MATBAA

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/3Müellif: KEMAL BEYDİLLİBölüme Git
    Sert bir basma kalıbının izini daha yumuşak bir maddenin üzerine baskıyla çıkarma esasına dayanan tab‘ etme / basım sanatının tarihi oldukça eskilere …
  • 2/3Müellif: RIZA KURTULUŞBölüme Git
    İran. İran sahasında ilk baskı, tahta kalıplarla 1294 yılında İlhanlı Geyhatu Han’ın emriyle kâğıt para basımında gerçekleşmiştir. 1607’den sonra İsfa…
  • 3/3Müellif: TURGUT KUTBölüme Git
    Matbaa Hurufatı. Harf kelimesinin çoğulu hurufun çoğulu olan hurûfât, Osmanlılar’da matbaanın kuruluşundan itibaren “bir metni dizmek için hazırlanan …

Müellif:

Sert bir basma kalıbının izini daha yumuşak bir maddenin üzerine baskıyla çıkarma esasına dayanan tab‘ etme / basım sanatının tarihi oldukça eskilere dayanır. Kâğıt üzerine ilk baskı örnekleri Çin’de ortaya çıkar. Burada 600 yılına doğru “blok kitap” basımı yapılmaya başlanmış, bunu Japonya ve Kore takip etmiştir. Uygur Türkleri’nin IX. yüzyıldan itibaren Çin modeline örnek teşkil eden ağaç harflerle baskı yaptıkları bilinmektedir. Kâğıt imali işinin Doğu’dan Batı’ya yayılması sonucunda Avrupa’da ağaç kalıplarla basım yapma teknikleri benimsenmiş, tek tek sayfalar basılmış, blok kitaplar da bunlardan türemiştir. Müteharrik basımın ilk olarak Almanya’da Mainz şehrinde Johann Gutenberg tarafından 1440 yılında gerçekleştirildiği kabul edilir. 1454-1455 yıllarında Mainz’de madenî harflerle baskı yapan matbaada basılan ilk kitaplara ait örnekler bugüne ulaşmıştır. Avrupa’da XV. yüzyılda ortaya çıkan matbaa, asrın sonlarına doğru Osmanlı Devleti’ne iltica eden İspanyol yahudileri tarafından İstanbul’a getirilmiş, bunu Rum ve Ermeniler’in kendi matbaalarını kurmaları takip etmiş, 1727’de de ilk Türk matbaası açılmıştır.

Osmanlı Devleti. Matbaanın Avrupa’da siyasî ve dinî parçalanmanın bir mücadele silâhı olarak devreye girmesi kısa zamanda önem kazanıp yaygınlaşmasına yol açmıştır. Osmanlı Devleti’nde ise gayri müslim matbaaları özellikle din konulu eserlere ağırlık vermiş ve genelde eğitim amacı taşımaktan öteye geçmemiştir. İspanya’dan göç etmiş olan David ve Samuel ben Nahmias kardeşlerin bastığı, Jacob ben Asher’in standart bir hukuk kitabı olan Arba’ah Turim İstanbul’da kurulan yahudi matbaasının ilk ürünüdür (13 Aralık 1493). Bu matbaanın hemen 1492’deki göçlerin ardından açılarak faaliyete geçmesinin zayıf bir ihtimal olarak görülmesi (, VI, 799), Nahmias kardeşlerin İstanbul’a gelmeden birkaç yıl önce Napoli’de bir matbaa açtıklarının dikkate alınmasıyla geçerliliğini kaybeder. Bu eserde kullanılan harfler daha önce İspanya ve Napoli’de basılan ilk kitaplarınkiyle aynıdır. Basımda kullanılan kâğıt ise Kuzey İtalya kökenlidir. Burada basılmış ikinci eser olan Rosh Amana’nın basım tarihi 1505’tir. Oğulları Yoseph ve Yaakov’la beraber Lizbon’dan gelen (1492) bir mülteci olarak Selânik’te matbaa açan Don Yehuda Gedalya 1504’te ilk eserini tabeder (Eski Ahid’in ilk beş kitabı = Pentateuch). İzmir’deki matbaa ise Abraham ben Yedidya Gabay tarafından açılır ve 1675’e kadar faaliyet gösterir. Bu şehirde 300 yıl içinde on iki basımevi tarafından çoğunlukla din ağırlıklı olmak üzere 400’den fazla eser basılır (1838’den itibaren Ladino dilinde 117 eser basılmıştır). 1710-1778 yılları arasında İstanbul’da faaliyet gösteren ve İzmir’de de bir şube açmış olan Yano ben Yaakov Eskanazi’nin kurduğu Osmanlı Devleti’nin en büyük matbaasında bu süre içinde 188 eser hazırlanmıştır. Yaakov’un hurufat dökümhanesinde Müteferrika Matbaası için gerekli harflerin dökümü de yapılmıştır (Sevilla-Sharon, s. 90).

