Aynı adı taşıyan gölün doğu tarafında kurulmuş eski bir yerleşim merkezidir. Makedonyalı Büyük İskender’in ölümünden sonra kumandanlarından Antigones,…
2/3Müellif: AHMET GÜNEŞBölüme Git
Osmanlı Dönemi. Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın İznik’i alıp merkez yapması, daha sonra Bizans’ın eline geçen şehrin Anadolu’daki Türkmenler tarafından y…
3/3Müellif: AHMET VEFA ÇOBANOĞLUBölüme Git
MİMARİ. Tarih öncesi çağlarda etrafında bazı yerleşmelerin olduğu bilinen İznik milâttan önce 316 yılında kurulmuş, Roma ve Bizans devirlerinde büyümü…
Aynı adı taşıyan gölün doğu tarafında kurulmuş eski bir yerleşim merkezidir. Makedonyalı Büyük İskender’in ölümünden sonra kumandanlarından Antigones, milâttan önce 316 yılına doğru o zamanlar Askania denilen İznik gölünün kıyısında kurduğu bu şehre kendi isminden hareketle Antigoneia adını vermiştir. Antigones milâttan önce 301’de Lysimakhos’a karşı açtığı savaşta ölmüş ve galip gelen Lysimakhos şehrin adını karısı Nike’den esinlenerek Nikaia’ya çevirmiştir; daha önceki ismin Helikore olduğu da söylenir. İznik, Arap kaynaklarında Nîkıye (نيقية) şeklinde geçen (İbn Hurdâzbih, s. 102, 106; Mes‘ûdî, s. 142, 177) Nikaia’nın Türkçeleştirilmiş biçimidir ve şehri Orhan Gazi zamanında ziyaret eden İbn Battûta er-Riḥle’sinde Yiznîk (يزنيك) olarak vermektedir (s. 309-310).
Milâttan önce IV. yüzyılda İznik, Helenistik çağın bütün şehirleri gibi karelere bölünmüş düzenli bir plana sahipti; bu plan ana çizgileriyle bugünkü yerleşmede de görülmektedir. İlkçağ sikkelerinde “Altın Şehir” (Khyrsea Polis) olarak nitelendirilen şehrin etrafında kapıları dört yana açılan surlar, ortasında bir gimnazyum, çeşitli yerlerinde de tanrılar için kült mekânları bulunuyordu. İznik, I. Nikomedes (m.ö. 278-250) tarafından İzmit (Nikomedeia) şehri kuruluncaya kadar bir süre Bitinya (Bithynia) Krallığı’nın başşehri olmuş, III. Nikomedes’in (m.ö. 91-74) vasiyeti üzerine de Roma idaresine girmiştir. Ancak Bitinya bölgesinin bir Roma vilâyeti haline gelmesiyle önemi artmışsa da başkentlik hususunda İzmit ile yüzyıllar boyu süren bir mücadele yaşamıştır. Roma döneminde eski sınırlarının dışına taşarak daha da büyüyen ve yeni sur kapıları yapılan şehir 123 yılında şiddetli bir deprem sonucu harabeye dönmüş ve İmparator Hadrianus (117-138) tarafından yeniden imar ettirilmiştir; bu sebeple Hadrianus ikinci kurucusu sayılmaktadır. İmparator Valerianus döneminde 258 yılına doğru Bitinya’yı işgal eden Gotlar burayı da İzmit gibi yağmalayıp yaktılar; ancak 259-269 yıllarında tekrar eski durumuna kavuşturuldu.
I. Konstantinos’un Hıristiyanlığı kabul edip bu dini devlet himayesine almasından sonra İznik, 325 yılında imparatorun da hazır bulunduğu I. Genel Konsil’in burada toplanmasıyla tarihe geçti. Bizans döneminde 358, 362 ve 368 depremleriyle 420 yıllarına doğru yaşanan kıtlıktan büyük zararlar gören şehrin tekrar canlanması I. Iustinianos’un (527-565) zamanına rastlar. Bu dönemde saray yeniden yaptırılmış, su yolları ihya edilmiş, kilise ve manastırlar kurulmuştur. Daha sonra Bizans’ta “thema”lar (askerî valilik) sisteminin ortaya çıkışıyla İznik imparatorluğun idarî teşkilâtında Opsikion themasının merkezi oldu.
İslâmiyet’in yayılışı sırasında Anadolu’ya yapılan Arap akınları İstanbul önlerine kadar uzanırken İznik de tehdide mâruz kalmaktaydı. 718 ve 727 yıllarında şehri kuşatan Araplar içeri giremedilerse de surların bazı kesimlerini tahrip ettiler. 740’ta meydana gelen şiddetli deprem yapıların zarar görmesine yol açtı. İznik, İmparatoriçe Irene’nin girişimleri sonucu tasvir karşıtı harekete (ikonoklasm) son vermek amacıyla 787 yılında toplanan ve II. İznik Konsili olarak tarihe geçen VII. Ekümenik Konsil’e ev sahipliği yaptı. VII. Konstantinos’un, ölümünden kısa bir süre önce gerçekleştirdiği 959 yılındaki ziyaretinde İznik’in zenginliğinden ve kalabalıklığından bahsedilir. İznik, başşehir İstanbul’a açılan bir kapı olmasından dolayı Bizans’taki taht mücadelelerinde taraflar için ele geçirilmesi önemli bir şehir durumundaydı. Eylül 1065’te büyük bir deprem felâketine uğrayan şehirde kiliseler ve evler yıkıldığı gibi surlar ve burçlar da büyük zarar görmüştür.
