KAZVÎNÎ, Hatîb

Ebü’l-Meâlî Celâlüddîn el-Hatîb Muhammed b. Abdirrahmân b. Ömer b. Ahmed el-Kazvînî eş-Şâfiî (ö. 739/1338)

Arap belâgatı teorisyeni.

Müellif:

22 Şâban 666’da (7 Mayıs 1268) Musul’da doğdu. Uzun yıllar Şam Emeviyye Camii’nde hatiplik yaptığı için “Hatîb” ve “Hatîbü Dımaşk” unvanıyla tanınır; soyu Abbâsî vali ve kumandanlarından, şair ve edip Ebû Dülef el-İclî’ye dayanır. Güney Irak’ta Hîre civarında yerleşmiş Benî İcl kabilesine mensuptur. Ailesi muhtemelen, Moğollar’ın 656 (1258) yılında Bağdat’ı işgal edip Abbâsî hilâfetine son vermelerinden sonra Musul’a göç etti. Kazvînî burada kültürlü bir ortamda yetişti. Başkadı olan babasından temel dinî bilgileri öğrendi, fıkıh ve özellikle Şâfiî fıkhı okudu. Moğollar’ın Suriye ve Musul’u da işgal etmesi üzerine babası Anadolu’ya göç ederek Tokat yöresine yerleşince öğrenimine burada devam etti. Henüz yirmi yaşında iken Tokat’ın Niksar kazasına kadı olarak tayin edildi.

Babasının vefatı üzerine ağabeyi İmâdüddin ile birlikte 689’da (1290) Memlük Sultanı el-Melikü’l-Eşref’in hâkimiyeti altında bulunan Şam’a göç etti. İmâdüddin, aynı yıl Şam’daki Ümmü’s-Sâlih Medresesi’ne müderris olarak tayin edildi. Kazvînî burada İzzeddin el-Fârûsî’den hadis, Başkadı Şehâbeddin el-Erbîlî’den fıkıh, hadis, Arap dili ve belâgatı, Başkadı Süleyman b. Hamza el-Makdisî’den fıkıh ve hadis, Alemüddin el-Birzâlî’den hadis, Şemseddin el-Eykî’den aklî ilimleri tahsil etti.

690’dan (1291) 706 (1307) yılına kadar çeşitli medreselerde müderrisliğin yanında kadı nâibliği de yapan Kazvînî 706’da Şam Emeviyye Camii hatipliğine tayin edildi. 724 (1324) yılında Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun, onu Mısır’a davet ederek Şam başkadılığı görevine dair tayin yazısını bizzat kendisine teslim etti. Daha sonraki yıllarda Sultan Muhammed b. Kalavun’un yakın dostları arasına girdi. Sultanın, Kazvînî’nin oğlu Cemâleddin Abdullah’ın yolsuzluk ve suçlarını babasının hatırı için bağışladığı kaydedilmektedir. Başkadılığın yanında hatiplik, kazaskerlik, Âdiliyye ve Gazzâliyye medreselerinde müderrislik görevlerini de sürdüren Kazvînî’ye 727’de (1327) Mısır başkadılığı verildi. Mısır’da Nâsıriyye, Sâlihiyye ve Kâmiliyye medreselerinde müderris olarak görev yaptı. Çocuklarının davranışları yüzünden Muhammed b. Kalavun’a defalarca şikâyet edilen Kazvînî, 738 (1337-38) yılında Mısır başkadılığından alınıp Şam’a kadı olarak gönderildi. 230.000 dirhem tutarındaki borcunu ödemek için bütün mal varlığını satarak Şam’a döndü. Kısa bir süre sonra da felç oldu. 15 Cemâziyelevvel 739’da (29 Kasım 1338) vefat etti ve Emeviyye Camii’nin önündeki Mekābirü’s-sûfiyye’ye defnedildi.

Kazvînî, Şam’da geçirdiği uzun yıllar ve Mısır’da kaldığı on bir yıl süresince fıkıh, usûl-i fıkıh, usûlü’d-dîn, hadis, tefsir, Arap dili ve belâgatı gibi alanlarda çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Selâhaddin es-Safedî, Bahâeddin İbn Akīl, İbn Râfi‘, Bahâeddin es-Sübkî, Nâzırülceyş Muhibbüddin el-Halebî ile Ömer b. Reslân el-Bulkīnî bunlar arasında zikredilebilir. Cemâleddin Abdullah, Tâceddin Abdürrahim, Bedreddin ve Sadreddin adındaki oğulları da müderris, kadı, kadı nâibliği, kazaskerlik gibi görevlerde bulunmuşlardır.

