- 1/3Müellif: ABDÜLKERİM ÖZAYDINBölüme GitÖnceleri Türkistan ve Uygur hanları adıyla bilinen bu hânedanın mensupları kara han, kara hakan, arslan kara hakan, buğra karahakan gibi unvanlarında …
- 2/3Müellif: NECMETTİN HACIEMİNOĞLUBölüme GitKarahanlı Türkçesi. X. yüzyılın başlarında Mâverâünnehir ile Doğu Türkistan arasındaki bölgede kurulan Karahanlı Devleti’nin kullandığı yazı diline Ka…
- 3/3Müellif: ARA ALTUNBölüme GitMİMARİ. Asya’da İslâmî dönem Türk mimarisinin izlenebilen gelişmesinin ilk eserleri Karahanlılar devrinde ortaya çıkar. İlk Karahanlı eserleri kerpiç …
Önceleri Türkistan ve Uygur hanları adıyla bilinen bu hânedanın mensupları kara han, kara hakan, arslan kara hakan, buğra karahakan gibi unvanlarında “yükseklik ve yücelik” anlamına gelen kara kelimesini kullandıkları için kurmuş oldukları devlete de ilk defa Rus şarkiyatçısı Vasilij Vasilevic Grigorev 1874’te yazdığı bir makalede (bk. bibl.) Karahanlılar adını vermiş, hânedan daha sonra bu adla tanınmıştır. Karahanlılar İslâm tarihi kaynaklarında Hakāniyye (Hâkanlılar), Hâniyye (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 14; Rûzrâverî, III, 374; İbnü’l-Esîr, IX, 462), Âl-i Hâkan, Hâkāniyân (Nizâmî-i Arûzî, s. 28, 46), Mülûkü’l-Hâkāniyye, Mülûkü’l-Hâniyye (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 30; İbnü’l-Esîr, X, 120), Evlâdü’l-Hâniyye (İbnü’l-Esîr, X, 350), Mülûkü’l-Hâniyye el-Etrâk (a.g.e., XI, 82), Âl-i Efrâsyâb et-Türkî (a.g.e., XI, 82), Beytü’l-Hâniyye (a.g.e., XI, 83), Nebîre-i Efrâsyâb (Cüveynî, II, 305), Mülûk ve Selâtîn-i Efrâsyâbî (Cûzcânî, I, 307), Ümerâ-yi Efrâsyâb (a.g.e., I, 252), Mülûk-i Türkistan ve Efrâsyâbiyân (a.g.e., I, 245) şeklinde anılmaktadır. Karahanlılar hakkında kullanılan isimlerden biri Buğra Hanlılar, diğeri de sikkelerde ve İslâm kaynaklarında sıkça geçen (İbnü’l-Esîr, IX, 100, 108; Cüveynî, II, 331) İlig (İlek) Hanlar’dır.
Karahanlılar’ın kökeni konusunda Uygur, Türkmen, Yağma, Karluk, Karluk-Yağma, Çiğil ve T’uchüe-A-shi-na (Tukyu-Göktürk) olmak üzere yedi faraziye ileri sürülmektedir. Karahanlılar’ı T’uchüe-A-shi-na hânedanının bir kolunu teşkil eden Karluklar’a bağlayan Omeljan Pritsak (Isl., XXX [1952], s. 22; İA, VI, 252), Karluklar’ın Uygurlar’ın çeşitli savaşlar sebebiyle içinde bulundukları sıkıntılı ortamdan istifade ederek Balasagun ve Talas’ı (Tarâz) istilâ ettiklerini, ancak 840 yılına kadar Uygurlar’ı metbû tanımayı sürdürdüklerini söyler. Ona göre bu tarihte Uygur Devleti Kırgızlar tarafından yıkılınca Türk devlet sisteminde büyük bir değişiklik meydana gelmiş, T’uchüe-A-shi-na soyuna mensup olduğunu iddia eden Karluk yabgusu kendisini bozkırlar hâkiminin (Göktürk Kağanlığı) kanunî halefi ilân ederek Karahan (Kara Hakan, Arslan Kara Hakan) unvanını almıştır. Yeni kurulan Karahanlılar Devleti için Balasagun (Kuzordu) merkez olarak seçilmiş ve devlet Altay sistemine göre ikiye ayrılmıştır. Doğu kısmının hâkimi olan büyük kağan Balasagun’a yerleşmiş ve Arslan Hakan unvanıyla bütün Karahanlılar’ın en büyük hâkimi sayılmıştır. Batıdaki toprakları idare eden Buğra Han büyük kağana tâbi olmak şartıyla önce Talas’ı, ardından Kâşgar’ı ve sonra tekrar Talas’ı başşehir olarak seçmiştir (İA, VI, 252).
Pritsak’ın verdiği bilgilere şüpheyle bakan ve Karluklar’ın bu dönemde güçlü bir siyasî varlık teşkil edecek durumda olmadıklarını ileri süren Reşat Genç, Sâmânî Hükümdarı İsmâil b. Ahmed’in 893’te Talas’a kadar gelerek Karluk yabgusunun hatunu da dahil olmak üzere 15.000 kişiyi esir alıp dönmesinden hareketle Karluklar’ın Karahanlılar gibi büyük bir devlet kuracak kadar güçlü olmadıklarını, kuvvetli olsalardı Sâmânîler karşısında zor durumda kalmayacaklarını söyler (Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 35-36). Ayrıca Karluklar’ın başında bulunan hükümdarların kağan, hakan veya han gibi unvanlar taşıdıklarının tesbit edilemediğini belirterek Karluklar’ı Karahanlılar’ın kurucusu diye kabul etmenin mümkün olmadığını ileri sürer. Ona göre Karahanlılar’ın kurucusu Karluklar değil Yağmalar’dır. 840’ta Ötüken’deki Uygur Devleti’nin yıkılmasının ardından Uygur hükümdar ailesinden başbuğların idaresinde bulunan Yağmalar Kâşgar’a gelmiş ve bazı yerleri Karluklar’dan alarak bölgeye hâkim olmuşlar, daha sonra hâkimiyet sahalarını genişletip Çû ve İli vadilerini de ele geçirmişlerdir. Çû vadisindeki Balasagun ilk fetihlerin arkasından Kâşgar’la birlikte devletin önemli merkezlerinden biri olmuştur. 521’de (1127) yazılan müellifi meçhul Mücmelü’t-tevârîḫ ve’l-ḳıṣaṣ’ta Yağmalar’ın başındaki hükümdarların “Buğra Han”, Çiğiller’in hükümdarının da “Tekin” (Tegin) unvanını kullandıklarının belirtilmesi, Ḥudûdü’l-ʿâlem’de de Yağmalar’ın Uygurlar’ın bir kolu olarak gösterilmesi (s. 96) ve Kâşgar ile Artuç’un o dönemde Yağmalar’ın elinde olduğunun bildirilmesi (s. 97), 1105’te Karahanlı sarayından Abbâsî Halifesi Müstazhir-Billâh’a elçi olarak gönderilen Ebü’l-Mecd Mahmûd b. Abdülcelîl’in Satuk Buğra Han’ın Artuçlu olduğunu söylemesi (Golden, The Cambridge History of Early Inner Asia, s. 357) Yağmalar’ın Karahanlılar’ın kurucusu olduğunu gösteren kuvvetli delillerdir.
T’uchüe-A-shi-na hânedanının yıkılması üzerine (742) bozkırlarda hâkimiyet önce Basmillar’a, ardından Uygurlar’a geçti. Uygur Devleti (Dokuz Oğuzlar) Kırgızlar’ın baskısıyla 840’ta yıkıldı. Bu tarihten itibaren batıya doğru göç ederek Kâşgar bölgesine gelen ve buraları Karluklar’dan alıp kendilerine yurt edinen, daha sonra İli vadisine yayılıp Balasagun’u da ele geçiren Yağmalar’ın hükümdarları han unvanını kullanmaya başladılar. Halbuki o sırada Karluklar yabgu unvanını kullanıyorlardı (Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 126).
Karahanlı hânedanının ilk kağanı Bilge Kül Kadır Han’dan sonra büyük oğlu Arslan Han Bezîr’in büyük kağan sıfatıyla Balasagun’da, diğer oğlu Kadır Han’ın Oğulçak, yardımcı kağan sıfatıyla Talas’ta ve Kâşgar’da hüküm sürdüğü kaydedilmektedir. Ancak bu bilgiler Balasagun’un 942 yıllarına kadar Karahanlılar’ın hâkimiyetinde olduğuna dair hiçbir delil olmadığını dikkate alan bazı araştırmacılar tarafından şüpheyle karşılanmıştır (a.g.e., s. 38-39). Büyük kağanlar hakkında X. yüzyılın sonuna kadar hiçbir mâlûmat bulunmamaktadır.
Sâmânîler’den İsmâil b. Ahmed, Muharrem 280’de (Mart-Nisan 893) Doğu Karahanlılar’ın merkezi Talas’ı zaptedince buradaki Türk emîr ve dihkanlarının çoğu müslüman oldu. Kadır Han Oğulçak bu gelişmeler üzerine başşehri Kâşgar’a nakletti. Daha sonra Sâmânîler arasındaki iç çatışmalardan faydalanarak Sâmânî topraklarına saldıran Oğulçak kendisine sığınan bir Sâmânî şehzadesini kabul etti. Bu müslüman şehzadeyle ve Nîşâburlu Ebü’l-Hasan Muhammed b. Süfyân el-Kelemâtî (Sem‘ânî, X, 458-459) gibi âlim ve sûfîlerle karşılaşan Oğulçak’ın yeğeni Karahakan Satuk b. Bezîr (İbnü’l-Esîr, XI, 82) müslüman oldu (308/920 veya 333/945). İbnü’l-Esîr, onun rüyasında gökten inen bir kişinin kendisine Türkçe olarak, “Müslüman ol ki dünya ve âhirette selâmet bulasın” dediğini, bunun üzerine rüyasında İslâmiyet’i kabul ettiğini ve sabah olunca müslüman olduğunu herkese açıkladığını kaydeder (a.g.e., XI, 82). Abdülkerim adını alan Satuk amcası Oğulçak ile mücadele ederek başarı kazanmış ve Karahanlılar’ın batıdaki topraklarında İslâmiyet’in yayılmasına çalışmıştır. Mücahid ve gazi unvanlarıyla anılan Satuk Buğra Han müslüman olmayan Türkler’le uzun süre mücadele etmiş, gayri müslim Türkler 942’de Balasagun’u ele geçirmişler, ancak Satuk Buğra Han daha sonra burayı geri almayı başarmıştır.
Satuk Buğra Han’ın İslâmiyet’i kabulünün ardından Sâmânî-Karahanlı mücadelesi yerini dostluk ve iş birliğine bıraktı. 344’te (955) vefat eden Satuk Buğra Han Kâşgar yakınlarındaki Artuç’ta defnedildi. Onun ölümünden beş yıl sonra yerine oğlu Mûsâ (Pritsak’a göre Türkçe adı Baytaş’tır, bk. Isl., XXX [1952], s. 25), Mûsâ’nın ardından da kardeşi Arslan Han Baytaş Süleyman geçti. Süleyman, Doğu Karahanlı Hükümdarı Arslan Han’ı mağlûp ederek hânedanın bu koluna son verdi.