Selçuklu hânedanına mensup Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu’da fetih harekâtını sürdürürken Bizans tahtını ele geçirmek isteyen Anatolikon theması kumandanı Nikephoros Botaneiates’e de destek verdi. Botaneiates, onun desteğiyle İstanbul’a giderek III. Nikephoros adıyla tahta çıkarken Süleyman Şah da onun İstanbul’a hareketinin ardından İznik ve civarını fethedip İznik başşehir olmak üzere Anadolu’nun ilk Türk devletini, Anadolu Selçukluları’nı kurdu (1078). Azîmî, Süleyman Şah’ın İznik ve civarını 467’de (1075) fethettiğini kaydeder (Azimî Tarihi, s. 16, trc. s. 21). Bu rivayeti esas alan bazı tarihçiler İznik’in başşehir olduğu Anadolu Selçuklu Devleti’nin söz konusu tarihte, bazıları ise 1080-1081’de kurulduğunu ileri sürerler (Kafesoğlu, sy. 10-11 [1981], s. 1-28). Süleyman Şah, daha sonra III. Nikephoros’un İznik’i geri almak için Hadım Ioannes kumandasında gönderdiği orduyu ağır bir yenilgiye uğrattı. I. Aleksios Komnenos’un, Süleyman Şah’ın Antakya seferine çıkarken (1084) yerine bıraktığı kumandanlarından Ebü’l-Kāsım’ın üzerine yolladığı ordu da amacına ulaşamadı (1085). Diğer taraftan Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah da Emîr Porsuk’u göndererek İznik’i almaya çalıştı. Ebü’l-Kāsım, şehri üç ay savunduysa da daha fazla direnmenin imkânsız olduğunu görerek Bizans İmparatoru Aleksios Komnenos’tan yardım istedi; yardımın gelmesi üzerine de Porsuk kuşatmaya son verdi. Ancak Anadolu Selçukluları’nın bağımsız hareket etmesinden rahatsız olan ve onları kendine tâbi kılmak isteyen Sultan Melikşah bu defa Urfa Valisi Emîr Bozan’ı gönderdi. Bizanslılar’dan yardım alan Ebü’l-Kāsım yine büyük bir kararlılıkla şehri savundu ve Bozan da kuşatmayı kaldırıp Uluâbâd’a (Lopadion) çekildi. Bu sırada Antakya’yı ele geçirdikten sonra Halep’i kuşatan Süleyman Şah’ın, Suriye Meliki Tutuş ve Artuk Bey’le yaptığı savaşta yenilerek ölmesi üzerine (1086) Ebü’l-Kāsım, Sultan Melikşah tarafından bağışlanma ve onun vasalı olarak şehri idare etme ümidiyle yerine kardeşi Ebülgazi’yi bırakıp İsfahan’a gitti. Ancak sultanın huzuruna alınmadı ve ona Emîr Bozan ile anlaşması tavsiye edildi; dönüş yolunda da Bozan’ın adamları tarafından öldürüldü. Bu durumu öğrenen Bizans İmparatoru Aleksios büyük paralar ve hediyeler vererek Ebülgazi’den İznik’i almak istedi. Ebülgazi imparatorun bu teklifini kabul etmiş gibi görünerek uzun süre onu oyaladı. Ardından Süleyman Şah’ın İsfahan’da hapiste bulunan iki oğlu Kılıcarslan ile Kulan Arslan (Dâvud), Selçuklu Sultanı Berkyaruk’un izniyle (veya kaçarak) İznik’e geldiler. Kılıcarslan herhangi bir mukavemetle karşılaşmadan Anadolu Selçuklu tahtına çıktı (1092 sonu veya 1093 başları); kendisiyle birlikte gelen askerlerin ailelerini de İznik ve civarına yerleştirdi.
Pierre l’Ermite idaresindeki 20.000 kişiden oluşan ilk Haçlı ordusunu Drakon vadisinde tamamen imha eden I. Kılıcarslan (21 Ekim 1096), bu başarısından cesaret alarak 1096-1097 kışında ordusuyla İznik’ten ayrılıp Ermeni Gabriel’in idaresinde bulunan Malatya’yı ele geçirmek için sefere çıktı. Malatya’da iken Avrupa’dan gelen yeni Haçlı ordularının İznik’i zaptetmek niyetinde olduklarını öğrendi. Bir kısım kuvvetlerini önden gönderip kendisi de ana orduyla peşlerinden hareket etti. Mayıs sonlarına doğru İznik’e ulaştığında Haçlı orduları şehri kuşatma altına almışlardı ve Kılıcarslan’ın gönderdiği öncü birliği de başarılı olamamıştı. Daha sonra da bizzat Kılıcarslan hücuma geçtiyse de Haçlılar’ın sayıca üstünlüğü yüzünden kuşatmayı yaramadı ve geri çekildi. İmparator I. Aleksios Komnenos’un Haçlılar’la birlik olduğunu, onun tarafından İznik gölüne gönderilen gemilerle kendilerine gelecek yardım yolunun kapandığını ve Haçlılar’ın yeni aldıkları takviye birlikleriyle bir hücuma hazırlandığını gören Türkler, Bizans Kumandanı Manuel Butumites’le anlaşarak şehri ona teslim ettiler (19 Haziran 1097). Bu kısa süreli Türk idaresinin İznik’te bıraktığı tek iz, kaba taştan İlkçağ lahitleri biçiminde yontulmuş bir yüzlerinde birkaç satırlık yazı bulunan mezarlardır. Türkler çekildikten sonra Bizanslılar bunları surların onarılmasında malzeme olarak kullanmışlardır.
1147 yılında II. Haçlı Seferi’ne katılan Almanya Kralı III. Konrad İstanbul’dan sonra İznik’e gelmiş ve bir süre burada konakladıktan sonra 25 Ekim’de Dorylaion (Eskişehir) yakınlarında Selçuklu ordusu tarafından bozguna uğratılarak İznik’e dönmeye mecbur edilmişti. Kral VII. Louis kumandasındaki Fransız ordusu da kasım başında buraya ulaştı ve iki kral birlikte güneye doğru yürümeye karar verdiler. İznik, Bizans İmparatoru I. Andronikos Komnenos (1183-1185) döneminde trajik bir olaya sahne oldu. İmparator taht mücadelesi sırasında kendisini desteklemeyen, hatta bir ara içeri girmesine dahi izin vermeyen şehir halkından korkunç bir şekilde öç alarak birçok kişiyi öldürttüğü gibi ölülerinin gömülmesine de izin vermedi.
IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’un Latinler’in eline geçmesi ve Bizans hâkimiyetinin ortadan kalkması üzerine 1204’te I. Theodoros Laskaris tarafından İznik Bizans Devleti kuruldu ve dört yıl sonra İstanbul Ortodoks Patrikliği de buraya nakledilerek Theodoros Laskaris’in Patrik IV. Mikhail Autoreianos’un elinden imparatorluk tacını giymesi sağlandı. İznik böylece, 1261 yılında İstanbul’un geri alınışına kadar devam eden Laskaris hânedanı döneminde Bizans’ın devlet ve kilise merkezi oldu; ayrıca bir sanat ve kültür merkezi haline geldi. Burada yeni kilise ve saraylardan başka bir hastahane ile patrikhâne yapıldı. Surlar onarılıp önüne bir duvar inşa edilmek suretiyle şehrin korunması güçlendirildi. II. Theodoros Laskaris, Aziz Tryphon adına bir felsefe okulu ve çok güzel bir kilise yaptırdı. Çepeçevre yeşillikler ve ağaçlarla kaplı olan şehir o dönemde güçlü surları, hendekleri, geniş caddeleri ve çok katlı evleriyle hayranlık uyandırmaktaydı. XIII. yüzyıldan Osmanlılar tarafından fethine kadar (1331) Bizans sarayının ihtiyacı olan ipekli kumaşlar burada dokunuyordu.
