassa zikredilmelidir.

Rauf Yektâ Bey, yayımlamış olduğu Esâtîz-i Elhân adlı seride Fahreddin Dede ile ilgili bir çalışmasını neşredeceğini söylemiş, ancak bu yayın gerçekleşmemiştir. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Mûsikisi Devlet Konservatuvarı Temel Bilimler Bölümü’nde Ahmet Şahin tarafından Hüseyin Fahreddin Dede Hayatı ve Eserleri adıyla bir mezuniyet çalışması yapılmıştır (1990).


BİBLİYOGRAFYA

Hüseyin Fahreddin Dede, Mecmûa, Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp., nr. 7467.

a.mlf., Mektup Defteri (Abdülbaki Baykara özel kütüphanesi).

, V, 183-188.

, IV, 565.

Rauf Yektâ, Esâtîz-i Elhân I: Hâce Zekâî Dede Efendi, İstanbul 1318, s. 30.

a.mlf. – Mehmed Ziyâ, 1328 Sene-i Mâliyyesine Mahsus Musavver Nevsâl-i Osmânî, İstanbul 1328-30, s. 271-283.

, X, 64.

Mehmed Ziyâ, Yenikapı Mevlevîhânesi, İstanbul 1329, s. 251, 266-267, 274.

a.mlf., İstanbul ve Boğaziçi, İstanbul 1928, II, 242.

, I, 180.

, s. 347-349.

a.mlf., , s. 192-204.

, V, 451-453.

, III, 1385-1389.

a.mlf., , II, 507-511, 649.

Türk Musikisi Klasiklerinden Mevlevî Âyinleri, İstanbul 1938, XVI, 827-836.

Veled Çelebi İzbudak, Canlı Tarihler: Hâtıralarım, İstanbul 1946, s. 24-25.

Mustafa Rona, Yirminci Yüzyıl Türk Musikisi, İstanbul 1970, s. 45.

Sadettin Heper, Mevlevî Âyinleri, Konya 1974, s. 378-386, 528.

Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1993, s. 309, 316, 340.

“Şeyh Hüseyin Efendi”, , sy. 4 (1948), s. 19.

Zâkir Şükri Efendi, “İstanbul Tekkeleri Silsile-i Meşâyihi”, İslâm Medeniyeti Mecmuası, sy. 2, İstanbul 1980, s. 107-108.

“Bahâriye Mevlevihânesi”, , IV, 1854-1856.

“Fahreddin Dede Efendi (Hüseyin)”, a.e., X, 5481-5482.

, I, 279-281.

Ekrem Işın, “Hüseyin Fahreddin Dede”, , IV, 107-108.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1998 yılında İstanbul’da basılan 18. cildinde, 546-547 numaralı sayfalarda yer almıştır.