Baytaş Süleyman’ın yerine geçen oğlu (Pritsak’a göre Mûsâ’nın oğlu, bk. a.g.e., s. 25) Ebü’l-Hasan Ali Arslan Han, Sâmânîler’in Horasan valisi Ebû Ali es-Simcûrî ile Ceyhun nehri sınır olmak üzere Sâmânî topraklarını paylaştı; böylece Horasan Simcûrîler’in, Mâverâünnehir de kardeşi Hârun Buğra Han’ın (Kılıç Buğra Han Hasan) hâkimiyetine girdi. İslâmiyet’in yayılması için büyük gayret gösteren Ebü’l-Hasan Ali 388 Muharrem sonlarında (Ocak 998) vefat etti. Ebü’l-Hasan Ali’nin kardeşi Hârun Buğra Han (Kılıç Buğra Han Ebû Mûsâ Hasan) Sâmânî emîrlerinin de yardımıyla 990’da İsfîcâb’ı zaptetti. 992 başlarında Semerkant’ı aldıktan sonra Sâmânî başşehri Buhara’yı ele geçirdi. Kâşgar’a dönerken Koçkarbaşı denilen yerde vefat etti (992).
Ebü’l-Hasan Ali Arslan Han’ın ölümü üzerine (388/998) oğlu Ebû Nasr Ahmed büyük kağan sıfatıyla tahta geçti. Karahanlılar bu tarihten itibaren Ali ve Hasan (Hârun Buğra Han) kolu olmak üzere iki kol halinde varlıklarını sürdürdüler. Arslan Han Ebü’l-Hasan Ali’nin Togan Han Ebû Nasr Ahmed, İlig Han Nasr, Arslan Han Mansûr ve Muhammed adlı oğulları Karahanlılar’ın birinci kolunu; Kılıç Buğra Han Hasan’ın üç oğlu Kadır Han Yûsuf (oğulları Süleyman, Muhammed, Mahmud), Togan Han Ahmed, Ali Tegin (oğlu Yûsuf) ikinci kolunu teşkil eder. Arslan Han Ali’nin dört oğlundan İlig Han Nasr 998’e kadar babası adına, bu tarihten sonra da kardeşi Togan Han Ebû Nasr Ahmed adına batıda hüküm sürdü ve Sâmânîler’le mücadele etti. İlig Han Nasr, o tarihte Abbâsî Halifesi Kādir-Billâh’ı metbû tanıyan ilk Karahanlı olarak bilinir. Sâmânî Devleti’nde önemli mevkileri ellerinde bulunduran Fâik el-Hâssa, Ebû Ali Simcûrî ve Sebük Tegin arasında başlayan iç mücadelelerden istifade eden İlig Han Nasr 386’da (996) Fâik’in teşvikiyle Sâmânî topraklarına yürüdü ve Gazne Valisi Sebük Tegin’in vasıtasıyla yapılan antlaşma ile Siriderya sahası Katvân’a kadar Karahanlılar’a bırakıldı. Fâik de Semerkant valisi oldu (996). 997’de Buhara üzerine yürüyen, ancak başarılı olamayan İlig Han Nasr iki yıl sonra hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Sâmânî başşehri Buhara’yı zaptetti (389/999). Hânedan mensuplarını Özkent’e sürdü, bölgeye kendi valilerini tayin edip Özkent’e döndü. Sâmânîler Devleti böylece fiilen sona ermiş oldu. Karahanlılar’ın elinden kaçmayı başaran Sâmânî şehzadesi Ebû İbrâhim İsmâil b. Nûh, 1003 yılında Buhara’da el-Muntasır unvanıyla tahta çıkınca İlig Han Nasr karşı saldırıya geçti. İsmâil Buhara’yı terketmek zorunda kaldı ve Selçuk Bey’in oğlu Arslan Yabgu’dan yardım istedi. Bu sayede, Karahanlılar’la yapılan savaşlarda zaman zaman başarılı olan İsmâil bir süre sonra öldürüldü (395/1005).
Sebük Tegin’in yerine geçen oğlu Gazneli Mahmud, Karahanlılar’la Amuderya sınır olmak üzere bir antlaşma yaptı. İlig Han Nasr, Gazneli Mahmud’un Hindistan seferinde bulunduğu bir sırada bütün Sâmânî topraklarını ve anlaşma gereği Gazneliler’e bıraktığı Horasan’ı ele geçirmek için Horasan üzerine iki ordu gönderdi (1006). Bu ordular Mahmud tarafından mağlûp edilince Hoten’i elinde tutan Kadır Han Yûsuf b. Hasan’dan yardım istedi. Buna rağmen Gazneliler karşısında Belh savaşında yenildi (398/1008). Karahanlılar’ın Horasan’ı ele geçirmek için yaptıkları son teşebbüs de başarısızlıkla sonuçlandı. Bu başarısızlıklar hânedan arasında çekişmeye sebep oldu. Büyük Kağan Togan Han Ahmed b. Ali, kardeşi İlig Han Nasr’a karşı Gazneli Mahmud ile dostluk kurdu. Sikkelerde kullandıkları “mevlâ emîri’l-mü’minîn” ibaresinden, bu yıllarda Batı Karahanlılar’ın Abbâsî halifelerinin otoritesini tanıdığı ve onları metbû kabul ettiği anlaşılmaktadır.
İlig Han Nasr, bu mücadelede kendisine yardım etmeyen ağabeyi Büyük Kağan Togan Han Ahmed’e karşı bağımsızlık mücadelesine girdi ve Kâşgar üzerine yürüdü. Fakat kış yüzünden başarıya ulaşamadı. Gazneli Mahmud’un aracılığıyla iki kardeş arasında barış sağlandı. Ancak çok geçmeden İlig Han Nasr öldü (403/1012-13). Yerine Arslan İlig Han sıfatıyla kardeşi Mansûr b. Ali geçti ve kısa zamanda hânedanın en meşhur hükümdarı oldu.
Ağabeyi Togan Han Ahmed’in hastalığından faydalanıp kendini büyük kağan ilân eden Arslan İlig Han Mansûr Talas, Şâş, Fergana, Özkent, Hucend, Üsrûşene ve Buhara’yı hâkimiyeti altına aldı. Diğer kardeşi Muhammed de onun hâkimiyetini tanıdı. Bunun üzerine Togan Han Ahmed, Hoten hâkimi Yûsuf Kadır Han ve Ali Tegin ile birlikte kardeşleri Arslan İlig Han Mansûr ile Muhammed’e karşı harekete geçti, ancak başarı sağlayamadı. Henüz İslâmiyet’i kabul etmemiş olan göçebe Türkler’le mücadele eden Togan Han Ahmed’in ölümünden (1017) sonra Hârun Buğra Han’ın (Kılıç Buğra Han Hasan) oğlu Yûsuf Kadır Han, Arslan İlig Han Mansûr’u büyük kağan olarak tanımayıp bu unvanı kendisi kullanmak istedi. Bu amaçla Gazneli Mahmud’dan yardım istedi. Mahmud yardım için yola çıktıysa da sonra geri döndü. Bunun üzerine Yûsuf Kadır Han ile Arslan İlig Han Mansûr birleşerek Mahmud’a savaş açtılar. Fakat Belh civarında yapılan savaşta yenildiler (410/1019). Karahanlı ordusuna mensup çok sayıda asker Ceyhun’u geçerken boğuldu. Yenilginin ardından Yûsuf Kadır Han Gazneli Mahmud ile anlaştı. Çok geçmeden Arslan İlig Muhammed birçok şehirde hâkimiyet kurarak hânedanın en güçlü siması oldu. Ancak Yûsuf Kadır Han’ın kardeşi Ahmed b. Hasan 409’da (1019) Arslan İlig Muhammed’in başşehri Özkent’i, ertesi yıl da Ahsîkes’i ele geçirdi. Tam bu sırada Yûsuf Kadır Han’ın kardeşi Ali Tegin, Arslan İlig Mansûr’un elinden kurtulup Arslan b. Selçuk ile iş birliği yaparak Buhara’yı zaptetti ve Mansûr’un kardeşi Muhammed b. Ali’nin kuvvetlerini bozguna uğrattı. Ali Tegin bunun ardından Arslan İlig Mansûr’u büyük kağan olarak tanıdı. Mansûr 415’te (1024) dervişliği tercih edip tahtından feragat edince yerine Yûsuf Kadır Han geçti. Daha önce Hoten hâkimi olan Yûsuf Kadır Han’ın bir süre Buhara’yı, Arslan İlig Mansûr b. Ali adına da Semerkant’ı idare ettiği anlaşılmaktadır. Kardeşleri, Ali Tegin ile Ahmed Yûsuf Kadır Han’a karşı mücadeleye giriştiler. Ahmed’in kendisini büyük kağan ilân ederek Balasagun, Hucend ve Fergana’yı ele geçirmesi üzerine Yûsuf Kadır Han, Gazneli Mahmud ile tekrar ittifak yaptı. Mahmud esasen Ali Tegin’in kendi ülkesine saldırıda bulunmasından rahatsızdı. Semerkant’taki ikinci buluşmalarında Mâverâünnehir’in Ali Tegin’den alınıp Yûsuf Kadır Han’ın oğlu Muhammed’e verilmesini, Arslan Yabgu’nun kendilerine problem çıkarmaması için gerekli tedbirlerin alınmasını ve iki hânedan arasında akrabalık tesis edilmesini kararlaştırdılar. Ali Tegin, Buhara ve Semerkant’ı bırakıp bozkırlara kaçtı, müttefiki Arslan b. Selçuk bir ziyafet sırasında hileyle tutuklanıp Hindistan’daki Kālincâr Kalesi’ne hapsedildi (416/1025). Ancak Gazneli Mahmud, Yûsuf Kadır Han’ın tek başına bütün Türkistan’a hâkim olmasından endişe ettiği için Ali Tegin’i bertaraf etmeyi düşünmedi. Ali Tegin, Mahmud’un ayrılmasından sonra tekrar Buhara ve Semerkant’a hâkim oldu. Gazneli Mahmud, Abbâsî halifeliğinin Karahanlılar’la olan ilişkilerini kendi vasıtasıyla yapmaları için Abbâsîler’le antlaşma yaptı.
Yûsuf Kadır Han ile oğulları 416’da (1025) Özkent’i, ertesi yıl başşehir Balasagun’u ele geçirdiler. Sonunda kardeşi Ahmed b. Hasan da Yûsuf Kadır Han’ın hâkimiyetini tanıdı. Gazneli Mesud 421 (1030) yılında tahta geçince Karahanlılar’a bir elçilik heyeti gönderip tahta çıktığını haber verdi ve Karahanlılar’la akrabalık kurma arzusunu bildirdi. Ancak Yûsuf Kadır Han, büyük kağanlık meselesinden dolayı kırgın olduğundan Kâşgar’da elçileri iyi karşılamadı (422/1031). Yûsuf Kadır Han Muharrem 424’te (Aralık 1032) vefat etti ve Kâşgar’da Cenbezetülhâkāniyye denilen mezarlıkta gömüldü. Devlet yönetimini oğulları Arslan Han Süleyman ile Buğra Han Muhammed üstlendiler.
405’te (1014) Buhara ve 407’de (1016) Semerkant hâkimi olduğu anlaşılan Yûsuf Kadır Han’ın kardeşi Ali Tegin, Gazneli Mahmud’un saldırılarından kurtulduktan sonra 417’de (1026) Mâverâünnehir’in müstakil hükümdarı oldu. Böylece süratle Mâverâünnehir’i ele geçiren Ali Tegin Tamgaç Buğra, Karahakan unvanıyla tekrar bağımsızlığını ilân etti (423/1032). Gazneli Mesud, taht kavgası sırasında kardeşi Muhammed’e karşı Ali Tegin’den yardım istedi ve Huttel’i de ona vereceğini söyledi. Ancak sözünde durmayıp Ali Tegin’e karşı Yûsuf Kadır Han’ın oğlu Muhammed’in Mâverâünnehir’e hâkim olması için gayret sarfetti. Gazneli tahtına çıkınca Mâverâünnehir’i Ali Tegin’den alıp yerine Yûsuf Kadır Han’ın oğlu Buğra Han Mahmud’u getirmek istedi. Bu maksatla Hârizmşah Altuntaş el-Hâcib’i 423 (1032) baharında Ali Tegin üzerine gönderdi. Altuntaş Debûsiye savaşında ağır yaralandı. İki yıl sonra Hârizmşah Hârun Gazneli Mesud’a karşı Ali Tegin ile ittifak yaptı. Bu olayın ardından Ali Tegin öldü (426/1035). Ailenin Ali Tegin ile devam eden bu kolu, Satuk Buğra Han’ın torunlarından Kılıç Buğra Han Hasan (Hârun) b. Baytaş’a nisbetle Hasanîler adıyla bilinir. Ali Tegin’in oğlu ve halefi Yûsuf, Hârizmşah Altuntaş ailesiyle yapılan antlaşmaya sadık kaldı ve onunla birlikte Mesud’a karşı harekete geçerek Sagāniyân’ı zaptetti, Tirmiz’i kuşattı. Daha sonra Karahanlılar’la Gazneliler arasında akrabalık tesis edildi.