İznik’te Bizans dönemine ait yapıların başında kuzeyde İstanbul, güneyde Yenişehir, doğuda Lefke ve batıda Göl kapılarıyla bir kısmı daha eski olan surlar gelmektedir. Şehrin ortasında caddelerin birbiriyle kesiştiği yerde Romalılar’dan kalma bir yapının, belki de gimnazyumun temelleri üzerine büyük bir Ayasofya Kilisesi inşa edilmişti. Bu kilise muhtemelen XI. yüzyıldaki depremin ardından önemli değişikliklere uğramış, daha sonra Orhan Gazi tarafından camiye çevrilmiştir. Koimesis (Meryem’in göğe çıkışı) anısına yapılan Koimesis Kilisesi de önemli eserlerden biridir. Ayasofya ve Koimesis kiliselerinden başka şehir içinde üç kilisenin daha kalıntısı ortaya çıkarılmış, bunlardan Yenişehir Kapısı yakınında bulunanın Tryphon Kilisesi olduğu tesbit edilmiştir. Türk döneminde çinileriyle ün salan İznik’te Bizanslılar’ın da oldukça gelişmiş bir çanak çömlek sanayiine sahip oldukları anlaşılmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Hurdâzbih, el-Mesâlik ve’l-memâlik, s. 102, 106.
Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 142, 177.
Azimî Tarihi: Selçuklular Dönemiyle İlgili Bölümler: H.430-538 (nşr. ve trc. Ali Sevim), Ankara 1988, s. 16, trc. s. 21.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân (Cündî), V, 384-385.
İbn Battûta, er-Riḥle, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 309-310.
A. Gardner, The Lascarids of Nicaea, the Story of an Empire in Exile, London 1912.
K. Otto-Dorn, Das Islamische İznik, Berlin 1941.
Şefik Karginer v.dğr., İznik-Nicaea, İstanbul 1963.
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1971, s. 45-111.
Erdoğan Savaş, İznik (Nicaea), İstanbul 1973.
Besim Darkot – Metin Tuncel, Marmara Bölgesi Coğrafyası, İstanbul 1981, s. 126, 127.
Semavi Eyice, İznik: Tarihçesi ve Eski Eserleri, İstanbul 1988.
a.mlf., “İznik’te Bir Bizans Kilisesi”, TTK Belleten, XIII (1948), s. 37-51.
a.mlf., “Two Mosaic Pavements from Bithynia”, Dumbarton Oaks Papers, sy. 17, Washington 1963, s. 373-383.
a.mlf., “İznik I-Türk Dönemine Kadar”, İlgi, XVIII/39, İstanbul 1984, s. 10-15.
G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1991, s. 44, 146, 165, 170, 323, 394, 402, 467.
Clive F. W. Foss, “Nicaea”, The Oxford Dictionary of Byzantium, New York 1991, II, 1463-1464.
Işın Demirkent, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan I. Kılıç Arslan, Ankara 1996, bk. İndeks.
a.mlf., Haçlı Seferleri, İstanbul 1997, s. 16-18, 29-33, 180.
Cevriye Artuk, “Koleksiyonumuzdaki Nicaea (İznik) Sikkeleri”, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı, sy. 7, İstanbul 1956, s. 41-42.
İbrahim Kafesoğlu, “Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu”, TED, sy. 10-11 (1981), s. 1-28.
R. Anhegger, “İznik”, İA, V/2, s. 1256-1258.
J. H. Mordtmann – [G. Fehérvári], “Iznīḳ”, EI2(İng.), IV, 291-292.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 23. cildinde, 543-545 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Osmanlı Dönemi. Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın İznik’i alıp merkez yapması, daha sonra Bizans’ın eline geçen şehrin Anadolu’daki Türkmenler tarafından yeniden fethinin kutsal bir misyon olarak kabul edilmesine yol açmıştır. Osmanlı Beyliği’nin kuruluş yıllarında Osman Bey’in ilk önemli hedefi İznik oldu. 1300’de Yenişehir’den hareket ederek Avdan dağlarını geçip şehri kuşattıysa da son derece müstahkem surları aşamadı. Hemen yakınında bir havale kulesi (Diraz Ali Kulesi) yaparak İznik’i abluka altına aldı. Oğlu Orhan Bey de babasının siyasetini takip ederek bir süre ablukayı sürdürdü. 1329’da Pelekanon Savaşı’nda Bizans ordusunu yenince İznik’in kaderi belirlendi. İlk Osmanlı kroniklerine göre şiddetle kuşatma altına alınan İznik’in Bizanslı kale kumandanı isteyenlerin kalmaları, istemeyenlerin gidebilmesi şartıyla teslim olmuş ve şehir Orhan Bey’in eline geçmiştir (2 Mart 1331). Bizans kaynaklarında da İznik’in yardımına koşan Bizans kuvvetlerinin 1329’daki yenilgisinden sonra şehrin Osmanlılar’a savaş olmaksızın teslim edildiği belirtilir. İznik’in teslim olması üzerine anlaşma şartları gereği yerli halka dokunulmamış, idareci zümrelerin burayı terketmesine rağmen ileri gelenlerden birçoğu yerinde kalmıştır. Bazı Bizans ve Osmanlı kaynaklarında fetih sonrası İznik’in beylik merkezi haline geldiğinden söz edilir. Ancak buranın idaresinin kime verildiği hususunda farklı rivayetler vardır. Şehirde bir cami ve medrese yaptırdığı bilinen Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa’nın bu görevi üstlenmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Ele geçirilmesinden birkaç yıl sonra burayı gören İbn Battûta’nın ifadeleri şehrin uzun abluka döneminin izlerini taşıdığını gösterir. Ona göre surları oldukça harap olan İznik’te Orhan Bey’in hanımı ve az sayıda saray görevlisi bulunmaktadır (Seyahatnâme, I, 341-342). 1354’te İznik’te esir olarak bir süre kalan Bizanslı din bilgini Georgios Palamas da İznik’i sönük ve harap bir şehir olarak tanımlar. Ancak buranın Osmanlı idaresi altında giderek geliştiği ve önemli bir kültür merkezi haline geldiği, çoğu XIV. yüzyıl ortalarından itibaren inşa edilen tarihî eserlerden anlaşılmaktadır. Orhan Bey ilk olarak Çandarlı Kara Halil’i buraya kadı tayin etmiş, bazilikayı camiye çevirerek (bk. AYASOFYA CAMİİ) ve bir imaretle bir medrese yaptırarak İznik’in imarını başlatmıştır. Çandarlı ailesinin merkezi konumuna gelen şehrin gelişimi onların yaptırdığı eserlerle hızlanmıştır. 1402’de Ankara Savaşı’ndan sonra Timur’un ordularınca tahrip edilen İznik fetret dönemi karışıklıklarından da etkilenmiştir. Yıldırım Bayezid’in oğlu Mûsâ Çelebi ve Bedreddin Simâvî bir süre burada ikamet etmiştir. Ayrıca Şeyh Kutbüddin İznikî ile Eşrefoğlu Rûmî gibi tarikat erbabının burada bulunması İznik’in bir ilim ve kültür merkezi olma özelliğini desteklemiştir.