İstanbul, ağır bir gelişme hızı göstermiş olmakla beraber XVII. yüzyıla kadar giderek artan bir etkinlikle yahudi matbaacılığının Venedik ve Amsterdam yanında önde gelen merkezlerinden biri haline gelmiştir. Kurulan ilk matbaanın yeri belli olmamakla birlikte 1573’te İstanbul’a gelen Stephan Gerlach, Sokullu Mehmed Paşa’nın Kadırga’daki sarayına inen yol üzerinde böyle bir matbaanın varlığına işaret eder. Sabatay Sevi hareketi basım işlerini olumsuz etkilemiş ve 1683-1710 yılları arasında İstanbul’da ve 1655-1695 yıllarında Selânik’te kitap basılmamıştır. XIX. yüzyıla gelinceye kadar İstanbul yahudi matbaacılığının merkezi olarak kalmış ve burada 800 kalem eser basılmıştır. Daha sonraki tarihlerde Selânik öne çıkmaya başlamıştır.

İstanbul’da ilk Ermeni matbaası 1567’de açılmış ve kısa zamanda yahudi matbuatıyla kıyaslanacak derecede etkin bir yayım hayatı yaşanmıştır. İlk matbaanın kurucusu olan Tokatlı Apkar matbaacılığı İtalya’da öğrenmiş, İstanbul’a döndüğünde gerekli malzemeyi beraberinde getirmiş, Surp Nigoğayos Kilisesi’nde ilk matbaayı açmıştı. 1567-1569 yıllarında burada dil bilgisi, takvim ve âyin kitaplarından oluşmak üzere beş eser basılmıştı. Apkar’ın Eçmiadzin’e gitmesiyle Ermeni matbaacılığı uzun süre kesintiye uğramıştır. 1677-1678’de faaliyet gösteren Eramyan Çelebi Kömürciyan Matbaası ile yeni bir dönem başlamakla beraber burada biri dinî, diğeri Küdüs’le ilgili olmak üzere yalnızca iki kitap yayımlanabilmiştir. 1694’te kurulan Merzifonlu Kirkor Matbaası kırk yıl faaliyette bulunmuştur. 1700’de Asdvadzadur tarafından oluşturulan ve daha sonra Arapyan Matbaası olarak tanınacak olan matbaada çok sayıda eser basılmıştır. Sarkis Tbir Matbaası 1703’ten 1752’ye kadar faaliyet göstermiş ve yine dinî ağırlıklı olmak üzere on üç eser basmıştır. XVIII. yüzyılın son çeyreğinde mevcut çeşitli matbaalar arasında yirmiden fazla kitap tabeden Hovhannes Asdvadzaduryan Matbaası ve yirmi yıl faaliyet gösteren Amira Miricanyan’ın Mayr Tıpradun adlı matbaası diğer bazı küçük matbaalar yanında öne çıkmıştır. Ermeni matbaacılığı, Arap harfleri dahil olmak üzere çeşitli hurufat döküm ustalarının yetişmesinde önemli katkı sağlamıştır. Nitekim Mühendishâne Matbaası’nda kullanılan harflerin dökümü ve eski basım tezgâhlarının onarımında emeği geçen ve dört oğluyla birlikte çalışan Bogos Araboğlu (Arabyan) 1814’te nesih dökümünü başarıyla gerçekleştirmiş ve 1817’de ta‘lik hurufat dökümünü üstlenmiştir (Beydilli, Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne, s. 321). Anadolu’da da yaygınlık gösteren Ermeni matbaacılığı, XIX. yüzyılda imparatorluğun önemli merkezlerinde yayım hayatını etkin olarak sürdürmüştür.