Yûsuf Kadır Han ile oğulları 416’da (1025) zaptettikleri Özkent’i 423’e (1032) kadar ellerinde tuttular. Özkent, 424-425 (1033-1034) yıllarında İlig Han Nasr’ın oğlu Aynüddevle Muhammed’in elindeydi. 426’da (1035) Yûsuf Kadır Han’ın oğulları tarafından buradan uzaklaştırılan Aynüddevle Muhammed 428’de (1037) tekrar ve daha güçlü bir şekilde şehre hâkim oldu. Kardeşi Böri Tegin İbrâhim, Gazneliler karşısında başarı sağladıktan sonra Ali Tegin’in oğullarıyla mücadeleye girdi. Hârizmşah Hârun’un ölümünün (426/1035) ardından Ali Tegin’in vefatı üzerine yerine geçen oğlu Yûsuf, Gazneli Sultan Mesud’a başvurarak Arslan Han Süleyman ile barışmaları için aracılık yapmasını istedi, fakat bundan sonuç alınamadı. Böri Tegin, İbrâhim Ali Tegin oğullarının hâkimiyetindeki Soğd ve Buhara ile diğer bazı yerleri ele geçirdi. Ali Tegin’in oğulları Yûsuf Kadır Han’ın oğullarına sığındılar. Aynüddevle Muhammed ve kardeşi Böri Tegin İbrâhim, Ali Tegin oğullarına karşı kazandıkları zaferlerden sonra Mâverâünnehir’in tamamına hâkim olup burada bağımsız bir devlet kurdular (433/1041-42). Ailenin Satuk Buğra Han’ın torunlarından Arslan Han Ebü’l-Hasan Ali b. Baytaş ile devam eden bu kolu ona nisbetle Alevî diye anılmaktadır. Büyük Kağan Aynüddevle Muhammed Arslan Hakan, yardımcı kağan İbrâhim ise Tamgaç Buğra Kara Hakan unvanını almış, bu tarihten itibaren Karahanlılar Doğu ve Batı Karahanlılar olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
Doğu Karahanlılar. Yûsuf Kadır Han’ın ölümünden sonra batıda meydana gelen olaylar sonucunda batıdaki toprakları İlig Han Nasr’ın çocuklarına intikal edince Yûsuf Kadır Han’ın oğulları da doğuda hüküm sürmeye başladılar. Doğu Karahanlılar’ın ilk hükümdarı Yûsuf Kadır Han’ın oğlu Şerefüddevle Arslan Han Süleyman 423-448 (1032-1056) yılları arasında hüküm sürdü. Onun zamanında müslüman olmayan Türkler’le mücadele edildi. Kuzeydoğuda Yabaku, Basmil ve Çomullar itaat altına alındı. Balkaş ve Aral gölü yöresi bir müddet için de olsa Karahanlı hâkimiyeti altına girdi. Bu mücadelelerin Karahanlılar lehine sonuçlanmasıyla Bulgar ve Balasagun arasında yerleşmiş olan 10.000 çadırlık göçebe Türk İslâmiyet’i kabul etti (435/1044). Arslan Han Süleyman bu işlerle uğraşırken İlig Han Nasr’ın oğulları batıdaki toprakları ele geçirdiler. Arslan Han Süleyman ve kardeşleri ülkede huzur ve düzeni sağladıktan sonra iş birliği yapmaya karar vererek aynı yıl bir araya geldiler. Buna göre Süleyman Büyük Kağan sıfatıyla Balasagun ve Kâşgar’ı, kardeşi Muhammed (muhtemelen Kâşgarlı Mahmud’un dedesidir) Buğra Han sıfatı ile Talas ve İsfîcâb’ı, diğer kardeşi Mahmud ise devletin en doğudaki eyaletini idare edecekti. Kardeşler Batı Karahanlılar’a karşı iş birliği yaparak Fergana’nın bazı topraklarıyla Özkent’i zaptettiler.
Arslan Han Süleyman, 448’de (1056) kardeşi Muhammed’in topraklarına düzenlediği sefer sırasında esir düştü ve hapsedildi. Bu olayın ardından kendini büyük kağan ilân eden Muhammed on beş ay sonra devlet idaresini büyük oğlu Hüseyin’e (Çağrı Tegin) bıraktı. Fakat karısı buna öfkelenip üvey oğlu olan Hüseyin’i zehirletti ve kendi oğlu İbrâhim’i tahta çıkardı (449/1057).
İbrâhim b. Muhammed ülkede istikrarı sağlamakta sıkıntılarla karşılaştı. Bu fırsattan istifade eden Batı Karahanlılar’ın büyük kağanı Tamgaç Han Böri Tegin İbrâhim b. Nasr Fergana’yı tekrar zaptetti, Doğu Karahanlılar’ın hâkimiyetindeki Şâş ve diğer bazı yerleri de ele geçirdi. Annesinin kışkırtmaları sonunda Barsgan şehri hâkimi Yinal Tegin üzerine yürüyen İbrâhim b. Muhammed bu Karahanlı prensi tarafından mağlûp edilerek öldürüldü (451/1059). Bunun üzerine Yûsuf Kadır Han’ın oğlu Tuğrul Karahan Mahmud Doğu Karahanlılar’ın büyük kağanlığına getirildi.
Tuğrul Karahan Mahmûd, yardımcı kağan Kâşgar hâkimi Tamgaç Buğra Karahan Ebû Ali Hasan b. Süleyman ile beraber Batı Karahanlılar’a kaptırılmış olan toprakları geri almak için Böri Tegin İbrâhim b. Nasr’ın ölümünün ardından halefi Şemsülmülk Nasr b. İbrâhim üzerine yürüdü. 460’tan (1068) sonra iki devlet arasındaki sınırları tesbit eden bir anlaşma yapıldı. Buna göre Batı Karahanlılar’ın sınırı Sirideryâyı takiben Şemsülmülk Nasr’a verilen Hucend’e kadar uzanıyor ve bütün Fergana Doğu Karahanlılar’a bırakılıyordu. Mahmud’un yerine oğlu Tuğrul Tegin Ömer geçti (467/1075). Ancak iki ay sonra iktidarı Kâşgar hâkimi Tamgaç Buğra Han ele geçirdi.
Sultan Melikşah 482’de (1089) Mâverâünnehir’i zaptedip Özkent’e gelince Tamgaç Buğra Han ona tâbiiyyet arzetti. Tamgaç Buğra Han’ın kardeşi ve Atbaşı hâkimi Yâkub Tegin Semerkant tahtına çıktı, ancak Melikşah’ın yaklaşması üzerine Atbaşı’na kaçtı. Tamgaç, Melikşah’ın emriyle kardeşini ele geçirdi. Onu Sultan Melikşah’a teslim etmek üzere Özkent’e hareket ettiği sırada Tuğrul b. Yinal adlı Karahanlı prensi tarafından esir alındı. Bunun üzerine Sultan Melikşah, Yâkub Tegin ile anlaşıp Tuğrul ile mücadeleyi ona bıraktı. Tamgaç Buğra Han Ebû Ali Hasan bir süre sonra esaretten kurtuldu ve oğlu Çağrı Tegin Ebû Mûsâ Hârûn’u kendi adına Yarkent ve havalisini idare etmek üzere görevlendirdi (494/1101). Büyük kağan olarak 1075-1102 yıllarında hüküm süren Tamgaç Buğra Han Ebû Ali Hasan’ın döneminde Kâşgar önemli bir kültür merkezi haline geldi. Yûsuf Has Hâcib Kutadgu Bilig’i ona ithaf etmiş, Ebü’l-Fütûh Abdülgāfir el-Almaî de Târîh-i Kâşgar adlı eserini bu dönemde yazmıştır.
Tamgaç Buğra Han’ın yerine geçen oğlu Ahmed, Halife Müstazhir-Billâh’a elçi gönderip berat istedi. Halife de bu isteği kabul edip ona Nûrüddevle lakabını verdi. Ahmed, 522’de (1128) veya daha sonraki bir tarihte Karahıtaylar’ı mağlûp ederek onların ileri harekâtını bir süre için engelledi. Ahmed muhtemelen 535 (1141) yılında öldü. Onun halefi, Balasagun’da hüküm süren II. İbrâhim b. Ahmed Karahıtaylar’ı yardıma çağıran kişi olmalıdır. Yardım amacıyla bölgeye gelen Karahıtaylar’dan Gürhan Balasagun’u ele geçirdi. Böylece Balasagun Karahıtay başşehri, Gürhan büyük kağan oldu. İlig-i Türkmen (Cüveynî, II, 305) unvanını verdiği II. İbrâhim’in başşehri Kâşgar oldu ve ülkeyi buradan idare etmek zorunda kaldı. Bu süreç Batı Karahanlılar’ın Karahıtaylar’a tâbi olmalarıyla sonuçlandı.
İsyan eden Karluk Türkmenleri’ni bastırmak için Gürhan tarafından Mâverârünnehir’e gönderilen II. İbrâhim muhtemelen bu sırada şehid düştü (553/1158). Onun Arslan Han unvanını taşıyan oğlu II. Muhammed hakkında bilgi yoktur. Torunu Ebü’l-Muzaffer Yûsuf b. Muhammed’in Receb 601’de (Mart 1205) öldüğü ve Kâşgar’da hükümdarlar mezarlığına gömüldüğü bilinmektedir.
Nayman Devleti Hükümdarı Güçlüg (Küçlük) Han, Gürhan’ı esir alınca Ebü’l-Muzaffer Yûsuf’un oğlu Ebü’l-Feth III. Muhammed’i kurtarıp Doğu Karahanlı tahtına oturtmak üzere Kâşgar’a gönderdi. Fakat şehrin ileri gelenleri ve beyler isyan edip Karahanlılar’ın bu son temsilcisini daha Kâşgar’a varmadan yolda öldürdüler (607/1210-11). Bunun üzerine Güçlüg Han Kâşgar’ı da ele geçirip isyancıları öldürttü. Doğu Karahanlılar da bu şekilde sona ermiş oldu.
Batı Karahanlılar. Aynüddevle Muhammed b. Nasr, Batı Karahanlılar’ın büyük kağanı (Arslan Kara Hakan) olduktan sonra da Özkent’te oturdu. Yardımcı kağanı olan kardeşi Tamgaç Han İbrâhim ise Semerkant’ta oturup Mâverâünnehir’i idare ediyordu. Aynüddevle muhtemelen 444 (1052) vefat edince kardeşi Böri Tegin İbrâhim, Tamgaç Buğra Karahan unvanıyla büyük kağan oldu ve Özkent’e gitmeyip başşehir olarak batının merkezi Semerkant’ı tercih etti.
