KÂSÂNİYYE

Nakşibendiyye tarikatının Ahmed el-Kâsânî’ye (ö. 949/1542) nisbet edilen bir kolu.

Müellif:

Ahmed el-Kâsânî’nin faaliyetleriyle bilhassa Fergana, Semerkant ve Buhara’da temelleri atılan Kâsâniyye onun vefatından sonra halifeleri yoluyla Orta Asya’da, Doğu Türkistan, Kuzey Hindistan, Belh, Şam ve İstanbul’da yayılma imkânı bulmuştur. Dehbîdiyye adıyla da anılan Kâsâniyye’nin yükselişi ve şehirlerde etkinlik kazanması Orta Asya’da Kübreviyye ile Yeseviyye’nin zayıflamasına yol açmış, hatta bu yükseliş diğer bazı Nakşibendî kollarına ancak küçük kasabalarda tutunabilme imkânı vermiştir.

Tarikatın usul ve âdâbı klasik Nakşî geleneğine benzemekle birlikte bazı değişiklikler ihtiva etmektedir. Müridlere kabiliyetlerine göre farklı esmâ tavsiye edilebilir. Hatta bazıları için semâ, halvet, cehrî zikir ve riyâzete de izin verilebilir. Kâsâniyye’de günlük evrad, seher vakti yetmiş defa tekrarlanan “estağfirullah” ve üçer defa tekrarlanan tövbe mahiyetindeki dualarla başlar. Bu istiğfar, ikindiden sonra da cehrî olarak yapılır. On iki rek‘at kılınan teheccüd namazının arkasından muhtelif virdler okunur. Sabah namazının ardından zamanı geldiğinde iki rek‘at işrak ve on iki rek‘at duhâ namazı kılınır ve kelime-i tevhid ile meşgul olunur. Klasik Nakşibendî geleneğinde olduğu gibi Kâsâniyye’de de sohbet, râbıta ve edep önemli unsurlar arasındadır.

Kâsâniyye tarikatı İshâkıyye, Âfâkıyye, Cûybâriyye adlı kollara ayrılmıştır. Bunların dışında müstakil bazı Kâsânî şeyhleri de vardır.

İshâkıyye. Kâsâniyye’nin Ahmed el-Kâsânî’nin halifelerinden Mevlânâ Lutfullah Çûstî ile (ö. 979/1571-72) başlayan koludur. Mevlânâ Lutfullah, Ahsîkes’in Çûst köyünde doğdu, Semerkant’ta tahsil görürken Muhammed Kādî’ye, onun ölümünden sonra da Ahmed el-Kâsânî’ye intisap etti. Kâsânî’nin vefatı üzerine halifesi olarak Semerkant’ta irşada başlayan Lutfullah, Kübrevîler’le tartıştığı için dönemin idarecisi Ebû Said Han’a şikâyet edildi ve han tarafından cezalandırıldı. Bu olaydan sonra memleketi Çûst’a dönüp orada vefat eden Lutfullah’ın yerine Ahmed el-Kâsânî’nin oğlu Hâce İshak geçti. Sülûkünü Mevlânâ Lutfullah’ın yanında tamamlayıp Doğu Türkiskan’da irşad faaliyetine başlayan Hâce İshak, Kâşgar Valisi Muhammed Han da dahil olmak üzere birçok mürid edindi. Yarkent, Kâşgar, Hoten ve Aksu’da on iki yıl kadar Nakşibendîliği yaydıktan sonra memleketi Semerkant’a döndü ve orada vefat etti (ö. 1008/1599-1600). Hâce İshak’a nisbetle Kâsâniyye’nin bu koluna İshâkıyye ya da Karadağlık Hâceleri adı verilmiştir. Hayatına dair Muhammed İvaz tarafından Żiyâʾü’l-ḳulûb adıyla bir eser kaleme alınmıştır. Hâce İshak vefatından önce oğlu Şâdî’yi Yarkent’e halife olarak tayin etmişti. Sonraki yıllarda tarikatın önde gelen isimlerinden Dânyâl ve Şuayb siyasî olaylar yüzünden Keşmir’e kaçmak zorunda kaldılar. Bu kola mensup birçok kişinin öldürüldüğü olaylarda Kâsâniyye’nin diğer kolu olan Âfâkıyye’nin önde gelen ismi Hidâyetullah Âfâk ve karısı Hânum Pâdişâh’ın parmağı olduğu öne sürülmektedir. 1132’lerde (1720) Doğu Türkistan’a yönetici olan Dânyâl’in vefatı üzerine bölgedeki şehirler oğulları arasında taksim edildi ve bundan sonra İshâkıyye’nin siyasî yönü ön plana çıkmaya başladı. Muhammed Sâdık Kâşgarî’nin Teẕkire-i ʿAzîzân, Şah Mahmûd b. Mirzâ Fâzıl Curâs’ın Enîsü’ṭ-ṭâlibîn adlı eserleri bu kola mensup şahsiyetler hakkında ayrıntılı bilgiler ihtiva etmektedir. Hâce İshak’ın önde gelen halifelerinden Hâvend Mahmûd Lâhûrî (ö. 1052/1642), Keşmir’deki Sünnîler’in liderliğini üstlenip Şiîler’le mücadeleye girişmiş, daha sonra Lahor’a gelip orada vefat etmiştir. Hâce Muînüddin’in Kenzü’s-saʿâde ve Mirʾât-ı Ṭayyibe adlı eserlerinde hayatı hakkında geniş bilgi vardır. Silsilesi oğlu Hâce Muînüddin ve Muhammed Ebû Saîd Belhî tarafından sürdürülmüştür. Bu son şahıs Abdülganî en-Nablusî’nin Nakşî şeyhidir.