Arapça’nın yanında Türkçe ve Farsça da bilen Kazvînî başta Arap belâgatı olmak üzere Arap dili, fıkıh, fıkıh usulü ve kelâm sahalarında zamanında otorite kabul edilmiştir. Fahreddin er-Râzî’nin Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iʿcâz ve Sekkâkî’nin Miftâḥu’l-ʿulûm’u ile Arap belâgatında zevkiselimi esas alan gelenekçi edebî mektebe karşı kuralı esas alan kelâm ve felsefe mektebi ortaya çıkmış, bu iki ekolün yarışı dengeli bir biçimde sürerken Kazvînî ile birlikte durum kelâm mektebi lehine dönmüştür. Kazvînî kelâm ekolüne son şeklini vermiş, neticede belâgat edebî zevk ve ruhtan uzak, kuru, donuk felsefî ve mantıkî terim ve kurallar manzumesine dönüşmüştür. Bu şekilde belâgat, bir taraftan akıl ve mantığa dayalı tanım ve kurallarla ilmî bir formasyon kazanırken diğer taraftan duyguya ve duyarlığa dayalı edebî ruhtan uzaklaşmıştır. Belâgatı sadece yaşanan, tadılan, fakat anlatılamaz bir duyuş olmaktan çıkarıp belirli tanım, ilke ve kuralları bulunan ve bunlar yoluyla başkalarına, özellikle ana dili Arapça olmayanlara da kolaylıkla anlatılabilen ilmî bir disipline dönüştüren Kazvînî, Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ına ilk şerhi el-Îżâḥ adıyla bizzat kendisi yazarak şârihlere öncülük etmiştir. Belâgat çalışmaları şerh, hâşiye, ta‘lik, ihtisar ve nazma çekme şeklinde yedi asırdır onun bu iki eseri üzerinde odaklanmıştır. Kazvînî’nin bu eserleri, özellikle Osmanlı medreselerinde yüzyıllarca ders kitabı olarak okutulduğu gibi günümüzde de akademik düzeyde okutulmakta ve üzerlerinde şerh, ta‘lik, inceleme türü çalışmalar yapılmaktadır.

Kazvînî belâgata dair çalışmalarını, Sekkâkî’nin Miftâḥu’l-ʿulûm’unun belâgatla ilgili üçüncü bölümünün ihtisarı olan Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ında toplamıştır. Ancak müellif, bir başkasının eserini özetleyen veya açıklayan bir âlim olmakla kalmayıp kendine has belâgat anlayışı geliştirmiştir. Belâgatın birçok konusunda Sekkâkî’nin görüşlerini reddedip orijinal görüşler ortaya koyan Kazvînî, Sekkâkî’nin beyan ilminin sonunda yer verdiği fesahat ve belâgat konularını Bedreddin İbn Mâlik’e uyarak girişte ele almış, belâgat ve fesahati kesin çizgilerle birbirinden ayırmıştır. Onun bu konuda İbn Sinân el-Hafâcî’nin Sırrü’l-feṣâḥa’sından etkilendiği söylenir. Kazvînî, meânî ilmini mantıkî bir yaklaşımla sekiz temel konuya ayırmış, bu tasnif daha sonraki belâgatçılar tarafından aynen benimsenmiştir. Sekkâkî’nin beyan ilmi tanımını yetersiz görüp onun andığı unsurları kullanarak bu ilmi yeniden tarif etmiştir.

Bedî‘ ilminin belâgattan bağımsız bir ilim olarak ele alınışı Kazvînî ile başlamış, bu ilmin daha sonra da kabul edilen tanımı onun tarafından yapılmıştır. Sekkâkî’nin bedî‘ ilminde yer verdiği îcâz, ıtnâb, i‘tirâz ve iltifâtı Kazvînî, meânî ilmi konularına dahil etmiş, Sekkâkî’nin yer verdiği on altı mâna ve dört lafız sanatına on beş mâna ve üç lafız sanatı daha ekleyerek bedî‘ nevilerini otuz sekize çıkarmıştır. Çok sayıda bedîî türe yer vermekle tanınan bedîiyyât sahiplerinden bazıları, onun belirlediği bu otuz sekiz nevi ile yetinmiştir. Bazı çağdaş yazarlarca belâgatı edebî zevkten uzak, ruhsuz kurallar yığını haline getirmiş olmakla eleştirilmesine rağmen Kazvînî bedîî sanatlarda lafız-anlam bütünlüğünü ve lafzın anlama tâbi olmasını savunmuş, sanatı lafzî söz oyunu sanan, mânayı gölgeleyecek derecede lafzî sanatlarda aşırı giden şairleri tenkit etmiştir (el-Îżâḥ, s. 554-555).

Eserleri. 1. Telḫîṣü’l-Miftâḥ. Sadece et-Telḫîṣ adıyla da tanınan eser, Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî’nin Miftâḥu’l-ʿulûm’unun belâgata dair üçüncü bölümünün ihtisarıdır. Şerhi mahiyetindeki el-Îżâḥ’ın 724 (1324) tarihli bir nüshası bilindiğine göre eser en az bu tarihten birkaç yıl önce kaleme alınmış olmalıdır. Telḫîṣ bir mukaddime ile üç bölüm ve bir hâtimeden meydana gelir. Kazvînî eserin mukaddimesinde fesahat ve belâgat kavramlarının tanımını, kısım ve şartlarını incelemiş, birinci bölümde meânî, ikinci bölümde beyan ve üçüncü bölümde bedî‘ ilmini ele almış, hâtime kısmında ise şiir çalıntıları (serikat) meselesiyle edebî bir parçanın giriş-gelişme-sonuç bölümlerini kapsayan kompozisyon tekniğine dair bazı temel bilgilere yer vermiştir. İlk defa Kalküta’da 1813’te basılan Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ın daha sonra da çeşitli neşirleri yapılmış (İstanbul 1260, 1275, 1280; Kahire 1297, 1303, 1304, 1306, 1310, 1323, 1324; nşr. Abdurrahman el-Berkūkī, Kahire 1322, 1332; Beyrut 1302; Delhi 1305/1885; Kum 1363); üzerinde şerh, hâşiye, ta‘lik, ihtisar, nazma çekme, tercüme şeklinde çok sayıda çalışma gerçekleştirilmiştir (bk. MİFTÂHU’l-ULÛM).

