İMRAHOR ÇEŞMESİ ve KASRI

İstanbul’da Kâğıthane deresi kıyısında XVI. yüzyılda yapılmış çeşme ile daha geç bir döneme ait kasır.

Müellif:

Yapılar, İstanbul’un fethinden sonra şehrin en sevilen mesire yeri hüviyetini kazanan Kâğıthane deresi kıyısında saraya ait atların bahar mevsiminde otlatıldığı yerde bulunmaktaydı. Burası günümüzde Kâğıthane deresinin üstünden geçen viyadüklü yolun altında kalmaktadır. Yapıların bulunduğu çayırda önceleri cirit oyunu için büyük bir meydan düzenlendiği bilinmektedir. Nisan ayında saray ahırlarından alınarak buraya getirilen atların bakımı için tesis edilen ahırların yakınında ve dere kıyısında ahşaptan bir kasır yapılmıştı. Bu bina, birçok yenilenmeden sonra yakın zamana gelinceye kadar İmrahor (Mîrâhur) Kasrı adıyla tanınagelmiştir. XVI. yüzyıl sonlarında buradaki kasra gelen Sultan III. Murad, Istabl-ı Hâss’ın karşısında ve kasrın üzerinde bulunduğu çayırda bir çeşme yaptırılmasını istemiş, bu isteği Mîrâhur Mehmed Ağa tarafından yerine getirilerek dere ile yol arasında kalan arazide bir çeşme inşa edilmişti.

Çeşme. Eski Kâğıthane mesiresinden günümüze kadar gelebilen eserlerin en eskisi olan çeşme esas cephesi Haliç’e, evvelce burada mevcut olan kasra dönük olarak bütünüyle mermerden yapılmıştır. Ana yüzünde, nişi teşkil eden sivri Türk kemeri beyaz mermerle kırmızı breş taşının birbirine geçmeli olarak alternatif sıralanması ile yapılmıştır. Köşelerinde alt ve üst uçları kum saati biçiminde işlenmiş sütunçeler bulunan çeşmenin bütünü, klasik dönem eserlerinde olduğu gibi zarif ve ince profilli silmelerle çerçevelenmiştir. Kemerin içinde ortada yine klasik üslûpta çerçeveli bir ayna taşı ile önüne yalak yerleştirilmiş, az yukarıya da tasların konulması için bir çift yuva oyulmuştur. Çeşmenin en üst kısmına mahya hattını teşkil eden bir dizi “tomurcuk” işlenmiştir.

İmrahor Çeşmesi’nin on sekiz mısralık kitâbesi büyük kemerin üstünde yer almıştır. Kitâbe, Sâî Mustafa Çelebi tarafından düzenlenmiş ve belki de onun tarafından yazılmıştır. Kitâbede Sultan Murad’ın burada bir çeşme yapılmasını istediği ve Mîrâhur Mehmed Ağa’nın bu isteği yerine getirerek 998’de (1589-90) çeşmeyi inşa ettirdiği yazılıdır. İbrahim Hakkı Konyalı, çeşmeyi yaptıranın Sicill-i Osmânî’de adı geçen Beylerbeyi Mehmed Paşa ile aynı kişi olduğunu ileri sürer. Sicill-i Osmânî’de verilen bilgiye göre çeşitli görevlerde bulunduktan sonra kendisine 995’te (1587) vezirlik verilen Mehmed Paşa 997’de (1589) ölmüştür. Ancak çeşme kitâbesinde paşalık ve beylerbeyilik unvanları olmadığına göre Mîrâhur Mehmed Ağa’nın bu zatla aynı kişi olmasına ihtimal vermek zordur. Ayrıca bazı yayınlarda çeşmeyi yaptıranın adı yanlış olarak Nuh şeklinde verilmiştir. İbrahim Hakkı Konyalı, İmrahor Çeşmesi’nin Mimar Sinan’ın eseri olabileceği üzerinde de durmuştur. Çeşme 998’de yapıldığına, Sinan ise 996’da (1588) vefat ettiğine göre böyle bir tahmin inandırıcı değildir. Fakat bu küçük eserin Sinan döneminin üslûp özelliklerine sahip bulunduğu da göz ardı edilemez.

