KARANTİNA

Bulaşıcı hastalıklardan korunmak için insan veya hayvanların belli bir yerde gözetim altında tutulması.

Müellif:

Sözlükte “yolcuların gözetim altında tutulma süresi” demek olan ve İtalyanca “kırk” anlamına gelen quarantenadan gelir. Osmanlı Devleti karantina usulünü uygulamaya başladığında bu kelimenin yerine daha çok “usûl-i tehaffuz”, karantina yeri olan lazaret veya lazarettoya karşılık da “tehaffuzhâne” tabiri kullanılmıştır (bk. HIFZISSIHHA).

Bulaşıcı hastalıklar sebebiyle çeşitli tedbirlerin alınması ve hastalığa yakalanmış olanların tecrit edilmesi eskiden beri görülen bir uygulamadır. Eski Ahid’de, savaştan sonra orduda çıkan veba salgını dolayısıyla askerlerin yedi gün süreyle ordugâhın dışında konaklamaları, vücutlarını, elbiselerini ve diğer eşyalarını temizlemeleri, ateşe dayanıklı madenî eşyanın tamamını ateşten geçirmeleri emredilmekte ve ancak yedinci gün tekrar yıkanıp elbiselerini de bir daha yıkadıktan sonra ordugâha girebilecekleri belirtilmektedir (Sayılar, 31/16-24). Aynı şekilde cüzzamlı hastaların belirli bir süre tecrit edilmesi, elbiselerinin temizlenmesi veya yakılmasıyla ilgili hükümlere de geniş yer verilmektedir (Levililer, 13/2-5, 46, 52; Sayılar, 5/1-4).

Hz. Peygamber bir yerde veba çıktığını duyanların oraya girmemelerini, bu hastalığın bulundukları yerde zuhur etmesi halinde ise kaçmak amacıyla oradan çıkmamalarını emretmiştir (Buhârî, “Ṭıb”, 30; Müslim, “Selâm”, 92-100). Aynı şekilde cüzzamlı hastalardan kesinlikle uzak durulmasını isteyen Resûl-i Ekrem (Buhârî, “Ṭıb”, 19), kendisine biat etmek üzere Medine’ye gelmekte olan Sakīf kabilesi heyetinde cüzzamlı bir hastanın bulunduğunu haber alınca onun geri dönmesini istemiş ve biatının kabul edildiğini bildirmiştir (Müslim, “Selâm”, 126; İbn Mâce, “Ṭıb”, 44). Hz. Peygamber, hastalıklı hayvanların sağlıklı hayvanlardan ayrı tutulması gerektiğini de belirtmiştir (Müslim, “Selâm”, 104-105; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 24). Halifeliği döneminde Suriye’ye gitmek üzere yola çıkan Hz. Ömer’e bölgede veba salgını olduğu haber verilince geri dönmüş; kendisine, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diyenlere Allah’ın kaderinden yine O’nun kaderine sığındığını söylemiştir (Buhârî, “Ṭıb”, 30; Müslim, “Selâm”, 98-100; Taberî, IV, 57-58). Emevî Halifesi I. Velîd cüzzamlıların tecridine yönelik tedbirler almış, yaptırdığı hastahanede onların bakım ve tedavileri için para tahsis etmiştir (Taberî, VI, 437; Makrîzî, II, 405).