İstanbul’da ilk Rum matbaası kiliseler arasındaki mücadelenin bir aracı olarak kurulmuş ve matbaacılık faaliyetine Londra’da başlayan Nicodemus Metaxas tarafından 1627’de açılmıştır. Beyoğlu’nda faaliyete geçen bu matbaanın bastığı ilk eser Mûsevîler Aleyhine Bir Risâle adını taşır. Matbaa 1628’de Cizvitler’in baskısıyla kapanır. Fener Rum Ortodoks Patrikhânesi’nde kurulan matbaa ise 1798’den sonra etkin bir şekilde faaliyet göstermeye başlar. XVIII. yüzyıl boyunca Venedik, Viyana ve Memleketeyn prensliklerinde bulunanların yanında Yunanca eser basan Balkanlar’ın tek ve en önemli matbaası Moschopolis’te (Voskopoja) faaliyet göstermiş, 1731-1769 yılları arasında burada yirmi bir eser basılmıştır.

II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde zaman zaman, müslümanların Arap harfleriyle eser basmalarının yasaklanmış olduğu ileri sürülmüş olmakla beraber bunu belgelemek mümkün değildir. Avrupa’da mağribî hurufatıyla basılan Arapça eserler Osmanlı topraklarına erken tarihlerde satılmak üzere getirilmiştir. 1494’te Roma’da Arapça tabedilen Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Öklides şerhinin serbestçe satışıyla ilgili olarak III. Murad’ın verdiği (Zilkade 996 / Ekim 1588), bu eserin basımına ilâve edilmiş ferman yalnızca Türkçe basımın ilk örneğini teşkil etmekle kalmaz, basma kitaplara karşı herhangi ciddi bir ön yargının bulunmadığını da gösterir. 1666’da Arap harfleriyle Türkçe olarak ilk İncil tercümesinin yayımlanmış olduğu bilinmektedir.

Fano’da (İtalya) tabedilen Kitâbü Ṣalâti’s-sevâʿî Avrupa’da Arapça olarak yayımlanan ilk dinî eser olmuş (1514), bunu diğer din konulu ve genelde Şark’taki hıristiyanlara hitap eden çeşitli basımlar izlemiştir. Aynı sayfada iki sütün halinde Süryânîce ve Süryânî harfleriyle Arapça (Karşûnî) olmak üzere iki dilde hazırlanmış olarak Kuzey Lübnan’daki Aziz Antoni Manastırı’nda Şam Mârûnî Metropoliti Sarkis er-Rizzî öncülüğünde basılan Kitâbü’l-Mezâmîr Osmanlı-Arap dünyasında tabedilen ilk kitaptır (1610). Bu bölgede Rumlar ve Mârûnîler basım işlerinde öncü rol oynamışlardır. Eflak Voyvodası Constantin Brîncoveanu’nun Ortodoks Araplar’ın din kitaplarının tab‘ı için Arapça basım yapmak üzere açtığı matbaa (1701), burayı ziyaret eden Halep metropoliti Athanasiyus ed-Debbâs’a hediye edilmiş (1704) ve Halep’te kurularak faaliyete geçen matbaanın Arapça olarak bastığı ilk eser yine bir mezâmîr kitabı olmuştur (1706). Bu eser Osmanlı-Arap dünyasında Arapça basılan ilk eser özelliğini de taşır. Beş yıl içinde burada hepsi Arapça olmak üzere on eser daha basılmış ve metropolitlik bölgesindeki ruhbana ücretsiz olarak dağıtılmıştır. Athanasiyus’un yardımcılığında bulunmuş olmakla beraber Katolikliğe geçmesinden ötürü Halep’ten sürülen Abdullah ez-Zâhir tarafından Şüveyr’deki (Lübnan) Aziz Yahyâ Manastırı’nda teşkil edilen matbaa, bölgenin 1733-1899 yılları arasında faaliyetini sürdürecek ilk matbaası olmuştur. İspanyol Cizviti J. E. Nieremberg’in Arapça’ya çevrilen Mîzânü’z-zamân adlı eseri burada tabedilen ilk kitaptır. 150 yıl içinde matbaada otuz üç eser basılmış, ayrıca otuz altı ikinci basım yapılmıştır.