Şehzadeliği sırasında Kâğıthane’deki köşklerde yaşayan II. Abdülhamid bu çeşmeyi tamir ettirdiğinde şair Feyzî’nin düzenlediği manzum bir tarihin (1310/1892-93) dört mısraı da çeşme üzerine konulmuştur. İlk biçimini koruyabilmiş, gerçekten bir sanat eseri olan bu çeşme, 1997 yılının Ocak ayında, muhtemelen kitâbesini söküp götürmek isteyenler veya içinde define aramak düşüncesinde olanlar tarafından parçalanmış ve eserin kitâbesinin bir tarafı ile birlikte üçte biri tahrip edilmiştir.

Kasır. III. Murad’ın Kâğıthane deresi kıyısında bir çeşme yapılmasını istemesi, daha XVI. yüzyılda padişahların buraya geldiğini ve istirahatleri için küçük bir kasır inşa edilmiş olması gerektiğini göstermektedir. I. Ahmed döneminde (1603-1617) Kâğıthane çayırları padişahların sıkça uğradığı bir yerdi. Franz Taeschner’e ait iken 1943-1944’te Münster’de (Almanya) bir hava hücumu sırasında çıkan yangında yok olan ve elde yalnız çizgi olarak kopyası kalan orijinal bir minyatür albümünde görülen dere kıyısındaki köşkün en eski İmrahor Kasrı olabileceği Sedat Hakkı Eldem tarafından ileri sürülmüştür. Sirkeci sahilindeki Yalı Köşkü’ne benzeyen bu kasır geniş saçaklı ve tek katlı bir yapıdır. Ancak bunun gerçekten İmrahor Kasrı’nın ilk binası olduğu kesin değildir. İmrahor Kasrı’nın görünümü XVIII. yüzyıldan itibaren belirlenebilmektedir. Sadrazam Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa’nın dere kıyısında ünlü Sâdâbâd Sarayı’nı yaptırması ile Kâğıthane’nin yıldızı daha da parladı. Dere kıyılarında ve yamaçlarda pek çok özel kasır inşa edilirken İmrahor Kasrı da yenilendi.

M. d’Ohsson’un Osmanlı Devleti hakkındaki büyük eserinin (bk. bibl.) gravürleri arasında Kâğıthane deresi ve çevresi de tasvir edilmiştir. Burada, etrafı ağaçlarla çevrili olarak akarsu kıyısında ve ahşap bir köprünün yanında İmrahor Kasrı yer almıştır. Bu resmin yapıldığı XVIII. yüzyıl sonlarında kasır yüksekçe, herhalde kâgir bir zemin katı üstünde iki katlı ve üstü kiremit kaplanmış çatı ile örtülü bir binadır. Her iki katta da birçok penceresi vardır. Çayırın Sâdâbâd Sarayı tarafındaki bölümüne bakan cephesinde bir çıkması bulunuyordu. Eski haritalarda etrafı muntazam bir duvarla çevrilmiş olarak işaretlenen İmrahor Kasrı Sultan Abdülaziz tarafından, 1860’lı yıllarda Mimar Sarkis Balyan’a eski Sâdâbâd’ın yerinde Batı Avrupa sarayları üslûbunda Çağlayan Kasrı olarak adlandırılan yeni bir saray yaptırılırken temelden itibaren yeni baştan inşa ettirilmiştir.

Abdülaziz’in İmrahor Kasrı dış görünüş bakımından o yıllardaki Batı Avrupa binalarından farksızdı. Dere kıyısından üstü parmaklıklı bir duvar ve taştan bir rıhtımla ayrılmıştı. Dereden gelecek kayıklardan çıkıldığında kullanılmak üzere burada bir kapı açılmıştı. Kasrın ahşap olan iki katından başka üstte bir de çatı katı vardı. Esas katlar, iç düzenlemeleri bakımından Türk ev mimarisi geleneğine uymakla beraber dış mimarisi XIX. yüzyıl Batı Avrupa’sının büyük villalarından veya sayfiye mâlikânelerinden farksızdı. Dereye bakan cephenin ortasında çıkma halinde bir giriş verandası ile üstünde ve çatı katında birer balkon vardı. Ayrıca yan cephelerde kapalı çıkmalar bulunuyordu. Bunların da altlarında yan girişler açılmıştı. Kırmalı çatısı ise kiremit kaplı idi. Esas katlar içeride aynı plana sahip olup ortadaki büyük sofaya dört taraftan açılan eyvanlar vardı. Türk ev mimarisinde çok eskiden beri uygulanan ve halk arasında “karnı yarık” denilen bu şemanın gereği olarak köşelerde odalara ve tuvaletlere yer verilmişti. Zemin katındaki girişlere dört cephede de mermer basamaklı merdivenlerle ulaşım sağlanıyordu. Yol tarafındaki ana girişin karşısında ise yukarı kata çıkışı sağlayan, tırabzanları Bohemya kristalinden babalara sahip bir merdiven bulunuyordu.