Yolcularla ilgili olarak bilinen ilk karantina uygulaması 1377’de Venedik ve Dubrovnik’te yapıldı, ilk karantinahâne ise 1423 yılında Venedik yakınlarında Santa Maria di Nazareth adasında kuruldu (Panzac, Quarantaines et Lazarets, s. 31). XIV. yüzyılın sonlarından itibaren Doğu Akdeniz limanlarında tatbik edilmeye başlanan karantina tedbirleri, daha sonraki dönemlerde karayolu ulaşımına da sıkı bir şekilde uygulandı. Bunun en tipik örneği Avusturya’nın Osmanlılar’a uyguladığı karantinadır. Pasarofça Antlaşması’nın ardından Osmanlı-Avusturya ticarî münasebetlerinin ve mal mübadelesinin artmasıyla Avusturya, Doğu’dan taşınan veba hastalığının ülkesine sirayetini engelleyebilmek için Osmanlı tüccar, yolcu ve mallarına karşı çok katı karantina tedbirlerine başvurmuştur. Osmanlı ülkesinden gelen yolcuların ve malların karantinaya uğramadan sınırdan geçişine izin vermemiş, Osmanlı-Avusturya sınırı boyunca bu işle uğraşan ve salgınların söndüğü zamanlarda dahi sıkı kontrollere devam eden üç aşamalı idarî bir teşkilât meydana getirmiştir (Kolling, s. 423 vd.).

Modern anlamda karantina uygulamasının yaygınlaşmasında ve karantina teşkilâtlarının kurulmasında büyük salgınlar etkili olmuştur. Özellikle XIX. yüzyılın karakteristik hastalığı olan kolera sağlık teşkilâtlarının kurulmasını hızlandırmış, sağlık alanında milletlerarası iş birliği ve antlaşmalar yapılmasına yol açmıştır. Yüzyıllar boyu insanlığı dehşete düşüren büyük veba salgınlarının yerini XIX. yüzyılda kolera pandemileri almıştır. Asya kolerası olarak adlandırılan ve Hindistan’dan çıkarak bütün dünyaya yayılan kolera Osmanlı ülkesinde ve başşehrinde de etkili olmuş, 1817, 1829, 1852, 1863, 1881 ve 1899 salgınları kitle halinde ölümlere yol açmıştır.

Osmanlı Devleti’nde ilk karantina uygulaması Sultan II. Mahmud döneminde, 1831 yılındaki büyük kolera salgını sırasında olmuştur. Rusya’da ortaya çıkan hastalık üzerine İngiltere, Fransa, Nemçe sefâret tercümanları Rusya’dan Osmanlı limanlarına gelecek gemilere karantina tatbik edilmesini istediler. Bunun üzerine II. Mahmud devlet ricâlinden karantina konusunun müzakere edilerek uygulamaya başlanmasını emretti. Sadâret kaymakamının başkanlığında seraskerin de bulunduğu bir meclis karantina işini görüştü. Alınan karara göre İstanbul’a gelen bütün gemiler Boğaziçi’nde bekletilecekti. II. Mahmud’un iradesiyle Mustafa Nazif Efendi müstakil olarak karantina işiyle görevlendirildi. Karadeniz’den İstanbul’a gelecek İslâm gemilerinin Büyük Liman’da, diğer devlet gemilerinin İstinye körfezinde beş gün karantina altında tutulması kararlaştırıldı (, Cevdet-Sıhhiye, nr. 651). Koleradan korunmak için başvurulacak karantina usulüne dair Hekimbaşı Mustafa Behcet Efendi’nin kaleme aldığı risâle ücretsiz olarak dağıtıldı. Cezayirli Hamdan Efendi karantinanın haram olmadığına dair İthâfü’l-üdebâ adlı bir risâle yazdı, Takvîm-i Vekāyi‘de karantinanın faydaları hakkında yazılar çıktı. Bu arada vebalı hastalara Maltepe Hastahanesi’nde ve Kızkulesi’nde “usûl-i tehaffuz” uygulandı. Kızkulesi’nde vebalı hastaların tedavisiyle uğraşan Antuvan Lago’nun karantina usulünün Avrupa’da tatbiki ve bulaşıcı hastalıklarla mücadele hakkında yazdığı risâle, daha sonra karantina teşkilâtının kurulmasında etkili oldu.

