KÜSKÜNLÜK

Müellif:

Sözlükte “birbiriyle görüşüp konuşan kimselerin incitici ve kırıcı bir söz ya da davranış yüzünden aralarındaki iletişimi kesmeleri, dargın durmaları” anlamına gelir. Arapça karşılığı olan hecr kavramı birçok âyet ve hadiste “uzaklaşmak, terketmek, yüz çevirmek” gibi anlamlarda geçer (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “hcr” md.). Bu kavram bilhassa iki âyette (en-Nisâ 4/34; el-Müzzemmil 73/10) küskünlüğe yakın bir mânadadır. Hadislerde ve İslâm ahlâk literatüründe hem Kur’an’da belirtilen mânalarda hem de özellikle “küskünlük, dargınlık” karşılığında yer alır (Wensinck, el-Muʿcem, “hcr” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de bütün inananlar barışa (silm) katılmaya çağrılmakta (el-Bakara 2/208), Allah’ın dini ve Kur’an etrafında bütünleşmeleri, tefrikadan uzak durmaları istenmekte, Câhiliye döneminde birbirine düşmanlık besleyenlerin kalplerinin telif edildiği, İslâm kardeşliğinde birbiriyle buluşup kaynaştıkları ve sonuçta âdeta bir ateş çukuruna düşmekten kurtarıldıkları belirtilmektedir (Âl-i İmrân 3/103).

Allah’ın kendi dinine isim olarak verdiği “islâm” kelimesinin silm (barış) kökünden türemesi bireylerin ve toplumların Allah’a teslim olup itaat etme ekseninde birleşip toplumsal planda barışçı ilişkiler kurmaları, buna engel olan küskünlük gibi duygulardan uzak durmaları gerektiğini îmâ eder. Esasen Kur’an’ın tevhid merkezli inanç sistemi bireysel ve toplumsal bütünleşmenin itikadî zeminini hazırlarken namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetler de bunun hayata geçirilmesine katkı sağlar. Müminlerin ortak bir inanç etrafında bütünleşmeleri ise ilâhî ilkeleri yaşama tarzı haline getirmelerine bağlıdır. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’de küskünlüğü engelleyen en temel duygunun kardeşlik olduğu vurgulanmakta, inananların dost ve kardeş oldukları ifade edilmektedir (et-Tevbe 9/71; el-Hucurât 49/10). Ayrıca insanların arasına fitne sokan içki ve kumar gibi kötü alışkanlıklar yasaklanmış (el-Mâide 5/91), bu davranışlara yönlendiren şeytana uyulmaması emredilmiştir (el-Bakara 2/168, 208; el-En‘âm 6/142). İnsanlar arasında küskünlük ve dargınlık doğuran haset, kin, kibir, yalan ve iftira gibi hususlardan uzak durulması istenmiş (el-Bakara 2/109, 213; el-İsrâ 17/37; en-Nûr 24/4, 5), dargınlık ve küskünlüklerin meydana gelmesine sebep olacak yanlış davranışların af, sabır ve hoşgörüyle karşılanması teşvik edilmiştir (Fussılet 41/34; eş-Şûrâ 42/40; et-Tegābün 64/14). Bunların yanında Kur’an’da aile barışının korunması için özellikle karı kocanın birbiriyle iyi geçinmesi üzerinde durulmakta, anlaşmazlıkların barış yoluyla çözülmesi emredilmektedir.

Hadislerde de insanların kırıcı, incitici ve düşmanca tavırlar yanında küskünlükten de uzak durup barış içinde yaşamaları tavsiye edilir. Hz. Peygamber, “Kin gütmeyin, birbirinize haset etmeyin, küsüp sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun! Bir müslümanın din kardeşiyle üç günden fazla dargın durması helâl değildir. Birbiriyle küsenler içinde en hayırlı olan ilk defa selâm verip barışandır” hadisiyle (Buhârî, “Edeb”, 62; ayrıca bk. Müsned, I, 3, 5, 7; Müslim, “Birr”, 24; Tirmizî, “Birr”, 24), bir yandan müslümanlar arasında barış ortamını bozan davranışlardan uzak durmayı öğütlerken diğer yandan küskünlüklerin kardeşlik bağlarını zedelemeyecek şekilde bir an önce sonlandırılması gerektiğine dikkat çekmiştir. Bu yapıcı tutumun mânevî sonucu aynı hadisin devamında, “Küsenlerden biri selâm verir diğeri selâmı alırsa barışmanın sevabını birlikte kazanırlar, almazsa günahı o yüklenir, selâm veren günahtan kurtulur” şeklinde ifade edilmiştir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 47). Ayrıca din kardeşiyle arasında düşmanlık bulunan kimsenin onunla barışıncaya kadar günahlarının bağışlanmayacağı belirtilir (Müslim, “Birr”, 36). Bir hadiste insanların arasını bozmak için söz taşıma büyük günahlardan sayılmış (Buhârî, “Edeb”, 50), diğer hadislerde de özellikle akrabalar arasındaki küskünlükler ağır günah kabul edilmiştir. Akrabasıyla ilişkisini kesenlerin cennete gidemeyeceğini bildiren Hz. Peygamber (Buhârî, “Edeb”, 11) insanların arasını bulmayı ve dargınları barıştırmayı namaz, oruç ve sadakadan daha faziletli bir ibadet olarak niteler (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 50). Akrabalarla iyi geçinmenin tavsiye edilmesi de güçlü bağlara dayalı bir aile yapısının kurulmasına yöneliktir (en-Nahl 16/90; Müslim, “Birr”, 20-21; Ebû Dâvûd, “Zekât”, 45).