Âfâkıyye. Ahmed el-Kâsânî, oğlu Hâce Kelân Muhammed Emîn’i yerine postnişin olarak bırakmıştı. Ancak Muhammed Emîn, kendini bu işe lâyık görmediği için babasının halifelerinden Muhammed İslâm Cûybârî’ye intisap etti. Yirmi iki yıl onun sohbetinde bulunduktan sonra icâzet alıp Dehbîd’e döndü ve irşada başladı. Kâsânî’nin Hâce İshak dışında bütün oğulları ona intisap etti. Hâce Kelân, Dehbîd’de vefatı esnasında oğlu Hâce Hâşim Dehbîdî’yi halife olarak bıraktı. Hâce Hâşim de iki önemli halife yetiştirdi. Bunlardan biri kardeşi Hâce Yûsuf, diğeri Muhammed Hatib Sîvincî’dir. Sîvincî yoluyla devam eden silsileye mensup olan Mehmed Niyaz Buhârî, XVIII. yüzyılda İstanbul’a gelip bir süre irşadla meşgul oldu ve üç halife bırakarak Kâsâniyye’nin Anadolu’da yayılmasına katkıda bulundu. Bu halifeler, Üsküdar Alaca Minare Tekkesi şeyhi Hacı Hüseyin Dede (ö. 1173/1759), Kanlıca Atâullah Efendi Tekkesi şeyhi Mehmed Atâullah Efendi (ö. 1203/1789) ve Mustafa Müstakim Niyâzî’dir. Hâce Kelân’ın diğer oğlu Yûsuf, ağabeyi Hâce Hâşim’den icâzet alıp oğlu Hidâyetullah Âfâk Hâce ile Kâşgar’a gitti. Bölgenin yöneticisi Abdullah Han’ın oğlu Yulbârs’tan büyük ilgi gören Hâce Yûsuf’un vefatından sonra bu kolun liderliği oğlu Âfâk Hâce’ye (Apak Hoca) geçti. Âfâk Hâce 1678’de Kalmuklar’ın desteğiyle Kâşgar emîri oldu. Oğulları Yahyâ ve Mehdî Kâşgar’da valilik yaptılar. Ancak silsilesi Ma-Tai Baba ve Mevlânâ Azhar Kâşgarî tarafından devam ettirildi. Ma-Tai Baba ve halifesi Ma-Lai Çih (ö. 1753) tarikatın Çin ve özellikle Tibet’te yayılmasını sağladılar. Âfâk Hâce’ye nisbetle Âfâkiyye veya Akdağlık Hâceleri diye de bilinen bu kol günümüzde hâlâ etkindir. Mevlânâ Azhar Kâşgarî, İstanbul Eyüp’teki Kâşgarî Tekkesi’nin ilk şeyhi olan Abdullah Nidâî’nin (ö. 1174/1760-61) şeyhidir. Bu tekke XX. yüzyılın başlarına kadar Kâsâniyye tarikatına mensup şeyhlerce idare edilmiş, daha sonra Hâlidiyye koluna geçmiştir. Hidâyetullah Âfâk Hâce ve müridleri hakkında Hâlüddin Kâtib Yârkendî’nin Hidâyetnâme ve Muhammed Sâdık Yârkendî’nin Mecmûʿatü’l-muḥaḳḳıḳīn adlı eserlerinde bilgi bulunmaktadır.