Hânedan, Aynüddevle Muhammed b. Nasr’ın oğulları Ahmed ile Abbas’ın çocukları olmadığı için Tamgaç Han İbrâhim b. Nasr’ın soyu ile devam etti. Büyük Tamgaç Han olarak bilinen İbrâhim b. Nasr (1052-1068) İslâm tarihi kaynaklarında âdil ve dindar bir hükümdar olarak tanıtılmakta, devlete ait kararları bizzat kaleme aldığı, fukahadan izin almadan yeni vergiler ihdas etmediği kaydedilmektedir (İbnü’l-Esîr, IX, 300). Buhara ve Semerkant merkez olmak üzere birçok şehirde hayır müesseseleri kuran Tamgaç Han İbrâhim Semerkant’ta medrese ve hastahane yaptırmıştır. Bu medrese ve hastahanenin Arapça vakfiyeleri Fransızca tercümeleriyle birlikte Muhammed Kadr (Khadr) tarafından yayımlanmıştır (bk. bibl.). Daha yardımcı kağan iken 436’da (1044-45) Mâverâünnehir’de İsmâilîler’le mücadele eden Tamgaç Han İbrâhim, hânedanın Doğu Karahanlılar’ın içindeki anlaşmazlıklardan istifade ederek onların topraklarına girdi. 451 (1059) yılından itibaren Şâş, Îlâk, Tünhas ve Fergana’da basılan sikkelerde onun adı mevcuttur. Selçuklular’ın hızla yükseldiği bu dönemde Sultan Alparslan, Huttel (Huttelân) ve Sagāniyân’ı (Çagāniyân) zaptetti. Selçuklular buradan Karahanlılar sahasına akınlar yapmaya başladılar. Tamgaç Han İbrâhim halifeye elçi gönderip bu durumdan şikâyetçi olduysa da bir sonuç alamadı. Öte yandan Doğu Karahanlı hükümdarları Mahmûd b. Yûsuf ile Hasan b. Süleyman ona karşı harekete geçip eski topraklarını almak istedilerse de bu mücadele barışla noktalandı. Tamgaç Han felç olunca yerine oğlu Şemsülmülk II. Nasr b. İbrâhim geçti (1068-1079). Selçuklular’la doğrudan savaşa giren II. Nasr, Alparslan’ın Mâverâünnehir seferinde ölümü üzerine Tirmiz’i aldı (Rebîülâhir 465 / Aralık 1072), ardından Belh üzerine yürüyüp burayı da zaptetti.
Selçuklu-Karahanlı mücadelesi Melikşah devrinde de devam etti. Melikşah, Tirmiz’i teslim aldıktan sonra Semerkant üzerine yürüyünce II. Nasr barış istedi. Nizâmülmülk’ün gayretleriyle barış sağlandı (466/1074) ve Mâverâünnehir’de Selçuklu hâkimiyeti tanındı. II. Nasr, Melikşah’ın kız kardeşi Ayşe Hatun ile evlendi. Amcası Îsâ Han’ın kızı Celâliye Hatun’u da (Terken Hatun) Melikşah’a verdi. II. Nasr, Buhara yakınlarında Şemsâbâd Sarayı ile biri Harceng köyü yakınlarında, diğeri Semerkant-Hucend yolu üzerinde iki ribât yaptırdı. Bozkırlarda İslâmiyet’i yaymak ve ülkede dinî konulardaki karışıklıklara son vermek için çalıştı. Ömer Hayyâm’ın Semerkant’a kadar gidip kendisiyle görüştüğü kaydedilmektedir.
II. Nasr’ın yerine geçen kardeşi Ebû Şücâ‘ Hızır (1079-1080) hakkında yeterli bilgi yoktur. Şair ve âlimlerin hâmisi, akıllı ve âdil bir hükümdar olarak tanıtılan Hızır Han’ın yerine geçen küçük yaştaki oğlu Ahmed Han (1081-1088 ve 1090-1095) ulemâ ile geçinemedi, Kādılkudât Ahmed b. Süleyman’ı öldürdü. Bunun üzerine Şâfiî fakihi Ebû Tâhir b. Alek İsfahan’a giderek Melikşah’tan yardım istedi. Melikşah 481’de (1088) Buhara ve Semerkant’ı zaptederek Özkent’e geldi ve Ahmed Han’ı esir alıp İsfahan’a götürdü. Semerkant’a Ebû Tâhir el-Hârizmî nâib tayin edildi. Bu sırada Talas, İsfîcâb ve Balasagun hâkimleri Sultan Melikşah’a tâbi olduklarını bildirdiler. Melikşah daha sonra Doğu Karahanlı topraklarına yöneldi, Özkent’e kadar geldi. Bu esnada Kâşgar hâkimi Buğra Kara Hakan Hasan da itaat arzedip hutbeyi Melikşah adına okuttu. Böylece Ahmed Han’ın esir alınmasıyla Batı Karahanlılar Selçuklular’a tâbi kılındığı gibi Doğu Karahanlılar da onları metbû tanıdı (482/1089). Ancak bir süre sonra Çiğiller’in kumandanı Aynüddevle Selçuklu hâkimiyetine karşı isyan edip Semerkant nâibi Ebû Tâhir’i şehirden çıkardı; Kâşgar Hanı Kara Hakan Hasan’ın kardeşi ve Atbaşı hâkimi Yâkub Tegin’i Semerkant’a davet etti. Yâkub Tegin Aynüddevle’yi katledince Çiğiller ona düşman oldular. Melikşah tekrar Buhara’ya gelince Yâkub Tegin Atbaşı’na kaçtı. Melikşah 483 (1090) yılı sonlarında ikinci defa Semerkant’ı zaptettiğinde Emîr Atsız’ı buraya vali tayin etti. Kâşgar hanına da haber göndererek Yâkub Tegin’i yakalayıp huzura getirmesini istedi ve Özkent’e hareket etti. Ancak Kâşgar Hanı Kara Hakan Hasan kardeşini teslim etmek istemedi. Fakat sultanın ikinci defa Özkent’e gelmesi üzerine kendisine sığınan kardeşi Yâkub Tegin’i Sultan Melikşah’a teslim edilmek üzere gönderdi. Bu sırada Kâşân Kalesi hâkimi Tuğrul b. Yinal, Kâşgar Hanı Kara Hakan Hasan’ı esir aldı. Yâkub Tegin de muhafızlara bazı vaadlerde bulunarak kurtuldu. Melikşah, Yâkub ile anlaşarak onu Doğu Karahanlılar’ın başına getirdi ve Tuğrul b. Yinal ile mücadele etmek üzere görevlendirdi. Melikşah İsfahan’a döndükten sonra Ahmed b. Hızır’ı kendisine tâbi kalmak şartıyla ülkesine iade etti. Ulemâ, muhtemelen İran’da İsmâilîler’in etkisinde kalan Ahmed’i zındıklıkla itham etti. Bunun üzerine Ahmed yargılanıp idama mahkûm edildi (18 Cemâziyelâhir 488 / 25 Haziran 1095).
Ahmed b. Hızır’ın yerine Arslan İlig olan amcazadesi Kılıç Tamgaç Han I. Mes‘ûd b. Muhammed getirildi (1095-1097). Selçuklu Sultanı Berkyaruk Mâverâünnehir’e hâkim olduktan sonra Kılıç Tamgaç Han Mesud’un üç halefini peş peşe tahta çıkardı. Bunlardan ilki, Mesud’un amcazadesi Buğra Han Süleyman Tegin b. Dâvûd’dur. Buğra Han, Süleyman Berkyaruk’un kız kardeşiyle evlenmiş ve tahta çıkıncaya kadar Merv’de Selçuklular’ın arasında kalmıştır. İkincisi Tamgaç Han Ebü’l-Kāsım I. Mahmûd (1097-1099), üçüncüsü de Hârun Tegin’dir (Togan Han Kadır Han Cibrâil b. Ömer). Ebü’l-Kāsım Mahmûd’u öldürüp devleti ele geçiren Hârun Tegin, Mâverâünnehir’i istilâ ettikten sonra Melikşah’ın oğulları arasında çıkan karışıklıklardan faydalanarak Horasan’ı ele geçirmek istedi ve Tirmiz’i zaptetti. Fakat Selçuklu Sultanı Sencer tarafından esir alınıp idam edildi (2 Şâban 495 / 22 Mayıs 1102). Mâverâünnehir’e tamamen hâkim olan Sultan Sencer, onun yerine yeğeni ve damadı II. Muhammed b. Süleyman’ı Arslan Han unvanıyla büyük kağan olarak Batı Karahanlılar’ın başına geçmek üzere Semerkant’a tayin etti (1102-1130). Onun bazı sikkelerinde metbûu Sultan Sencer’in adına da yer verilmiştir.
Kimliği tam olarak tesbit edilemeyen Ömer Han adlı bir kişi Arslan Han Muhammed’i Semerkant’tan uzaklaştırdı. Fakat Ömer Han askerleriyle geçinemediği için Hârizm’e kaçmak zorunda kaldı. Orada Sencer tarafından mağlûp edilerek öldürüldü. Arslan Han böylece bu tehlikeden kurtulmuş oldu. Bu yıllarda Ali Tegin’in soyundan gelen Hasan b. Ali (Sagun Beg, Sağır Bey), Karahanlı tahtında hak iddia ederek Arslan Han Muhammed ile mücadeleye girdi. Sekiz yıl süren mücadele, Nahşeb’de yapılan savaşta Sencer’in yardımı sayesinde Arslan Han Muhammed’in zaferiyle sonuçlandı (503/1109). Arslan Han II. Muhammed b. Süleyman adına basılan sikkelerde Sencer’in adına yer verilmesi Karahanlılar’ın Selçuklular’a tâbi olduğunu göstermektedir.
Bündârî’ye göre Arslan Han Muhammed (metinde yanlışlıkla Ahmed) b. Süleyman 12.000 kişilik bir orduyla müslüman olmayan Türkler’e karşı (muhtemelen Kıpçaklar) sefer düzenlemiş ve bu sebeple gazi unvanını almıştır (Zübdetü’n-Nusra, metin s. 264, trc. s. 239). Ülkede istikrarı sağladıktan sonra Buhara’da bazı imar faaliyetlerinde bulunan Arslan Han Muhammed, son yıllarında felç olduğundan oğullarından yardımcı kağan III. Nasr’ı kendisine nâib tayin etti. Nasr’ın bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine diğer oğlu II. Ahmed’i Semerkant’a çağırdı. Sultan Sencer ile II. Ahmed ve babası Arslan Han Muhammed arasında ihtilâf çıkınca Sencer Semerkant’ı zaptederek yönetime el koydu ve Arslan Han Muhammed’i esir aldı (524/1130). Muhammed 526’da (1132) Merv’de öldü. II. Ahmed ise 526’ya (1132) kadar muhtemelen Sencer’e tâbi olmadan hüküm sürdü.
