İMÂD-i HASENÎ

İmâd-i Hasenî-i Seyfî (ö. 1024/1615)

Nesta‘lik yazıyı güzelliğinin zirvesine ulaştıran Safevî hattatı.

Müellif:

961 (1554) yılında Kazvin’de doğdu. Hz. Hasan soyundan Kazvinli köklü bir aileye mensuptur. Tezkirelerde ve tarih kitaplarında adı Mîr İmâd olarak kaydedilmektedir. Müstakimzâde, Abdülmuhammed Han ve Clément Huart onun İmâdülmülk lakabıyla anıldığını, bu lakabı kendisini himaye eden Safevî büyüklerinden bir kişiye nisbetle aldığını söylemişlerse de bu bilgi doğru değildir. Çünkü I. Şah Abbas’ın sarayına girmeden önce bu lakabı kullandığı bilinmektedir. Müstakimzâde, İmâd’ın asıl adının Muhammed, babasının adının Hüseyin olduğunu yazarsa da istinsah ettiği Tekmiletü’n-Nefeḥât’ta ismini “İmâd b. İbrâhim el-Hasenî” olarak kaydetmesine dayanarak kendi adının İmâd, babasınınkinin İbrâhim olduğu söylenebilir. Müstakimzâde, Abdülmuhammed Han ve Clément Huart’ın onu Hz. Hüseyin soyundan göstermeleri, kendisinden yarım asır sonra yaşamış olan ve bazan “Mîr İmâd-i Sânî”, çoğunlukla da “Hüseynî” nisbesiyle imza atan İmâd-i Hüseynî ile karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. İmâd çocukluğunu Kazvin’de geçirdi. Devrinin geleneksel bilgileri yanında Mâlik-i Deylemî’den hat dersleri aldı. Daha sonra Tebriz’e giderek Muhammed Hüseyin adlı hattattan nesta‘lik yazının inceliklerini öğrendi. Müstakimzâde onun Baba Şah’tan, Habîb ile Abdülmuhammed Han ise Îsâ-yı Rengkâr’dan da istifade ettiğini yazarlarsa da İmâd’ın gençliğinde çok yaşlı olan bu hattatların ona hocalık yapmaları zayıf bir ihtimal olarak görünmektedir. Ancak İmâd’ın bunların yazılarından faydalandığı kesindir.

İmâd yazılarında önceleri Mîr Ali Herevî’yi taklit etti. Onu taklit ederek yazdığı, halen Tahran’da Kitâbhâne-i Saltanatî’de bulunan “Münâcât-ı Emîrü’l-Müʾminîn ʿAlî İbn Ebî Ṭâlib” adlı eser bu tesiri açık şekilde ortaya koymaktadır. Tebriz’e gittikten sonra Baba Şah’ın kıtalarından istifade ederek sanatını ilerleten İmâd, 1014 (1605) yılından itibaren Mîr Ali Herevî’nin yazılarındaki istikrar ve sağlamlıkla Baba Şah’ın yazılarındaki tatlılık ve yumuşaklığı birleştirip kendi üslûbunu ortaya koydu. Daha sonra Tebriz’den ayrılarak bir rivayete göre Osmanlı ülkesine gitti. Oradan Hicaz’a geçti. İran’a dönünce, I. Şah Abbas zamanında (1587-1629) devletin idarî ve askerî işlerini yürüten Ferhad Han Karamanlı’nın kütüphanesinde kâtip olarak çalışmaya başladı. Onunla birlikte Simnân, Damgan, Bistâm, Taberistan, Horasan ve Herat’a gitti. Ferhad Han’ın, kumandanlarından Allahverdi Han tarafından öldürülmesi üzerine Kazvin’e döndü. Burada hat hocalığı yaparak ve yazı yazarak geçinmeye çalıştı. Safevîler İsfahan’ı başşehir yaptıkları zaman birçok âlim ve sanatkâr gibi İmâd da oraya gitti. I. Şah Abbas’a bir arzuhal göndererek kendini tanıtması üzerine saraya davet edildi. Paris’te Bibliothèque Nationale’de bulunan bu arzuhal Mehdî Beyânî tarafından yayımlanmıştır (Muraḳḳaʿ-ı Gülşen, s. 76).

Sarayda kâtiplik ve kitap istinsah etme yanında şehzadelere de güzel yazı dersleri veren, ayrıca saray dışından gelenlerin yetişmesine yardımcı olan İmâd, sanat hayatının en verimli on altı yılını geçirdiği İsfahan’da birçok öğrenci yetiştirdi. Oğlu Mîr İbrâhim ile Nûreddin Muhammed el-Lâhîcî, Abdürreşîd Deylemî, Gevher Şad, Abdülcebbâr el-İsfahânî, Cemâl, Nûrây-i İsfahânî, Mîr Yahyâ el-İsfahânî, Alâeddin Sebzevârî, Mîr Muhammed Mukīm et-Tebrîzî, Ebû Türâb el-İsfahânî ve İmâd üslûbunu İstanbul’a getiren Derviş Abdî-i Mevlevî bunların en tanınmışlarıdır.

