İDRÎS

Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberlerden biri.

Müellif:

Kur’an’da sadece iki yerde doğrudan zikredilmektedir. Bunların birinde, “Kitapta İdrîs’i de an; çünkü o çok sadık bir peygamberdi. Biz onu yüce bir makama yükselttik” (Meryem 19/56-57), diğerinde, “İsmâil’i, İdrîs’i, Zülkifl’i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi. Onları rahmetimize kabul ettik. Onlar hakikaten iyi kimselerdendi” (el-Enbiyâ 21/85-86) denilmektedir. Kur’an’da İdrîs’le ilgili olarak “ağlayarak secde etme, doğruya ulaştırılma, seçkin kılınma” (Meryem 19/58); “şanının ve mekânının üstün ve yüce olması” (Meryem 19/57); “sabredici olma” (el-Enbiyâ 21/85); “sıddîk ve nebî olma” (Meryem 19/56) gibi nitelikler de yer almaktadır (Fîrûzâbâdî, VI, 51). Hadislerde İdrîs’ten sadece mi‘rac hadisesi dolayısıyla bahsedilir. Hz. Peygamber onunla bazı rivayetlere göre ikinci, hadislerin çoğunluğuna göre ise dördüncü kat semada karşılaşmıştır (Buhârî, “Ṣalât”, 1; “Enbiyâʾ”, 4, 5; Müslim, “Îmân”, 259, 263, 264).

İdrîs’le ilgili olarak gerek tarih, tabakat ve tefsir kitaplarında gerekse kısas-ı enbiyâ türü eserlerde oldukça farklı ve ayrıntılı rivayetler yer almakta, idrîs kelimesinin menşei ve anlamına dair çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Arap lugatçıları, idrîsin yabancı bir kelime olduğunu belirtmektedir (, “drs” md.; , “drs” md., el-Muʿarreb, s. 102). Aloys Sprenger ve Eickmann gibi bazı Batılılar ise kelimenin Arapça olduğu görüşündedir (Jeffery, s. 51). Bazı İslâmî kaynaklarda İdrîs’in asıl adının Uhnûh (Ahnûh) olduğu, Allah’ın kitabını çok okuduğu için kendisine İdrîs denildiği nakledilirse de (İbn Kuteybe, s. 10) bu görüş doğru kabul edilmemektedir. İdrîs kelimesinin İbrânîce ve Süryânîce’de aslının bulunmadığı nakledildiği gibi “ders” kökünden “if‘îl” kalıbında Arapça bir kelime olup İbrânîce’de “öğretti, alıştırdı, eğitti” anlamındaki “hnh” kelimesinin tercümesi olduğu da ileri sürülmüştür (Ahmed el-Cevâlîkī, s. 102-103; Jeffery, s. 51). Zemahşerî, idrîsin ders kökünden Arapça bir kelime olduğu, Allah’ın kitabını çok okuyup incelediği için kendisine bu ismin verildiği yolundaki görüşü reddeder (el-Keşşâf, II, 513).

Modern çalışmaların çoğunda idrîs kelimesinin Arapça olmadığı kabul edilmekte, fakat hangi dilden geldiği hususunda farklı görüşler ileri sürülmektedir. Theodor Nöldeke, önceleri kelimenin Theodoros’tan geldiğine kani iken daha sonra bir havârinin adı olan Andreas’ın Süryânîce kanalıyla gelen Arapça şekli olduğunu ileri sürmüştür. Richard Hartmann da İdrîs adının Andreas’tan geldiğini düşünmekte, ancak bunun bir havâri değil Büyük İskender’in âb-ı hayâtı aramaya çıkarken yanına aldığı aşçısının adı olduğunu söylemektedir (, III, 1056). Grimme, kelimenin Güney Arabistan menşeli olabileceğini belirtmişse de Güney Arabistan kitâbelerinde böyle bir isme rastlanmamıştır (Jeffery, s. 52). Paul Casanova, idrîsin aslının “ezra” olduğunu, buradan Grekçe’ye “esdras” olarak geçtiğini, oradan da idrîse dönüştüğünü öne sürmektedir (, CCV [1924], s. 358). C. H. Toy, idrîs kelimesinin Mopsuestialı Theodore’dan geldiğini iddia ederken Albright kelimeyi Hermes-Poemandres’e bağlar (Jeffery, s. 52).