1751’de Beyrut’ta Aziz George Manastırı’nda ilk Rum-Ortodoks matbaası açılmışsa da bu uzun ömürlü olmamış ve burada yalnızca üç âyin kitabı basılmıştır. 1785’te Mârûnîler’e ait bir matbaa Düvvâr’da (Lübnan) Mâr Mûsâ Manastırı’nda kurulmuş, İngiliz ve Amerikan Protestan misyonerlerinin 1820’lerde Malta’da tesis ettikleri matbaanın Arapça basım tezgâhları 1834’te Beyrut’a nakledilerek burada bir Amerikan misyonerlik matbaası açılmıştır. Bunu birkaç yıl sonra Cizvit tarikatının kurduğu matbaa (Imprimerie catholique) takip etmiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Beyrut başta olmak üzere Suriye’nin çeşitli yerlerinde çoğunlukla hıristiyan Araplar tarafından pek çok özel matbaa kurulmuştur.

İbrânîce metinler basmak üzere Kudüs’te ilk matbaanın en erken 1830’da açıldığı tahmin edilmektedir. 1848’de bir taş baskısı (litografya) yapan bir matbaa ile Protestan misyoner matbaası kurulmuştur. Daha sonraki yıllarda Kudüs, her türlü misyonerlik faaliyetinin merkezi haline dönüşerek Arapça ve Türkçe dahil çeşitli dillerden eserlerin buluştuğu bir yer olmuştur.

Osmanlı Irakı’nda ilk matbaanın Kâzımiye’de 1821 veya 1830 yılında açıldığı sanılmaktadır. Taş baskısı basım yapan bu matbaada yalnızca bir eser tabedilmiştir. 1859’da Dominiken papazı tarafından özel ve Midhat Paşa’nın valiliği sırasında Türkçe ve Arapça olarak çıkan ez-Zevrâ gazetesinin matbaasından istifadeyle resmî bir matbaa açılmıştır (1869). Hicaz vilâyetinde ilk matbaa 1882’de resmî Ḥicâz gazetesinin matbaasını kullanarak açılır ve iki yıl sonra litografya ile tanışır. Yemen vilâyetine ise matbaa San‘a’da yayımlanan aynı adlı haftalık gazetenin basımı münasebetiyle girer (1877).

Basım faaliyetlerinin etkin bir şekilde görüleceği Mısır’da ilk matbaa Fransızlar’ın işgali sırasında ortaya çıkar. İlk basım ürünleri olan Arapça propaganda broşürleri, Napolyon’un amirallik gemisi Orient İskenderiye’ye doğru yol alırken hazırlanır ve daha sonraki işgalin ardından 1801’deki tahliyeye kadar faaliyet göstermek üzere bu şehirde kurulur (1798). Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa zamanında 1821’de Kahire Kasrü’l-aynî Mektebi’nde açılan matbaa ertesi yıl Bulak’a taşınarak (Sinoué, s. 185) büyük ölçüde genişletilir ve burada Türkçe, Arapça ve Farsça eserler, Avrupa’da neşredilmiş bilimsel eserlerin çevirileri ve bir gazete basılır. İskenderiye’de de bir matbaa kurularak yarı resmî Moniteur égyptien gazetesi yayımlanır. Bu iki matbaada 1826 yılı içinde fen, tarih ve coğrafyaya da dair altmış dört eser tabedilir. Ancak bu kitaplar da İstanbul’da basılanlar gibi az bir okuyucu kitlesine hitap eder ve pek fazla satılmaz, dolayısıyla masraflarının daima hazine tarafından karşılanması kaçınılmaz olur. Osmanlı Libyası’na (Trablusgarp vilâyeti) matbaa 1866’da, ilk Arapça eserin 1849’da ve ilk litografya matbaasının 1857’de açıldığı Tunus’a ise 1845’te girmiştir.

