KIYÂM bi-NEFSİHÎ

Allah’ın varlığının kendinden olup hiçbir yönden başkasına muhtaç bulunmadığı anlamında kelâm terimi.

Müellif:

Sözlükte “doğrulup ayakta durmak, devam ve sebat etmek, bir işin idaresini üzerine almak, gözetip korumak” anlamlarına gelen kıyâm kökü ile “şahıs, zat, kendi” mânasındaki nefs kelimesinden oluşan terim kelâm literatüründe Allah’ın bizâtihi mevcut olduğunu, var olmak için başkasına muhtaç bulunmadığını, dolayısıyla O’nun dışındaki her şeyin varlık kazanması ve mevcudiyetini sürdürebilmesinin O’nunla mümkün olabildiğini ifade eder. Kıyâm bi-zâtihî terkibi de aynı mânada kullanılır.

Kıyâm bi-nefsihî terkibi Kur’ân-ı Kerîm’de yer almamakla birlikte kıyâm kökünden türeyen kāim sıfatı iki âyette (Âl-i İmrân 3/18; er-Ra‘d 13/33), “her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare eden” anlamındaki kayyûm üç âyette (el-Bakara 2/255; Âl-i İmrân 3/2; Tâhâ 20/111) ve nezd-i ulûhiyyeti ifade etmek üzere makam kelimesi rab ismine (er-Rahmân 55/46; en-Nâziât 79/40) ve bir yerde nisbet “yâ”sına muzaf olarak (İbrâhîm 14/14) Allah’a izâfe edilmiştir.

Terim, kelâm literatürüne cevher-araz tartışmaları münasebetiyle ilk dönemlerden itibaren girmiş, “varlığını kendi başına hissettirme” anlamında kıyâm bi-nefsihî yahut kıyâm bi-zâtihî cevheri, “varlığını başkasına bağlı olarak hissettirme” mânasında kıyâm bi-gayrihî arazı nitelemek üzere kelâm ekolleri tarafından kullanılmıştır. Allah’ın bir sıfatı olarak literatürde ne zaman yer aldığı tesbit edilememekle birlikte en erken dönemin Ehl-i sünnet kelâmının kurulup gelişmeye başladığı IV. (X.) yüzyıldan sonra olduğu söylenebilir. Nitekim İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’nin terimin anlamıyla ilgili olarak Ebû İshak el-İsferâyînî’den yaptığı nakil (el-İrşâd, s. 33) V. (XI.) yüzyılın başlarında bu tabirin tartışıldığını göstermektedir. Daha sonra terkip halinde ilâhî bir sıfat olarak naslarda yer almaması sebebiyle Selef âlimleri, ayrıca es-sıfâtü’l-meânîyi kabul etmeyen Mu‘tezile kelâmcıları tarafından dikkate alınmamışsa da Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye kelâmcılarınca ele alınıp işlenmiştir.

Kelâm âlimlerine göre kıyâm bi-nefsihî Allah’ın varlığının, başkasına bağımlı bir zorunluluktan değil kendinden kaynaklanan bir gereklilik olduğunu, ayrıca O’nun mevcudiyeti ve bekāsı için bir başkasına veya kendi dışındaki bir sebebe muhtaç bulunmayan yegâne mutlak varlık (vâcibü’l-vücûd li-zâtih) olduğunu ifade eder. İlk dönem kelâmcılarının bir kısmı bu sıfatın Allah’ın bir mekâna yahut mahalle muhtaç olmaktan münezzeh oluşunu, bazıları ise cevherin de en azından başlangıçta bir yaratıcıya ve tahsis ediciye ihtiyaç duyduğunu, dolayısıyla sözü edilen sıfatın aynı zamanda Allah’ın var edici yahut bir tahsis ediciden de müstağni bulunduğunu ifade ettiğini belirtmişlerse de (a.g.e., s. 33-34) müteahhirîn kelâmcıları terimin anlamını daha da genişletmiş ve onunla Allah’ın hiçbir yönden başkasına muhtaç olmadığının ifade edildiğini kaydetmişlerdir (Ali el-Kārî, s. 43-44). Buna göre Allah hiçbir zaman yokluğu düşünülemeyen, herhangi bir mekâna, sebebe, mûcit ve müessire ihtiyaç duymayan, ezelî ve ebedî, vâcibü’l-vücûd olan yegâne varlıktır. Kelâm literatüründen yararlanan İslâm filozofları da terimin daha çok kıyâm bi-zâtihî kullanımını tercih ederek Allah’ın mutlak anlamda bir mahal veya mekânda olmaktan münezzeh bulunduğunu belirtmişlerdir (Tehânevî, II, 1225).

Kıyâm bi-nefsihî, Allah’ın hem varlık açısından başkasına muhtaç olmadığını hem de ulûhiyyetini niteleyen, O’nun kâinatı yaratıp idare edişini dile getiren yetkinlik sıfatlarının fonksiyonerliği açısından her türlü acz, eksiklik ve ihtiyaç kavramını zât-ı ilâhiyyeden nefyettiği için genellikle selbî sıfatlardan biri olarak kabul edilmiştir. Ancak terim, “kâinatı yaratıp mevcudiyetini sürdürme” anlamı yönüyle fiilî sıfatlar içinde de mütalaa edilebilir.


BİBLİYOGRAFYA

, “ḳvm” md.

, “ḳvm” md.

Cürcânî, , s. 71-72.

a.mlf., Şerḥu’l-Mevâḳıf, İstanbul 1286, s. 475-478.

, II, 1225.

Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 199.

Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-Muḳābesât (nşr. M. Tevfîk Hüseyin), Beyrut 1989, s. 147-148, 181-187, 371-373.

, s. 175-182.

Abdülkāhir el-Bağdâdî, Uṣûlü’d-dîn, İstanbul 1346, s. 72.

Beyhakī, el-İʿtiḳād, Beyrut 1986, s. 34-40.

, s. 181, 203.

, II, 166-187.

Seyfettin el-Âmidî, Ġāyetü’l-merâm (nşr. Hasan Mahmûd Abdüllatîf), Kahire 1391/1971, s. 9, 57, 198, 267, 288-289.

, s. 33-34.

Teftâzânî, Şerḥu’l-Maḳāṣıd (nşr. Abdurrahman Umeyre), Beyrut 1409/1989, IV, 69-71.

a.mlf., Şerḥu’l-ʿAḳāʾid, İstanbul 1315, s. 67.

Kemâleddin İbn Ebû Şerîf, el-Müsâmere, İstanbul 1400/1979, s. 17-21.

Ali el-Kārî, Şerḥu kitâbi’l-Fıḳhi’l-ekber, Beyrut 1404/1984, s. 43-44.

İbrâhim b. İbrâhim el-Lekānî, Şerḥu Cevhereti’t-tevḥîd, Kahire 1375/1955, s. 80-82.

, II, 92.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2002 yılında Ankara’da basılan 25. cildinde, 515 numaralı sayfada yer almıştır.