KELİME-i ŞEHÂDET

Allah’tan başka ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna inanmayı ve bunu sözle belirtmeyi ifade eden bir terkip.

Müellif:


Kelime-i şehâdet (kelimetü’ş-şehâde) İslâm dininin beş temel esasından birincisi olup “tanıklık etme ifadesi” demektir. Dinî bir terim olarak, “Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna gönülden inanır, sözle de ifade ederim” anlamına gelen “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” cümlesinin yerine kullanılır. Aynı veya benzer muhteva ile metinlerde bunun yerine “kelime-i tayyibe, kavl-i sâbit, el-urvetü’l-vüskā” terkipleri de geçer. Nitekim İbn Abbas, İbrâhîm sûresinin 24. âyetinde yer alan “kelime-i tayyibe”nin kelime-i şehâdete işaret ettiğini bildirmektedir (Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, II, 530). Bazı kaynaklarda “kelimeteyi’ş-şehâde” olarak tesniye sîgasıyla da yer alan terkibin (Gazzâlî, I, 143) birinci kısmı zât, sıfat ve fiilleriyle bir olan Allah’a, ikinci kısmı Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna, Allah’tan emir ve haberler getirdiğine tanıklığı ifade eder. “Resûlüh” sözü Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu ve O’ndan vahiy aldığını belirttiği gibi “abdühû” tabiri de onun Allah’ın kulu olduğunu ve meselâ hıristiyanların Hz. Îsâ hakkında yaptığı gibi onun tanrılaştırılmaması gerektiğini vurgular. Burada “eşhedü” fiili kesinlik bildiren bir bilgi ve inancı dile getirir. İmam Gazzâlî kelime-i şehâdetin Allah’ın zâtı, sıfatları, fiilleri ve Hz. Peygamber’in sıdkının ispatı olmak üzere dört esas içerdiğini kaydetmektedir (a.g.e., a.y.).

Kelime-i şehâdet, “Allah’tan başka ilâh yoktur” anlamına gelen kelime-i tevhidin başına “eşhedü” fiilinin eklenmesiyle meydana gelmiş olup muhteva itibariyle aralarında bir fark yoktur. Ancak kelime-i şehâdet özellikle tanıklığı (inancı ve bunu ifadeyi) vurguladığı için İslâm’a mensubiyeti belirtir. Bu iki cümle biraz farklı şekillerde Kur’an’da geçmektedir. Âl-i İmrân sûresinde (3/18) Allah’ın, meleklerin ve ilim sahiplerinin Cenâb-ı Hak’tan başka ilâh bulunmadığına tanıklık ettikleri beyan edilir. Nisâ sûresinde de (4/166) Allah’ın ve meleklerin Hz. Muhammed’e inen vahye şahitlik ettikleri bildirilir. Hadislerde ise birçok yerde kelime-i şehâdetten söz edilmiştir. Bunların başında “Cibrîl hadisi” diye bilinen ve İslâm’ın beş temel esasını anlatan rivayet gelir ve burada ilk esas olarak kelime-i şehâdet zikredilir (, I, 319; Buhârî, “Îmân”, 2; Müslim, “Îmân”, 1). Şahitliğin mukabili inkârdır. Kâfirler ancak kelime-i şehâdetin muhtevasını kabul etmek suretiyle mümin vasfını kazanabilirler.