Osmanlılar’da karantina uygulaması daha sistemli olarak 1835 yılında Çanakkale’de başladı. Akdeniz çevresini etkileyen kolera dolayısıyla Çanakkale’de karantina çadırları kuruldu, Marmara ve İstanbul’a gidecek gemiler bir süre bekletildi. Sahaflar Şeyhizâde Esad Efendi iki bin beş yüz kuruş maaşla karantinaya müdür tayin edilirken Avusturya konsolosunun oğlu da yardımcı yapıldı. Karantina bekleyen kayıkların reislerine karantina tezkiresi verilmesi usulü getirildi.

Karantina konusuna önem veren II. Mahmud’un isteğiyle Meclis-i Meşveret toplandı. Ulemânın da katıldığı bu mecliste fıkıh ve fetva kitaplarına müracaat edilerek konu önce şerʻî açıdan incelendi ve karantinanın câiz olduğu kabul edildi, ardından bu işin mülkî ve idarî yönü görüşüldü. Şeyhülislâm Mekkîzâde Âsım Efendi karantina uygulamasının câiz olduğuna dair fetva verdikten sonra, konunun incelenerek gerekli nizamların hazırlanması, karantina hakkında bilgili kişilerden meydana gelen ve haftada birkaç gün toplanacak olan bir meclise havale edildi. Karantina Meclisi’nin kuruluşu Takvîm-i Vekāyi‘in Nisan 1838 sayısında ilân edildi. Mecliste alınacak kararların ve oluşturulacak nizamın şer‘î yönü Esad Efendi, tıbbî yönü Abdülhak Molla, askerî yönü de mansûre feriklerinden Selim Paşa’nın sorumluluğundaydı. Sıhhiye meclisi, karantina meclisi, meclis-i umûr-ı sıhhiye, karantina nezâreti, sıhhiye nezâreti, meclis-i tehaffuz gibi çeşitli isimlerle anılan bu meclis başlangıçta meclis-i tehaffuz-ı ûlâ ve meclis-i tehaffuz-ı sânî olmak üzere iki şube halinde teşkilâtlandırılmışsa da bu fark zamanla ortadan kalkmıştır.

İstanbul’un çeşitli yerlerinde karantina noktaları kurularak faaliyete başlandı. İstanbul, Bilâd-ı Selâse ve Boğaziçi’nde hangi hastalıktan ve hangi milletten olursa olsun toplu ölümlerde Karantina Meclisi’ne haber verilmesi ve meclisten tezkire alınmadıkça ölülerin defnedilmemesi kural haline getirildi. Karantina tatbikatında her millet için ayrı ayrı hastahane yapımı gerektiğinden hastahaneleri olmayan yahudilere ve Karaimler’e Hasköy’de kendi hastahanelerini yapma izni verildi. Henüz karantina binaları inşa edilmemiş olduğundan karantina icrası için Tersâne-i Âmire’den bir gemi alınıp Galata’da Kurşunlumahzen önünde personeli belirlenerek hizmete başlandı. İstanbul’a dışarıdan gelip giden gemi yolcularına verilen mürûr tezkirelerine geldikleri yerdeki sağlık durumunun yazılması da usul haline getirildi.

İstanbul dışında Bursa, Trabzon, Midilli, Siroz, Çanakkale gibi pek çok yerde karantina noktaları kuruldu. Çanakkale’ye karantina müdürü olarak tayin edilen Esad Efendi’ye Akdeniz adalarından, Anadolu ve Rumeli sahillerinden İstanbul’a gelecek bütün yerli ve yabancı gemiler, tekneler ve bunların yolcularına verilen mürûr tezkirelerinin Çanakkale’ye kadar geçerli olacağı, buradaki karantinada tezkirelerin değiştirilerek yenilerine sağlık durumlarının yazılması, karantinaya tâbi olmaksızın ve karantina tezkiresi ibraz etmeksizin İstanbul’a gidenlerin kabul edilmeyeceği tâlimatı verildi.