İbrâhim Müteferrika’dan önce Türk matbaasının işletmeye açılması için yabancıların çeşitli girişimlerde bulunduğuna temas eden kayıtlar mevcut olmakla beraber bunların sıhhatini tam olarak tahkik etmek mümkün değildir. Öncelikle Venedik kanalıyla güzel hurufatlı bir matbaa takımının getirtilmiş olduğu, aynı şekilde başka bir denemeye bir İngiliz girişimci tarafından teşebbüs edildiği, her ikisinde de malzemelerin müsadere edilerek denize atıldığı, yalnızca İngiliz’in zararının ödendiği, matbaa getirmek isteyen bir mühtedinin ise idam edildiği, IV. Mehmed zamanında (1648-1687) yapılan girişimin ulemânın müstensihlerin geçim sıkıntısına düşecekleri uyarısı üzerine sonuçsuz kaldığı, diğer bir teşebbüsün de sadrazam tarafından önlendiği gibi bilgiler bu anlamdadır (Babinger, s. 8).

İlk Türk matbaasının 1727’de açılmasının (bk. DÂRÜTTIBÂA) genelde bir gecikme olarak değerlendirilmiş olmasının, mevcut okur yazar kitlesi ve medrese talebelerinin gerekli kitaplarla yeterince donatılmış olması, matbaanın açılmasından sonra basılan eserlerin ve satış miktarlarının sayısal verileri karşısında geçerli bir dayanağı yoktur. Bu gecikmeye, hayatlarını eser çoğaltmakla kazanan müstensihlerin karşı çıkmasının sebep olduğu iddiası da tahmine dayalı bir yakıştırmadan öteye geçmez. Böyle olmuş olsa dahi bu, matbaaya karşı Avrupa’da da aynı kaygılardan hareketle belirli tepkilerin oluştuğu göz önüne alındığında ağırlığını kaybeder. Nitekim Paris’te 6000 müstensih ve kitap ressamı matbaaya şeytanî bir sanat olarak karşı çıktığında işlerini kaybetme endişesinden hareket etmekteydi. XVIII. yüzyılda Osmanlı topraklarında 80.000 müstensihin bulunduğu (Marsigli’den naklen Jorga [Geschichte des Osmanischen Reicher, IV, 362]; yine Marsigli’yi kaynak göstererek sayıyı 90.000 olarak veren Danişmend [Kronoloji, IV, 16]; Jale Baysal ise bunu yalnızca İstanbul’da çalışan müstensihlerin sayısı olarak verirken hataya düşer [Müteferrika’dan Birinci Meşrutiyet’e Kadar Osmanlı Türklerinin Bastıkları Kitaplar, s. 9]; aynı şekilde , VI, 795) ve bunların 6000 kadarının İstanbul’da çalıştığına dair verilen bilgiler, eserlerin yeterli sayıda çoğaltılabileceğini göstermesi yanında ekonomik kaygılardan hareketle karşı çıkabilecek önemli bir kitlenin mevcudiyetine de işaret eder. Bu muhtemel mesele bilindiği gibi yalnızca dinî konular dışında kalan eserlerin basılmasına izin verilmesiyle çözülür. Ulemânın matbaaya karşı çıkarak gecikmenin bir etkeni olduğu iddiasının da kabul edilir bir tarafı yoktur. Basılan eserlerde matbaaya meşruiyet kazandırmak amacıyla şeyhülislâmın fetva vermesi ve önde gelen ulemânın takrizler yazarak bu işi desteklediğini göstermesi dışında İbrâhim Müteferrika’dan sonra matbaanın işletmesini üstlenenlerin kadılıklarda bulunmuş ilmiye mensuplarından oldukları ve kitapların basıma hazırlanması yanında tashihlerinin de ulemâdan oluşan heyetler tarafından yerine getirildiği gerçeği göz ardı edilmiş görünmektedir. Nitekim matbaada basılacak ilk eserlerin denetim ve tashih işlerinde eski İstanbul kadısı İshak Efendi, eski Selânik kadısı Sâhib Efendi, eski Galata kadısı Esad Efendi, Kasımpaşa Mevlevîhânesi şeyhi Mûsâ Efendi’nin görevlendirildiği, 1814-1817 yıllarında Üsküdar Matbaası’nda basılan Kāmus Tercümesi’nin mukabelesinin devrin önde gelen âlimlerinden Âsım Efendi’ye havale edildiği bilinmektedir (Beydilli, Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne, s. 213 vd.). Bununla beraber tashih heyetlerinin ulemâdan teşkil edilmesinde mutlaka ilmiye sınıfına mensup olmakla ilgili bir şart aramak da hatalı bir değerlendirme olurdu. Zira devrin eğitilmiş kadrolarını oluşturduğundan bu tür işlerin üstesinden ancak bu kesimin gelebileceği açıktır. Gayri müslim matbaalarında basılan eserler de aynı sebepten ötürü din adamları tarafından tashih edilmekteydi.

