Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasen b. Fûrek el-İsfahânî en-Nîsâbûrî (ö. 406/1015)
330 (941) yılı civarında İsfahan’da doğduğu tahmin edilmektedir. Ailesi hakkında bilgi bulunmamakta, sadece dedesi Fûrek’in bir din âlimi olduğu bilinmektedir (Fûrekî, vr. 37a). Adı bazı kaynaklarda İbn Fevrek olarak kaydedilmişse de isabetli görünen İbn Fûrek şeklindeki okunuşudur. Tahsiline İsfahan’da başladı. Şâfiî fıkhını okuduğu hocasına itikadî konulara dair sorduğu bazı sorulara tatminkâr cevaplar alamayınca (Sübkî, IV, 129) kelâm ilmini öğrenmeye yöneldi. Bunun için önce Bağdat’a, daha sonra Basra’ya gitti. Burada Eş‘arî’nin öğrencilerinden Ebü’l-Hasan el-Bâhilî’den kelâm dersleri aldı; Bâkıllânî ve Ebû İshak el-İsferâyînî ile de kelâmî konularda müzakerelerde bulundu. Eş‘arî’nin diğer öğrencisi İbn Mücâhid et-Tâî’den ders aldı (Bağdâdî, s. 310; İbn Hazm, IV, 6). Basra’dan tekrar Bağdat’a giden İbn Fûrek, tahsiline bir süre burada devam ettikten sonra muhtemelen 360 (970) yılı civarında İsfahan’a döndü. İsfahan’da Sâhib b. Abbâd ile yaptığı münazaralarda Ehl-i sünnet’in görüşlerini başarıyla savundu. Rey şehrinde katıldığı ilmî meclislerde Mu‘tezile’yi eleştirdiğinden dolayı bölgenin emîrine şikâyet edildi ve işkenceye tâbi tutulduktan sonra Şîraz’a sürgüne gönderildi. Burada sûfîlerden İbn Hafîf eş-Şîrâzî ile tanışıp uzlete çekilmeyi düşündüyse de bundan vazgeçerek talebe yetiştirmeye niyet etti. Devrin hükümdarına başvurularak Nîşâbur’a gelmesi sağlandı (368/978). Nîşâbur’da bir taraftan Abdullah b. Ca‘fer’den Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’nin el-Müsned’ini okudu, ayrıca İbn Harrâz el-Ahvâzî’den hadis dinledi, Ebû Osman el-Mağribî ile Ebû Sehl es-Su‘lûkî’nin sohbetlerine katıldı. Diğer taraftan yörenin tanınmış sûfîlerinden Ebü’l-Hasan el-Bûşencî’nin hankahı yanında kendisi için yaptırılan medresede uzun yıllar İslâmî ilimleri okutup yüzlerce talebe yetiştirdi. Damadı Ebû Mansûr el-Eyyûbî, ünlü sûfî Abdülkerîm el-Kuşeyrî, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī onun yetiştirdiği âlimlerdendir. Halim Sabit Şibay, Bâkıllânî’yi de İbn Fûrek’in öğrencileri arasında gösterirse de (İA, II, 253) bu uzak bir ihtimaldir; zira Bâkıllânî’nin İbn Fûrek’in ders arkadaşı olduğu bilinmektedir. İbn Fûrek, muhtemelen 404 (1013) yılında Gazneli Mahmud’un daveti üzerine Gazne’ye gitti. Onun sarayında bölgede yaygın olan Kerrâmiyye’nin ileri gelenleriyle yaptığı münazaralarda üstün başarı gösterdi. Ancak yenilgiyi hazmedemeyen Kerrâmîler tarafından sultana şikâyet edildi ve onun ruhu araz olarak kabul ettiği, ölümüyle birlikte Hz. Peygamber’in ruhunun da yok olması dolayısıyla nübüvvetinin sona erdiğine inandığı ileri sürüldü. Sultanın huzuruna getirtilen İbn Fûrek bunun bir iftira olduğunu söyleyince serbest bırakılarak ödüllendirildi ve ülkesine dönmesi sağlandı. Bir rivayete göre İbn Fûrek, Nîşâbur’a dönerken Kerrâmîler tarafından zehirletilmesi üzerine yolda öldü. Naaşı Nîşâbur’a nakledildi ve Hîre’de defnedildi. Diğer bir rivayete göre ise yolda hastalandı ve Nîşâbur’da vefat etti. İbn Hazm, İbn Fûrek’in Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ölümünün ardından sona erdiğine inandığı için Gazneli Mahmud tarafından öldürüldüğünü naklederse de (el-Faṣl, V, 84) bu uzak bir ihtimaldir; zira Ehl-i sünnet’e mensup olan Gazneli Mahmud’un İbn Fûrek gibi Sünnî bir âlimi öldürtmesi mâkul görünmemektedir.
