KAN

Müellif:

İslâm dininde hayvan ve insan kanı dinî ve hukukî çeşitli hükümlere konu olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de genel bir şekilde iyi ve temiz olan şeylerin yenmesinin helâl, pis ve kötü olan şeylerin yenmesinin ise haram olduğu ifade edilmiş (el-Bakara 2/172; el-Mâide 5/4; el-A‘râf 7/157), ayrıca bazı âyetlerde (el-Bakara 2/173; el-Mâide 5/3, 90; el-En‘âm 6/145; en-Nahl 16/115) domuz eti, ölmüş hayvan, şarap, akıtılmış kan ve Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvanların haram olduğu belirtilmiştir. Kanın haram kılındığını bildiren âyetlerin bir kısmında kan mutlak olarak zikredilmekle birlikte En‘âm sûresinde (6/145) “akıtılmış kan”ın yasaklandığı ifade edilmiştir. Dolayısıyla usulüne uygun olarak kesilen hayvanın damarlarında ya da et arasında kalan kan parçacıkları bu yasağın kapsamı dışında tutulmuştur.

Kara hayvanlarının kanlarının necis olduğu konusunda fıkıh âlimleri arasında görüş birliği bulunmakla birlikte balığın kanı hakkında farklı görüşler mevcuttur. İmam Şâfiî’ye ve İmam Mâlik’ten gelen bir görüşe göre balık kanı temizdir. İmam Mâlik’ten gelen bir diğer rivayete göre ise bu da diğer kanlar gibi necistir. Balığın kanı hakkındaki görüş ayrılığı fıkıh âlimlerinin, kendiliğinden ölmüş bulunan balığın etinin haram olup olmadığıyla ilgili görüşlerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla ilgili âyetlerin genel ifadesinden hareketle balık ölüsünü de diğer hayvanlarınki gibi haram kabul edenler balığın kanını necis kabul ederken, “Bize (diğer bir rivayette size) iki ölü ve iki kan helâl kılındı: Balık ile çekirge ve ciğer ile dalak” meâlindeki zayıf hadisten hareketle (, II, 97; İbn Mâce, “Eṭʿime”, 31) bunu helâl kabul edenler kanını da temiz saymışlardır. Kanın necis sayılmasının tahâret ve dolayısıyla namazla ilgili hükümler bakımından bazı sonuçları vardır. Şâfiîler ve Ca‘ferîler dışındaki mezheplere göre vücudun herhangi bir yerinden çıkan kan abdesti bozar. Yine diğer necis sayılan şeyler gibi belli miktarda kanın vücuda veya elbiseye bulaşması namaza engel teşkil eder (bk. ABDEST; NAMAZ; NECÂSET). Öte yandan bazı özel durumlarda kadınların cinsel organlarından gelen kan da bazı ibadetlerin ifasına engeldir (bk. HAYIZ; İSTİHÂZE; NİFAS).

İslâm öncesi dönemde Araplar arasında âdet olan ve çocuğun doğumunun ilk günlerinde bir şükran ifadesi olarak kesilen akîka kurbanı âdetini İslâmiyet meşrulaştırmış, ancak çocuğun başına kan sürülmesini yasaklamıştır (Ebû Dâvûd, “Eḍâḥî”, 20). Bu konudaki hadislere dayanan âlimlerin çoğunluğuna göre akîka kanını çocuğun başına sürmek mekruhtur.

Kanla ilgili olarak din âlimleri arasında cereyan eden bir başka tartışma da kan naklinin ve buna bağlı olarak alım satımının dinî ve hukukî hükmü konusundadır. Kanamalı bir hastaya başka bir kişiden yapılacak kan nakli yeni bir tedavi metodu olduğundan bu hususta klasik literatürde açık bir bilgiye rastlanmaz ve konu çağdaş müslüman ilim adamları tarafından tartışılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de kanın haram olduğunun ifade edildiği, mubah maddelerle tedavi imkânının bulunduğu ve kan nakli yoluyla bulaşıcı hastalıkların yayılma ihtimalinin söz konusu olduğu belirtilerek, kan naklinin câiz olmadığı görüşünü savunan bir görüş de bulunmakla birlikte din âlimlerinin genel eğilimi, insan hayatını kurtarmanın en önemli zaruretler arasında yer aldığı ve zaruret halinde dinî-hukukî yasakların kalkması dikkate alındığında, kan nakli suretiyle yapılacak tedavinin kanın haram olduğunu ifade eden âyetlerde zikredilen yasağın kapsamına girmediği yönündedir. Zira kanın haram olduğunu belirten âyette hem yiyecek olarak haramlığı söz konusu edilmiş hem de zaruret halinde yasağın kalkacağı bildirilmiştir (el-En‘âm 6/145). Kan naklinde göz önünde bulundurulması gereken en önemli husus, kan verecek kişinin sağlıklı olması ve kanın bozulmasını önleyecek tedbirlerin alınmasıdır. Tıp bilimi açısından herhangi bir sakınca bulunmadığı sürece kan verecek kişinin cinsiyeti, inancı ya da erişkin olup olmamasının önemi yoktur. Diğer taraftan kan nakliyle herhangi bir mahremiyet ilişkisi doğmaz, süt emmede olduğu şekilde akrabalık ya da kardeşlik gibi bir yakınlık meydana gelmez. Kan nakli yapılacak kişinin inanç ve amel yönünden durumu da kan verecek olan kişiyi doğrudan ilgilendirmediği gibi ona herhangi bir sorumluluk da yüklemez.