Sencer, II. Ahmed’den sonra Merv’de esir olarak bulunan Hasan b. Ali’yi (Hasan Tegin, Sagun Bey) Semerkant’a tayin etti. Onun 526’da (1132) ölümü üzerine Arslan Han Muhammed’in kardeşi Tamgaç Buğra Han İbrâhim büyük kağan oldu. Onun da ölümünden sonra Arslan Han Muhammed’in üçüncü oğlu II. Mahmud (1132-1141) büyük kağan ilân edildi. Sencer’in yeğeni olan II. Mahmûd Han, Hucend yakınlarındaki savaşta Karahıtaylar’a yenilerek Semerkant’a kaçtı (Ramazan 531 / Haziran 1137). II. Mahmud Han Karluklar’la anlaşamayıp Sencer’den yardım isteyince Karluklar da Karahıtaylar’dan yardım istedi. Katvân bozkırlarında 536 (1141) yılında yapılan savaşta yenilen Sencer ve II. Mahmud Mâverâünnehir’i Karahıtaylar’a terkederek Horasan’a kaçmak zorunda kaldılar. Bu olayın ardından II. Mahmud’un kardeşi Tamgaç Buğra Han III. İbrâhim, Karahıtaylar’ın himayesinde Batı Karahanlı tahtına geçti (536/1141). Aynı yıl Alp Tegin adlı bir kişi Buhara valisi tayin edildiyse de idareye Burhan ailesi hâkimdi. III. İbrâhim Karluklar’la yaptığı savaşı kaybedip öldürüldü (551/1156). II. Mahmud ölünceye kadar Horasan’da kaldı, Sencer’in Oğuzlar’a esir düştüğü 1153-1156 yıllarında ve Sencer’in ölümünden sonra (1157-1162) iki defa tahta çıkarıldı. II. Mahmud’un hanlığı Irak Selçuklu Sultanı Muhammed b. Mahmûd tarafından da tasdik edildi (a.g.e., s. 284). II. Mahmud Nîşâbur’da bulunurken oğlu Muhammed de yardımcı kağan olarak Mâverâünnehir’de kalmış olmalıdır. Oğuzlar’ın isteği üzerine önce oğlu Muhammed 554’te (1159) Oğuzlar’ın başına geçti. Ardından kendisi Oğuzlar’ın hükümdarı oldu. Hârizmşah Atsız ona “hâkān-ı a‘zam” diye hitap ederdi. Mahmud adına Horasan’da basılmış sikkeler mevcuttur. Horasan’ı ele geçirmek için harekete geçen Sencer’in kumandanlarından Müeyyed Ay-aba, 558’de (1163) II. Mahmud ile oğlu Muhammed’i esir alıp gözlerine mil çektirdi. Ertesi yıl ikisi de hapishanede ölünce Batı Karahanlılar sona ermiş oldu (559/1164).
Bundan sonra iktidar Ali Tegin ailesinin eline geçti. Hasan Tegin’in oğlu Ali Han (Kök Sagun, Çağrı Han) III. İbrâhim b. Muhammed’e halef oldu. Ali Han döneminde (1156-1160) Karluk reisi Yabgu (Peygu) öldürülerek Karluklar Mâverâünnehir’den uzaklaştırıldı. Ali Han 555’te (1160) ölünce yerine kardeşi Alp Kutluğ Toga (Tîga) Bilge Kılıç Tamgaç Han II. Mesud geçti. Karluklar ve Oğuzlar’la mücadele eden Alp Kutluğ ülkede istikrarı sağlamaya çalıştı. İmar faaliyetlerinde bulundu, âlim ve edipleri korudu. Muhammed b. Ali ez-Zâhirî es-Semerkandî Sindbâdnâme (nşr. Ahmed Ateş, İstanbul 1948) adlı eserini ona ithaf etmiştir. Oğlu II. Muhammed de onun yardımcı kağanı idi. Alp Kutluğ II. Mesud’un 574’te (1178) vefatı üzerine yerine yeğeni Arslan Han IV. İbrâhim b. Hüseyin geçti. Mecdüddin Muhammed b. Adnân es-Surhakatî Târîh-i Türkistan adlı eserini ona ithaf etmiştir. IV. İbrâhim 601’de (1204) öldü, yerine oğlu I. Osman büyük kağan sıfatıyla tahta çıktı. Osman önce Karahıtaylar’a tâbi iken daha sonra Karahıtaylar’a karşı Hârizmşah Muhammed b. Tekiş ile iş birliği yaptı ve 604’te (1207-1208) Buhara’yı zaptetti. 607 (1210) tarihli sikkeden Osman’ın Hârizmşah Muhammed’e tâbi olduğu anlaşılmaktadır. Osman daha sonra Hârizmşahlar’ı mağlûp eden Karahıtaylar’a tâbi oldu. Bir süre sonra tekrar Hârizmşah ile anlaştı, Hârizmşah’ın kızıyla evlenip bir yıl kadar Hârizm’de kaldı. Semerkant’a dönünce ona tâbiiyeti reddetti. Osman’ın Semerkant’ta çıkan isyanda Hârizmliler’i kılıçtan geçirmesine öfkelenen Hârizmşah Muhammed Semerkant’ı ele geçirip katliam emrini verdi; ancak seyyidler ve âlimlerin şefaat dilemeleri üzerine bundan vazgeçti. Esir aldığı Osman’ı bir süre sonra kızı Han Sultan’ın isteği üzerine öldürttü (Cüveynî, II, 333). Semerkant Hârizmşah Muhammed’in başşehri oldu. Böylece Karahanlılar tarihe karışmış oldu (608/1212).
Fergana Hanlığı. Batı Karahanlılar ayrı bir devlet olarak ortaya çıkınca buraya bağlı bir kağanlık olarak varlığını sürdüren Fergana 440’ta (1048) tekrar Doğu Karahanlılar’ın eline geçti. Togan Han II. Ahmed’in ölümünden sonra buraya Ali Tegin kolu hâkim oldu (448/1056). Karahıtaylar’ın Mâverâünnehir’i istilâ etmesinin ardından (536/1141) Fergana’da başşehri Özkent olmak üzere bağımsız bir Karahanlı Devleti kuruldu. Fergana hükümdarları Tuğrul Kara Hakan unvanını aldılar. Hasan Tegin’in oğlu Hüseyin bu hanlığın ilk hükümdarı olarak gösterilmektedir. Hüseyin’in iki kardeşi Ali ve II. Mesud Batı Karahanlılar’ın büyük kağanı olmuşlardır.
Hüseyin, Karahanlılar arasında unvanında Türk kelimesi bulunan (Bilge Türk Tuğrul Hakan) ilk hükümdardır. Hüseyin’den sonra (ö. Receb 551 / Eylül 1156) yerine oğlu Togan Han (Tuğrul Han) Mahmud geçti. Mahmud 559’da (1164) vefat edince kardeşi Nusretü’d-dünyâ ve’d-dîn İbrâhim (son Batı Karahanlı hükümdarı Osman’ın babası IV. İbrâhim) ona halef oldu. Mahmud’un diğer kardeşi Tuğrul Han Nasr ise Fergana tahtına geçti (1168-1173). Tuğrul Han Nasr’ın oğlu Tuğrul Hakan Muhammed 578’de (1182) Fergana’da tahtta bulunuyordu. 606 (1210) yılında Uluğ Sultan Kadır Han unvanıyla Özkent’te tahta çıkan kişi onun oğlu veya kardeşi olmalıdır. Batı Karahanlı Hükümdarı Osman’ın ölümünün ardından Hârizmşah Muhammed’in kendine tâbi olmaya çağırdığı Fergana emîri de muhtemelen bu şahıstır. Osman’ın yeğeni Tâceddin Bilge Han da Fergana koluna mensup olup 613’e (1216) kadar Otrar’da hüküm sürmüş ve Nesâ’da Hârizmşah tarafından öldürülmüştür.
Kaynaklarda Moğol istilâsı anlatılırken Yedisu’da bir Karluk Devleti’nin bulunduğundan bahsedilmektedir. II. Arslan Han adındaki Karluk hükümdarının başşehri Kayalığ (Kayalık) idi. Bir müddet Karahıtaylar’a tâbi olarak hüküm süren II. Arslan Han, 608’de (1211) Karahıtaylar’a tâbiiyetten ayrılıp Cengiz Han’a tâbi olmuş, Mengü Han da onun oğlunu Özkent hâkimi tayin etmiştir. Bunların Hârizmşahlar’ın katliamından kurtularak Yedisu’ya sığınan Fergana Karahanlıları olduğu düşünülebilir.
Teşkilât ve İdare. Eski Türk hâkimiyet anlayışını benimseyen Karahanlılar hâkimiyetin ilâhî menşeli olduğuna, yani devleti yönetme yetki ve gücünü ifade eden “kut”u Tanrı kime vermişse ancak onun hükümdar olabileceğine inanıyorlardı (Yûsuf Has Hâcib, beyit nr. 740-741). Bundan dolayı hükümdarlık kutsal sayılmakta ve kutun kan yoluyla babanın hatundan doğan oğullarının hepsine intikal ettiği kabul edilmekteydi. Yûsuf Has Hâcib’in “Babası bey ise oğlu da bey doğar ve babaları gibi bey olur” sözü (a.g.e., beyit nr. 1950) ve, “Babasının tahtı (yeri) ve adı oğula kalır” atasözü de bu anlayışı ifade etmektedir. Kuta nâil olan hükümdarlar devleti iyi idare etmek, halkın huzur ve refahını sağlamak zorundadır. Aksi takdirde kendisine kutu veren Tanrı katında sorumlu olacaktır.
Karahanlı hükümdarları beg, ilig (“il”e yani devlete sahip olan hükümdar), hakan ve han unvanlarını kullanmışlardır. Bu konudaki çalışmalarıyla tanınan Omeljan Pritsak, ilig unvanının devletin dört yardımcı kağanından sadece ikisi tarafından kullanıldığını, ilig ve hanın birbirinden ayrı unvanlar olduğunu ve farklı rütbeleri gösterdiğini söyler (İA, VI, 251). Reşat Genç ise Kutadgu Bilig ve çeşitli belgelere dayanarak iligin yardımcı kağanı için değil hakan unvanı yerine kullanıldığını ve bu tabirin zaman zaman “ilighan, ilig padişah” şeklinde kaydedildiğini, Kutadgu Bilig’deki “ilig kutı” (beyit nr. 720) sözünün “devletli hükümdar” anlamına geldiğini belirtir (Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 131-132).
Hükümdarlar unvanlarını Muizzüddevle, Şemsülmülk, Müşeyyidüddevle, İzzüddin, Burhânü’l-mülk gibi çeşitli lakaplarla; arslan, buğra, tonga, tamgaç, kara, kadır ve kılıç gibi isim ve sıfatlarla birlikte kullanmışlardır. Karahanlılar’ın kuruluşundan önce Yağmalar tarafından kullanılan Buğra Han (Bugra Karahan) unvanını Karahanlı hükümdarları da kullanmışlardır. Hükümdarlar bunun dışında Tamgaç (Tavgaç) Han (“ülkesi büyük ve eski” anlamına gelen bir unvan), Kadır Han (sert huylu ve çetin hükümdar), Kılıç Han (kılıç gibi keskin kararlı hükümdar), Idık-kut (Tanrı tarafından verilen iktidar yetkisi), sultan ve sâhibkıran gibi unvanlar da kullanmışlardır. Bunların dışında hutbe, sikke, başkent (ordu) (Kâşgar, Balasagun, Talas, Özkent ve Semerkant), saray, otağ (çuvaç), taht, taç, çetr, bayrak, tuğ, nevbet ve hil‘at Karahanlı hükümdarlarının hâkimiyet alâmetleriydi. Hakandan sonra söz sahibi olan hükümdar hanımlarına Terken Hatun, şehzadelere tegin (tigin), hânedan mensubu prens ve prenseslerle bunların çocuklarına da tarım denilirdi.
Saray teşkilâtının başında ulu (ulug) hâcib bulunurdu. Onun emrinde başka hâcibler ve sadece hükümdara mahsus bir de has hâcib vardı. Ulu hâcib emrindeki diğer hâciblerle birlikte devlet adamı, kumandan ve halkın şikâyetlerini dinlemek, haksızlığa uğrayıp şikâyetçi olanları mezâlim günlerinde hükümdarın huzuruna çıkarmak, törenlerde herkesi rütbesine göre yerleştirmek, elçileri karşılayıp her çeşit işlerine bakmakla mükellefti. Kapıcıbaşı ise saray görevlilerinin her türlü tayin ve terfileriyle ilgilenmek, saray hizmetlerinin aksatılmadan yürütülmesini sağlamak ve hükümdarın korunmasıyla alâkalı tedbirleri almakla yükümlüydü. Hükümdar ve diğer saray mensuplarını korumak candarların göreviydi; başlarındaki kumandana emîr-i cândâr denilirdi. Bunların dışında sarayda silâhdar, alemdar, hânsâlar ve câmedar gibi görevliler de vardı.