İbn Fûrek kelâm, fıkıh, usûl-i fıkıh, tasavvuf, tefsir, tabakat ve nahiv ilimlerinde eser vermiş çok yönlü bir âlimdir. Ancak daha çok tefsir, tasavvuf ve özellikle kelâma dair görüşleriyle dikkat çekmiştir. Usûl-i fıkıh konusunda hacimli eserler yazdığı nakledilmişse de bunlar günümüze ulaşmamıştır. Bu sebeple İbn Fûrek’in usulcülüğü hakkında fazla bir şey söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte İbn Hallikân onun usûl-i fıkıhta kendisine has bir metodunun bulunduğunu ve talebesi Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin bunu Ebû İshak el-İsferâyînî’nin metoduyla birleştirdiğini kaydeder (Vefeyât, III, 206). Müfessirliğine dair sadece bir cildi zamanımıza ulaşan Tefsîrü’l-Ḳurʾân adlı eserinden fikir edinmek mümkündür. Tefsirde dirâyet metodunu kullanmakla birlikte rivayetlere de önem vermiştir. Diğer müfessirlerden farklı olarak önce âyetlerden çıkarılabilecek soruları sıralamış, daha sonra bunların cevaplarını zikretmiştir. İbn Fûrek bu eserini hazırlarken Eş‘arî’nin tefsirinden de faydalanmıştır.
İbn Fûrek itikadî konularda Hz. Peygamber’e atfedilen bazı rivayetleri reddeden Cehmiyye ve Mu‘tezile karşısında hadisi müdafaa etmiştir. Ona göre isnad açısından sahih olan hadisleri kabul etmek gereklidir. Resûlullah’a nisbet edilen bir rivayet Kur’an’a aykırı bilgiler ihtiva ediyorsa Kur’an’ın hükmünü benimseyip hadisi te’vil etmek icap eder (Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, vr. 9a). İbn Fûrek’in hadisle ilgilenmesi daha çok itikadî meseleleri çözmeye yöneliktir.
Kaynaklar, İbn Fûrek’in zühd ve takvâ derecesine ulaşmış bir sûfî olduğunda birleşir. Onun tasavvufa yönelmesinde Bündâr b. Hüseyin, İbn Hafîf eş-Şîrâzî, Ebû Osman el-Mağribî gibi sûfîlerle yaptığı sohbetler etkili olmuştur. Öğrencilerinden Abdülkerîm el-Kuşeyrî, İbn Fûrek’i sûfîler arasında zikrederek tasavvufî bazı görüşlerini nakletmiştir (er-Risâle, I, 33, 34, 179; II, 440, 442, 448). Bu rivayetlerin yanı sıra kabri bir ziyaretgâh haline getirilen, onunla tevessülde bulunulan bir âlim olması ve tasavvufa dair el-İbâne adlı bir eser telif etmesi İbn Fûrek’in sûfîler arasında yer aldığını gösteren işaretlerdir. Ona göre sûfî ve zâhid olmak için ihtiyaç fazlası dünya malını terketmek gerekir. Zâhidlikte örnek Hz. Peygamber’dir; o sanıldığı gibi dünyayı bütünüyle terketmemiş, evlilik hayatını sürdürmüş, bir taraftan ibadetle meşgul olurken, diğer taraftan dünya işlerini yürütmüştür.