Cûybâriyye. Ahmed el-Kâsânî’nin halifelerinden Muhammed İslâm Cûybârî (ö. 971/1563) önce Muhammed Kādî’ye, onun vefatı üzerine Ahmed el-Kâsânî’ye intisap ederek on iki yıl hizmetinde bulundu ve halifesi oldu. Tarikatı Buhara civarında yayan Cûybârî, yerini oğlu Hâce Kelân diye bilinen Hâce Sa‘d’a bıraktı. Gerek Muhammed İslâm Cûybârî gerekse Hâce Sa‘d, Şeybânîler’den İskender Han’ın oğlu Abdullah Han ile yakın ilişkiler kurdular. Bedreddin Keşmîrî’nin Ravżatü’r-rıżvân adlı eserinde Cûybârî, Muhammed Tâlib’in Maṭlabü’ṭ-ṭâlibîn’inde hem Cûybârî hem de oğulları hakkında geniş bilgi mevcuttur. Cûybarî ailesine ait bazı belgeler Bertel’s tarafından neşredilmiştir. Cûybârî’nin önde gelen halifelerinden Emîr Yûnus Muhammed Sûfî (ö. 961/1554) Merv’e giderek tarikatı orada yaymış, Merv Valisi Pâyende Muhammed Sultan da ona intisap etmiştir. Emîr Yûnus’un menkıbeleri Bedreddin Keşmîrî’nin Sirâcü’ṣ-ṣâliḥîn adlı eseriyle günümüze ulaşmıştır. Kâsâniyye, Cûybârî’nin halifelerinden Hâce Ahmed Sâdık Taşkendî (ö. 994/1586) tarafından Anadolu’ya getirilmiştir. Taşkendî önce Ahmed el-Kâsânî’ye, onun vefatı üzerine Muhammed İslâm Cûybârî’ye intisap ederek icâzet aldı ve Taşkent’te irşada başladı. Hâce İshak Dehbîdî’den de teberrüken icâzet alan Taşkendî daha sonra İstanbul’a göç etti ve Fâtih Camii yakınındaki Emîr Buhârî Tekkesi’ne şeyh oldu. Kendisinden sonra yerine sırasıyla oğlu Ziyâeddin Ahmed ve yeğeni Hâce Fazlullah geçti. Bu tekke XIX. yüzyılın başlarına kadar bu ailenin idaresinde kalmıştır.

Ahmed el-Kâsânî’nin Dost Muhammed Ahsîkesî ve Hord Azîzân Belhî adlı iki önemli halifesi daha vardır. Bunlardan Belhî tarikatın Belh’te yayılmasındaki katkısı sebebiyle daha önemlidir. Onun silsilesi, İbn Yemîn diye bilinen Mevlânâ Eke Şibirgânî (ö. 1004/1595-96) ve Pâyende Muhammed Ahsîkesî (ö. 1010/1601-1602) tarafından sürdürülmüştür. Hord Azîzân Belhî’nin Şibirgânî’den sonra sırasıyla Muhammed Arab Belhî, Seyyid Şerîf Mîr Kelân Belhî ve Ahmed en-Nahlî el-Mekkî (ö. 1130/1718) yoluyla devam eden silsilesi tarikatın Şam ve civarında yayılmasında etkili olmuştur. Hord Azîzân Belhî’nin diğer halifesi Pâyende Muhammed Ahsîkesî’nin hayatı ve menkıbeleri Bâkī Muhammed Şikârî’nin Maḳāmâtü’l-ʿârifîn adlı eseriyle günümüze ulaşmıştır. Pâyende’nin halifelerinden Derviş Azîzân Gucdüvânî’den icâzet alan Şah Saîd Pelengpûş Gucdüvânî (ö. 1110/1698) Hindistan’da faaliyet göstermiştir. İstanbul Üsküdar’daki Bülbülderesi yakınlarında Özbekler Tekkesi’ni kuran Şeyh Haydar Taşkendî (ö. 1112/1700) Şah Saîd Pelengpûş’un halifesidir. Resâ mahlasıyla Farsça ve Türkçe şiirler yazan Şeyh Haydar’dan sonra tekkede Mehmed Niyaz (ö. 1116/1704) postnişin olmuştur.


BİBLİYOGRAFYA

Ahmed el-Kâsânî, Âdâbü’s-sâlikîn, İÜ Ktp., FY, nr. 649, vr. 46a-b.

Mevlânâ Lutfullah, Risâle der Ṭarîḳ-ı Ḫâcehâ-yı Büzürg, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 3229, vr. 52b-62b.

Muhammed Müftî Taşkendî, Menâḳıb-ı Mevlânâ Luṭfullah, Özbekistan Fenler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Ktp., nr. 5785.

Muhammed Rahîm, Sirâcü’s-sâlikîn, a.y., nr. 629, vr. 96a-b.

Muhammed İvaz, Żiyâʾü’l-ḳulûb, a.y., nr. 71.

Muhammed Tâlib, Maṭlabü’ṭ-ṭâlibîn, a.y., nr. 80, vr. 1b-231a.

Bâkī Muhammed Şikârî, Maḳāmâtü’l-ʿârifîn, a.y., nr. 1344, vr. 164b-275a.