1423’te II. Murad’ın kardeşi Küçük Mustafa’nın isyanı sırasında İznik önemli bir rol üstlendi. Mustafa Bursa’yı alamayınca İznik’e giderek burayı kendisine merkez yaptı. Bunun üzerine II. Murad İstanbul kuşatmasını kaldırarak İznik’e yürüdü ve isyanı bastırdı. Bu karışıklıklardan şehrin ne şekilde etkilendiği bilinmemektedir. Fakat imar hareketlerinin devam etmiş olması, ilim ve kültür adamlarının faaliyetlerini sürdürmeleri İznik’in önemini koruduğunu gösterir. İstanbul’un fethinden sonra ilim ve kültür merkezi olma özelliğini giderek kaybetmekle birlikte çini imalâtıyla daha sonraki dönemlerde de ön planda kalmayı sürdürdü.
İznik’in fizikî gelişimi ve nüfus yapısı hakkında ilk resmî bilgiler XVI. yüzyıla ait tahrir defterlerinde yer alır. 1530’lu yıllarda düzenlenen ve Anadolu beylerbeyiliği sancaklarının genel tahrir sonuçlarını ihtiva eden deftere göre Koca-ili sancağına bağlı kaza merkezi olan İznik, yerleşmenin tamamıyla sur içinde olduğu yirmi biri müslümanlara, ikisi hıristiyanlara ait toplam yirmi üç mahalleye sahipti. Mahalleler genellikle şahıs, cami, mescid ve imaret adlarını taşımaktaydı. Süleyman Paşa, Muslihuddin Hoca, Hayreddin Paşa, İmâret-i Orhan, İmâret-i Halil Paşa, Şeyh Mehmed, Şeyh Abdi, Hacı Hamza, Karaoğlan, Kuyumcu, Akmescid, Bey, Yalı, Hüsam Bey, Sermahfil, Sa‘dî (Surî) Mescidi adlı mahalleler kalabalık ve önemli yerleşme yeri hüviyeti taşıyordu. Yirmi üç hâne ve üç bekârdan ibaret hıristiyan nüfus ise Manastır adlı mahalle ile adı zikredilmeksizin bağcılıkla uğraşan Rumlar’ın bulunduğu belirtilen bir başka mahallede oturuyordu. Şehrin toplam nüfusu 378 hâne, altmış sekiz bekâr olmak üzere yaklaşık 1500-2000 dolayında idi. Bu tarihte İznik’te dört cami, beş imaret, on üç mescid, üç medrese (biri dârülhadis), bir muallimhâne, on iki zâviye, üç hamam yer alıyordu (BA, TD, nr. 438, s. 798). Hemen hemen aynı tarihlerde İznik’i gören Bedreddin el-Gazzî şehri mâmur, güzel bir yer olarak tarif eder. Binaların kale gibi sağlam, avlulu evlerin ferah, yolların geniş olduğunu yazar. Ondan yirmi beş yıl sonra 1555’te İznik’e gelen Alman seyyah Hans Dernschwam, harap durumdaki şehrin sur içi kısmında büyük bir bina bulunmadığını, evlerin, etrafını çevreleyen duvarlar yüzünden görülmediğini, dar sokakları duvarların çevrelediğini, evlerin doğrudan sokağa açılmadığını, küçük bir Rum kilisesinin (Koimesis) mevcut olduğunu ve resmen kayıtlı on bir hâne hıristiyan nüfusun yaşadığını belirtir. Birbiriyle çelişkili gibi görünse de her iki seyyahın ifadelerinden İznik’in tipik bir Türk yerleşmesine sahne olduğu anlaşılır. Şehir bir bakıma Helenistik dönemde kazandığı özellikleri temelde XVI. yüzyılda da sürdürmüş, ancak yerleşme düzeni itibariyle farklı bir yapı kazanmıştır. Orhan Bey’in Yenişehir Kapısı civarında yaptırdığı imaret bile buranın kalabalık bir yerleşme bölgesi olmasını sağlamamıştır. Şehir içi genellikle seyrek yerleşme ve bahçelerle çevrili olup bir bakıma yarı kır özelliği taşımaktaydı. Merkezi iki ana caddenin kesiştiği çarşı meydanı oluşturuyordu ve burası aynı zamanda pazar yeriydi.