İbn Fûrek’in ilmî şahsiyetindeki ağırlığını onun kelâmcılığı teşkil eder. Kelâma dair eserlerinin çoğu zamanımıza ulaşmadığından bu alandaki görüşlerini bütünüyle belirlemek mümkün değilse de Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, Müşkilü’l-ḥadîs̱ ve Risâle fi’t-tevḥîd adlı eserlerinin yanı sıra bazı kaynaklardan hareketle İbn Fûrek’in kelâmî konulardaki görüşleri şöylece özetlenebilir: Akıl hakkı bâtıldan ayıran önemli bir kriterdir, Kur’an’ın aklî deliller getirmesi bunu kanıtlamaktadır (Tefsîrü’l-Ḳurʾân, III, vr. 166a, 197a; Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, vr. 10a). Akıl insan için vazgeçilmez bir bilgi kaynağı olmakla birlikte dinî konularda nasların bildirdiği hükümler esastır, zira akıl nasların bildirdiğinden farklı hükümler verebilmektedir. Halbuki doğruluğu kesin delillerle sabit olan Hz. Peygamber’in haberi daha isabetlidir. Meselâ akıl, Allah’ın âsi bir mümini ebedî bir azapla cezalandırmasını hikmete aykırı görmeyebilir; Kur’an ve Sünnet ise âsi müminlerin ebedî azaba uğratılmayacağını bildirmektedir (Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, vr. 59a). Şu halde akıl dinî konularda sınırsız bir bilgi kaynağı değildir. Hz. Peygamber’in verdiği haberin kesin bilgi kaynağı olabilmesi için sübûtu açısından kati ve mânasının açık olması gerekir. Eğer haber müteşâbih ise te’vil edilmelidir (Teʾvîlü müşkili’l-âs̱âr, vr. 6b). Bir sûfî olmasına rağmen İbn Fûrek ilhamı bilgi kaynağı olarak kabul etmemiştir; çünkü ilham sahipleri aynı konuda farklı bilgiler aldıklarını ileri sürmektedirler. Bu sebeple ilham yoluyla elde edilen çelişkili bilgilerden hangisinin daha doğru olduğunu belirlemek için akıl yürütmeye ihtiyaç vardır (Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, vr. 10b, 61a). İbn Fûrek, icmâın da itikadî konuların çözümünde başvurulacak bir bilgi kaynağı olduğu kanaatindedir. İbn Fûrek’e göre Allah’ın varlığına ulaşmanın en doğru yolu kâinatı inceleyerek onda meydana gelen olaylar üzerinde düşünmektir. Ayrıca “cevâhir ve a‘râzın hudûsü” esasına dayanan delil de ulûhiyyeti kanıtlar. Bu delilin esaslarına Kur’an’da işaret edilmiştir (a.e., vr. 12b, 15a-b, 61a-b; Tefsîrü’l-Ḳurʾân, III, vr. 58b).
İlâhî sıfatlar Kur’an ve Sünnet’e dayanılarak tesbit edilmeli ve tenzih ilkesine uygun olarak anlaşılmalıdır. Bu sebeple haberî sıfatların lafızlarını reddetmeden Allah’ın zâtına uygun mânalar taşıdıklarına inanmak ve bunları Arap dili kurallarına göre te’vil etmek gerekir. Haberî sıfatların Kur’an’da veya sünnette vârit olması durumu değiştirmez. İbn Fûrek’e göre Selef âlimlerinin müteşâbih nasların te’vil edilmesini yasaklaması, buna güçleri yetmeyenler veya yanlış te’villere gidenler için söz konusudur. Esasen insan, müteşâbihatın te’vil edilmemesi gerektiğini söylese de zihninin bunların mânasını araştırmaya girişmemesi oldukça zordur. Nihayet insan zihni ya teşbihe götüren bir anlama ulaşacak veya mecazi mânadan hareketle tenzihe varacaktır. Allah hakkında teşbih inancını benimsemek mümkün olmadığına göre fiilen te’vilden kaçamayan zihnin ortaya koyacağı yorumlar kişiyi Selef’in de benimsediği tenzih akîdesine götürecektir (Müşkilü’l-ḥadîs̱, s. 65-66; Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, vr. 17b). Şu halde “Allah’ın gökte olması” kudret ve saltanatının göklerde hüküm sürmesi, “Allah’ın üstte olması” da yaratıklarını idaresi altına alması ve hem zâtı hem sıfatları itibariyle onlardan üstün olması şeklinde anlaşılmalıdır.