Merkez teşkilâtının başında yuğruş denilen vezir bulunurdu ve hükümdar adına devlet işlerini yürütürdü. Yûsuf Has Hâcib hükümdarın vezirlikle görevlendirdiği kişiye tuğ, davul, zırh, hil‘at, eyer takımı, at ve vezâret mührü verdiğini söyler (Kutadgu Bilig, beyit nr. 1036, 1766). Vezirin ikbalin son derecesine ulaştığı kabul edilir, ondan ülkeyi iyi yönetmesi, halkın huzurunu temin edecek tedbirleri alması, devlet hazinesini zenginleştirmesi, ülkeyi genişletmesi, hizmet erbabına iyi davranması istenirdi (a.g.e., beyit nr. 1766, 2178-2180).
Karahanlı devlet teşkilâtında yer alan vezirlerin başkanlık ettiği büyük divanla ilgili mâlûmat yoktur. Ancak Sencer’in inşâ divanından çıkan bazı mektuplarda Batı Karahanlılar’ın meclis-i âlîsinden sıkça bahsedilmesi Karahanlılar’da da benzeri bir divanın bulunduğunu göstermektedir (Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 255). Karahanlılar’da büyük divana bağlı olarak çalışan diğer divanların bulunup bulunmadığı konusunda da yeterli bilgi yoktur. Bununla beraber müstevfînin yerine ağıçı (hazinedar), tuğraînin yerine bitigci denilmesi, ılımga ve tamgaçı (mühürdâr) gibi görevlilerden söz edilmesi dikkate alınarak bu teşkilâtın mevcut olduğu söylenebilir.
Hükümdarın fermanlarına yarlık denir (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 42) ve bunlar hükümdarın damgasını taşırdı (a.g.e., III, 353). Uygur harfleriyle yazılan fermanları kaleme alan kâtiplere ılımga adı verilirdi (a.g.e., I, 143; kâtiplerin taşıması gereken vasıflar için bk. Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 259 vd.). Hazineye ağı kaznakı ve kaznak, daha sonraları hazine ve kenc, hazinedara ise ağıçı denildiği ve XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren malî işlerle uğraşanlar için müstevfî ve âmil unvanlarının kullanıldığı anlaşılmaktadır (a.g.e., s. 263).
Karahanlı hükümdarları bizzat mezâlim mahkemelerine başkanlık ettikleri gibi kendilerine vekâlet etmek üzere bir kadıyı da görevlendirebilirlerdi. Meselâ Tamgaç Buğra Han İbrâhim b. Nasr, Kadı Ebû Nasr Mansûr b. Ahmed b. İsmâil’i Semerkant ve civarına sâhibü’l-mezâlim tayin etmişti (a.g.e., s. 266; Muhammed Khadr, JA, CCLV [1967], s. 320). Şer‘î davalara ise kādılkudâtın nâibi durumundaki kadılar bakardı. Batı Karahanlı Hükümdarı Ahmed b. Hızır Han, kadı ve fakihlerden oluşan bir mahkeme heyeti tarafından zındıklıkla suçlanarak yargılanmış ve ölüm cezasına çarptırılmıştı (İbnü’l-Esîr, X, 243-244).
Karahanlı Devleti eski Türk idarî geleneğine uygun olarak ikili teşkilât esasına göre idare edilirdi. Doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılan devletin doğu kısmı doğrudan büyük hakan, batı tarafı ise onu metbû tanıyan bir hânedan mensubu tarafından yönetilirdi. Meselâ Ebû Nasr Ahmed b. Ali büyük hakan olarak iktidarı elinde bulunduruyor, kardeşi Nasr b. Ali de ona tâbi olarak başta Mâverâünnehir olmak üzere Fergana’dan itibaren devletin batıdaki topraklarını idare ediyordu. Bu durum devletin ikiye ayrıldığı 1041-1042 yıllarına kadar sürmüştür (Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 269). Vilâyetler ise hânedan mensupları, nâibler ve valiler tarafından yönetilirdi. Meselâ İlig Han Nasr, Semerkant’ın idaresini kardeşi Câfer Tegin’e verirken Buhara’ya da bir vali tayin etmişti (a.g.e., s. 270).
Diğer Türk devletlerinde olduğu gibi askerî karaktere sahip olan Karahanlılar da ordu saray muhafızları, hassa ordusu, hânedan mensuplarıyla vali ve diğer devlet adamlarına bağlı güçler, Çiğil, Karluk gibi devlete tâbi Türk kabilelerine mensup kuvvetlerden teşekkül ediyordu. Yatgak ve turgak denilen saray muhafızları hükümdarı ve sarayı gece-gündüz korumakla görevliydi. Gulâmlar küçük yaşta satın alınarak yetiştirilirdi. Gulâmlardan oluşan muhafızlara bir subaşı kumanda ederdi (a.g.e., s. 288). Ölen hükümdarın ve devlet adamlarının gulâmları yeni hükümdarın hizmetine girerdi (a.g.e., s. 290). Hükümdarın şahsına bağlı ücretli askerlerden meydana gelen hassa ordusu hakkında yeterli bilgi yoktur. Ancak Arslan Han Muhammed b. Süleyman’ın 12.000 Türk köleden oluşan ordusu bulunduğu bilinmektedir (Bündârî, s. 239). Ordunun maaşı ve savaş araç gereçleriyle ilgilenen askerlerin kayıtlarını tutan bir divan teşkilâtının (Dîvân-ı Arz, Dîvânü’l-ceyş) mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Askerlerin adları ve istihkakları Ay bitiği denilen (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 40) bir deftere kaydedilirdi. Özellikle Batı Karahanlılar’da hassa askerlerinin iktâ sahibi olduğu söylenebilir (Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 293). Hükümdarın belli bölge ve vilâyetleri yönetmek üzere görevlendirdiği hânedan mensuplarının ve valilerin de kendilerine bağlı askerî birlikleri bulunmaktaydı.
Karahanlı ordusunda başta Çiğiller olmak üzere muhtelif Türk kavimlerine mensup kuvvetler vardı. Çiğiller’in kumandanları Karahanlılar’la Selçuklular arasındaki siyasî ilişkilerde önemli rol oynamışlar, aynı şekilde Karluklar da XII. yüzyıla kadar Karahanlı ordusunda hizmet etmişlerdir. Ali Tegin’in Buhara yakınlarındaki Harluh-ordu denilen askerî karargâhı Karluklar’ın Karahanlı ordusuna hizmet ettiklerini göstermektedir (İA, VI, 259). Ugraklar’ın Uygurlar’la yapılan savaşlarda Karahanlı ordusunda görev yaptıkları (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 183), Basmil ve Çomullar’ın da orduda görev aldıkları bilinmektedir (Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, s. 296).
Hunlar’dan beri uygulandığı bilinen onlu sistemin Karahanlı ordusunda da tatbik edildiği söylenebilir. En küçük askerî birliğe otag, kumandanına otağbaşı denilirdi. Otağbaşının emrinde yaklaşık on kişinin bulunduğu tahmin edilmektedir. Daha sonra sırasıyla yaklaşık elli kişiden oluşan hayl (hil de denilen takım) ve on-otag denilen askerî birlikler geliyordu. On-otağın yaklaşık 100 kişiden oluştuğu tahmin edilmektedir (a.g.e., s. 317). Her ordunun başındaki kumandan subaşı unvanıyla anılırdı. Yûsuf Has Hâcib’in, “On iki binlik ordu büyük bir kuvvet” ve, “Dört bin asker tam bir ordudur” şeklindeki ifadelerinden (Kutadgu Bilig, beyit nr. 2334, 2335) bu orduların 4000-12.000 kişilik askerî birliklerden meydana geldiği tahmin edilebilir.
BİBLİYOGRAFYA
Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 14, 28, 30, 32, 40, 61, 63, 92, 101, 108, 142-143, 255, 271, 376, 408, 410, 441; III, 42, 77, 157, 170, 183, 353; ayrıca bk. İndeks..
Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul 1968, s. 92, 161.
Nerşahî, Târîḫu Buḫârâ (trc. Emîn Abdülmecîd Bedevî – Nasrullah Mübeşşir et-Tırâzî), Kahire 1385/1965, s. 29-30, 48-49, 57, 76-77, 147-148; ayrıca bk. İndeks.
Ḥudûdü’l-ʿâlem (Minorsky), s. 95-97; ayrıca bk. İndeks.
Gerdîzî, Zeynü’l-aḫbâr (nşr. Abdülhay Habîbî), Tahran 1347 hş., s. 187-188, 201-202, 260.
Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, Târîḫ (nşr. Kāsım Ganî – Ali Ekber Feyyâz), Tahran 1375, s. 68-69, 77, 84, 91, 197-199, 215, 220, 233, 283, 325, 331, 338, 409, 509, 526-530, 547, 551, 673, 677.
Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig (trc. Reşid Rahmeti Arat), Ankara 1974, beyit nr. 720, 740-741, 1036, 1766, 2178, 2180-2183, 2193, 2334-2335, 2731; ayrıca bk. türlü beyitler.
Nizâmülmülk, Siyâsetnâme (Köymen), s. 122-124; ayrıca bk. İndeks.
Rûzrâverî, Ẕeylü Tecâribi’l-ümem (nşr. H. F. Amedroz), Oxford 1921, III, 374.
Mücmelü’t-tevârîḫ ve’l-ḳıṣaṣ (nşr. Muhammed Ramazânî), Tahran 1318 hş., s. 421.
Nizâmî-i Arûzî, Çehâr Maḳāle (nşr. Muhammed Kazvînî), Leyden-London 1910, s. 28, 46; ayrıca bk. İndeks.
Sem‘ânî, el-Ensâb, X, 458-459.
Ahbârü’d-devleti’s-Selcûkıyye (Lugal), s. 37, 44-45, 54, 63.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân (Cündî), I, 419-423, 564-566; III, 279-283; ayrıca bk. İndeks.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IX, 100, 108, 300, 462; X, 120, 243-244, 350; XI, 82-84; ayrıca bk. İndeks.
Muhammed b. Ahmed en-Nesevî, Sîret-i Celâleddîn-i Mingburnî (trc. Anonim, nşr. Müctebâ Mînovî), Tahran 1344 hş./1965, s. 60.
Bündârî, Zübdetü’n-Nusra (Burslan), bk. İndeks.
Cûzcânî, Ṭabaḳāt-ı Nâṣırî, I, 245, 252, 307.
Cüveynî, Târîh-i Cihângüşâ (Öztürk), II, 297, 301-302, 305-307, 331-334.
Müneccimbaşı, Sahâifü’l-ahbâr, II, 514-519.
Ahmed el-Menînî, el-Feṭhu’l-vehbî ʿalâ Târîḫi Ebî Naṣr el-ʿUtbî, Kahire 1286, II, 26 vd., 76 vd. 128 vd.
S. Lane-Poole, Catalogue of Oriental Coins in the British Museum, London 1876-89, III, 120-126; IX, 193-197.
Ahmed Tevhîd, Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, İstanbul 1321, IV, 1-36.
M. Fuad Köprülü, Türkiye Tarihi, İstanbul 1923, I, 106-120.
İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953, s. 1, 2, 13-19, 28-29, 121-122, 151.
a.mlf., Harezmşahlar Devleti Tarihi, Ankara 1956, bk. İndeks..
a.mlf., “Yazılışının 900. Yılı Münasebetiyle Kutadgubilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri”, TED, I (1970), s. 1-38.
Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara 1954, II, bk. İndeks; III, 1, 3-4, 42, 134-135, 172, 178, 373.
Faruk Sümer, Oğuzlar: Türkmenler, Ankara 1957, bk. İndeks.
Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1970, s. 58-59.
a.mlf., “Karahanlılar Tarihine Ait Bazı Kayıtlar”, TY, V/11 (1966), s. 7-10.