Kur’ân-ı Kerîm’de, hadis mecmuaları ve ahlâk kitaplarında birbirine dargın olan kişilerin ve grupların barışmasına “sulh”, bunları barıştırmaya da “ıslah” denilmiştir. Dargınlık ve anlaşmazlık aileler, kabileler ve zümreler arasında olabilir. Kur’an’da, inanç bakımından kardeş olan müminler arasında vuku bulan anlaşmazlıkların barış yoluyla çözümlenmesi sosyal çevreye dinî bir sorumluluk olarak yüklenir (el-Enfâl 8/1). Bu sebeple iki müslüman grubun anlaşmazlığı birbiriyle fiilî çatışma noktasına gelirse aralarında barışı sağlamak için çaba gösterilmeli, taraflardan birinin diğeri aleyhine saldırganlığa devam etmesi halinde saldırganla barışı kabul edinceye kadar savaşılmalıdır (el-Hucurât 49/9-10). İslâm’da ayrıca büyük günah kabul edilen yalan ve fitneye, çekişme, dargınlık gibi olumsuzluklara yol açma riski taşıyan gizli konuşmaya ancak dargınların barıştırılmasına yardım etmesi durumunda izin verilmiştir (en-Nisâ 4/114; Buhârî, “Ṣulḥ”, 2; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 50; Müsned, VI, 454).

İslâm ahlâk literatüründe küskünlük konusu değişik başlıklar altında ele alınmıştır. Meselâ iffet erdemi çerçevesinde barış severlikten söz edilerek bu kavram başkasının etkisi olmadan kişinin kendi isteğiyle yaptığı, insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmasını temin eden bir tutum olarak açıklanır (İbn Miskeveyh, s. 29; Kınalızâde Ali Çelebi, s. 108). Felsefî mahiyetteki ahlâk kitaplarında dört temel faziletten biri olan adaletin altındaki tâli faziletler arasında ıslah da sayılır ve bunun “insanlar arasında ara buluculuk yapma” anlamına geldiği ifade edilir (Şemseddin el-Kirmânî, vr. 12a-14a). Yine adalet içinde zikredilen, dostluk, yakınlaşma, akrabalarla ilişkiyi sürdürme, iyi muamele, sevgi, kin gütmeme, kötülüğe iyilikle karşılık verme, düşmanlıkları terketme gibi faziletler de neticede küskünlüğün kaynaklarının ortadan kaldırılmasını sağlar (İbn Miskeveyh, s. 32). Gazzâlî toplumsal kaynaşmayı (ülfet) ve kardeşliği ahlâkın güzel bir meyvesi, ayrılığı ise acı meyvesi olarak niteler. Ona göre güzel ahlâk birbirini sevmeyi, anlaşıp uzlaşmayı, kötü ahlâk ise ilişkilerin bozulmasını ve küskünlüğü doğurur. Gazzâlî bu esas üzerine kurulan ülfet ve kardeşliğin faziletini, şartlarını ve derecelerini genişçe anlatır (İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn, II, 154-155). Küskünlükle ilgili konulara dair önemli görüşler ortaya koyan bir âlim de İbn Hazm’dır. İbn Hazm’a göre birbirinden uzaklaşmanın doğuracağı üzüntüden korunmak için kişiler yararlı konularda birlikte yaşadığı kimselerle zıtlaşmaktan sakınmalı, Allah’ın rızasına uygun olmayan durumlar dışında insanların nefretini çekmemenin yollarını aramalıdır (el-Aḫlâḳ ve’s-siyer, s. 192-193). İbn Hazm ayrıca insanların kusurları hakkında uluorta konuşma, böbürlenme, kötülere özenme, haddini bilmeme, başkasını küçümseme gibi hususları da küskünlüğün sebepleri arasında gösterir (a.g.e., s. 200-240). Ahlâk literatüründe aşırı öfkeden doğan ve insanlar arasında dargınlıklara yol açan kendini beğenme, inatçılık, kibir, alaycılık, kıskançlık gibi olumsuzluklar sıralanarak bunların tedavi yolları gösterilir (meselâ bk. Râgıb el-İsfahânî, s. 230-241; Kınalızâde Ali Çelebi, s. 186-187, 190, 195-196). Gazzâlî, İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’in “Rub‘u’l-mühlikât” başlıklı III. cildini bu konulara ayırmıştır.

BİBLİYOGRAFYA :

Müsned, I, 3, 5, 7; VI, 454; İbn Miskeveyh, Tehẕîbü’l-aḫlâḳ (nşr. İbnü’l-Hatîb), Kahire 1398, s. 29, 32; İbn Hazm, el-Aḫlâḳ ve’s-siyer (nşr. Tâhir Ahmed el-Mekkî), Kahire 1412/1992, s. 192-193, 200-240; Râgıb el-İsfahânî, eẕ-Ẕerîʿa ilâ mekârimi’ş-şerîʿa, Beyrut 1400/1980, s. 230-241; Gazzâlî, İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn, Kahire 1358/1939, II, 154-155; Şemseddin el-Kirmânî, Şerḥu Aḫlâḳı ʿAḍudiyye, Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Paşa, nr. 744, vr. 12a-14a; Kınalızâde Ali Çelebi, Ahlâk-ı Alâî (haz. Mustafa Koç), İstanbul 2007, s. 108, 186-187, 190, 195-196.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2019 yılında Ankara’da basılan (gözden geçirilmiş 3. basım) EK-2. cildinde, 142-143 numaralı sayfalarda yer almıştır.