Eş‘ariyye’nin genel telakkisinin aksine İbn Fûrek’e göre peygamberin erkek olması şarttır, çünkü Kur’an’da sadece erkeklerin peygamber olarak gönderildiği bildirilmiştir. Peygamberler küfre düşmek ve günah işlemekten korunmuş olmakla birlikte onların önemsiz bazı hatalar yapması mümkündür. Nübüvvetten önce küfre düşmeleri aklen câizse de bu hiçbir zaman vuku bulmamıştır (Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, vr. 9a, 29a-b, 30b). Risâlet nübüvvetten daha umumi bir kavramdır; her resul nebîdir, fakat her nebî resul değildir (a.e., vr. 9a). İbn Fûrek, Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu eserlerinde açıkça belirttiği halde İbn Hazm, onun ruhu araz olarak kabul ettiğini ileri sürerek Resûl-i Ekrem’in ölümüyle birlikte nübüvvetinin sona erdiğine inandığını kaydeder (el-Faṣl, V, 85). İbn Fûrek’e atfedilen bu görüş kendi beyanlarına, ayrıca eserlerinde yer alan açıklamalara aykırı düştüğü gibi Sübkî ile diğer Eş‘arî âlimleri tarafından da reddedilmiştir (Ṭabaḳāt, IV, 131-132). İbn Fûrek’in kabir azabı ve kabir nimetini kabul etmesi de (Tefsîrü’l-Ḳurʾân, III, vr. 7a, 131b) kendisine atfedilen görüşle bağdaşmamaktadır. İbn Fûrek’e göre günahlar büyük ve küçük diye tasnif edilemez. Her ne kadar bazı günahlar diğerlerine nisbetle küçük ise de bu izâfî bir durum olup aslında bütün günahlar büyüktür. Çünkü netice itibariyle bütün günahlar ilâhî buyruklara aykırı davranmak ve Allah’a âsi olmaktan ibarettir (Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, vr. 20b-21a, 34a, 35a; Tefsîrü’l-Ḳurʾân, III, vr. 117b).
İbn Fûrek, Bâkıllânî ile birlikte Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’nin görüşlerini nakledip işleyen ve Eş‘ariyye’nin köklü bir kelâm ekolü haline gelmesini sağlayan önemli bir simadır. Ders arkadaşı olan Bâkıllânî, Eş‘ariyye’ye önemli hizmetlerde bulunmasına rağmen haberî sıfatlar konusunda Selefî çizgide yer aldığı halde İbn Fûrek söz konusu sıfatların te’vil edilmesi gerektiğini savunarak bu hususta yazdığı eserle Eş‘ariyye içinde bir çığır açmıştır. İbn Fûrek sadece Eş‘arî’nin görüşlerini nakletmekle kalmamış, mezhep içinde ondan ayrılarak farklı görüşler de benimsemiştir. Müstakil bir bekā sıfatı ispat etmesi, peygamber olmayan kimselerin mûcizeye benzer hârikalar gösteremeyeceğini savunması, sadece erkeklerin peygamber olabileceğini söylemesi, günahları büyük-küçük diye ayırmadan hepsini aynı statüde kabul etmesi, bir sûfî olmasına rağmen ilhamı bilgi kaynağı olarak görmemesi, onun mütefekkir ve müctehid bir âlim olduğunu kanıtlayıcı mahiyettedir. İbn Fûrek kendisinden sonra gelen âlimler üzerinde etkili olmuştur. Meselâ bekā sıfatı konusunda Abdülkāhir el-Bağdâdî onun görüşünü benimsemiş (Uṣûlü’d-dîn, s. 114-115), İbn Asâkir de Tebyînü keẕibi’l-müfterî’sini yazarken İbn Fûrek’in Ṭabaḳātü’l-mütekellimîn adlı eserinden faydalanmıştır.
