LOKMÂN SÛRESİ

Kur’ân-ı Kerîm’in otuz birinci sûresi.

Müellif:

Mekke döneminde Sâffât sûresinden sonra nâzil olmuştur. 27-28 veya 27-29. âyetlerin Medine’de indiği söylenirse de üslûp ve muhteva bütünlüğü bu iddianın zayıf olduğunu göstermektedir (M. Tâhir b. Âşûr, XXI, 138; M. İzzet Derveze, III, 157). Adını 12-19. âyetlerde kendisinden bahsedilen Lokman’dan almıştır. Otuz dört âyet olup fâsılaları د، ر، ظ، م، ن harfleridir.

Sûrenin muhtevası dört bölümde incelenebilir. İlk bölümde (âyet 1-11) Kur’an’ın hikmet, hidayet ve rahmet kaynağı olduğu belirtildikten sonra ondan istifade edenlerin temel özellikleri namazı kılmak, zekâtı vermek ve âhirete inanmak şeklinde özetlenir. Bu sûrenin indiği dönemde henüz beş vakit namazın ve zekâtın farz kılınmadığı dikkate alınırsa buradaki namazı umumi mânada Allah’a ibadet ve dua veya o dönemdeki şekliyle namaz, zekâtı da bilhassa o sırada müşriklerin baskısı altında büyük sıkıntılar çeken müslümanlar için önem taşıyan malî dayanışma olarak anlamak yerinde olur. 6-7. âyetler, Mekke müşriklerinin İslâm ve müslümanlar karşısındaki karakteristik tutumlarını özetlemektedir. Buna göre onlar, hikâye ve masal türü bazı sözlerle Kur’an arasında benzerlik kurar, vahyi alay konusu yaparlar, böylece kendileri sapkın oldukları gibi başkalarını da Allah yolundan saptırmayı hedeflerlerdi; Allah’ın âyetleri kendilerine okunduğunda küstahça bir gurura kapılır, tam bir duyarsızlık ve ilgisizlik sergilerlerdi. Bu bölümün son iki âyetinde ilâhî kudretin canlı ve cansız varlıkları nasıl meydana getirdiği belirtildikten sonra putperestlere hitaben, “İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır; şimdi gösterin bana, O’ndan başkası ne yaratmıştır?” denilmekte ve Allah’tan başka bir varlığa tapmanın hem mantıksız hem de haksız bir tutum olduğu vurgulanmaktadır.

İkinci bölümde (12-19) Lokman’dan bahsedilmektedir. Ancak burada onun hayatı ve kimliği hakkında bilgi verilmeyip sadece Allah’ın ona hikmet bahşettiği belirtilmekte ve oğluna hakîmâne öğütleri sıralanmaktadır. Bu öğütler Allah’a ortak koşmamak, anneye babaya iyi davranmak, namaz kılmak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, sabırlı olmak, böbürlenmemek, başkalarını küçümsememek, alçak gönüllü olmak gibi dinî ve ahlâkî konuları içerir.

Üçüncü bölüm (âyet 20-32) Allah’ın insanlara verdiği nimetlerle O’nun yüceliğine ilişkin açıklamalardan oluşur. Bölümün başında Allah’ın göklerde ve yerde olan şeyleri insanların hizmetine verdiği, görünür ve görünmez nimetleri önlerine serdiği belirtilmektedir. 20. âyetin başındaki, “Görmez misiniz?” ifadesi, insanların varlık düzenini sağlıklı bir şekilde incelemeleri halinde evrendeki ilâhî kudret ve hikmete delâlet eden düzeni ve bu düzenin insanlara nimet olarak yansıyan yönlerini kendi akıllarıyla da kavrayabileceklerine işaret etmektedir. 21. âyette, Allah’ın indirdiği hükümlere uymaya çağrıldıkları halde bu çağrıya uymayıp atalarının bâtıl inanç ve geleneklerini sürdürmekte ısrar eden inkârcıların, böylece Allah’ın daveti yerine kendilerini alevli ateşin azabına çağıran şeytanın davetine uydukları, 22. âyette ise Allah’a teslim olup O’nun yolundan gidenlerin sağlam kulpa yapışmış bulundukları ve onların yollarının doğru, âkıbetlerinin hayırlı olduğu anlatılmaktadır. Daha sonra Allah’ın ilminin genişliğine dikkat çekilmekte ve gücünün sonsuzluğu ile, insanların tamamının yaratılması ve âhirette hepsinin diriltilmesinin bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibi olduğu vurgulanmakta, ayrıca bazı kozmolojik delillere yer verilmektedir.

