İFTİNÂN

Bir sözde iki farklı temanın birleştirilmesini ifade eden edebî sanat.

Müellif:

Sözlükte “konu, çeşit, tür” anlamındaki fenn kökünden masdar olan iftinân “söz içinde konudan konuya, türden türe geçmek” anlamına gelir. Tefennün de aynı mânadadır. İlk defa İbn Ebü’l-İsba‘ın bahsettiği söz güzellikleri arasında yer alan iftinân gazel-hamâse, medih-hicâ, va‘d-vaîd, inzâr-tebşîr, tebrik-tâziye gibi zıt veya farklı söz çeşidini bir beyit yahut bir cümle içinde birleştirmektir (Taḥrîrü’t-Taḥbîr, s. 588). Farklı konuların kısa ifade içinde ve uyum halinde bir araya getirilmesi şairin dile hâkimiyetini gösterir.

Arap şiirinde yumuşak bir üslûbun hâkim olduğu gazelle sert üslûp gerektiren hamâsenin ustalıkla birleştirildiği iftinân örneklerine sık rastlanır. Müvelled şairlerden Abdullah b. Tâhir’in şu mısralarında gazel ve hamâse uyumu görülmektedir: ”أحبّك يا ظلوم وأنت منّي / مكان الرّوح من جسد الجبان // لو أنّي أقول مكان روحي / خشيت عليك بادرة الطّعان“ (Ey zalim, seni seviyorum; benim için sen korkak ve âciz kimsenin bedenindeki ruhu mesabesindesin. Eğer ruhum mesabesindesin demiş olsaydım senin vurulma tehlikesine mâruz kalmandan endişe ederdim; Nüveyrî, VII, 173). Burada yumuşak bir ifade içerisinde gazel temasının işlendiği ilk üç mısraın ardından güzel bir münasebetle son mısrada hamâseye geçilmiştir.

İslâm öncesi dönemin önde gelen şairlerinden Antere’nin aşağıdaki beyti bu konuda bilinen en güzel örneklerdendir. Antere, hamâse temasını hezl üslûbu içerisinde dile getirmek suretiyle gazelle yakınlaşmasını, böylece ilk mısrada söz konusu ettiği gazelle ikinci mısradaki hamâse arasında uyumu sağlamıştır: ”إن تغدفي دوني القناع فإنّني / طبّ بأخذ الفارس المستلئم“ (Eğer sen bana karşı peçenle yüzünü gizleyip örtersen iyi bil ki ben zırhına bürünmüş süvariyle savaşmakta mahirim; Hatîb et-Tebrîzî, s. 166).

Övgü ve yergi gibi iki karşıt temanın bir beyitte veya bir cümlede birleştirildiği iftinân örnekleri de çoktur. Hutay’e’nin şu dizesi bu konuda bilinen en güzel örneklerdendir: ”قد ناضلونا وسلّوا من كنانتهم / مجدًا تليدًا ونبلا غير أنكاس“ (Onlar bizimle ok oka savaşa tutuştular, fakat ok torbalarından -bizim bağışladığımız- köklü bir şeref ve şanla hedefini şaşmaz oklar çıkardılar). Burada, “Onlar bizimle ok oka savaşa tutuştular” anlamındaki övgü kısmının onu takip eden yergi kısmıyla uyum sağlamasında büyük ustalık gösterilmiştir. Çünkü kinaye yolu ile anlatılan ikinci kısım övgü gibi görünmekle birlikte aslında yergi anlamı taşımaktadır. Övgü görüntüsüyle mısraın baş tarafına uyarken yergi bildiren örtülü anlamıyla ondan ayrılmaktadır. Bu ifade, gerçekte onların kendilerinin eski esirleri olduklarını anlatan bir hicivdir. Zira Arap geleneğine göre itibarlı esirlere üzerinde verenin işareti ve damgası bulunan oklar bahşedilirdi (İbn Ebü’l-İsba‘, Bedîʿu’l-Ḳurʾân, s. 297). Böylece şair düşmanlarını kendilerinin esiri ve köleleri olmakla hicvetmiştir.

Bir halifenin vefat edip yerine oğlunun veya başka bir kimsenin geçmesi suretiyle tâziye ve tebrik vesilelerinin bir arada bulunduğu durumlar, şairlere bu iki temayı birleştirip iftinân sanatı gösterme fırsatı vermiştir. Hârûnürreşîd’in ölümü üzerine oğlu Emîn’in halife olması vesilesiyle Ebû Nüvâs’ın, Vezir Ebü’l-Abbas Fazl b. Rebî‘a tâziye ve tebriklerini anlatan şu beyti bunun güzel birer örneğidir: ”تعزّ أبا العباس عن خير هالك / بأكرم حيّ كان أو هو كآئن“ (Ey Ebü’l-Abbas! Vefat eden hayırlı bir kimsenin acısını, gelmiş veya gelecekler içinde en şerefli bir hayat sahibiyle unutmaya çalışman dileğimdir).