Eserleri. Kaynakların belirttiğine göre 120 civarında eser telif eden İbn Fûrek’in zamanımıza ulaştığı bilinen eserleri şunlardır:
1. Risâle fi’t-tevḥîd (Ârif Hikmet Ktp., nr. 47).
2. Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim. Ebû Hanîfe’nin eseri üzerine yapılmış bir şerh olup el-ʿÂlim ve’l-müteʿallim’in Ebû Hanîfe’ye aidiyeti konusunda şarkiyatçılar tarafından ileri sürülen iddiaları geçersiz kılacak bazı bilgiler içermesi bakımından önemlidir. Bu şerhin İbn Fûrek’e ait olduğu konusunda kaynaklarda herhangi bir kayıt yoksa da Fuat Sezgin, Millet Kütüphanesi’nde bulunan (Murad Molla, nr. 1827) yazma nüshadaki bilgilere dayanarak eseri İbn Fûrek’e nisbet etmiştir. Kitabın muhtevası da bu tesbiti doğrulayıcı mahiyettedir. Zira İbn Fûrek’e ait olduğu hususunda ihtilâf bulunmayan Müşkilü’l-ḥadîs̱ ve beyânüh adlı eserde yer alan itikadî görüşlerle eserdeki fikirler birbirine benzemektedir. Ayrıca eserde Kerrâmiyye’nin imana dair görüşlerinin eleştirilmesi de onun, bu mezhep mensuplarıyla münazaralar yaptığı bilinen İbn Fûrek’e aidiyetini gösteren ayrı bir delil olarak kabul edilebilir (ayrıca bk. DİA, II, 462-463). Eser Yusuf Şevki Yavuz tarafından tahkik edilerek neşre hazırlanmıştır.
3. Mücerredü Maḳālâti’ş-Şeyḫ Ebi’l-Ḥasan el-Eşʿarî. Eş‘arî’nin yaklaşık otuz eserinden derlenen görüşlerini nakleden bu eseri Daniel Gimaret yayımlamıştır (Beyrut 1986).
4. Müşkilü’l-ḥadîs̱ ve beyânüh. Çeşitli nüshalarında Teʾvîlü’l-aḫbâri’l-müşkile (TSMK, III. Ahmed, nr. 1755), Ḥallü’l-müşkilât mine’l-eḥâdîs̱ ve’l-âyât (Âtıf Efendi Ktp., nr. 433), Müşkilü’l-eḥâdîs̱ (Edirne Selimiye Ktp., nr. 1014), Müşkilü’l-âs̱âr (Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 404), Teʾvîlü müşkili’l-âs̱âr (Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 227), Ḥallü müteşâbihâti’l-ḥadîs̱ (Râgıb Paşa Ktp., nr. 183) gibi adlarla kaydedilen eser haberî sıfatların te’villerini ihtiva eder. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî (Halep 1402/1982) ve Mûsâ Muhammed Ali (Beyrut 1983) tarafından neşredilen eser ayrıca Raimond Köbert’in Almanca’ya yaptığı kısmî tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır (Roma 1941).
5. Tefsîrü’l-Ḳurʾân. Meʿâni’l-Ḳurʾân adıyla da bilinir (İbn Hallikân, IV, 272; Aynî, s. 428). Kitabın, Mü’minûn sûresinden Nâs sûresine kadar olan sûrelerin tefsirini ihtiva eden bir nüshası Millet Kütüphanesi’nde mevcuttur (Feyzullah Efendi, nr. 50).
6. el-Ḥudûd fi’l-uṣûl. Yaklaşık 130 kelâm ve fıkıh terimini açıklayan risâle Muḳaddime fî nüket min uṣûli’l-fıḳh adıyla (Beyrut 1342), ayrıca M. A. S. Abdülhalim tarafından yukarıdaki isimle (BSOAS, LIV/1 [1991], s. 5-41) yayımlanmıştır. Fihrisü maḫṭûṭâti Mektebeti Köprülü’de kayıtlı bulunan (I, 416) el-Ḥudûd mine’l-uṣûli’l-kelâmiyye ve’l-fıḳhiyye adlı risâle İbn Fûrek’e nisbet edilmişse de bu doğru değildir, çünkü müellifi bilinmeyen risâle İbn Fûrek’in ilim hakkında yaptığı tarifin eleştirisiyle ilgilidir.