İdrîs kelimesinin menşeine dair bu görüşler İdrîs’in kimliğiyle ilgili tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Müslüman müellifler, Kur’an’daki bilgilerden hareketle ve Kur’an dışı kaynaklardan, özellikle de Kitâb-ı Mukaddes, apokrif eserler ve rabbânî literatürden faydalanarak İdrîs’i, Kitâb-ı Mukaddes’te yer alan ve semaya kaldırılmış olan şahsiyetlerden (Hanok [Hanokh, Enoch, Uhnûh], İlyâ [İlyâs] veya Hızır) biri olarak kabul etmişlerdir. Diğer taraftan İdrîs, Hermes’le de bir sayılmıştır. İbnü’l-Kıftî, İdrîs’le ilgili şu görüşleri nakleder: Bazıları onun Mısır’da doğduğunu ve adının Hermesü’l-Herâmise olduğunu söylemektedir. Yunanca’da adı Ermis olup Arapça’ya Hermes olarak geçtiğini söyleyenler de vardır. İbrânîler ona Hanûh demektedir, bu isim Uhnûh olarak Arapçalaştırılmıştır. Allah kitabında onu İdrîs olarak adlandırmaktadır (, “drs” md.; İbnü’l-Kıftî, s. 1-2). Bîrûnî, Hermes’e İdrîs de denildiğini, bazılarının Buda’yı Hermes olarak kabul ettiklerini nakleder (el-Âs̱ârü’l-bâḳıye, s. 206).

Müslüman müelliflerin hepsi İdrîs’in, Kitâb-ı Mukaddes’teki rivayete göre ebedî hayata ermiş olan veya Kitâb-ı Mukaddes dışı yahudi dinî literatürüne göre ölmeden cennete giren Hanok (Honoch) olduğunu kabul eder. Bu görüşü benimseyen ilk müellif Taberî’dir (Târîḫ, I, 170). Fahreddin er-Râzî (XXI, 233), Nesefî (III, 265), İbnü’l-Esîr (I, 62) ve diğer müfessirler de İbrânîler’in Uhnûh’u ile müslümanların İdrîs’inin aynı kişi olduğunu söylemektedir.

İslâmî kaynaklarda Uhnûh, Batı dillerinde Enoch ve Henoch olarak zikredilen Hanok isminin aslı İbrânîce Hanok’tur. Hanok, Kitâb-ı Mukaddes’te dört farklı şahsın ve bir şehrin adı olarak geçer. Konuyla ilgili olan Hanok, Âdem oğlu Şît oğlu Enoş oğlu Ken‘ân oğlu Mahalàlel’in oğlu Yared’in oğludur (Tekvîn, 5/1-18). Tevrat’a göre İbrânîce’de “ders vermek, aydınlatmak” anlamlarına gelen Hanok (, VI, 793) altmış beş yaşında Metuşelah’ın babası olur; daha sonra 300 yıl Allah ile yürür, oğulları ve kızları doğar ve toplam 365 yıl yaşar. Nihayet gözden kaybolur, çünkü onu Allah almıştır (Tekvîn, 5/21-24); şu halde o ölmemiştir (İbrânîler’e Mektup, 11/5). “Allah ile yürüdü” ifadesi bir övgü olup Hanok dışında sadece tûfan öncesi şahsiyetlerden Nûh için kullanılmıştır (Tekvîn, 6/9). Ahd-i Atîk’in Katolikler’ce kutsal sayılan Siracide bölümünde (44/16; 49/14) Hanok’un rabbin rızâsını kazandığı, yeryüzünden alındığı, ona benzer hiç kimsenin yaratılmadığı belirtilmektedir. Hanok, Âdem’den sonra yedinci nesildir (Yahuda’nın Mektubu, 14-16). Kendisinden öncekilere ve sonrakilere göre ömrü kısadır. Hanok’un semaya yükseltilmesi imtiyazı daha sonra Peygamber İlyâ’ya da bahşedilecektir (II. Krallar, 2/3, 5).

Hakkında Kitâb-ı Mukaddes dışında Talmud ve Midraş ile apokrif literatürde de bilgiler bulunan Hanok’un bir peygamber mi yoksa kutsî bir şahsiyet mi olduğu konusu yahudi âlimleri arasında tartışmalıdır. Aggadah’ta (yahudilerin Talmud ve Midraş’ın kıssalar, efsaneler, alıntılar, darbımeseller, folklorik temalar içeren bölümlerine verdikleri isim) Hanok, ölüm acısını duymadan cennete giren dokuz sadık insandan biri olarak gösterilir.