İmâd sarayda çok sevilip takdir edilmiş, şahın kendisine gösterdiği yakın ilgiye şiirlerle cevap vererek bu sahada da temayüz etmiştir. Kaynaklarda, kendisi gibi usta bir hattat olan Ali Rızâ-yi Abbâsî’nin etkisiyle şahın İmâd’dan giderek uzaklaştığı, geceleri yazı yazarken elinde şamdan tutarak Ali Rızâ’ya yardımcı olmasının İmâd’ı gücendirdiği nakledilmektedir. Bu dönemde yazdığı şiirlerle şaha ve etrafındakilere serzenişte bulunan İmâd’ın zamanla şahla arası açıldı. Şahın İmâd’dan Şâhnâme’yi istinsah etmesini istediği, İmâd’ın bu emre karşı lâkayt davranmasının şahı rencide ettiği de rivayet edilmektedir. Uzunca bir süre devam eden bu sürtüşmeler nihayet İmâd’ın öldürülmesiyle son buldu. Ancak onu ölüme götüren asıl sebebin ne olduğu kesin biçimde belli değildir. Kaynaklarda bunun Sünnîlik’le itham edilmesi meselesi olabileceği belirtilmektedir. Mehdî Beyânî, Ali Kulı Hân-ı Vâlih-i Dağıstânî’nin Tahran’da Millî Kütüphane’de bulunan Riyâżü’ş-şuʿarâʾ adlı eserinden naklen İmâd’ın şahın işareti üzerine bir gece davete giderken yolda öldürüldüğünü söyler. İmâd’ın cenazesi şahın emriyle yapılan büyük bir törenle kaldırıldı. Ölümü İran, Hint ve Osmanlı ülkesinde üzüntüye sebep oldu. Bâbürlü Hükümdarı Cihangir’in, İmâd’ın katli münasebetiyle tertip ettiği dinî bir toplantıda, “Eğer İmâd’ı bana diri olarak verselerdi ağırlığınca mücevher verirdim” dediği rivayet edilir. İmâd’ın oğlu Mîr İbrâhim ile kızı Gevher Şad başlarına başka bir felâket gelmesinden korkarak Osmanlı ülkesine sığındılar. Kız kardeşinin oğlu ve öğrencisi Abdürreşîd-i Deylemî ise Hindistan’a gitti. Burada Âgā Reşîd adıyla tanınan Abdürreşîd-i Deylemî’nin Ekber Şah’a yazdığı bir arzuhalden, ailenin diğer mensuplarının İran’da yaşama imkânı bulamayıp Anadolu’ya geçtikleri anlaşılmaktadır (, II, 529).

İmâd’dan sonra hiçbir hattat onun harflerin en, boy, çanak, küp, keşîde ve bağlantılarında, satır anlayışında ortaya koyduğu kurallara yeni bir şey ilâve edememiştir. Kaçarlar’dan Nâsırüddin Şah zamanında yaşamış olan Muhammed Rızâ Kelhûr keşîdeleri kısaltmak, dal, râ ve “vav”ları küçük ve harflerin gövdelerini kalın yazmak suretiyle bir değişiklik yapmış ve bu değişiklik bir yenilik gibi görülmüşse de bu üslûp yaygın kabul görmemiştir. Bugün bazıları bu üslûbu celî nesta‘likte kullanmakla beraber genellikle İran’da İmâd’ın üslûbu tercih edilmektedir.

Yazılarında İmâdü’l-Hasenî, Mîr İmâd, Mîr İmâd-i Hasenî, Mîr İmâd-i Hasenî-i Kazvînî, İmâdü’l-Mülki’l-Hasenî, İmâdü’l-Mülki’l-Kazvînî, İmâdü’l-Mülki’l-Haseni’s-Seyfî, İmâdü’l-Haseni’l-Kazvînî gibi imzalar kullanan İmâd’ın üslûbu, XVII. yüzyılın başından itibaren bütün İslâm ülkelerine yayılmaya başlamış, Osmanlı-Türk hattatları da XIX. yüzyılın başlarında Yesârîzâde Mustafa İzzet tarafından Türk nesta‘lik ekolü kuruluncaya kadar onun etkisinde eser vermişlerdir. Veliyyüddin Efendi, Kâtibzâde Mehmed Refî Efendi, Yesârî Mehmed Esad ve daha birçok Türk hattatı nesta‘liki İmâd seviyesinde yazmıştır.

İmâd’ın kitap, risâle, murakka‘ ve kıta türü birçok yazısı günümüze ulaşmıştır. İran’ın çeşitli kütüphanelerinde, İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ile Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde yazıları bulunmaktadır. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde kayıtlı (FY, nr. 1427, 1428, 1488, 1492) murakka‘lar içinde çok güzel kıtaları yer almaktadır. Ayrıca Hindistan kütüphanelerinde, Kahire, Kâbil, Paris ve Leningrad’da da eserleri vardır. Ona nisbet edilen ve nesta‘lik yazının kaidelerinden bahseden Âdâbü’l-meşk adlı risâle Baba Şah’a aittir. Sanatkârın bilinen tek celî nesta‘lik yazısı İsfahan’da Mîr Findiriskî Tekkesi’ndedir.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 121-122.

, II, 518-538.

a.mlf., “Mîr ʿİmâdü’l-Ḥasenî”, Muraḳḳaʿ-ı Gülşen, Tahran 1368 hş., s. 73-88.

, s. 67-68.

, s. 91-92.

, s. 695-696.

Habîb, Hat ve Hattâtân, İstanbul 1306, s. 211-215.

Abdülmuhammed Han, Peydâyiş-i Ḫaṭṭ u Ḫaṭṭâṭân, Kahire 1345, s. 163-173.

Habîbullah Fezâilî, Aṭlas-ı Ḫaṭ, İsfahan 1362, s. 522.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2000 yılında İstanbul’da basılan 22. cildinde, 169-171 numaralı sayfalarda yer almıştır.