XVI. yüzyılda İstanbul’dan Anadolu’ya uzanan önemli bir yol üzerinde yer alan ve bu sebeple sürekli bir hareketliliğe sahne olan İznik’in 1560’lı yıllara ait tahrir kayıtlarına göre mahalle sayısı aynı kalmıştır. Ancak dört mahallenin adı 1530 tarihli defterde geçmemektedir. Yine önceki tahrirde görülen az nüfuslu dört mahallenin adına da 1560’lı yıllara ait kayıtlarda rastlanmamaktadır. Bunlar arasında Orhan Bey İmareti mahallesi, Halil Paşa İmareti mahallesinin de bulunması, bu gibi kamuya açık imaretlerin etrafının bir yerleşme yeri olmasının özellikle desteklenmemiş ve daha ziyade gelip geçen yolculara hizmet verme amacının ön plana çıkarılmış olduğunu düşündürmektedir. XVII. yüzyıldaki mahallelerin XVI. yüzyılın ikinci yarısındakilerle hemen hemen aynı olması, İznik’in sur içinde yerleşme alanında XVI. yüzyıl başlarına göre bir kayma olduğunu ve böylece iskân sahasının sabit hale geldiğini gösterir. Şehrin nüfusu 1560’lı yıllarda da hemen hemen aynı kalmıştır (419 hâne, yetmiş üç bekâr olmak üzere yaklaşık 2000 kişi). 1568’de burayı gören Rauter şehirde az sayıda nüfusun olduğunu, otuz kadar da hıristiyanın bulunduğunu belirtirken XVI. yüzyıl sonlarında Lubenau adlı bir başka Alman seyyahı İznik’in boşalmış bir kasaba olup içinde 300 kişinin barındığını yazar. Ancak bu ifadeler tam olarak gerçeği yansıtmaz. Bu rakam hâne olarak algılanırsa 1034 (1624-25) tarihli Tahrir Defteri’ndeki bilgilerle paralellik arzeder. Buna göre yirmi iki müslüman, bir hıristiyan mahallesinden ibaret İznik’te 351 hâne kaydedilmişti (yaklaşık 1500 kişi). Hıristiyan nüfus ise on hâne kadardı. Bu son rakamlar, XVII. yüzyılda İznik’in nüfus bakımından gerilemeye başladığını ortaya koyar. İşlek bir yol üzerinde bulunması Celâlî isyanlarından etkilenmesine yol açtığı gibi göl kıyısında olması dolayısıyla salgın hastalıklar da nüfusun azalmasında rol oynamıştır. 1609’da İznik’ten geçen Polonyalı Simeon bu durumu özellikle vurgular. Ayrıca burada on beş hâne Ermeni’nin yaşadığını, eski şehrin büyük bölümünün harabe halinde bulunduğunu da söyler (Polonyalı Simeon’un Seyahatnâmesi, s. 21-22). Şehrin iktisadî hayatında önemli olan çini sanayii de bu sıralarda gerilemeye başlamış olmalıdır.
1648’de İznik’i gören Evliya Çelebi sur içindeki yerleşmenin güney kesimde yoğunlaşmış olduğunu, burada on sekiz mahalle, 1000 kadar da ev bulunduğunu belirtir, ayrıca kuzey tarafında yerleşme olmadığını ve bu kesimde harabe halinde yerleşim yerlerinin görüldüğünü yazar. Onun bu ifadeleri, şehir içi yerleşmede XVI. yüzyıl ortalarından itibaren tahrir kayıtlarıyla da desteklenebilen kaymayı teyit eder. Hâne sayısı için verdiği rakam fazla olsa da İznik’in XVI. yüzyıl sonlarındaki durumunu koruduğu anlaşılır. Ayrıca Evliya Çelebi çini imalâthanesi sayısının dokuza düştüğünü belirtir. Şehirde bu sırada yirmi dört cami ve mescid, yedi medrese, kırk altı mektep, yedi tekke, yedi imaret, iki çifte hamam, 600 dükkân olduğunu yazar (Seyahatnâme, III, 5-9). 1669-1677 yıllarında İstanbul’da İngiliz elçiliğinde görev yapan Covel, gördüğü İznik’in yalnızca bir kısmında yoğun yerleşmenin olduğunu, ancak evlerin kötü ve bakımsız halde bulunduğunu, sadece on Rum ailesi ve yaklaşık elli Ermeni’nin yaşadığını belirtirken 1670’te buraya gelen Grelot 10.000 kişilik bir nüfustan söz ederse de (İstanbul Seyahatnâmesi, s. 34) bu rakam oldukça fazladır. Nitekim 1663 tarihli bir başka kayda göre burada 1000 Türk ailesi, otuz Ermeni ve dört Rum nüfus bulunuyordu.
XVIII. yüzyılda İznik eski hareketliliğinden çok şey kaybetmiş küçük bir kasaba durumundaydı. 1735’te Seyyah Pococke kasabada 300 evin varlığından söz eder. Ayrıca çoğunu Rumlar’ın teşkil ettiği yirmi hıristiyan aile de burada yaşamaktadır. Ona göre kasabada ipekçilik yaygındır, iklimi müsait olmadığından salgın hastalıklar etkilidir. İznik bu yüzyıldaki görüntüsünü sonraki asırda da sürdürdü. XIX. yüzyılın ilk yarısında burayı gören seyyahların genel kanaati, kasabanın büyük sur yıkıntıları içerisinde küçük bir yerleşme yeri halinde bulunduğu şeklindedir. Bu sıralarda nüfus 200 hâne dolayındaydı, bu durum aynı zamanda kasabadaki mâbedlerin âtıl halde kalıp giderek harabe haline gelişlerine yol açmaktaydı. 1835’te İznik’i ayrıntılı olarak tasvir eden Texier, Ayasofya’nın uzun süredir harap halde bulunduğunu, etrafının yıkıntılarla dolu olduğunu, Lefke Kapısı tarafı yani doğu yönünün boş olup bahçelerle çevrildiğini yazarak önceki tesbitleri teyit eder. Kasabanın en canlı yeri çarşısı ve ana caddesidir. Rumlar kilise etrafında oturmakta olup sayıları daha önceki yıllara göre biraz daha artmıştır. Texier’nin, Rumlar’ın nüfusu gibi anlaşılan muğlak bir ifadeyle verdiği 1200-1500 rakamını bütün İznik için kabul etmek daha doğrudur (Küçük Asya, I, 183-184). 1852’de Mordtmann’ın kasabada 400 ailenin yaşadığını yazması yukarıdaki rakamı doğrular. Bu yıllarda evler terkedilmiş ve kasaba bir köy haline dönüşmüştür. Seyyah, bu duruma iklimin sağlığa aykırı olmasının yol açtığını diğer seyyahlar gibi vurgular. XIX. yüzyıl sonlarında İznik bir nahiye merkezi durumundadır ve buraya kırk kadar köy bağlıdır. Cuinet’in tesbitlerine göre İznik’te 868 müslüman, 360 Rum olmak üzere 1228 kişi yaşamaktadır. Toplam ev sayısı 238’dir. Ayrıca yetmiş beş dükkân, beş han faaliyettedir. Bir seyyah 1891’de İznik’in nüfusunun 2000’e ulaşmadığını belirtirken 1905’te bir diğeri 600 müslüman, 100 hıristiyanın bulunduğunu yazar ve buranın eski ihtişamını göz önüne alarak bir “ölü şehir” durumunda olduğunu ifade eder.