İlk zamanlardan beri başarısız ve çirkin hurufatla Avrupa’da Arap harfleriyle basılan eserlerin Şark’ın estetik duygusuna hitap etmediği ve hat sanatının nefasetine alışmış gözlerde rahatsızlık meydana getirdiği kesindir. Buna alışılması zaman almış, ancak harf dökümcülüğünün gelişmesi de bunda önemli bir tesir icra etmiştir. İtalya’da müzik notalarının uzun zaman elle çoğaltılan nüshalarının tercih edildiği ve daha ucuza mal olmasına rağmen matbularına itibar edilmediğine dair kayıtlar (Babinger, s. 8) bu tür estetik ve psikolojik etkilenmelerle ilgili paralel örneklerdendir.

Müteferrika Matbaası’na ilk teknik yardımların İstanbul’da faaliyet gösteren gayri müslim matbaalarından geldiği, Ermeni matbaasından bir baskı tezgâhı alındığı, yahudilerden harf dökümü için faydalanıldığı ve gerekli bazı malzemelerin Avrupa’dan getirtildiği anlaşılmaktadır. Yirmisekizçelebizâde Mehmed Said Efendi’nin Arapça hurufat döktürme girişiminin pek başarılı olmaması üzerine, 1725-1732 yılları arasında Viyana’da Türk şehbenderi olarak kalmış olan Kazgancızâde Ömer Ağa’nın yardımıyla altı Türk ustası eğitim için Viyana üzerinden Hollanda’ya yollanmış ve burada 200-250 kilo kadar Arap harfleri döktürülerek İstanbul’a getirilmiştir. Ömer Ağa ayrıca matbaada çalıştırılmak üzere basmacı ustası ve mürettip tedarik ederek İstanbul’a göndermiştir. Matbaada sekiz usta ve otuz altı çırağın çalıştığı bildirilmektedir (a.g.e., s. 11).

Bu matbaada toplam 12.500 adet olmak üzere yirmi üç cilt halinde on yedi eserin basılmış olduğu göz önüne alındığında basılan eser sayısının azlığı ve bunun karşısında gayri müslim matbaalarında daha çok sayıda ve daha fazla eser basılmış olması gerçeği izaha muhtaç bir keyfiyettir. Bunun sebebini, her iki kesim arasındaki okur yazarlık oranında ve matbu eserlere olan taleplerindeki farklılıkta görmek yanıltıcıdır. Türkçe basımlı kitaplar, Osmanlı Devleti sınırları içinde bu dili anlayan daha kısıtlı bir kesime hitap etmekteyken Yunanca, İbrânîce ve Ermenice kitapların bu sınırlar dışında yaşayan çok daha geniş bir kesimin istifadesine sunulabildiği ve bu eserlerin yurt dışına da sevkedilmekte olduğu, dolayısıyla çok daha geniş bir pazara sahip bulunduğu göz önünde tutulmalıdır.