İmrahor Kasrı’nın dere kıyısındaki görünümünün pek çok fotoğrafı çekilmiş ve resimleri yapılmıştır. XIX. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen yalı ve konakların tavan süslemelerindeki manzara resimleri arasında İmrahor Kasrı’nın da görüntüsüne yer verilmiştir. Süleymaniye semtinde Kayserili Ahmed Paşa Konağı’nın bir odasındaki tavan resimlerinden birinde bu kasır resmedilmiştir. Yıldız Sarayı’ndaki Şâle Köşkü’nün süslemeleri arasında yine İmrahor Kasrı’nın resmi vardır. Ayrıca o yılların dergilerinde kasrın bilhassa dereden görünümünü aksettiren fotoğrafları yayımlanmıştır.

Kâğıthane mesiresi gözden düştükten sonra İmrahor Kasrı da kendi kaderine terkedilmiş, bu arada içindeki eşya alınarak boşaltılmıştır. Düzenli rıhtımı, dökme demirden parmaklıkları yok edilmiş, etrafını saran ağaçlar kesilmiş ve kasır harap olmaya bırakılmıştı. Nihayet 1941-1942 yıllarında General Fahrettin Altay’ın emriyle Çağlayan Kasrı yıktırıldığında İmrahor Kasrı da en ufak bir izi kalmamacasına yok edilmiş, arsası da buradaki istihkâm birliğinin deneme alanı yapılmıştır. Dışından pek çok resminin bulunmasına karşılık kasrın içini ve tavan süslemeleriyle mimari ayrıntılarını gösteren resimler henüz elde edilememiştir. Ancak katların planları Sedat Hakkı Eldem tarafından yayımlanmıştır. Şair Antepli Hasırcızâde Mehmed Ağa’nın, “Safâsı İmrahor Köşkü’nün başka âlemdir / Akar su sebzedâr üzre berâber olsa cânâne” mısraları ile andığı İmrahor Kasrı’nın yerinde bugün bir düzlük, ortasında da yarı yıkık bir çeşmeden başka bir şey kalmamıştır.


BİBLİYOGRAFYA

Genel: Münir Aktepe, “Kâğıthane’ye Dair Bazı Bilgiler”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya Armağan, Ankara 1976, s. 335-363.

A. Süheyl Ünver, “Her Devirde Kâğıthane”, , X (1973), s. 435-461.

Semavi Eyice, “Kâğıthane-Sâdâbâd-Çağlayan”, Taç, I/1, İstanbul 1986, s. 28-36.


Çeşme: , I, 42-43.

Affan Egemen, İstanbul’un Çeşme ve Sebilleri, İstanbul 1993, s. 663 (nr. 890).

İ. Hakkı Konyalı, “Tarih Sohbetleri: Kağıthane-Saadabat”, Yeni Asya, V/1510, İstanbul 2 Mayıs 1974.

Semavi Eyice, “İstanbul’da Bir Eski Eser Cinayeti”, Sanatsal Mozaik, sy. 23, İstanbul 1997, s. 26-30.

Kasır: Mouradgea d’Ohsson, Tableau général de l’Empire Othoman, Paris 1787-1820, lv. 64.

F. Taeschner, Alt-Stambuler Hof- und Volksleben, Ein türkisches Miniaturen-Album aus dem 17. Jahrhundert, Hannover 1925, lv. 22.

Sedat H. Eldem, Sa’dabad, İstanbul 1977, rs. 120-127.

Semavi Eyice, “İstanbul Halkının ve Padişahların Ünlü Mesiresi: Kâğıthane”, İstanbul Armağanı, İstanbul 1997, III, 75-95.

Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığında Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İstanbul 1981, s. 265.

Baha Tanman, “İmrahor Köşkü”, , IV, 168.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2000 yılında İstanbul’da basılan 22. cildinde, 226-228 numaralı sayfalarda yer almıştır.