V. V. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler (haz. Kâzım Yaşar Kopraman – Afşar İsmail Aka), Ankara 1975, bk. İndeks.
a.mlf., Moğol İstilâsına Kadar Türkistan (haz. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1990, bk. İndeks.
a.mlf., “Kutadgu Bilig’in Zikrettiği Bugra Han Kimdir?”, TM, I (1925), s. 221-226.
a.mlf., “Ali Tegîn”, İA, I, 358.
a.mlf., “Böri Tigin”, a.e., II, 740-741.
a.mlf., “Bugra-Han”, a.e., II, 760-761.
Yusuf Ziya Kavakcı, XI ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Māvarā’ al-Nahr İslâm Hukukçuları, Ankara 1976.
Erdoğan Merçil, “Karahanlılar”, TDEK, s. 794-799.
a.mlf., Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara 1993, s. 18-33.
M. F. Grenard, “Satuk Buğrahan Menkıbesi ve Tarih” (trc. Osman Turan), Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul 1980, s. 245-308.
Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, Ankara 1981.
a.mlf., “Karahanlılar”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1987, VI, 137-179.
Emel Esin, “Türkler’in İslâmiyet’e Girişi”, Tarihte Türk Devletleri, Ankara 1987, I, 296-306.
a.mlf., “Türk San’at Tarihinde Kara-hanlı Devrinin Mevkii”, TTK Bildiriler, VI (1967), s. 100-130.
a.mlf., “Böri Tigin Tamgaç Buğra Kara Hâkan İbrahim’in (H. 444-60/1052-68) Samarkand’da Yaptırdığı Âbideler”, STY, VIII (1979), s. 37-55.
Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (498-511/1105-1118), Ankara 1990, s. 139-140.
a.mlf., Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), İstanbul 2001, s. 119-122.
a.mlf., “Arslan Han”, DİA, III, 401.
P. B. Golden, “The Karakhanids and Early Islam”, The Cambridge History of Early Inner Asia (ed. D. Sinor), Cambridge 1990, s. 343-373.
a.mlf., “Qarakhanids”, Dictionary of the Middle Ages (ed. J. R. Strayer), New York 1989, X, 230-231.
Abdülkadir Donuk, Eski Türk Devletlerinde İdârî-Askerî Unvan ve Terimler, İstanbul 1998, tür.yer.
C. E. Bosworth, The New Islamic Dynasties, Edinburgh 1996.
a.mlf., “Ilek-K̲h̲āns or Ḳarak̲h̲ānids”, EI2 (İng.), III, 1113-1117.
V. V. Grigorev, “Karachanidy v Maverannagre po Tarichi Muneddzima-basi v osmankom texte s prevodom i primecanijami”, ZVO, sy. 17 (1874), s. 189-258.
R. Vasmer, “Zur Münzkunde der Qarāhāniden”, MSOS, XXXIII (1930), s. 83-105.
Osman Turan, “İlig Unvanı Hakkında”, TM, VII-VIII (1952), s. 192-199.
O. Pritsak, “Die Karachaniden”, Isl., XXX (1952), s. 17-68.
a.mlf., “Kara-hanlılar”, İA, VI, 251-273.
Muhammed Khadr, “Deux actes de Waqf d’un parahanide d’Asie centrale”, JA, CCLV (1967), s. 304-334.
Şinasi Tekin, “Bilinen En Eski İslâmî Türkçe Metinler: Uygur Harfleriyle Yazılmış Karahanlılar Devrine Ait Tarla Satış Senetleri”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, IV, Ankara 1975, s. 157-186.
Müsfir b. Sâlim b. Arîc el-Gāmidî, “ʿAlâḳātü’l-Ḳaraḫâniyyîn bi-Türkistân ve bilâdi Mâverâʾinnehr bi’d-düveli’l-İslâmiyyeti’l-mücâvire ve devrühüm fî neşri’l-İslâm (382-482/992-1089)”, Mecelletü Câmiʿati Ümmi’l-ḳurâ, III/5, Mekke 1411/1991, s. 239-278.
B. D. Kochnev, “The Origins of Karakhanids: A Reconsideration” (trc. J. Paul), Isl., LXXIII (1996), s. 352-357.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 404-412 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Karahanlı Türkçesi. X. yüzyılın başlarında Mâverâünnehir ile Doğu Türkistan arasındaki bölgede kurulan Karahanlı Devleti’nin kullandığı yazı diline Karahanlı Türkçesi ya da Hâkāniye Türkçesi denir. Buna, Çağatay Türkçesi’nin teşekkülüne kadar Orta Asya Türk edebiyatının ortak edebî dili olması sebebiyle Müşterek Orta Asya Türkçesi adı da verilmiştir. Dil, lehçe ve şivelerin coğrafya ismiyle anılması uygun olmadığından genellikle yabancı Türkologlar’ın tercih ettiği bu son adlandırma doğru kabul edilmemektedir. Türkçe’nin çeşitli dönemlerinin adlandırılmasında Çağatay, Hârizm ve Osmanlı Türkçesi gibi devlet ismi de kullanıldığından bu dönem için Karahanlı Türkçesi veya Türkistan Türkçesi denmesi daha uygundur. Doğu Türkçesi de denilen Çağatay Türkçesi’nin esasını Karahanlı Türkçesi teşkil eder. Kâşgarlı Mahmud, Dîvânü lugāti’t-Türk’te bu dönemdeki yazı dili için Hâkāniye Türkçesi ile birlikte sadece Türkçe ifadesine de yer vermiştir.
Karahanlı Türkçesi Eski Türkçe’nin kullanıldığı bölgenin dışında İslâm medeniyetinin etkisinde gelişen ve Eski Türkçe’nin dil özelliklerini küçük değişikliklerle devam ettiren bir şivedir. Orta Türkçe dil devresinin ilk yazı dili olması vasfını da taşıyan XI-XII. yüzyıllar arasındaki bu dönemde Uygur yazısıyla birlikte Arap yazısı da kullanılmaya başlanmıştır. Kelime hazinesi bakımından Eski Türkçe’ye göre daha zengin olan bu dönemde Eski Uygurca devresinde dile giren Budizm’le ilgili kelimelerin birçoğu atılmış, bunların yerine Arapça ve Farsça’dan İslâmiyet’le ilgili kelimeler alınmıştır. Karahanlı Türkçesi’nin eldeki örnekleri şu eserlere dayanmaktadır: 1. Kur’an Tercümesi. Doğu Türkçesi ile yazılmış, günümüze kadar ulaşan Kur’an tercümelerinin dilinden, bu metinlerin ya Sâmânîler’den Mansûr b. Nûh zamanında (961-976) Kur’an’ın Farsça’ya ilk tercümesi yapılırken ya da XI. yüzyılda Türkçe’ye de çevrilmiş olduğu anlaşılmaktadır (İnan, TDl., I/6 [1952], s. 12-15; Togan, III/1-2 [1960], s. 134-140). 2. Kutadgu Bilig. Balasagunlu Yûsuf Has Hâcib tarafından 1069 yılında yazılmış 6645 beyitlik bu eserde eski ve yeni kültür çevrelerinden yabancı asıllı kelime az miktarda bulunduğundan dili henüz saflığını koruyan bir Türkçe olarak kabul edilebilir. 3. Dîvânü lugāti’t-Türk. Kâşgarlı Mahmud’un 1074 yılında telif ettiği eser Araplar’a Türkçe’yi öğretmek amacıyla kaleme alınmıştır. Türkçe’nin ilk sözlüğü olmasının yanı sıra içinde çeşitli Türkçe şiirlerin yer alması bakımından da önemli olan eserde ayrıca o dönemdeki Türk boyları ve bunların dilleri hakkında bilgi verilir. 4. Atebetü’l-hakāyık. Edib Ahmed Yüknekî tarafından yazılan eser 101 dörtlükten oluşur. Yazılış tarihi ve yeri bilinmese de eser Karahanlı Türkçesi’nin son zamanlarına ait olmalıdır. Yabancı kelime nisbeti Kutadgu Bilig’e göre bir hayli çoğalmıştır. 5. Dîvân-ı Hikmet. Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinden oluşan eserin günümüze ulaşan nüshaları Ahmed Yesevî’nin dilini yansıtmasa da XII. yüzyılın ilk yarısında yazıldığı tahmin edildiğinden Karahanlı Türkçesi’nin ürünlerinden sayılmaktadır. Dîvânü lugāti’t-Türk’te 8624, Kutadgu Bilig’de 2961 ve Atebetü’l-hakāyık’ta 1306 madde başı sözün bulunması, Karahanlı Türkçesi’nin kelime hazinesinin zenginliğini göstermesi bakımından bir fikir vermektedir.
BİBLİYOGRAFYA
C. Brockelmann, Osttürkische Grammatik der Islamischen Litteratursprachen Mittelasiens, Leiden 1954.
Mecdut Mansuroğlu, “Das Karakhanidische”, Ph.TF, I, 87-112 (bu yazının tercümesi için bk. “Karahanlıca”, Tarihi Türk Şîveleri, haz. Mehmet Akalın, Ankara 1979, s. 141-182).
A. M. Şçerbak, Grammatiçeskiy Oçerk Yazıka Tyurkskih Tekstov X-XIII vv. İz Vostocnogo Turkestana, Moskova-Leningrad 1961.
Abdülkadir İnan, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Tercümeleri Üzerinde Bir İnceleme, Ankara 1961.
a.mlf., “Eski Türkçe Üç Kur’an Tercümesi”, TDl., I/6 (1952), s. 12-15.
Ali Karamanlıoğlu, Türk Dili Nereden Geliyor Nereye Gidiyor, İstanbul 1972, s. 45-75.
Burhan Paçacıoğlu, Orta Türkçe: Karahanlı, Harezm, Kıpçak ve Eski Anadolu Türkçesi, Sivas 1995, s. 1-27.
Necmettin Hacıeminoğlu, Karahanlı Türkçesi Grameri, Ankara 1996.
Zeki Velidi Togan, “Londra ve Tahrandaki İslâmî Yazmalardan Bazılarına Dair”, İTED, III/1-2 (1960), s. 133-160.
J. Eckmann, “Kur’an’ın Doğu Türkçesi’ne Tercümeleri”, TDED, XXI (1975), s. 15-24.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 412 numaralı sayfada yer almıştır.
MİMARİ. Asya’da İslâmî dönem Türk mimarisinin izlenebilen gelişmesinin ilk eserleri Karahanlılar devrinde ortaya çıkar. İlk Karahanlı eserleri kerpiç yapılardır. Sonraları ise tuğla mimarisinin en güzel örnekleri verilmiştir. İlk kerpiç yapılardan eski Dihistan Mezarlığı’nda Şîr-Kebîr adlı büyük kubbeli yapı stuko kaplamalarıyla ve sağlamlığıyla dikkati çeker. Son zamanlarda Kara Hoço surları dışında müslüman tüccarlar için yapılmış bir mescid olarak tanımlanan yapı bu yapıya çok benzemektedir. Tek kubbeli merkezî plan şeması erken dönem için oldukça dikkati çeken bir özelliktir.
