KOZAK

Muahede, nâme, tezkire gibi önemli evrakı bağlayan kordonların içinden geçirilerek üzerine mum dökülüp mühürlendiği yassı-yuvarlak kutu.

Müellif:

Koz (ceviz) isminden türetildiği anlaşılan kozak kozalak şeklinde de kullanılır. Şemseddin Sâmi mühür kozalağını “bal mumu üzerine basılmış mühür bozulmamak için üzerine yapıştırılan fildişinden kapakçık” şeklinde açıklamaktadır (, s. 1099).

Eskiden padişah, sadrazam ve devleti temsil eden diğer önde gelen kişilerin gönderdikleri mektup veya davetiyelere, imzalanan milletlerarası antlaşma metinlerine ve benzerlerine sonradan yapılacak bir müdahaleyi önlemek için sim kordonlar bağlanır, bu kordonlar kozak denilen bir mahfaza içinden geçirilip mahfazaya bal mumu dökülerek üstüne mühür basılırdı. Kozak, günümüzde en basit örnekleri su ve elektrik saatlerinde veya posta paketlerinde görülen kurşun mühürlerin eski bir örneğidir. Mısır ve Hitit geleneğinde de açılması istenmeyen kapı, mektup, sandık vb. şeylere bağlanan iplerin uçları düğümlenip bir çamur topağı içine alındıktan sonra çamur mühürleniyordu. Hititler’in başşehri Hattuşaş’ta bulunan ve arkeoloji terminolojisinde Latince adıyla “bulla” denilen 3000 kadar mühür baskısından birçoğunun içinden geçen iplerin izleri bugün de görülebilmektedir (Seeher, s. 97). Bu usul, bütün Eskiçağ ve Ortaçağ boyunca küpler veya amforalar içine konulan değerli içkilerin korunmasında da kullanılmıştır. Muallaka şairlerinden Lebîd b. Rebîa’nın bir şiirinde “mührü kırılmış şarap” ifadesi geçer (Hatîb et-Tebrîzî, s. 192). Kur’an’daki “mühürlü içecek”le (el-Mutaffifîn 83/25) “kalbin mühürlenmesi” (el-Bakara 2/7; el-En‘âm 6/46; el-Câsiye 45/23) ifadeleri de bu geleneğe işaret etmektedir. Zamanla çamur bullaların yerini kurşun mühürler almıştır

Günümüze Emevî, Abbâsî, Selçuklu, Bizans ve Osmanlılar’dan içinden geçen iplerin izi belli kurşun mühürler ulaşmıştır. Halil Ethem Eldem’in verdiği bilgilerden, Müze-i Hümâyun’da bulunan en eski kurşun mühürlerden birinin Hişâm b. Abdülmelik’e ait olduğu öğrenilmektedir (Kurşun Mühür Kataloğu, s. 11). Bizans imparatorları papaya, doğu patriklerine, hükümdarlara gönderdikleri mektuplarda ve vakıflarıyla ilgili fermanlarda “chrysobulla” denilen altın veya “argysobulla” denilen gümüş kozaklar kullanırlardı. Kozağın ağırlığı gideceği yerin önemine göre değişmekteydi. Genel olarak yabancı krallara gönderilen nâmelere iki üç altın, Abbâsî halifesine ve Mısır hükümdarlarına yollanan nâmelere ise dört altın ağırlığında ve yaklaşık 7 cm. çapında kozak takılıyordu. Mektuplara bağlanan kordonlar, iki levhadan oluşan altın kozağın içinden geçirildikten sonra levhalar birbirine lehimleniyordu. İmparatorluğun son iki yüzyılında ayrı ayrı basılan levhalar fermanın ipek kordonuna bal mumu ile tutturulmuştur. Muhtemelen bu tür kozağın doğurduğu bazı zorluklar ve sakıncalar, onun bal mumuna veya özel mühür mumuna basılıp bir kutu içine alınması düşüncesini doğurmuştur.