İznik 21 Eylül 1920’de Yunan kuvvetlerince işgal edildi ve bu tarihten itibaren dört defa el değiştirdi. Bu mücadele sırasında da şehir tahribata uğradı. Nüfus hemen hemen tamamıyla dağıldı. Cumhuriyet döneminin başlarında Kocaeli’ye bağlı bir ilçe merkezi iken 1927’de bir bucak merkezi haline geldi ve Bursa’nın Yenişehir kazasına bağlandı. 1930’da yeniden kaza merkezi oldu. 1935’te nüfusu 2500’ü bulmayan İznik, günümüzde 20.122’ye ulaşan (2000 nüfus sayımı) nüfusuyla önemli bir tarihî merkez olma özelliğini sürdürmektedir. Bu sebeple 1988 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından “tarihî kentsel sit alanı” ilân edilerek korunmaya alınmıştır.
Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra önemli bir ilim ve kültür merkezi durumuna gelmiş olan İznik’te birçok âlim, şair ve edip yetişmiş, bir kısmı sürekli burada ikamet etmiştir. Özellikle XV ve XVI. yüzyıllarda Şeyh Kutbüddinzâde Kutbî, torunu Sadri Çelebi, Hümâmî, Kurbî gibi şairlerin yanında buradaki ilk Osmanlı medreselerinde görev yapan Dâvûd-i Kayserî, Tâceddin el-Kürdî, Hayâlî, Kara Alâeddin gibi âlimler, ayrıca aralarında Kādiriyye tarikatının Eşrefiyye kolunun kurucusu Eşrefoğlu Rûmî, Şeyh Kutbüddin, Hacı Hasan gibi şeyhlerin bulunduğu tarikat ehli sayılabilir.
BİBLİYOGRAFYA
BA, TD, nr. 436, 438.
TK, TD, nr. 49.
İbn Battûta, Seyahatnâme, I, 341-342.
Âşıkpaşazâde, Târih (Atsız), s. 105, 109, 118-119.
Neşrî, Cihannümâ (Unat), I, 113, 157-163; II, 567-573.
H. Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü (trc. Yaşar Önen), Ankara 1987, s. 215-217, 316-320.
O. G. de Busbecq, Türk Mektupları (trc. Hüseyin Cahit Yalçın), İstanbul 1939, s. 65.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 5-9.
Polonyalı Simeon’un Seyahatnâmesi: 1608-1619 (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1964, s. 21-22.
J. Grelot, İstanbul Seyahatnâmesi (trc. Maide Selen), İstanbul 1998, s. 34.
R. Pococke, A Description of the East and some other Countries…, London 1745, I/2, s. 122-123.
J. von Hammer, Umblick auf einer Reise von Konstantinopel nach Brussa, Pesth 1808, s. 110-123.
A. D. Mordtmann, Anatolien, Skizzen und Reisebriefe aus Kleinasien: 1850-1859 (ed. Fr. Babinger), Hannover 1925, s. 70-73.
Ch. Texier, Küçük Asya (trc. Ali Suad), İstanbul 1339, I, 169-198.
G. Perrot, Souvenirs d’un voyage en Asie mineure, Paris 1864, s. 50-53.
Cuinet, IV, 185-190.
C. von der Goltz, Anatolische Ausflüge, Berlin 1896, s. 399-460.
A. Memduh Turgut Koyunluoğlu, İznik ve Bursa Tarihi, Bursa 1935.
Hikmet Turhan Dağlıoğlu, XVI. Asırda Bursa, Bursa 1941, tür.yer.
Nezih Fıratlı, İznik: Tarihi ve Âbideleri Hakkında Muhtasar Rehber, İstanbul 1959.
Erdoğan Savaş, İznik (Nicaea), İstanbul 1973.
Semavi Eyice, İznik: Tarihçesi ve Eski Eserleri, İstanbul 1988.
Ahmet Güneş, Tahrir Defterlerine Göre XVI. Yüzyıl Başlarından XVII. Yüzyıl Başlarına Kadar Kocaeli Sancağı (doktora tezi, 1994), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 30-38.
Halil İnalcık, “Osman Gazi’nin İznik Kuşatması ve Bafeus Muharebesi”, Osmanlı Beyliği: 1300-1389 (trc. Gül Çağalı Güven v.dğr.), İstanbul 1997, s. 78-105.
Ekrem Kamil, “Hicri Onuncu-Miladi Onaltıncı Asırda Yurdumuzu Dolaşan Arap Seyyahlarından Gazzî-Mekkî Seyahatnâmesi”, Tarih Semineri Dergisi, I/2, İstanbul 1937, s. 43-44.
G. Arnakis, “Gregory Palamas Among the Turks and Documents of His Captivity as a Historical Sources”, Speculum, XXVI, Cambridge 1951, s. 114 vd.
J. Raby, “A Seventeenth Century Description of Iznik-Nicaea”, Istanbuler Mitteilungen, sy. 26, Tübingen 1976, s. 149-188.
A. Schachner, “Bir Osmanlı Minyatürünün Tarihi Kaynak Değeri”, TT, XIX/112 (1993), s. 40-43.
Neslihan Nuhoğlu Altun, “Kuruluşundan Günümüze İznik’in Yerleşim Özellikleri”, Coğrafya Dergisi, sy. 6, İstanbul 1998, s. 345-366.
R. Anhegger, “İznik”, İA, V/2, s. 1259-1264.
J. H. Mordtmann – [G. Fehérvári], “Iznīḳ”, EI2(İng.), IV, 291-292.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 23. cildinde, 545-547 numaralı sayfalarda yer almıştır.
MİMARİ. Tarih öncesi çağlarda etrafında bazı yerleşmelerin olduğu bilinen İznik milâttan önce 316 yılında kurulmuş, Roma ve Bizans devirlerinde büyümüştür. IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’un Latinler tarafından işgalinden sonra başşehirlik yapan İznik’te bu dönemde meydana getirilmiş eserlerden Ayasofya Kilisesi ile esası Roma devrine ait surlar günümüze kadar gelmiştir. Ortadan kalkan bazı yapıların da temelleri mevcuttur. Şehrin Selçuklu Türkleri’nin elinde bulunduğu 1075-1097 yılları arasına ait üstleri yazılı mezar lahitleri, daha sonra Bizanslılar tarafından surun tamiri sırasında inşa malzemesi olarak kullanılmıştır. Bu parçalar şehrin güneyindeki bir kulenin duvarlarında görülmektedir. Yakın zamanlarda yapılan kazıda ortaya çıkarılan Yenişehir Kapısı dışındaki Orhan Gazi İmareti ve Hamamı, Osmanlılar’ın İznik’in fethinden hemen sonra şehir dışında yerleşmeye başladıklarını göstermektedir. Çinilerle de süslendiği anlaşılan imaretin 735 (1334) yılına tarihlendirilen kitâbesi İznik Müzesi’ndedir.