Dördüncü bölümde (âyet 33-34) kıyamet gününde kimsenin kimseye fayda veremeyeceği belirtilerek müminlerin geçici dünya hayatının aldatıcılığına kapılmamaları gerektiği yönündeki uyarıların ardından sûre, Allah’ın ilminin ve kudretinin kusursuzluğunu özetleyen ve ilâhî bilgiyle insan bilgisi arasındaki büyük farkı gösteren ifadelerle sona ermektedir. Burada Allah’ın kıyametin vakti, yağmurun yağdırılması, rahimlerdeki çocuklar, insanın gelecekte elde edeceği şeyler ve ölüm vakti konularındaki kuşatıcı ilmine dikkat çekilmektedir. Bir hadiste Hz. Peygamber’in gaybın anahtarlarının beş olduğunu söyleyip bu âyeti okuduğu bildirilir (Buhârî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 31). Bu sebeple âyette sayılan konulara “mugayyebât-ı hams” (beş bilinmeyen şey) denilmiştir (Taberî, XXI, 88-89; İbn Atıyye el-Endelüsî, IV, 356). Ancak âyette kıyametin ne zaman kopacağına dair bilginin yalnız Allah’a ait olduğu, hiç kimsenin yarın ne kazanacağını ve nerede öleceğini bilemeyeceği belirtilmiş; yağmurun yağma vakti ve rahimdeki çocuk hakkında, “Bunları da yalnız Allah bilir, başkası bilemez” gibi sınırlayıcı bir ifade kullanılmamış, “Allah … yağmuru yağdırmakta ve rahimlerdekini bilmektedir” buyurulmuştur. Bu ise meteorolojik tahminlerle ve ceninin cinsiyetinin tesbit edilmesiyle çelişmemektedir. Ayrıca âyette, Allah’ın diğer bütün varlık ve olaylar gibi bu beş konuyu sadece zamanı bakımından değil insan bilgisinin aksine bütün yönleriyle ve kusursuz, sınırsız olarak bildiğine dikkat çekilmektedir.

Lokmân sûresini okuyanlara kıyamet günü Lokman’ın arkadaş olacağına ve bunların yaptıkları iyiliklere karşı onlarca sevap verileceğine dair rivayetler (Zemahşerî, III, 239) temel hadis kaynaklarında yer almadığı gibi araştırmalarda da bunların mevzû olduğu belirtilmiştir (Muhammed et-Trablusî, II, 719).

Lokmân sûresiyle ilgili bazı eserler yazılmıştır. Ebü’l-Azm el-İsfahânî’nin Tefsîru sûreti Loḳmân (İÜ Ktp., nr. 1873), Muhammed Mustafa el-Merâgī’nin Tefsîru sûretey Loḳmân ve’l-ʿAṣr (Kahire 1943), Kâmil Selâme ed-Daks’ın et-Tefsîrü’l-edebî li-sûreti Loḳmân (Cidde 1397/1977), Abdülfettâh Îsâ el-Berberî’nin Min esrâri’l-beyân fî sûreti Loḳmân (Kahire 1986), Muhammed Re’fet Saîd’in Sûretü Loḳmân beyne ḥikmeti’t-tenzîl ve tenâsübi’s-süver (Kahire 1992), Mehmet Cesur’un Lokman Sûresi Işığında Ailede Çocuğun Ahlâkî Eğitimi (İstanbul 1997) ve Yunus Ekin’in İslâm Ahlâkı Açısından Lokman Sûresi’nin Tefsiri (1994, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) bunlar arasında sayılabilir.


BİBLİYOGRAFYA

Buhârî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 31.

Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 31.

, XXI, 88-89.

Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. İsâm b. Abdülmuhsin el-Humeydân), Beyrut 1411/1991, s. 345-347.

, III, 228-239.

İbn Atıyye el-Endelüsî, el-Muḥarrerü’l-vecîz (nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammed), Beyrut 1413/1993, IV, 356.

, XIV, 50-83.

İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, Beyrut 1385/1966, VI, 376-403.

Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî ʿan şedîdi’ż-żaʿf ve’l-mevżûʿ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 719.

, IV, 233-246.

, XXI, 61-115.

M. Tâhir b. Âşûr, et-Taḥrîr ve’t-tenvîr, Tunus 1984, XXI, 138.

M. İzzet Derveze, et-Tefsirü’l-Hadîs: Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri (trc. Ahmet Çelen – Mehmet Çelen), İstanbul 1997, III, 157-181.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 27. cildinde, 209-211 numaralı sayfalarda yer almıştır.