Muâviye ölünce oğlu Yezîd’i tâziye ve tebrik için şiirler yazan Abdullah b. Hemmâm es-Selûlî’nin Yezîd’in huzurunda söylediği manzum ve mensur sözler tâziye ve tebriğin ustalıkla kaynaştırıldığı meşhur örnekler arasında yer alır (Ebû İshak el-Husrî, I, 49; İbn Ebü’l-İsba‘, Bedîʿu’l-Ḳurʾân, s. 297-298). Şu beytinde görüldüğü gibi: ”اصبر يزيد فقد فارقت ذا ثقة / واشكر حباء الّذي بالملك أصفاكا“ (Güvendiğin kimseyi yitirdin, Allah sabırlar versin Yezîd; sana hilâfet nasip eden Allah’ın ihsanına da şükret).

İbn Ebü’l-İsba‘ın (Mısrî) şu beytinde itâb ile i‘tizâr temaları birleştirilmiştir ” أعرضت عنّي ولم أذنب وملت إلى ال / واشي وهبني قد أذنبت فاغتفر“ (Hiçbir günahım olmadığı halde jurnalciye kandın ve benden ayrıldın. Suçlu olduğumu farzet de ne olur beni affet; a.g.e., s. 299).

Aşağıdaki âyette kısa bir ifade içinde va‘d-vaîd, tebşîr-tahzîr, medih-zem temaları en güzel şekilde birleştirilmiştir: ”ثُمَّ نُنَجِّي الَّذِينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِمِينَ فِيهَا جِثِيًّا“ (Sonra biz, Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanları kurtarır, zalimleri de orada diz üstü çökmüş vaziyette bırakırız; Meryem 19/72). Kur’an’da, tâziye ile fahr temalarının kısa bir ifade içinde birleştirildiği ilginç bir iftinân örneği de şudur: ”كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ۰وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ“ (Yeryüzünde bulunan her şey fânidir, ancak yüce ve cömert olan rabbinin varlığı bâkidir; er-Rahmân 55/26-27). İlk âyette yeryüzündeki bütün hayat sahibi varlıklara Allah tâziyede bulunmuş, ikinci âyette ise ulu, cömert, yegâne bâki varlık olan zâtını övmüştür.


BİBLİYOGRAFYA

, III, 1156.

Ebû İshak el-Husrî, Zehrü’l-âdâb (nşr. Ali M. el-Bicâvî), Kahire 1969, I, 49.

Hatîb et-Tebrîzî, Şerḥu Dîvâni ʿAntere (nşr. Mecîd Tarrâd), Beyrut 1412/1992, s. 166.

İbn Ebü’l-İsba‘, Taḥrîrü’t-Taḥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383/1963, s. 588-589.

a.mlf., Bedîʿu’l-Ḳurʾân (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1377/1957, s. 295-299.

Şehâbeddin Mahmûd, Ḥüsnü’t-tevessül ilâ ṣınâʿati’t-teressül (nşr. Ekrem Osman Yûsuf), Bağdad 1400/1980, s. 309.

, VII, 173.

Safiyyüddin el-Hillî, Şerḥu’l-Kâfiyeti’l-bedîʿiyye (nşr. Nesîb Neşâvî), Dımaşk 1403/1983, s. 98.

Bahâeddin es-Sübkî, ʿArûsü’l-efrâḥ (Şürûḥu’t-Telḫîṣ içinde), Beyrut, ts. (Dârü’s-sürûr), IV, 470.

İbn Hicce, Ḫizânetü’l-edeb, Kahire 1304, s. 61.

, II, 87.

a.mlf., Muʿterekü’l-aḳrân fî iʿcâzi’l-Ḳurʾân (nşr. Ali M. el-Bicâvî), Kahire 1973, I, 388.

İbn Ma‘sûm, Envârü’r-rebîʿ (nşr. Şâkir Hâdî Şükr), Necef 1388/1968, I, 320.

Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî, Nefeḥâtü’l-ezhâr, Beyrut 1404/1984, s. 236-238.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2000 yılında İstanbul’da basılan 21. cildinde, 521-522 numaralı sayfalarda yer almıştır.