İznik, Orhan Gazi zamanında 1331’de Türkler’in eline geçince başkilise olan Ayasofya hemen camiye çevrilmiş, XVI. yüzyılda da Mimar Sinan tarafından tamir edilmiştir. Duvarlarının kalem işiyle, mihrap çevresinin çinilerle süslendiği anlaşılan yapı XIX. yüzyılın başında harap olmuş ve fonksiyonunu kaybetmiştir. 734’te (1333) yapılan Hacı Özbek Camii şehrin içindeki en eski Osmanlı eseri olması bakımından önemlidir. Vaktiyle yanda yer alan bir son cemaat yerine de sahip olduğu bilinen yapı, kare planlı üzeri prizmatik üçgenlerle geçişi sağlanan kubbe ile örtülüdür (bk. HACI ÖZBEK CAMİİ). 746 (1345-46) yılında inşa edilen Hacı Hamza Camii ile hemen yanındaki 750 (1349-50) tarihli Hacı Hamza Türbesi 1930’lu yıllarda yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır. Caminin ve türbenin kitâbeleri İznik Müzesi’ndedir (bk. HACI HAMZA BEY MESCİDİ ve TÜRBESİ). 780 (1378-79) yılında Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa tarafından yapımına başlanıp 794’te (1391-92) tamamlanan Yeşilcami şehrin merkezindeki en önemli âbidelerden biridir. Düzgün kesme taş malzeme ile inşa edilen yapının sırlı tuğla ve çini kaplı minaresi dikkat çekici olup yapıya adını vermiştir. Önde üç birimli bir son cemaat yerine sahip camide harim, güneyde prizmatik üçgenlerle geçişi sağlanan bir kubbe ile örtülüdür. Harim üç birimli bir mekânla da kuzeye doğru genişletilmiştir (bk. YEŞİLCAMİ KÜLLİYESİ). XV. yüzyılda inşa edilen Şeyh Kutbüddin Camii ve Türbesi zaman içinde harap olmuş, cami yıkılmış, türbe ise yakın zamanda onarım görmüştür. Günümüze ulaşmayan caminin yerinde son yıllarda yapılan temizlik çalışmaları sırasında çeşitli devirlere ait bazı duvar izleri ortaya çıkarılmıştır. Zaman içinde yapı planının değişikliğe uğradığı, önünde iki birimli bir son cemaat yerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Batı yönünde camiye bitişik kare planlı, üzeri kubbe ile örtülü bir türbe ve türbeye kuzeydoğudaki köşeden bitişik tuğla gövdeli bir minare bulunmaktadır. 846’da (1442-43) yapılan Mahmud Çelebi Camii kare planlı, üzeri prizmatik üçgenlerle geçişi sağlanan kubbe ile örtülüdür. Üç birimli bir son cemaat yerine sahip olan caminin yanı başında bulunduğu bilinen imaretle kuzeyde yolun karşı köşesindeki çeşme son yıllarda yıktırılmıştır. XVI. yüzyılın başında inşa edilen Eşrefzâde Camii IV. Murad zamanında çinilerle süslenmiştir. Yunan işgali sırasında yakılarak yok edilen caminin yerine betonarme bir cami yapılmıştır. Eşrefoğlu’nun batı yönünde yapıya bitişik olan türbesi yıkılmıştır. Kuzeybatı köşesinde yer alan tuğla gövdeli, yer yer çini kuşaklarla süslü minare ilk yapıdan günümüze kadar gelebilmiştir (bk. EŞREFOĞLU RÛMÎ CAMİİ).
I. Murad tarafından annesi Nilüfer Hatun adına 790 (1388) yılında yaptırılan imaret, erken dönem mimarisi içinde sıkça görülen ve zâviyeli/tabhâneli diye adlandırılan yapılar grubunda yer almaktadır. İtinalı taş-tuğla örgülü duvarlara sahip yapının önündeki revak hareketli bir cepheye sahiptir. Beş birimli revak ortada kubbe, yanlarda aynalı tonozla örtülüdür. Yapıda orta mekânla tabhâne odaları birer kubbe ile, batı yönündeki cami mekânı ise iki birimli olup daha küçük ölçüde kubbelerle örtülmüştür. XIV. yüzyılın sonlarına tarihlendirilen Yâkub Çelebi Zâviyesi taş-tuğla örgülü duvarlara sahiptir. Beş birimli son cemaat yeri aynalı tonozlarla, sofa ile asıl cami mekânı prizmatik üçgenlerle geçişi sağlanan birer kubbe ve yan mekânlar da aynalı tonozla örtülmüştür. Caminin önünde yer alan açık türbe dört pâyeye oturan sivri kemerler üzerinde kubbe ile örtülüdür. Yâkub Çelebi, Bursa’da babası Murad Hudâvendigâr’ın türbesine gömüldüğüne göre bu yapı ya önceden yapılarak boş kalmış veya onun adına sonradan inşa edilmiş bir makam türbesidir.
İznik’in güneyinde Yenişehir Kapısı dışında yer alan Kırgızlar Türbesi’nin XIV. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Taş-tuğla malzeme ile inşa edilen yapı son yıllarda kısmen tamir görmüştür. Türbe kare planlı, üzeri yüksek kasnaklı kubbe ile örtülü bir mekânla bunun kuzeyinde kare planlı ve üst örtüsü yıkık olmakla beraber tonozlu olduğu anlaşılan bir ön mekâna sahiptir. İçinde sekiz adet kabir bulunan yapının duvarlarında XVII. yüzyıla ait kalem işlerinden izler görülmektedir. Şehrin doğu yönünde Lefke Kapısı dışında yer alan Sarı Saltuk Türbesi XIV-XV. yüzyıllara tarihlendirilen bir makam türbesidir. Açık türbe olarak inşa edilen yapı, dört pâyenin taşıdığı sivri kemerler üzerine oturan pandantifli kubbe ile örtülüdür. Yapı son yıllarda tamir edilmiştir. Lefke Kapısı dışındaki mezarlık alanında bulunan Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa Türbesi, farklı ölçülerde bitişik iki kare planlı ve kubbeli yapıdan oluşmaktadır. XIV. yüzyılın sonuna tarihlendirilen doğu yönündeki ilk yapı daha küçük ölçüdedir. İçinde Kara Halil Hayreddin Paşa ile oğlu Ali Paşa’nın mermer sandukalı kabirlerinde kitâbeli sandukalarla baş ve ayak taşları dikkat çekicidir. Batı yönünde yapıya bitişik olan bina sonradan inşa edilmiş olup içinde aynı aileden birçok kişinin kabri bulunmaktadır (bk. ÇANDARLI TÜRBESİ). Şehrin içinde Çandarlı İbrâhim Paşa ile Halil Paşa’nın birer türbesi vardır. Çatıları çökmüş, duvarları kısmen yıkılmış, harap durumda olan her iki yapıda kitâbeli sandukalarla baş ve ayak taşları önemlidir. Yanlarında bulunduğu bilinen mescid ve imaret zamanımıza ulaşmamıştır.