İslâm hukukçuları, kanın Kur’ân-ı Kerîm’de haram kılınmış olmasından hareket ederek kanın alım satımının da yasaklandığı ve hukuken mal sayılmayacağı görüşündedir. Hz. Peygamber’in kan bedelini yasakladığı (Buhârî, “Büyûʿ”, 25, 113) ve, “Allah, herhangi bir topluma bir şeyin yenilmesini haram kıldığı zaman bedelini de haram kılar” (Ebû Dâvûd, “Büyûʿ”, 66) dediği nakledilmektedir. Bununla birlikte tedavi amacıyla kan nakli, kan aldırma, kan tahlili vb. işlemler bu çerçevenin dışında kaldığından yasak kapsamına girmemektedir. Tedavi amacıyla kan nakli ihtiyacı içinde bulunan kişiye kan verecek kimsenin bunun karşılığında ücret alıp alamayacağı meselesi klasik fıkıh literatüründe tartışılan kanın satışı kavramından farklı bir durumdur. Tedavi amacıyla verilen kanın ilâç hükmünde olacağı ve dolayısıyla mal sayılacağı, ücretinin de karşılıklı anlaşma ile belirleneceği düşünülebilirse de insan vücudundan bir parçanın her türlü istismara açık olacak şekilde ticarete konu edilmesinin İslâm dininin insana verdiği değerle çeliştiği, böyle bir uygulamanın sosyal açıdan da olumsuz sonuçlar doğuracağı, gerek kan vermenin veren kişinin sağlığı açısından yararı gerekse insan hayatının önemi gibi hususlar göz önüne alındığında bunun bağış şeklinde yapılmasının daha uygun olacağı açıktır. Kanın satılmasını câiz görmemekle birlikte teşvik için devletin kan veren şahsın kaybını telâfi edecek ölçüde bir karşılık vermesinde sakınca görmeyen âlimler de vardır.

Sağlığı koruma veya tedavi amacıyla vücudun uygun yerlerinden kan aldırılmasına hacamat adı verilir. Eski zamanlardan beri bilinen bu yöntem Hz. Peygamber zamanında da uygulanmış ve Resûl-i Ekrem kan aldırmayı tavsiye ederek kendisi de bu konuda uzman olan kişilere hacamat yaptırmıştır (bk. HACAMAT).

Halk inanışları arasında yer alan birbirinin kanını içmek, yalamak veya elinin üzerinde karıştırmak suretiyle iki kişi arasında kan kardeşliği kurulduğu şeklindeki inancın İslâm dininde herhangi bir dayanağı yoktur. Kan haram kılındığı için hayatî bir zaruret bulunmadıkça onu yalamak ya da içmek haramdır.


BİBLİYOGRAFYA

, “dem” md.

, “dem” md.

, II, 97.

Buhârî, “Büyûʿ”, 25, 113.

İbn Mâce, “Eṭʿime”, 31.

Ebû Dâvûd, “Büyûʿ”, 66, “Eḍâḥî”, 20.

, I, 69-70, 401.

, VI, 289; VII, 123-124.

Ahmed eş-Şerebâsî, Yesʾelûneke fi’d-dîn ve’l-ḥayât, Beyrut 1980, I, 607.

Abdüsselâm Abdürrahîm es-Sükkerî, Naḳlü ve zirâʿatü’l-aʿżâʾi’l-âdemiyye, Kahire 1408/1988, s. 179-190.

Akīl b. Ahmed el-Akīlî, Ḥükmü naḳli’l-aʿżâʾ fi’l-fıḳhi’l-İslâmî, Cidde 1992, s. 29-43.

Abdülfettâh Mahmûd İdrîs, Ḥükmü’t-tedâvî bi’l-muḥarremât, Kahire 1414/1993, s. 273-290.

Reşit Haylamaz, İslâm Hukukuna Göre Organ ve Doku Nakli, İzmir 1993, s. 158, 160-162, 165-166.

Muhammed eş-Şinkītî, Aḥkâmü’l-cirâḥati’ṭ-ṭıbbiyye ve’l-âs̱ârü’l-müterattibe ʿaleyhâ, Cidde 1415/1994, s. 580-584.

Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd, “et-Teşrîḥu’l-cismânî ve’n-naḳl ve’t-taʿvîḍu’l-insânî”, Mecelletü Mecmaʿi’l-fıḳhi’l-İslâmî, I/4, Cidde 1408/1988, s. 178-180, 184-185.

Ali Bardakoğlu, “Kan”, İslam’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İstanbul 1997, II, 527-529.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 288-289 numaralı sayfalarda yer almıştır.