Karantina uygulaması hakkında Osmanlı Devleti’nde uzman kimse bulunmadığından Avusturya’dan uzmanlar istendi. İmzalanan kontrat ile Osmanlı Devleti’nde karantina nizamını yürütmek üzere bu konuda herkesten çok bilgisi olan Zemun Karantinahânesi başdirektörü Doktor Minas ile tercümanı ve yardımcısı İstanbul’a geldi (, nr. 37475-F). Doktor Minas, karantina nizamnâmesinin esasını teşkil eden bir lâyiha hazırlayarak İstanbul’da sokakların, pazar yerlerinin temizliği, mezbaha ve çömlekçi dükkânı gibi çeşitli imalâthanelerle mezarlıkların şehir dışına çıkarılması gibi faaliyetlere başladı. Karantina nizamnâmesinin eksiksiz hazırlanabilmesi için Avrupa devletlerinde olduğu gibi yeni bilgilerle donanmış doktorlardan oluşan Meclis-i Nizâmât-ı Tehaffuzıyye adında bir meclis kurulmasını istedi. Bunun üzerine Avusturyalı doktor Nauner, padişahın hekimi MacCarty, doktor Mayer üye sıfatıyla meclise alındı.

Sağlıkla ilgili yönünün yanında hem hâricî hem ticarî boyutları olan karantina tatbikatına devamlı müdahale eden Avrupalılar’ın itirazlarını önlemek için Hariciye Nâzırı Reşid Paşa’nın teklifiyle Avrupalı hekimlerin ardından İstanbul’daki sefirlerin temsilcileri de karantina meclisine dahil edildi. Başlangıçta geçici olarak meclise katılan sefir vekillerinin statüleri zamanla dâimî hale dönüştü. “Sâhib-i re’y” sıfatıyla mecliste zamanla çoğunluğu teşkil eden bu üyeler karantina meclisine milletlerarası bir mahiyet vererek alınan kararlarda söz sahibi oldular. Sefir vekillerinin karantina meclisine dahil edilmesi umulanın aksine Osmanlı Devleti’nin aleyhine sonuçlar doğurdu. Yabancı gemilerden de karantina resmi alınmasını sağlayan Karantina Rüsûmat Tarifesi (Düstur, Birinci tertip, II, 837-839) 1872 yılında yürürlüğe konulabildi. Karantina nizamlarını ihlâl edeceklere verilecek cezaî hükümleri tesbit eden Cerâim-i Sıhhiye Kanunu ise ancak 1883 yılında düzenlenebildi. Said Paşa, Osmanlı menfaatlerine ve hukukuna ters düşen bu sakıncalı durumu ortadan kaldırmak ve tekrar mecliste çoğunluğun Osmanlı üyelerinin eline geçmesini sağlamak için on kadar tabibi fahrî üye olarak tayin etmişse de (, İrade-Dahiliye, nr. 73547) bunların üyelikleri uzun sürmedi. Sefir vekillerinin karantina meclisine dahil edilmesi ve verilen tâvizler neticesinde Karantina Meclisi karışık sıhhiye meclisi haline gelmiş, kapitülasyonlara sıhhiye kapitülasyonları adıyla yeni bir ilâve daha yapılmıştır.