Yahudi kaynaklarındaki bilgilere göre Hanok, gizli bir yerde sadık bir insan olarak yaşarken bir melek kendisine gelir ve bu inzivâdan çıkıp Tanrı’nın yolunda gitmeleri için insanlara öğretmenlik yapmasını ister. Bunun üzerine Hanok 243 yıl öğretmenlik (peygamberlik) yapar ve bu dönemde dünya huzur ve barışla dolar; hatta bütün krallar ve prensler ona boyun eğer. İnsanoğluna yaptığı hizmetlere karşılık Tanrı onu gökte de meleklerin kralı yapmaya karar verir ve şimşek gibi savaş atlarının çektiği alev saçan bir arabayla kendisini semaya alır. Tanrı Hanok’a muhteşem bir elbise ve gözleri kamaştıran bir taç giydirir. Ona hikmetin bütün kapılarını açar ve kendisine “Metatron” (bütün semâvât sakinlerinin prensi ve başı) adını verir, bedenini bir şûleye dönüştürür, onu fırtına, kasırga ve gök gürlemesiyle kuşatır (, VI, 794).

Hanok, mistik yahudi grupları içerisinde kendisine büyük önem verilen bir şahsiyettir. Bu gruplara göre bazı melekler özel bir mazhariyete erişmiş olup bunların en başında Metatron yer alır. Böylece o başmelektir ve diğerlerinin prensidir. Merkabah literatürüne göre Metatron, Hanok’un beşerîlikten kurtulmuş ve melekleşmiş hali olup göğe alındıktan sonra orada insanların amellerinin kaydını tutmaktadır (, V, 118). Kabbalistler’e göre de altı harfle yazılmış olan Metatron Hanok’tur, fakat o yeryüzündedir. Zohar kitabına göre Hanok, Âdem’in nesillerinden her birinin kitapları gibi bir kitap sahibidir. Onun kitabı “hikmetin sırrı”dır (, XI, 1443-1446). Dünyanın sonuna doğru Hanok, Eliya (İlyâ, İlyâs) ile beraber “yol açıcı” ve “hazırlayıcı”, dolayısıyla mehdî rolünü oynayacaktır. Bunlara göre Hanok melekleşince Metatron adını almış ve nûrânîleşmiştir. Eliya da ölmemiş, göğe çekilmiştir, fakat hâlâ beşerî formunu korumaktadır. Ancak Hanok ile Eliya’nın aynı şahıslar olup değişik isimlerle ifade edildiğini ileri sürenler de vardır (a.g.e., VI, 793).

Hanok’la ilgili kaynaklardan biri de apokrif kabul edilen “Hanok’un Kitabı”dır. Üç farklı nüshası bulunan eserin Etiyopya dilinde yazılmış olanında Hanok iyi insanlarla Tanrı arasında bir aracıdır. Semavî bir yolculuğa çıkar ve bu yolculukta bütün yaratılışın sırlarına, unsurlarına muttali olur (a.g.e., VI, 795-796). Slav dilinde kaleme alınmış olanda ise Hanok’un meleğin kanadında yedi feleği ziyareti anlatılır. O, yedinci kat semada Tanrı’yı arşa istivâ etmiş olarak müşahede eder, ayrıca “mühürlü kitaplar”ı da görür. Tanrı melek Vreveil’e, Hanok’a semanın ve arzın işleyiş düzenini ve diğer konuları anlatmasını, Hanok’a da bu anlatılanları 360 kitap içerisinde kaydetmesini emreder (a.g.e., VI, 797-798).

Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan, “Biz onu yüce bir mekâna yükselttik” (Meryem 19/57) ifadesinin neye delâlet ettiği hususunda farklı yorumlar yapılmıştır. Bazıları bunun İdrîs’in ruhunun kabzedildiği dördüncü veya altıncı kat sema olduğunu, bazıları bununla cennetin kastedildiğini, kimileri de ona peygamberlik verilmesinin ima edildiğini söylemişlerdir (, XVI, 96; Fahreddin er-Râzî, XXI, 233; Nesefî, III, 38).

Hz. İdrîs’in terzi olduğu, her iğne saplayışında “sübhânallah” dediği, akşam olduğunda yeryüzünde ameli ondan daha üstün hiç kimsenin bulunmadığı da İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir (, V, 236). “Biz onu yüce bir mekâna yükselttik” meâlindeki âyet açıklanırken kendisine hem peygamberlik hem de otuz sahîfe verilmesi yanında kalemle yazı yazan, elbise diken, hesap ve yıldız ilmiyle meşgul olan ilk insanın İdrîs olduğu belirtilir (Fahreddin er-Râzî, XXI, 233).