7. el-İbâne ʿan ṭuruḳı’l-ḳāṣıdîn ve’l-keşf ʿan menâhici’s-sâlikîn ve’t-teveffür ilâ ʿibâdeti rabbi’l-ʿâlemîn. Tövbe, zühd, vera‘, şükür, tevhid, muhabbet gibi tasavvufî terimlerin ilk sûfîlere göre tarifini ihtiva eden eserin bilinen tek yazma nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndedir (Hazine, nr. 308).
8. el-İntiḳāʾ min eḥâdîs̱i Ebî Müslim Muḥammed b. Aḥmed el-Baġdâdî (Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye, nr. 41/7).
9. Esmâʾü’r-ricâl. Brockelmann’ın Kitâbü’l-Esmâʾ ve’r-ricâl adıyla kaydettiği eserin (Berlin Königlichen Bibliothek, nr. 9918) Fuat Sezgin’e göre İbn Fûrek’e aidiyeti şüphelidir.
İbn Fûrek’in kaynaklarda adı geçen diğer eserleri şunlardır: el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât (Ammâr C. et-Tâlibî, s. 65); Ṭabaḳātü’l-mütekellimîn (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1106); el-Medḫalü’l-evsaṭ ilâ ʿilmi’l-kelâm (Zebîdî, II, 141); Kitâbü’l-Muvâfât (Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, vr. 42b); İḫtilâfü’ş-şeyḫayn el-Ḳalânisî ve’l-Eşʿarî (Zebîdî, II, 5); Şerḥu Evâʾili’l-edille (İbn Teymiyye, II, 262); Maḳālâtü İbn Küllâb ve’l-Eşʿarî (a.g.e., V, 379); Uṣûlü’l-fıḳh (Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, vr. 20a, 48b); Deḳāʾiḳu’l-esrâr (Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 60).
Müellife izâfe edilen eserler de şunlardır: 1. en-Niẓâmî fî uṣûli’d-dîn. Kâtib Çelebi’den itibaren (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1960) İbn Fûrek’e nisbet edilen eser, İbn Fûrek adıyla da anılan torunu Ebû Bekir el-Fûrekî’ye aittir (bk. FÛREKÎ). 2. Maʿârifü’l-aḫyâr fî teʾvîli’l-aḫbâr. Fuat Sezgin’in İbn Fûrek’e ait olabileceğini söylediği (GAS, I, 609) bu kitabın ona aidiyeti imkânsızdır; zira eserde İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’ye (ö. 478/1085) ait olduğu bilinen Medârikü’l-ʿuḳūl’ün müellifinden söz edilmektedir. 3. Muḫtaṣaru Müşkili’l-âs̱âr. Yine Fuat Sezgin tarafından İbn Fûrek’e nisbet edilen bu eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 265) bulunduğu bildirilmektedir (GAS, I, 611). Ancak bu numarada kayıtlı olan eser el-Muʿtaṣar mine’l-muḫtaṣar min Müşkilâti’l-âs̱âr adını taşımakta olup Cemâl el-Malatî’ye aittir.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Fûrek, Şerḥu’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim, Millet Ktp., Murad Molla, nr. 1827, tür.yer.
a.mlf., Tefsîrü’l-Ḳurʾân, Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 50, III, vr. 7a, 31a, 46a, 58b, 100a, 117b, 131b, 132b, 136b, 142a, 144a, 155a, 166a, 167b, 170a, 175a, 180b, 181a, 197a, 214a, 218b.
a.mlf., Risâle fi’t-tevḥîd, Ârif Hikmet Ktp., nr. 47, vr. 1a-6b.
a.mlf., Müşkilü’l-ḥadîs̱ ve beyânüh (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), Halep 1402/1982, tür.yer.
a.mlf., Teʾvîlü müşkili’l-âs̱âr, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 227, vr. 6b, 8a.
a.mlf., el-İbâne ʿan ṭuruḳı’l-ḳāṣıdîn ve’l-keşf ʿan menâhici’s-sâlikîn ve’t-teveffür ilâ ʿibâdeti rabbi’l-ʿâlemîn, TSMK, Hazine, nr. 308, vr. 1b, 21a, 28a, 35a.
a.mlf., Muḳaddime fî nüket mine’l-uṣûl, Beyrut 1342, s. 9.
