LÜKNET

Telaffuzda pelteklik, tutukluk.

Müellif:

Sözlükte “pelteklik, dilde tutukluk, bazı harfleri gerçek mahreçleri dışında farklı yerden telaffuz etme” anlamına gelen lüknet lüknûnet ve lükûnet olarak da geçer. Edebiyat terimi olarak “ibarede kelimelerin düzensizliğinden ileri gelen ve ancak kulak zevkiyle anlaşılabilen kusur” demektir. Bunu kekemelerin konuşmasını taklit ederek yazılmış, “kekemenâme” ve “pelteknâme” denilen manzumelerle karıştırmamak gerekir. “Ş” ve “r” gibi bazı harfleri doğru telaffuz edemeyecek şekilde dilinde tutukluk olan kişiye elken denir. İzzet Molla, Esad Paşa’nın sanat ehlini koruyup kollama, değerini bilme konusundaki meziyetini anlatma hususunda dilinin tutulduğunu, âciz kaldığını belirtmek için bu kelimeyi kullanmıştır: “Eyledi tab‘-ı güher-perver-i Es‘ad Pâşâ / Bün-i deryâ-yı hünerde beni lâl ü elken.” Divan edebiyatında Vüsûlî, Kâtibî, Ali Efendi, Sâbit ve Âşık Çelebi gibi bazı şairlerde lüknet bulunduğu bilinmektedir. Hatta Âşık Çelebi, bu özelliğin seyyid soyundan gelmesi dolayısıyla Hz. Hasan’dan kendisine intikal ettiğini söyler. Divan şiirinde lüknetin değişik şekilleri sevgilide bir güzellik unsuru olarak ifade edilmektedir. Lükneti olan güzeller, divan şiirinin alışılmış sevgili tipinin dışında gerçek hayattan alınmış bir sevgili izlenimi verir.

Bazı güzellerin lükneti, “ş” sesini “s” olarak telaffuz etmeleri onların gayri müslim oluşuyla ilgilidir. Şair bunu bir kusur değil aksine ağzının küçüklüğüne bağlı bir güzellik olarak kabul eder. Sevgilinin ağzı o kadar küçüktür ki şin harfinin noktaları sığmadığından kelimeyi sin şeklinde telaffuz etmektedir: “Şini sin okuduğun muğbeçenin sanma galat / Dehen-i tengine sığmaz o bütün cirm-i nukāt.” Birtakım güzellerin lükneti ise “r” harfini söyleyememe (Lükneti var demem ol mâh-ı cihân-ârâyı / Benzer ebrûma deyü ağzına almaz “râ”yı [Lâedrî]), bazı sesleri uzatıp kısaltarak söyleme veya bazı harfleri tekrarlama şeklindedir. Yine âşığın sevgilinin yanında heyecandan dilinin dolaşması da divan şairlerince bir lüknet sayılmıştır. “Gelip lüknet zebân-ı âşıka vuslat telâşından / Dehânından çıkar güftâr gâhî râst gâhî kec” (Enderunlu Vâsıf). Yabancıların Türkçe’yi farklı bir aksanla konuşmaları da lüknet sayılabilir: “Hâliyâ eyleseler bast-ı kelâm / Bellidir lüknet-i Rûm u A‘câm” (Enderunlu Fâzıl).

BİBLİYOGRAFYA
Türk Lugatı, IV, 305; Ahmed Cevdet, Nevâdirü’l-âsâr, İstanbul 1258, s. 62; Harun Tolasa, Sehî, Latîfî, Aşık Çelebi Tezkirelerine Göre 16. yy.da Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi I, İzmir 1983, s. 189; Filiz Hançerlioğlu, Âşık Çelebi Divanı (yüksek lisans tezi, 1988), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 83; Cemal Kurnaz, Halk ve Divan Şiirinin Müşterekleri Üzerine Denemeler, Ankara 1990, s. 117-123; Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı (haz. Cemal Kurnaz), Ankara 1992, s. 277, 286; Fuat Köprülü, “Âşık Çelebi”, İA, I, 698; “Bebgâ”, TDEA, I, 369.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 27. cildinde, 255 numaralı sayfada yer almıştır.