Karantina Meclisi teşkilinden kısa bir süre sonra genişletildi. Bu sırada deniz karantinası usulünü bilmediğinden Doktor Minas’ın yerine Fransız asıllı Robert karantina başdirektörlüğüne getirildi (, Cevdet-Sıhhiye, nr. 896). Ayrıca karantina işlerinin daha iyi yürütülebilmesi amacıyla Lebib Efendi nâzır tayin edilerek karantina nezâreti müstakil olduysa da uzun süre varlığını koruyamadı ve müstakil statüsüne son verilerek diğer nezâretlere bağlı bir müdürlük halinde devam etti. Önce Hariciye Nezâreti’ne, ardından tophâne, tersane, ticaret nezâretlerine, 1879’da tekrar Hariciye Nezâreti’ne (, İrade-Hariciye, nr. 16790), 1915 yılında ise Dahiliye Nezâreti’ne bağlandı. 1896’da Hicaz Karantinası hariç 125 karantina noktasında 511 kişi çalışırken sıhhiye idaresi lağvedildiğinde idarede kırk iki doktor, 425 memur ve müstahdem çalışmaktaydı (M. Cemil, II, 156). Lozan Konferansı’nda, sağlık uygulamalarıyla ilgili ağır şartlar içeren sıhhiye kapitülasyonlarının kaldırılması söz konusu olduğu zaman Avrupalılar buna itiraz ederek İstanbul Sıhhiye Meclisi’nin yerine doktorluk komitesini kurmak istediler, ancak bu istek Türk temsilcilerince reddedildi ve sıhhiye kapitülasyonları kaldırılarak sağlık işleri millîleştirildi.

1866 yılında İstanbul’da toplanan milletlerarası sağlık konferansında her yıl hac mevsiminde Hicaz’a bir sağlık komisyonu gönderilmesi kararı alınmıştı. Bu karar üzerine Osmanlı Devleti kurban kesilen mahallerde kokuşmanın önlenmesi için gerekli tedbirleri almak, hac zamanında Mekke ve Medine’de sağlığa zararlı yiyeceklerin satışını engellemek, hacıların Hicaz’a geliş ve dönüşlerinde özellikle koleranın ortaya çıktığı yer olan Hindistan’dan gelen hacılar hakkında gerekli sağlık tedbirlerinin uygulanmasıyla mükellef olmak üzere arka arkaya sağlık heyetleri gönderdi. Bunların çalışmalarından olumlu sonuç alınması üzerine dış müdahalelere karşı Hicaz ve Kızıldeniz’de durumunu kuvvetlendirmek isteyen Osmanlı hükümeti Kızıldeniz’in Osmanlı sahillerinde karantinalar teşkil etmeye başladı. Hicaz ve Yemen sahillerinde Cidde, Yenbu‘, Râbiğ, Lit, Kunfüze, Hudeyde, Muhâ, Kemerân gibi noktalarda karantinalar oluşturuldu. 1893’te Hicaz’da hüküm süren koleranın tahribatının büyük olması dikkatleri Mekke’ye yöneltti. Avrupalı devletler Mekke’de hac esnasında umumi sağlığın muhafazası ve Basra körfezinde sağlık tehdidinin önlenmesi için 1894 yılında II. Paris Milletlerarası Sıhhiye Konferansı’nı düzenledi. Konferansta büyük güçlerin umumun sağlığının muhafazası adına hacca müdahale arzusu göstermeleri üzerine Osmanlı Devleti Hicaz üzerindeki hukukunu korumak ve inisiyatifini kaybetmemek için Hicaz’da sağlık alanında ıslahat yapacağını vaad etti.

1895’te Mekke sıhhiye tabibi doktor Kāsım İzzeddin’in lâyihası doğrultusunda Mekke Sıhhiye İdaresi kuruldu. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra hacla ilgili sağlık işlerinin önemini yeterince kavrayamayan bazı kimseler Mekke Sıhhiye İdaresi’nin lağvedilmesine çalıştılar. İstanbul Karantina Meclisi’nin olumsuz tutumu ve siyasî olayların seyri hacla ilgili sağlık işlerinin İstanbul Sıhhiye Meclisi’nin idaresinden alınmasını gerektirdi. 1910 yılında Mekke Sıhhiye İdaresi Dahiliye Nezâreti’ne bağlandı. Daha sonra da Hicaz’da sağlık işlerinin ıslahı için Dahiliye Nezâreti’ne bağlı olarak Hicaz Sıhhiye Meclisi teşkil edildi. 1911’de daha kapsamlı hizmet verebilmesi için Hicaz Sıhhiye Meclisi İstanbul’da Hicaz Sıhhiye Müdîr-i Umûmîliği adıyla yeniden teşkilâtlandırıldı (Sarıyıldız, Hicaz Karantina Teşkilatı, s. 136 vd.).