“İslâm dininin toplu halde benimsenmesi (icmâlî iman)” anlamına gelen kelime-i şehâdet kişinin İslâm’a girmesinin ilk merhalesini teşkil eder, böylece o İslâm ümmetinden sayılır ve müslümanlara tanınan bütün hakları elde eder, bazı sorumlulukları da yüklenmiş olur. Bir kısım âlimler, Cibrîl hadisindeki sıralamayı göz önünde bulundurarak kelime-i şehâdetin özlerin özü ve bütün amellerin kendisiyle anlam kazandığı bir söz olduğunu, dolayısıyla kelime-i şehâdet getirmeden hiçbir amelin makbul sayılmayacağını söylemiştir. Yahyâ b. Şeref en-Nevevî’nin de aralarında bulunduğu bazı âlimler ise hadisteki tertibi gözetmeden kâfirlerin bu hadiste geçen beş şartın tamamından sorumlu tutulduğunu ileri sürmüştür (, V, 9). Mu‘tezile âlimi Kādî Abdülcebbâr dinî vecîbeleri söz-ibare ve bunların dışında olanlar diye ikiye ayırıp kelime-i şehâdeti birinciye, namaz, oruç, hac gibi amelleri ikinciye örnek gösterir ve her ikisinin de mârifetullahın arkasından geldiğini kaydeder. Ona göre, dine herhangi bir zararın gelebileceği durumlarda kelime-i şehâdetin açıkça söylenmemesinin câiz görülmesi bunun mârifetullahtan sonra geldiğini ve dinî mükellefiyetlerden sayıldığını gösterir, dinî mükellefiyet ise mârifetullah, tevhid ve adl gibi temel esasların ardından gelir. Kādî Abdülcebbâr ayrıca kelime-i şehâdeti açıkça söylemenin sıdka ve kizbe ihtimalinin bulunduğunu, dolayısıyla onu ikrar eden kişinin benimsediği şeye aykırı bir davranış ortaya koyamayacağı hususunda derin bir şuura sahip olması gerektiğini ve ancak bu durumda yapılan şeyin dinî mânada güzel sayılabileceğini söyler (Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse, s. 41). Kelime-i şehâdet son hak dinin şiârı kabul edilmekte, günde beş vakit okunan ezanda ikinci ve üçüncü cümleler olarak yer almakta, iman esaslarını sıralayan Âmentü metni bu cümlelerle son bularak altı esas âdeta tasdik edilmekte, yeni doğan çocuğun kulağına bu cümleler okunmakta, İslâm’a girmek isteyen kişilerden, önce bu cümleleri söylemeleri istenmekte, ölmek üzere olan müslümanlara kelime-i şehâdet getirmeleri telkin edilmektedir.

L. Caetani ve R. Dozy gibi şarkiyatçılar kelime-i şehâdetle kelime-i tevhidin yahudi ve hıristiyan menşeli olduğunu iddia etmiştir (bk. KELİME-i TEVHİD). Aslında her üçü de aynı kaynağa dayanan bu ilâhî dinlerin tevhid anlayışları arasında benzerliğin bulunması İslâm’ın bu inancı onlardan aldığını değil hepsinin aynı kaynaktan geldiğini, fakat diğerlerinin tahrif edilmesi yüzünden aralarında farklılıkların görüldüğünü ortaya koyar. Aynı şarkiyatçıların ileri sürdüğü diğer bir husus da tevhid dini olan İslâm’ın giriş cümlesi konumundaki kelime-i şehâdette Hz. Peygamber’in Allah’ın kulu ve elçisi şeklinde anılmasının bir zaaf teşkil ettiği yolundaki değerlendirmeleridir (, XXI, 468). Ancak kelime-i şehâdette Hz. Muhammed’in anılmasıyla tevhide zarar verilmemekte, aksine onun beşeriyeti ve her insan gibi bir fâni oluşu hatırlatılarak Hıristiyanlık’ta görülen yanlış kanaatlerin benimsenmesi engellenmekte ve tevhid ilkesi desteklenmektedir.

Kelime-i şehâdetle ilgili olarak Abdurrahman-ı Câmî’nin Risâle fî kelimeti’ş-şehâde (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 260), Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin Risâle fi’t-tevḥîd ve fażli kelimeti’ş-şehâde (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 714), Kâfiyeci’nin Envârü’s-saʿâde fî şerḥi kelimeteyi’ş-şehâde (Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 296), Abdullah b. Muhammed b. Abdülazîz es-Semerkandî, Celâleddin ed-Devvânî ve Veliyyüddin Muhammed b. Ahmed el-Osmânî’nin Şerḥu kelimeteyi’ş-şehâde (, II, 1043), Muhyiddin b. Yûsuf el-Aydınî’nin Şerḥu kelimeteyi’ş-şehâde (a.g.e., a.y.) ve Muvaffakuddin Îsâ el-İskenderânî’nin eş-Şehâde bi-fażli kelimeti’ş-şehâde adlı risâleleri bulunmaktadır.


BİBLİYOGRAFYA

, I, 319; III, 135, 174, 175, 224.

Kādî Abdülcebbâr, Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse, Beyrut 1422/2001, s. 41.

Gazzâlî, İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn, Kahire 1387/1967, I, 143.

Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, İstanbul 1986, II, 530.

, I, 24; V, 3, 9.

, I, 194, 886; II, 1043.

, II, 1055-1060.

“Kelime-i Şehadet”, , XXI, 468.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2019 yılında Ankara’da basılan (gözden geçirilmiş 3. basım) EK-2. cildinde, 36-37 numaralı sayfalarda yer almıştır.