İdrîs bazan İlyâ (İlyâs) ile aynı kişi sayılmıştır. Nitekim Abdullah b. Mes‘ûd’dan nakledildiğine göre, “İlyâs da şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlerdendi” (es-Sâffât 37/123) meâlindeki âyetin tefsirinde İbn Mes‘ûd ile İbn Abbas, İlyâs ile İdrîs’in aynı kişi olduğunu söylemişlerdir. Hatta İkrime bu âyetin İbn Mes‘ûd mushafında, “İdrîs de şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlerdendi” şeklinde yazılı olduğunu nakleder (, IX, 88).

Nebî İdrîs’in uzun boylu, beyaz tenli, geniş göğüslü, iri karınlı, iri kemikli, vücudu hafif kıllı, gür saçlı, ince sesli, yumuşak sözlü, kısa adımlı olduğuna dair rivayetler vardır (İbn Kuteybe, s. 10; Köksal, s. 79).

Taberî’nin naklettiğine göre Allah ona peygamberlik verdiğinde Hz. Âdem 622 yaşında idi. Âdem ve Şît’ten sonra âdemoğlundan ilk peygamber odur. Allah ona otuz sahîfe vermiştir. Kābiloğulları’na peygamber olarak gönderilmiş, kavmine tebliğde bulunup hak yola davet etmiş, onlardan Allah’a itaat etmelerini, şeytana karşı çıkmalarını istemiş, fakat kavmi onu dinlememiştir. İbn İshak’ın naklettiği bir rivayette ise Yared oğlu Uhnûh’un altmış beş yaşında Heddâne ile (Eddâne) evlendiği ve bu evlilikten Metuşelah adlı bir oğlunun olduğu belirtilir. Aynı rivayete göre Uhnûh semaya ref‘edilmeden önce yerine oğlunu bırakmıştır (Taberî, Târîḫ, I, 169-173).

Hz. İdrîs’e ilâhî bilgileri ihtiva eden otuz sahîfe indirilmiştir. O, Âdem’in ve Şît’in sahîfelerini de kalbinin üzerinde taşırdı. Remil ilmi, hey’et, nücûm, hesap, tıp, nebatların sırları, garip sanatlar, yazı yazmak, dikiş dikmek, terazi kullanmak gibi meslek ve sanatları İdrîs icat etmiştir. Sahîfelerinde semavî sırlar, rûhânîlere hükmetmenin yöntemleri, varlıkların özellikleri gibi konulara dair bilgiler vardı. Çok sayıda talebesi olan İdrîs, yeryüzünde ilk defa demiri keşfedip ondan aletler yapmış, ziraatı geliştirmiş, deri ve kumaşlardan elbise dikmiştir (İbnü’l-Esîr, I, 54; Nişancızâde, I, 124-128). Yıldızlar ve hesap ilmiyle ilk meşgul olan kişi olduğu için Yunanlı hakîmler ona “Hermesü’l-hakîm” (Hermesü’l-Herâmise) demişlerdir (İbnü’l-Esîr, I, 54-55, 59-60; , I, 99-100).

İdrîs’in kimliği konusunda en çok ilgi çeken hususlardan biri de onun yarı efsanevî bir şahsiyet olan Hermes’le ilgisidir. İslâmî kaynaklarda üç Hermes’ten söz edilmekte olup her biri değişik özelliklere sahiptir. Bunlar Hermes (Hermesü’l-Herâmise), Bâbilli Hermes ve Mısırlı Hermes’tir. Birinci Hermes hakkındaki rivayetler İdrîs’e dair anlatılanlara benzemekte, bazılarınca bunun Uhnûh ve İdrîs’le aynı kişi olduğu kabul edilmektedir. Bu Hermes, gökler hakkında bilgiye sahip olan ve insanlara tıp konusunda bilgiler veren ilk insandır. Onun harflerin ve yazının mûcidi olduğuna, insanlara giyinmeyi öğrettiğine de inanılır; ilk defa Allah’a ibadet etmek için evler bina etmiş, Nûh tûfanını haber vermiştir (Seyyid Hüseyin Nasr, s. 151-152; Kılıç, s. 49).