BİBLİYOGRAFYA

Buhârî, “Ṭıb”, 19, 30.

Müslim, “Selâm”, 92-100, 104-105, 126.

Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 24.

İbn Mâce, “Ṭıb”, 44.

, nr. 25569, 37475-F, 40784, 47951.

, Cevdet-Sıhhiye, nr. 347, 651, 896.

, İrade-Dahiliye, nr. 37312, 73547.

, İrade-Hariciye, nr. 16790.

, İrade-Meclis-i Mahsûs, nr. 3424.

, Dahiliye Nezâreti Hukuk Müşavirliği, nr. 30/145.

, Nizâmât Defteri, nr. 1, s. 130-135.

, Ayniyat Defteri, nr. 1714, tür.yer.

, IV, 57-58; VI, 437.

, II, 405.

Meclis-i Umûr-ı Sıhhiyye Mazbataları (1872-1914).

Düstur, Birinci tertip, İstanbul 1289, II, 837-839.

Proust, Sıhhıyye Politikasında Yeni Bir Cevelan Yani Sıhhiye Mesele-i Siyasiyesinin Hal ve Tesviyesi Cihetini Tayin-Hicaz Hacları (trc. Ahmed Mermi), İÜ Ktp., TY, nr. 4631, tür.yer.

, V, 126.

Ahmed Midhat, “Devlet-i Aliyye-i Osmâniye’de Karantina Yani Usûl-i Tehaffuzun Tarihçesi”, Salnâme-i Nezâret-i Hâriciyye, İstanbul 1318, s. 436-471.

Said Paşa, Hâtırat, İstanbul 1328, II, 145.

Kāsım İzzeddin, Hicaz Sıhhıyye İdaresi-Hicaz’da Teşkilât ve Islâhât-ı Sıhhıyye 1329 Yılı Hac Raporu, İstanbul 1328, s. 16 vd.

M. Cemil, Lozan, İstanbul 1933, II, 156-158.

J. Baldry, “The Ottoman Quarantaine Station on Kamaran Island 1882-1914”, Studies in History of Medicine, New Delhi 1978, s. 9.

O. Kolling, “XVIII. Asırda Veba Salgını Devirlerinde Ticaret Münasebetleri” (trc. Sadrettin Karatay), Ülkü (Seçmeler 1933-1941), Ankara 1982, s. 423 vd.

D. Panzac, La peste dans l’Empire ottoman (1700-1850), Louvain 1985, s. 412.

a.mlf., Quarantaines et lazarets, Aix-en-Provence 1986, s. 33.

, II, 222-223.

Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilâtında Reform: 1836-1856, İstanbul 1993, s. 265-276.

Gülden Sarıyıldız, Hicaz Karantina Teşkilatı, Ankara 1996.

a.mlf., “XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Kolera Salgını”, Tarih Boyunca Anadolu’da Doğal Afetler ve Deprem Semineri (22-26 Mayıs 2000) Bildiriler, İstanbul 2001, s. 309-319.

a.mlf., “Karantina Tarihinden Bir Yaprak: Kuleli Tahaffuzhanesi”, Bilim Tarihi, sy. 19, İstanbul 1993, s. 25 vd.

a.mlf., “Karantina Meclisi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, , LVIII/222 (1994), s. 329 vd.

Osman Şevki Uludağ, “Son Kapitülasyonlardan Biri Karantina”, a.e., II/7-8 (1938), s. 445 vd.

Sinan Kuneralp, “Osmanlı Yönetimindeki (1831-1911) Hicaz’da Hac ve Kolera” (trc. Münir Atalar), AÜ Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi: OTAM, sy. 7, Ankara 1996, s. 503 vd.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 463-465 numaralı sayfalarda yer almıştır. Bu madde en son 03.04.2020 tarihinde güncellenmiştir.