Günümüze kadar gelebilen tek medrese olan Süleyman Paşa Medresesi XIV. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Avlunun üç yönünde sıralanan sekiz birimli revakların arkasında on adet talebe odası ile bir dershane ve bir müderris odası vardır. Yapının bütün birimlerinin üzeri kubbelerle örtülmüştür. Dershanenin solunda yer alan müderris odasından ayrı bir kapı ile dershane bağlantısının sağlanmış olması dikkat çekicidir. Yapı bugün bakımsız bir durumdadır.
İstanbul Kapısı yolu üzerindeki Büyük Hamam da denilen I. Murad Hamamı, çifte hamam olarak inşa edilmiş olup kare planlı, kubbeli soyunmalık mekânları arkasında aynalı tonozlu ılıklık ve ortası kubbeli sıcaklık mekânlarıyla yine kubbeli ikişer halvet hücresine sahiptir. Bugün çok harap durumda olan hamamın ılıklık ve sıcaklık bölümlerinin bir kısmının üzerinde evler bulunmaktadır. II. Murad Hamamı veya Hacı Hamza Hamamı adlarıyla tanınan yapı da çifte hamamdır. XV. yüzyıla tarihlendirilen yapının erkekler kısmı daha büyüktür. Kare planlı ve kubbeli soyunmalık, tonozlu ılıklık, dört eyvanlı ve dört köşesinde birer halvet hücresi olan sıcaklık mekânlarına sahiptir. Muhtemelen XVII. yüzyılda ilâve edilen kadınlar kısmı daha küçük ölçüde olup kare planlı kubbeli soyunmalık, küçük bir ılıklık ve iki hücreli sıcaklık mekânından oluşur (bk. HACI HAMZA HAMAMI). Şehrin içinde yer alan diğer bir hamam da XIV. yüzyılın sonu ile XV. yüzyılın başına tarihlendirilmesi mümkün olan ve İsmâil Bey Hamamı adıyla tanınan yapıdır. Küçük ölçüde, fakat çok itinalı işçiliğe sahip süslü bir yapı olduğu mevcut izlerden anlaşılmaktadır. Özellikle spiral kubbesi, mukarnasları ve malakârî süslemeleriyle dikkat çeken yapının içi yakın zamanda kısmen temizlenmiş, üzeri bir uzay çatı ile örtülerek koruma altına alınmıştır (bk. İSMÂİL BEY HAMAMI). Lefke Kapısı yolu üzerinde yer alan ve bir bölümü yola gitmiş olan hamam kalıntısının dışında şehirde küçük ölçüde dört özel hamam daha tesbit edilmiştir.
Lefke Kapısı’nın iç tarafında bulunan sivri kemerli çeşmenin tamir gördüğü anlaşılmakta olup zemin kodu yükselmiştir. Şehrin pazar yeri olan kesiminde XV. yüzyıla tarihlenebilecek sivri kemerli nişli bir çeşme nisbeten iyi durumdadır. İsmâil Bey Hamamı’nın kuzeybatısında yer alan bir başka çeşme kalıntısı son yıllarda kısmen elden geçirilip yok olması önlenmiştir. Şehrin merkezinde Mahmud Çelebi Camii’nin kuzeyinde vaktiyle varlığı bilinen çeşme yakın zamanlarda yol yapımı sırasında ortadan kaldırılmıştır. İznik’in merkezinde İstanbul Kapısı yolu üzerinde kuzey ve batı duvarları kısmen ayakta olan bir kervansaray kalıntısı bulunmaktadır. Kaynaklarda adı geçen Rüstem Paşa Kervansarayı olması kuvvetle muhtemel olan bina çok harap durumdadır.
Osmanlı devrinde çini ve seramik imalâtının önemli merkezi durumunda olan İznik XVII. yüzyılın sonlarına kadar bu faaliyetini sürdürmüştür. Çini ve seramik üretiminin yapıldığı fırınları araştırmak üzere sondaj ve kazı çalışmaları yapılmıştır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından yürütülen ve birinci dönemi 1964-1969 yılları arasında gerçekleştirilen bu çalışmaların ikinci dönemi 1981’de başlamış olup halen devam etmektedir. Özellikle şehir merkezinde yer alan II. Murad (Hacı Hamza) Hamamı’nın kuzeyinde ve doğusundaki alanda çok sayıda fırın ateşhânesine rastlanmıştır. Günümüzde hamamın doğusunda atölye bölgesi olduğu anlaşılan alanda yürütülen kazılarda ele geçen çok sayıdaki fırın malzemesi ve çeşitli tekniklerdeki çini-seramik parçalarından Osmanlı dönemi çini ve seramik sanatının gelişimi hakkında bilgi elde edilmektedir. Çıkarılan parçalar İznik Müzesi’nde korunmakta olup önemli parçalar aynı müzede teşhir edilmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
K. Otto-Dorn, Das Islamische İznik, Berlin 1941.
Ayverdi, Osmanlı Mi‘mârîsi I, s. 160-183, 309-336.
a.mlf., Osmanlı Mi‘mârîsi II, s. 504-511.
a.mlf., Osmanlı Mi‘mârîsi III-IV, s. 767-769.
Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986, tür.yer.
S. Yıldız Ötüken v.dğr., Türkiye’de Vakıf Abideleri ve Eski Eserler, Ankara 1986, IV, 194-265.
Semavi Eyice, İznik: Tarihçesi ve Eski Eserleri, İstanbul 1988.
C. Gurlitt, “Die islamitischen Bauten von Isnik (Nicea)”, OA, III (1912-13), s. 49-60.
Ali Saim Ülgen, “İznik’te Türk Eserleri”, VD, sy. 1 (1938), s. 53-69.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 23. cildinde, 547-549 numaralı sayfalarda yer almıştır.