Kādî Abdülcebbâr, Şerḥu’l-uṣûli’l-ḫamse, Kahire 1965, s. 533.
Bağdâdî, Uṣûlü’d-dîn, s. 114-115, 253, 310.
a.mlf., el-Farḳ (Abdülhamîd), s. 364.
İbn Hazm, el-Faṣl (Umeyre), II, 303-304, 324, 351; IV, 5-6; V, 75, 79, 84, 85, 94, 141, 142.
Beyhakī, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, s. 518.
Fûrekî, en-Niẓâmî fî uṣûli’d-dîn, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2378, vr. 22a, 37a, 43b, 54b, 86b, 89a, 108b.
Kuşeyrî, er-Risâle, I, 33, 34, 179, 253, 310, 325, 367, 390, 392, 393; II, 440, 442, 448, 467, 581, 624, 640, 661, 662, 666, 749.
İsferâyînî, et-Tebṣîr (Kevserî), s. 119-120.
Nesefî, Tebṣıratü’l-edille (Salamé), I, 132; II, 969.
Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-ʿAvâṣım (Hatîb), s. 98.
a.mlf., el-Emedü’l-aḳṣâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 13b, 65b, 73a, 74b, 81a, 84a, 92b.
İbn Asâkir, Tebyînü keẕibi’l-müfterî, s. 232-233.
Fahreddin er-Râzî, Esâsü’t-taḳdîs (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā), Kahire 1406/1986, s. 81, 87.
İbn Ebü’l-Hadîd, Şerḥu Nehci’l-belâġa, Kahire, ts., VII, 9.
İbn Hallikân, Vefeyât, III, 206; IV, 272.
İbn Teymiyye, Mecmûʿu fetâvâ, II, 262; V, 23, 379; VI, 189.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XVII, 214-216.
Sübkî, Ṭabaḳāt, IV, 127-136.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IX, 646-647.
İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, IV, 240.
Safedî, el-Vâfî, II, 344.
İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, s. 62.
Süyûtî, Ṣavnü’l-manṭıḳ ve’l-kelâm (nşr. Ali Sâmî en-Neşşâr), Kahire 1970, s. 206, 245.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 439; II, 1106, 1641, 1960.
İbnü’l-İmâd, Şeẕerât, III, 182.
Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 60.
Îżâḥu’l-meknûn, I, 475, 489.
Zebîdî, İtḥâfü’s-sâde, II, 5, 97, 118, 141, 143, 145.
M. Zihni Efendi, Kitâbü’t-Terâcim, İstanbul, ts., s. 110-111.
Brockelmann, GAL, I, 176.
Sezgin, GAS, I, 418, 609, 610-611.
M. Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 388.
a.mlf., “Ibn Fūrak”, EI2 (İng.), III, 766-767.
A. S. Tritton, İslâm Kelâmı (trc. Mehmed Dağ), Ankara 1983, s. 182.
Ammâr C. et-Tâlibî, Ârâʾü Ebî Bekr İbni’l-ʿArabî el-kelâmiyye, Cezayir, ts. (eş-Şeriketü’l-vataniyye li’n-neşr ve’t- tevzî‘), s. 65.
Ramazan Şeşen v.dğr., Fihrisü maḫṭûṭâti Mektebeti Köprülü, İstanbul 1406/1986, I, 416.
Yusuf Şevki Yavuz, İslâm Akaidinin Üç Şahsiyeti, İstanbul 1989, s. 73-120.
a.mlf., “el-Âlim ve’l-müteallim”, DİA, II, 462-463.
M. Şerefeddin, “Kelâm Savaşları”, DİFM, sy. 24 (1932), s. 28-31.
Halim Sâbit Şibay, “Bâkıllânî”, İA, II, 253.
Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1999 yılında İstanbul’da basılan 19. cildinde, 495-498 numaralı sayfalarda yer almıştır.