2. el-Îżâḥ (li-muḫtaṣari Telḫîṣi’l-Miftâḥ). Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ın şerhi mahiyetinde olmakla birlikte klasik şerh anlayışından farklı bir yöntemle kaleme alınmıştır. Eserde Telḫîṣ’teki kapalı kısımlar örneklerle açıklanmış, eksik görülen yerler bazı eserlerden nakiller ve yazarın görüşleriyle tamamlanmıştır. Şevkī Dayf, Kazvînî’nin, Abdülkāhir el-Cürcânî ve Zemahşerî’nin görüşlerine itiraz etmekle birlikte, onların eriştiği inceliği ve estetiği yakalayamadığını belirtmektedir (el-Belâġa, s. 351). el-Îżâḥ üzerine yazılan başlıca şerhler şunlardır: Cemâleddin Aksarâyî, Îżâḥu’l-Îżâḥ; Alâeddin Ali Esved, Şerḥu’l-Îżâḥ; Haydar (b. Muhammed) el-Herevî, Şerḥu’l-Îżâḥ; İbnü’l-Cezerî, Şerḥu’l-Îżâḥ; Haydar (b. Ahmed) eş-Şîrâzî, Şerḥu’l-Îżâḥ; Muhyiddin Muhammed b. İbrâhim en-Niksârî, el-İfṣâḥ ʿale’l-Îżâḥ; Abdülmüteâl es-Saîdî, Buġyetü’l-Îżâḥ; İzzeddin et-Tenûhî, Tehẕîbü’l-Îżâḥ; Muhammed Abdülmün‘im Hafâcî (I-VI, Kahire 1367/1948; kısa şerh I-II, Kahire 1368/1949, 1372/1953, 1391/1971, 1395/1975, 1400/1980; eserlerin yazma nüshaları için bk. Ahlwardt, VI, 368).

Kazvînî’nin kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: eş-Şeẕrü’l-mercânî min şiʿri’l-Errecânî (çok beğendiği kadı ve şair Nâsıhuddin Ebû Bekir Ahmed el-Errecânî’nin şiirlerinden seçmeler), Şerḥu Lâmiyyeti’s-Sâvî fi’l-ʿarûż, Şerḥu’t-Tâʾiyye li’bni’l-Fâriż, Kitâb fi’l-uṣûl.


BİBLİYOGRAFYA

Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâḥ fî ʿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, s. 70 vd.; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 5-69.

Safedî, Aʿyânü’l-ʿaṣr (nşr. Ali Ebû Zeyd v.dğr.), Beyrut-Dımaşk 1418/1998, IV, 492-499.

, XI, 258-259.

İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine (nşr. M. Seyyid Câdelhak), Kahire 1385/1966, IV, 3-6, 121-123.

, II, 115.

, VI, 368.

, I, 354-356; II, 26-27; Suppl., I, 517-519.

Ahmed Mustafa el-Merâgī, Târîḫu ʿulûmi’l-belâġa, Kahire 1369/1950, s. 135.

Emîn el-Hûlî, Menâhic tecdîd, Kahire 1961, s. 241.

Ahmed Matlûb, el-Ḳazvînî ve Şürûḥu’t-Telḫîṣ, Bağdad 1967, tür.yer.

Bedevî Tabâne, el-Beyânü’l-ʿArabî, Kahire 1396/1976, s. 364-367.

Abdülfettâh Lâşîn, el-Behâ es-Sübkî ve ârâʾühü’l-belâġıyye ve’n-naḳdiyye, Kahire 1389/1978, s. 15-19; ayrıca bk. tür.yer.

, III, 751.

Abdülazîz Atîk, ʿİlmü’l-beyân, Beyrut 1405/1985, s. 48-59.

a.mlf., Fî Târîḫi’l-belâġati’l-ʿArabiyye, Beyrut, ts. (Dârü’n-nehdati’l-Arabiyye), s. 302-316.

Şevkī Dayf, el-Belâġa teṭavvür ve târîḫ, Kahire 1987, s. 335, 351.

Mehmet Yalar, el-Hatîb el-Kazvînî ve Belâgat İlmindeki Yeri, Bursa 1998, tür.yer.

S. A. Bonebakker, “al-Ḳazwīnī”, , IV, 863-864.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2002 yılında Ankara’da basılan 25. cildinde, 156-157 numaralı sayfalarda yer almıştır.