Osmanlılar’da muahedenâmeler, nâme-i hümâyunlar ve padişaha ait davet tezkireleri gibi değerli evrak sır kâtibi tarafından gidecekleri kişilerin önemine göre bez, atlas veya serâser denilen altın ve gümüş tellerle dokunmuş kumaştan yahut meşinden yapılan keseye konur ve kesenin ağzı sim kordonla bağlandıktan, kordonun uçları kozağın karşılıklı deliklerinden geçirildikten sonra içine eritilmiş kırmızı mum dökülür, üzerine de mühr-i hümâyun (sonraları devlet arması ve padişahın tuğrası) basılırdı; kozaktan çıkan, uçları püsküllü kordonlara da birkaç düğüm atılırdı. Kozakların altın ve gümüşten başka “sade” (şimşir), “şirmâhî”, “som” (mors, deniz gergedanı vb. türü deniz memelisi dişleri) gibi değişik cinsleri de vardı ve bunların kullanıldığı yerler farklıydı. Meselâ kılıç alayı, hırka-i şerif ziyareti, bayramlaşma ve mevlid-i şerif gibi sebeplerle gönderilen davet tezkirelerinde şirmâhî kozaklar kullanılırdı. XVI. yüzyılın son çeyreğinde altın kozakla nâme gönderilen hükümdarlar Gîlân ve Kertli hâkimleri, Avusturya imparatoru, İspanya, Fransa, Lehistan ve Portekiz kralları, Rus çarı ve Venedik dukası idi. Erdel kralına gönderilen nâmeler de atlas keseye konulup gümüş kozaklarla mühürlenirdi. Mekke şerifine, Fas sultanına ve Kırım hanına giden nâmeler yine atlas keseye konur, fakat bunlara altın kozak takılırdı. İngiltere Kraliçesi Elizabeth’e yazılan ilk nâme atlas keseye konmuştu ve gümüş kozaklı idi; daha sonraları ise keseler serâsere, kozaklar da altına çevrildi. Mühimme defterlerindeki nâme sûretleri üzerinde torba ve kozak cinslerine işaret edildiği görülmektedir. Meselâ 28 Zilkade 972’de (27 Haziran 1565) Leh kralına, Osmanlı tâcirlerinin yollarını kesip mallarını gasbeden eşkıyanın yakalanması için gönderilen nâme-i hümâyunun sûretinde “altun kozalak ve serâser kîse ile” kaydı vardır (6 Numaralı Mühimme Defteri, II, 260). Tanzimat’ın ilânı üzerine ahidnâmeler defter haline dönüşmüş ve bunlar ortalarındaki deliklerden geçirilen sim kordonların altın kozak takılıp mühürlenmesinden sonra içi ipek veya kadife kumaş kaplı özel çantalara konulmuştur.

Kozakların kapaklarına genellikle ince bir işçilikle devletin arması işlenirdi. Padişah ihtiyaç duyulduğunda kuyumcubaşıdan kozak talebinde bulunurdu. 20 Şâban 1133 (16 Haziran 1721) tarihli bir belgede padişahın, “Kuyumcubaşı ağa, Özbek nâmesi için bir altın kozalak veresin” kaydı görülmektedir (, Kuyumcubaşı, nr. 1/5). Bazı kozaklar kıymetli taşlarla süslenirdi. III. Ahmed döneminde İran şahına gönderilen bir nâme-i hümâyunun murassa‘ kozağı için yüklü miktarda harcama yapılmıştır (, İbnülemin-Saray, nr. 2683). Osmanlı arşivindeki maliyeyle ilgili belgelerde çeşitli kalemlere verilen üçer aylık kırtasiyenin cins ve miktarı gösterilirken kozakların bazan cinsleri belirtilmeksizin, bazan da değişik türlerde kaydedildiği görülmektedir. Bu belgelerde geçen malzeme içinde birkaç tür mühür mumu, kınnap ve meşin kese bulunması dikkat çeker (, Cevdet-Maliye, nr. 5012, 17992, 19901). Belgelerden, XVIII. yüzyılın başlarında kozakları serkırtâsînin (kâğıtçıbaşı) saraya iş yapan esnaftan alıp gerekli yerlere verdiği anlaşılmaktadır. Ramazan 1126 (Eylül 1714) tarihli bir belgede padişah tarafından kullanılmak üzere mühürdara (mühredâr-ı hazreti sadr-ı âlî) otuz som, 100 şirmâhî ve 200 sade kozağın verildiği görülmektedir. Aynı belgeye göre Hariciye nâzırı mesabesindeki reis efendiye ise elli şirmâhî ve 150 sade kozak verilmiştir (, Cevdet-Maliye, nr. 17992).

Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde daha çok yabancı ülkelerle imzalanan muahedenâmelerin altın ve gümüş kozakları bulunmaktadır. Bunlardan oval olanlar 11,5 cm. eninde ve 13,5 cm. boyunda, daire şeklinde olanlar 14 cm. çapındadır. 1838-1914 yılları arasında İngilizler’le yapılan antlaşmaların gümüş olan yuvarlak kozakları 18 cm. çapındadır; Avusturya ile imzalananların altın ve gümüş kozakları ise 9 ile 14 cm. arasında değişmektedir (Osmanlı Arşivinde Bulunan Muâhedenâmelerden Örnekler, s. 9-10).

Kozaklar hem devletin ihtişamını hem de gönderilen kişiye verilen değeri gösteriyordu. Ünlü seyyah Jean Babtiste Tavernier, İran şahının Alman imparatoru, Polonya kralı ve Venedik dukasından gelen nâmeleri değerli kâğıt ve altın kozakları sebebiyle kabul ettiğini, papadan gelen mektubu ise basit kâğıdı ve kurşun mührü sebebiyle reddettiğini söyler (XVII. Asır Ortalarında Türkiye Üzerinden İran’a Seyahat, s. 106).


BİBLİYOGRAFYA

, s. 1099.

F. Gaffiot, Dictionnaire illustré latin-français, Paris 1934, s. 231.

, Kuyumcubaşı, nr.1/5.

, İbnülemin-Saray, nr. 2683.

, Cevdet-Maliye, nr. 5012, 17992, 19901.

6 Numaralı Mühimme Defteri (nşr. Hacı Osman Yıldırım v.dğr.), Ankara 1995, I, 12; II, 29, 36, 40, 53,181, 218, 260, 363.

Nâmehâ-yi Şâh-i Acem ve Buhâra ve Hindistan, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3345, vr. 1b.

Hatîb et-Tebrîzî, Şerḥu’l-ḳaṣâʾidi’l-ʿaşr (nşr. Abdüsselâm el-Havfî), Beyrut 1407/1987, s. 192.

G. Schlumberger, Sigillographie de l’Empire Byzantin, Paris 1884, s. 282, 380, 440, 695.

Halil Ethem [Eldem], Kurşun Mühür Kataloğu, İstanbul 1321, s. 6, 11, 12-14, 17-19, 31, 63, 68.

, s. 291, 293-294.

Fr. Dölger, Byzantinische Diplomatik, München 1956, s. 85-87.

J. B. Tavernier, XVII. Asır Ortalarında Türkiye Üzerinden İran’a Seyahat (trc. Ertuğrul Gültekin), İstanbul 1980, s. 106.

M. Fuad Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri (nşr. Orhan F. Köprülü), İstanbul 1981, s. 173.

N. Oikonomides, Byzantine Lead Seals, Washington 1985, s. 6.

Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügatı, İstanbul 1986, s. 191.

Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994, s. 49-50, 161-162, 170, 254, 424.

D. Collon, “Near Eastern Seals”, 7000 Years of Seals, London 1997, s. 11.

T. G. H. James, “Ancient Egyption Seals”, a.e., s. 38.

J. Cl. Cheynet, “Byzantine Seals”, a.e., s. 115.

Jurgen Seeher, Hattuşa Rehberi, İstanbul 1999, s. 97.

Osmanlı Arşivinde Bulunan Muâhedenâmelerden Örnekler (haz. Nazım Yılmaz – Hacı Osman Yıldırım), Ankara 2000, s. 9-10, 51, 52.

Selman Can, “Osmanlı Diplomatikasında Kozaklar”, Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, sy. 7, Erzurum 2001, s. 57-59.

, II, 298; III, 357.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2002 yılında Ankara’da basılan 26. cildinde, 232-234 numaralı sayfalarda yer almıştır.