MAKĀM-ı MAHMÛD

Hz. Peygamber’in kıyamet gününde sahip olacağı mânevî konumu ifade eden bir tabir.

Müellif:

Sözlükte “övgüye lâyık yer, yüksek dereceli mânevî makam” anlamına gelen makām-ı mahmûd, kıyamet günü sorgulama öncesinde uzun bekleyiş sebebiyle bütün insanların sıkıntıda bulunduğu bir sırada Resûl-i Ekrem’e ilâhî rahmetin tecelli etmesi yolunda niyazda bulunması izin ve yetkisini ifade etmektedir.

Makām-ı mahmûd terkibi, namaza ilişkin bazı açıklamaların ve Resûlullah’tan teheccüd namazı kılması istenmesinin ardından, “Rabbin seni ileriki bir zamanda övgüye lâyık bir makama getirecektir” meâlindeki âyette yer almaktadır (el-İsrâ 17/78-79). Bu tabir çeşitli hadis rivayetlerinde de geçer. Bunlardan biri, Hz. Peygamber’in, ezanı duyan kimsenin okuduğu takdirde şefaatine nâil olacağını söylediği dua metnidir. Bu dua, “Ey mükemmel davetin ve sürekli duanın rabbi olan Allahım! Muhammed’e, kendisini sana yaklaştıran bir vesile ve herkesin mertebesini aşan bir üstünlük lutfet, onu vaad ettiğin makām-ı mahmûda ulaştır” anlamındadır (Buhârî, “Tefsîr”, 17/11; “Eẕân”, 8; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 38). Bazı rivayetlerde makām-ı mahmûd şefaatle tefsir edilmiştir (, II, 441; III, 456).

İslâm âlimleri Kur’an’da mahiyeti açıkça belirtilmeyen, hadis kaynaklarında ise farklı biçimlerde zikredilen bu tabirle ilgili çeşitli görüşler ortaya koymuşlardır. Taberî, âlimlerin çoğunun makām-ı mahmûdu Hz. Peygamber’in kıyamet günü insanlara şefaatte bulunacağı konum, bazılarının ise Resûl-i Ekrem’in arşta Allah’ın sağ yanında oturacağı makam olarak yorumladığını ve bu iki görüşten ilkinin tercih edilebileceğini belirtir (Câmiʿu’l-beyân, XV, 179-182). Mâtürîdî, sözü edilen tabirin, Resûlullah’ın sadece kendi ümmeti için değil bütün günahkârlar için şefaat etmesi yanında herkesin beğenip takdir edeceği mânevî bir makam olarak da açıklanabileceğini ifade eder (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, vr. 428a). Zemahşerî, Fahreddin er-Râzî ve Âlûsî de şefaat etrafında benzer yorumlar yapmışlardır. Elmalılı Muhammed Hamdi ise makām-ı mahmûdun, Hz. Peygamber’e nâfile ibadet olarak teheccüdün emredilmesi bağlamında geçmesini dikkate alarak kulun nâfile ibadetlerle Allah’a yaklaşacağını haber veren hadisle (Buhârî, “Riḳāḳ”, 38) bağlantı kurmuş ve bu tabirin Allah’a mutlak yakınlığı ifade ettiğini, Resûl-i Ekrem’in livâü’l-hamd altında yapacağı şefaatin de bununla ilgili olduğunu belirtmiştir (Hak Dini, V, 3194).

Genellikle İslâm âlimleri makām-ı mahmûdun tefsirinde şefaati esas almışlardır. Onları bu yoruma sevkeden âmil makām-ı mahmûdu şefaatle tefsir eden hadis rivayetleri olmalıdır. Âlimler, makām-ı mahmûdun sözlük mânasına bakarak bunun kıyamet gününde bütün insanlara yönelik bir şefaat olabileceği kanaatine varmış görünmektedir (konuyla ilgili hadis için bk. Buhârî, “Tefsîr”, 17/5; Müslim, “Îmân”, 326-329). Ancak tabirin geçtiği âyet, içinde yer aldığı diğer âyetler bağlamında incelendiği takdirde övgüye lâyık konum hakkında, Asr-ı saâdet’in Medine döneminden başlamak üzere İslâm’ın insanlık âlemine yayılıp kabul görmesi, dolayısıyla Hz. Peygamber’in ezan vasıtasıyla adının nerede ise bütün dünyaya duyurulması şeklinde bir yorum yapmak mümkün görünmektedir. Makām-ı mahmûd âyetinin yer aldığı İsrâ sûresinin hicretten az önce nâzil olduğu bilinmektedir. Ayrıca sûrede bu âyetten önce müşriklerin Resûl-i Ekrem’i yurdundan çıkarmak için uğraştıkları belirtilmiş (el-İsrâ 17/76-77), âyetten sonra da Resûlullah’a, bulunduğu yerden çıkarken ve gideceği yere girerken sadakat ve selâmet dairesinde tutulması ve ilâhî desteğe mazhar kılınması yolunda dua etmesi emredilmiştir (el-İsrâ 17/80). Buna göre makām-ı mahmûd ile, yakın bir zamanda İslâm’ın güç bulacağı ve dünyaya açılacağı, bu durumun dünya var oldukça devam edeceği gerçeğinin kastedildiğini söylemek mümkündür. Nitekim İsrâ sûresi âyetlerinin hicretle bağlantılı olarak yorumlanması Taberî’nin de tercihleri arasında yer almaktadır.


BİBLİYOGRAFYA

, I, 398; II, 441; III, 456.

Dârimî, “Riḳāḳ”, 80.

Buhârî, “Tefsîr”, 17/5, 11, “Eẕân”, 8, “Riḳāḳ”, 38.

Müslim, “Îmân”, 326-329.

Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 38.

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XV, 165-167, 179-182, 185-187.

Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 428a-b.

Zemahşerî, el-Keşşâf, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), II, 372.

, I, 289-303.

İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, Beyrut 1416/1996, II, 299-301.

Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, XXI, 26-27.

Seffârînî, Levâmiʿu’l-envâri’l-behiyye, Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-İslâmiyye), II, 278.

, XV, 140-143.

, V, 3194.

Ziauddin Ahmed, “The Controversy over al-Maqām al-Mahmūd”, , XXI/3 (1982), s. 113-116.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 27. cildinde, 413-414 numaralı sayfalarda yer almıştır.