Karahanlı devri camilerinden iki önemli örnek, Anadolu Türk mimarisinde en olgun şekline kavuşacak olan enine gelişmiş, mihrap önünde kubbeli cami planıyla merkezî planlı cami formunun ilk örnekleri olarak ele alınabilecek planlama olgunluğu göstermektedir. Kerpiç ve tuğlanın birlikte kullanıldığı Buhara yakınındaki Hazara Camii kare planlı bir yapıdır. Ortada tuğladan pâyelerin taşıdığı dört tuğla kemer merkezî kubbeyi taşımaktadır. Köşelerde de birer kubbe yer alır. Aradaki boşluklar ise tonozlarla örtülmüştür. Duvarlar kerpiçtendir. Bu ilgi çekici XI. yüzyıl yapısının yanı sıra eski Merv yakınında XI. yüzyıl sonu ile XII. yüzyıl başlarına tarihlenen Talhatan Baba Camii tamamen tuğladan yapılmıştır. Enine dikdörtgen planın ortasında mihrap önünde yapının bütün genişliğiyle bir kubbe yer almaktadır. Yanlara doğru ortada birer geniş pâyeye oturtulmuş tromplu bir kubbe vardır. Yan taraflarda ise tonozlar kullanılmıştır. İleriki gelişmelere esas olan bu iki plan tipinin bu olgunlukta olması dikkat çekicidir. Diğer Karahanlı camilerinden ise tam olarak günümüze ulaşan bir örnek yoktur. Buhara’da Mugak Attari Camii’nin portal cephesi, pişmiş toprak zengin süslemeler arasında çini süslemenin de kullanıldığı erken döneme ait bir örnektir. Buhara’daki yapıların çoğu Arslan Han tarafından yaptırılmıştır. Bunlardan 1119 tarihli Namazgâh Camii’nin mihrap duvarındaki sarı kırmızımtırak küçük parlak tuğlalardan geometrik kûfî kitâbeler dikkati çeker. XII. yüzyıl başlarında inşa edilen Mescid-i Cum‘a ise orijinal şekliyle zamanımıza kadar gelememiştir. Ancak Buhara şehrinde bir sembol haline gelen ve Kalan Minare adı verilen minaresi, Arslan Han’ın adını ve 1127 tarihini veren kitâbesiyle Karahanlı tuğla işçiliğinin önemli bir örneğidir. Kuşaklar halinde değişik geometrik süslemelerle kaplanmış olan minarenin bir benzerine de Özkent’te rastlanmaktadır. Buhara’daki minareye öncü olduğu kabul edilen bu minarenin bağlı olduğu cami de yıkılmıştır. Tirmiz yakınında Çar Kurgan’da 1108-1109 tarihli diğer bir minarede Serahslı bir usta olan Ali b. Muhammed’in adı yazılıdır. On altı yivli bir gövde halinde yükselen minare Karahanlı minarelerinin başka tipte bir uygulamasıdır. Son araştırmalarda Tirmiz’deki minarenin Selçuklu hâkimiyetinden kaldığı anlaşılmakla birlikte her iki tip minare de Türkistan’da ilk minare örnekleridir. Daha önce Sâmânîler’in minareleri ahşap malzemedendi ve sık sık yangına mâruz kalıyordu.
Karahanlı mimarisinin geliştirdiği çok önemli bir yapı tipi türbelerdir. Karahanlı türbeleri cephe mimarisine özel bir önem veren, tuğla süslemelerin hâkim olduğu zengin mezar anıtı mimarisinin erken örnekleridir. Özbekistan’da Tim’de 977-978 tarihli Arap Ata Türbesi bu tipin en belirgin örneğidir. Kare planlı ve tek kubbeli yapı kubbeye geçişte kullanılan üç dilimli, yonca biçimi tromplarıyla ileriki gelişmeler için ilgi çekici bir adım teşkil ettiği gibi diğer Karahanlı türbelerinin cephelerini de etkileyen cephesiyle ayrıca önem taşır. Kademeli şekilde dikdörtgen çerçevelerle çevrelenmiş olan ve yükseltilen cephenin ortasında sivri kemerli bir niş ile giriş kapısı, üstte ise üç pencere açıklığı yer alır. Talas’ta XII. yüzyıl başından Ayşe Bîbî ve Balacı Hatun türbeleri Karahanlı tuğla mimarisinin diğer iki önemli eseridir. Ayşe Bîbî Türbesi, Nasr b. İbrâhim ile evlenmiş olan Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın kızı Ayşe Bîbî için yaptırılmıştı. Cephenin iki yanında yer alan minare biçimindeki ortası daralan kuleleri ve cephenin bütünü, altmış dört değişik süsleme ile işlenmiş sırlı tuğla bir kaplamaya sahiptir. Fergana vadisinin doğusunda Özkent’te bulunan yan yana üç türbe kubbeli yapılar olup Karahanlı tuğla mimarisinin önemli eserlerindendir. Ortadaki 1012 tarihli Nasr b. Ali Türbesi tromplu kubbeli bir yapıdır; bugün ise kubbesi yıkıktır. Sivri kemerli trompların altındaki küçük nişlerde lotus-palmetlerden bitki süslemeleri dikkati çeker. Cephedeki bordürlerde kırık sekizgenlerin kesişmesinden meydana gelen dörtlü düğümler, Türk süslemelerinde her devirde görülen geometrik desenlerin ilk örneklerindendir. Solda 1152 tarihli Celâleddin Hüseyin Türbesi sivri kemerli geniş bir nişle açılan cepheye sahiptir. Geometrik ve bitkisel süsleme yanında kitâbe kuşaklı kemeri ve fîrûze çini kaplama izleri dikkati çeker. Sağdaki türbe ise 1186 tarihlidir. Muhammed b. Nasr’ın bu türbesinde de aynı mimari esaslar ve süsleme hâkimdir. Kâsân yakınında Sefîdbulan’da Şeyh Fâzıl Türbesi XII. yüzyıl ortalarından değişik bir uygulamadır. Kare planlı yapının kubbesi dışarıdan belirtilecek şekilde üç kat kasnağa oturtulmuştur. Burada diğer Karahanlı türbelerinin aksine dış görünüş basitliğine karşılık içte zengin stuko dekoru ile kaplıdır.
Karahanlılar şaşılacak olgunlukta ve büyüklükte bir kervansaray mimarisinin de geliştiricileridir. Şemsülmülûk Nasr b. İbrâhim’in yaptırdığı iki kervansaraydan Buhara-Semerkant yolunda, 1078-1079 tarihli Ribât-ı Melik’in pîştâk denilen anıtsal taçkapısı ile cephesi ayaktadır. 86 × 86 metrelik boyutlara ulaşan bu yapının cephesinde kerpiç üstüne tuğla kaplı geniş yivli bir düzen dikkati çeker. Üstte sivri kemerlerle birbirine bağlanan bu iri yivler bütün bölge için karakteristik olmuştur. Çar Kurgan minaresinde de rastlanan bu form ilgi çekici bir gelişmeyle Anadolu’da da kendini gösterecektir. Son araştırmalara göre geniş bir külliye biçiminde ele alınmış olduğu anlaşılan bu yapı kazılar sonucunda ilgi çekici bir restitüsyonla tanıtılmıştır. Köşelerde kulelerle sınırlandırılmış olan anıtsal cephenin arkasında üzeri açık üçlü bir avlu tasarımı yer almaktadır. Bunun arkasında ikinci bir anıtsal giriş kapalı bölüme götürmektedir. Ortada sekiz köşeli bir destek dizisine oturtulmuş büyük merkezî kubbe on altı küçük kubbe ile çevrelenmiştir. Merkezî kubbe ile örtülü bu kare mekânın iki yanında üzerleri kısmen açık iki yan avlu bulunmaktadır. Geç dönem İran kervansaraylarının kapalı bölümlerini andıran böyle bir tasarım eğer gerçekten yapının ilk dönemine aitse, bu Karahanlı kervansarayı, açık ve kapalı bölümleriyle Türk mimarisinin ileriki kervansaray şemalarının da bir öncüsü olmak durumundadır. Karahanlı kervansarayları XI. yüzyıl ile XII. yüzyılın başlarında sağlam bir temel olmuştur. Dihistan, Akçakale, Dâye Hatun, Başane (Kutluşehir) kervansarayları Büyük Selçuklu kervansarayları ile (ribâtlar) yakın plan ve form benzerliklerine sahiptir. Başane Kervansarayı ise plan şemasıyla Anadolu’daki sultan hanlarının plan şemasını andırmaktadır. Üzerinde iyice durulması gereken Türk mimarisinin bu erken devrinde Karahanlılar, cami ve türbeleriyle ileriki gelişmeleri etkileyecek olan ilk adımları atarken kervansaray mimarisinde gerçekleştirdikleri avlu-eyvan ve kubbe kompozisyonlarıyla da öncülük ediyorlardı.
1066’da İbrâhim Tamgaç Han’a mal edilen ve kazılarda kısmen aydınlatılan Semerkant’ta Kusem b. Abbas Meşhedi karşısındaki yapının eyvanlı-avlulu bir Karahanlı Medresesi olduğu düşünülmektedir. Karahanlı sarayları hakkında da kaynaklarda bilgi bulunmaktadır. Sonradan Gazneli, Gurlu ve Büyük Selçuklular’ın da kullandığı Tirmiz Sarayı önemli bölümleriyle aydınlatılmıştır. Yüksek portalleri, kare planlı köşkleri, eyvanlardaki taht salonu ve çok çeşitli tekniklerdeki süslemeleriyle XI-XII. yüzyıl sivil mimarisi için örnek ve sentez bir anıt olarak değerlendirilir.
Mâverâünnehir ve Doğu Türkistan bölgesinde hâkim olan Karahanlılar bir yandan Horasan, Afganistan ve Kuzey Hindistan bölgelerinde hâkim olan Gaznelilerle öte yandan Büyük Selçuklular’la sürekli ilişki içinde olduklarından Asya’da Türk mimarisinin kaynak ve yayılışında önemli rolleri olmuştur.
Karahanlı mimarisinde tarihlendirmede özellikle mezar anıtları için karışıklıklar vardır. Fakat genelde bölge ve dönem olarak onlara mal edilen yapıların üslûp ve tasarımları, ileriki gelişmelerde yerini bulacak olan oturmuş plan şemaları ve formların erken örnekleri olma özelliğini korumaktadır. Bu bakımdan geniş bir zaman dilimine ve coğrafî bölgeye yayılmış olan bu dönemin mimarisini sağlam temellere oturtmak pek çok sorunu çözecektir.
BİBLİYOGRAFYA
E. Cohn-Wiener, Turan: Islamische Baukunst in Mittelasien, Berlin 1930, tür.yer.
G. A. Pugachenkova, Puti razvitiya arkhitektury yuznogo Türkmenistana, Moskova 1958, tür.yer.
a.mlf. – V. I. Rempel, Zodchestvo Uzbekistana, Taşkent 1959, tür.yer.
a.mlf.ler, Istoriya Iskusstvo Uzbekistana, Moskova 1965, tür.yer.
V. I. Rempel, Arkhitektury Ornament Uzbekistana, Taşkent 1961, tür.yer.
Oktay Aslanapa, Türk Sanatı I, İstanbul 1972, s. 19-36.
a.mlf., Türk Sanatı, İstanbul 1984, s. 27-42.
a.mlf., Türk Cumhuriyetleri Mimarlık Abideleri, Ankara 1996, s. 195-241.
Metin Sözen v.dğr., Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul 1975, s. 1-25.
Mustafa Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul 1977, s. 97-167, 183-198, 219-220.
Ara Altun, Ortaçağ Türk Mimarisinin Anahatları İçin Bir Özet, İstanbul 1988, s. 8-13.
a.mlf., “Dört Yarım Kubbeli Cami Plan Şemasının Kaynakları Hakkındaki Görüşler Üzerine”, TKA, XXIV/1 (1986), s. 1-6.
H. Field – E. Brostow, “Excavations in Uzbekistan, 1937-39”, AI, IX (1942), s. 143-159.
Emel Esin, “Türk San’atı Tarihinde Kara-hanlı Devrinin Mevkii”, TTK Bildiriler, VI (1967), s. 100 vd.
a.mlf., “Ribâṭ-i Melik Ḫaḳanî Sülâlesinden İbrâhîm-oğlu Çu Tigin İkinci Naṣr Şemsü’l-Mulk ve Ḫarcang’de h. 471/1078’de Yaptırdığı Külliye”, Erdem, II/5, Ankara 1986, s. 405-425.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 412-414 numaralı sayfalarda yer almıştır.