Bedreddin Keşmîrî, Ravżatü’r-rıżvân ve ḥadîḳatü’l-ġılmân, a.y., nr. 2094, vr. 1b-558a.

a.mlf., Sirâcü’ṣ-ṣâliḥîn (İslâmâbâd), Gencbahş Ktp., nr. 1085, s. 1-421.

Muhammed Sâdık Kâşgarî, Dürrü’l-maẓhar, Özbekistan Fenler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Ktp., nr. 45, vr. 1b-152b.

Muhammed Tâhir Hârizmî, Silsile-i Naḳşibendiyye, a.y., nr. 69, vr. 160a, 162b-175a, 214b-216a, 218a-220a.

Seyyid Şerîf Râkım, Târîḫ-i Râḳım (Leningrad), l’Institut des Langues Orientales, MS Pers., nr. 420, vr. 140b, 201a, 208a, 213a, 237a.

Hâlüddin Kâtib Yârkendî, Hidâyetnâme, British Museum, MS Oriental, nr. 8162.

Muhammed Hâşim-i Kişmî, Nesemâtü’l-ḳuds (nşr. Münîr-i Cihân Melik, doktora tezi, 1375 hş./1996), Tahran Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, s. 254-315.

Ebû Tâhir Semerkandî, S̱emeriyye (nşr. Îrec Efşâr), Tahran 1343 hş., s. 89-90, 112-114, 123.

Nâsıruddin Buhârî, Tuḥfetü’z-zâʾirîn (nşr. Molla Muhammedî Mahdûm), Buhara 1910, s. 60-61, 112, 116-117.

, I, 49-50.

, III, vr. 77b-79b.

Gulâm Server Lâhûrî, Ḫazînetü’l-aṣfiyâʾ, Kanpûr 1312/1894, I, 621-629, 643-645.

Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ, s. 50, 68.

Bertel’s, İz Arhiva Şeyhov Dcuybari, Moskova 1938.

Kasım Kufralı, Nakşibendîliğin Kuruluşu ve Yayılışı (doktora tezi), İÜ Türkiyat Araştırma Merkezi, nr. 337, s. 176-179.

S. A. A. Rizvi, Muslim Revivalist Movements in Northern India, Agra 1965, s. 182-185.

J. F. Fletcher, “Central Asian Sufism and Ma Minghsin’s New Teaching”, Proceedings of the Fourth East Asian Altaistic Conference (ed. C. Chiehhsien), Taipei 1975, s. 80-81, 86-90.

a.mlf., “Confrontations between Muslim Missionaries and Nomad Unbelievers in the Late Sixteenth Century: Notes on Four Passages from the Diyā’al-Qulūb”, Tractata Altaica (ed. W. Heissig), Wiesbaden 1976, s. 167-174.

a.mlf., “The Naqshbandiyya in Nortwest China”, Studies on Chinese and Islamic Inner Asia (ed. B. F. Manz), Hampshire 1995, XI. bl., s. 1-46.

R. D. McChesney, Waqf in Central Asia, Princeton 1991, s. 43, 69-70, 137, 224.

D. Le Gall, The Ottoman Naqshbandiyya in the Pre-Mujaddidī Phase: A Study in Islamic Religious Culture and its Transmission, Princeton 1992, s. 73-76.

I. Togan, “The Khojas of Eastern Turkestan”, Muslims in Central Asia (nşr. Jo-Ann Gross), Durham 1992, s. 134-148.

H. G. Schwarz, “The Khwājas of Eastern Turkestan”, , XX/4 (1976), s. 266-296.

H. Masami, “Islamic Saints and Their Mausoleums”, Acta Asiatica, XXXIV, Tokyo 1978, s. 79-105.

T. Zarcone, “Sufism from Central Asia among the Tibetan in the 16-17th Centuries”, The Tibet Journal, XX/3, Dharamsala 1995, s. 96-114.

D. DeWeese, “The Mashāikh-i Turk and the Khojagān: Rethinking the Links Between the Yasavī and Naqshbandī Sufi Traditions”, Journal of Islamic Studies, VII/2, Oxford 1996, s. 201, 203.

R. Foltz, “The Central Asian Naqshbandī Connections of the Mughal Emperors”, a.e., VII/2 (1996), s. 233-239.

Azmi Bilgin, “Abdullah Nidâî ve İki Şiiri”, , XXVII (1997), s. 60-65.

Bakhtiyor Babajanov, “Mawlānā Luṭfullah Chūstī: An Outline of His Hagiography and Political Activity”, , 149/2 (1999), s. 246-249.

Hamid Algar, “Dahbīdīya”, , VI, 585-586.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 532-534 numaralı sayfalarda yer almıştır.