İdrîs nebî motifi, gerek tasavvuf ve tekke şiirinde gerekse divan ve halk edebiyatlarında geçmekte, Hz. İdrîs’in semaya urûcu, “Biz onu yüce bir mekâna yükselttik” âyetine (Meryem 19/57) dayandırılmakta ve mi‘râciyyelerin çoğunda onun urûcuna temas edilmektedir.


BİBLİYOGRAFYA

, “drs” md.

, “drs” md.

, “drs” md.

, III, 148, 260; IV, 207, 209; V, 143, 144.

Buhârî, “Ṣalât”, 1, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6, “Enbiyâʾ”, 4, 5, “Tevḥîd”, 37.

Müslim, “Îmân”, 259, 263, 264.

Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 19/3.

Nesâî, “Ṣalât”, 1.

, s. 10.

, XVI, 96-97.

a.mlf., Târîḫ (Ebü’l-Fazl), I, 169-173.

Sa‘lebî, ʿArâʾisü’l-mecâlis, Beyrut 1405/1985, s. 49-50.

Bîrûnî, el-Âs̱ârü’l-bâḳıye (nşr. C. E. Sachau), Leipzig 1923, s. 206.

Nesefî, Medârikü’t-tenzîl, İstanbul 1984, III, 30, 38, 265.

, II, 513.

Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, el-Muʿarreb (nşr. F. Abdürrahîm), Dımaşk 1410/1990, s. 102-103.

, XXI, 233.

, I, 54-55, 59-62.

, s. 1-7.

Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, İstanbul 1303, II, 40.

Rabgūzî, Kısasü’l-enbiyâ: The Stories of the Prophets (nşr. ve trc. H. E. Boeschoten v.dğr.), Leiden 1995, I, 40-43.

, V, 236.

a.mlf., Ḳıṣaṣü’l-enbiyâʾ, I, 101-103.

a.mlf., el-Bidâye, Beyrut 1981, I, 99-100.

Fîrûzâbâdî, Beṣâʾir (nşr. M. Ali en-Neccâr), Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), VI, 51-52.

, IX, 88-89.

Muhammed b. Muhammed Altıparmak, Delâil-i Nübüvvet-i Muhammedî (s.nşr. Sabri Yılmaz), İstanbul 1985, I, 220.

Ni‘metullah el-Cezâirî, Ḳıṣaṣü’l-enbiyâʾ (nşr. Hasan Akīl), Beyrut 1417/1997, s. 81-89.

Nişancızâde, Mir’ât-ı Kâinat (s.nşr. A. Faruk Meyan), İstanbul 1987, I, 124-128.

Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, İstanbul 1386/1966, I, 17-18.

E. Palis, “Henoch”, , III/1, s. 593-594.

J. Horovitz, Koranische Untersuchungen, Berlin-Leipzig 1926, s. 88.

D. Sidersky, Les origines des légendes musulmanes dans le Coran et dans les vies des prophètes, Paris 1933, s. 21.

C. C. Torrey, The Jewish Foundation of Islam, New York 1933, s. 70-72.

A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Cairo 1938, s. 51-52.

Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara 1979, s. 278-281.

Metin Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mi‘râc-nâmeler, Ankara 1987, s. 247-248.

Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm’da Düşünce ve Hayat, İstanbul 1988, s. 151-153.

Mahmut Erol Kılıç, İslam Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce (yüksek lisans tezi, 1989), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 25-33, 36-50.

Hasan el-Levâsânî, Tevârîḫu’l-enbiyâʾ, Beyrut 1404/1984, s. 21-26.

M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1993, s. 79-84.

Ahmet Lütfi Kazancı, Peygamberler Tarihi, İstanbul 1997, I, 79-90.

P. Casanova, “Idrîs et ʿOuzaïr”, , CCV (1924), s. 356-360.

A. J. Wensinck, “İdrîs”, , V/2, s. 933-934.

G. Vajda, “Idrīs”, , III, 1056-1057.

Nahum M. Sarna – David Flusser – Haïm Z’ew Hirschberg, “Enoch”, , VI, 793-794.

Yehoshua M. Grintz, “Enoch, Ethiopic Book of”, a.e., VI, 795-797.

Shlomo Pines, “Enoch, Slavonic Book of”, a.e., VI, 797-799.

Gersham Scholem, “Metatron”, a.e., XI, 1443-1446.

S. D. Fraade, “Enoch”, , V, 116-118.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2000 yılında İstanbul’da basılan 21. cildinde, 478-480 numaralı sayfalarda yer almıştır.