Müteferrika Matbaası’nın 1730 ayaklanmasından yara almadan kurtulduğu ve matbaaya karşı bir tepkinin mevcut olmadığı bilinmektedir. Bu ayaklanmaya İstanbul’daki 6000 müstensihin de katıldığı ve matbaa ile birlikte Kâğıthane’deki kâğıt imalâthanesinin de tahrip edildiği iddiaları (Tott, s. 15) gerçekleri yansıtmadığı gibi burada kâğıt imalâtının uzun zamandır yapılmadığı ve yerini çoktandır bir bez imalâthanesine bırakmış olduğu 1679’da İstanbul’a gelen Marsigli’nin gözlemleriyle sabittir (Stato militare, s. 138). Bununla beraber matbaanın bu kargaşadan etkilenmiş olarak 1731 senesi içinde faaliyet göstermediği kaydedilmektedir (Babinger, s. 19). Ancak matbaanın bu ayaklanmanın infial noktalarının dışında olduğu kesindir. 1807’de Nizâm-ı Cedîd’in sona ermesiyle başlayan darbe ve karşı darbeler döneminde matbaa, başta çağdaş teknik eğitimle ilgili pek çok kitabın basıldığı yeni sistemin ayrılmaz bir parçasını teşkil etmiş olarak Nizâm-ı Cedîd’e karşı duyulan tepkinin hedefleri arasına girmiştir. 1797’den itibaren önce Hasköy’de yeni açılan (1795) Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’un zemin katında faaliyete başlayan ve 1802’de Sultan Ahmed’de Dârüssaâde Ağası Mehmed Ağa Medresesi’nin bulunduğu Kapalıfırın adlı semte kısa süreli olarak taşındıktan sonra 1803’te Selimiye Kışlası civarında yapılan müstakil binasına yerleşerek faaliyetini sürdüren matbaa reform döneminin önemli göstergelerinden olan Levent Çiftliği, Üsküdar ve Selimiye kışlaları gibi askerî kuruluşlarla aynı âkıbete uğramış (17 Kasım 1808), yakılarak tahrip ve yağma edilmiştir (Beydilli, Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne, s. 139-140, 150). Nisan 1824’te tekrar İstanbul tarafına taşınan matbaa ancak 1826’dan sonra başlayan yeni dönemde etkin bir faaliyet içine girer ve asrın sonlarına doğru vilâyetlerdeki toplam sayısının yüzleri bulduğu ve yalnızca İstanbul’da elli dört büyük matbaanın faaliyet gösterdiği önemli bir gelişme ortaya koyar. Bu dönemde matbaa, Osmanlı Devleti’nde temsil edilen ulusların yalnızca fikrî uyanış ve çağdaş eğitim sahalarında büyük hizmet vermekle kalmaz, aynı zamanda imparatorluğun sonunda cereyan eden siyasî mücadelelerin en etkili silâhı olarak kullanılır.

Osmanlı Dışı Ülkeler. Rusya Müslümanları. Rus idaresinde yaşayan müslüman ahali bilhassa Kazan’da önemli bir fikrî gelişme göstermiş, zaman içinde pek çok okulun açılması dinî eserlere duyulan talebi giderek arttırmıştır. Eserlerin elle çoğaltılması burada da pahalıya mal olan zaman alıcı bir iş olduğundan XVIII. yüzyılın sonlarına doğru özellikle Kazan’da bir matbaa açılmasına karşı büyük bir istek doğmuştur. Bu yüzyıl içinde Çarlık hükümeti tarafından Arap harfleriyle bazı şeylerin basıldığı bilinmektedir. Nitekim Büyük Petro, 1722’de Kafkas cephesindeki İran savaşı sırasında halkı İran’la iş birliği yapmaması hususunda uyaran bildiriler bastırmış ve bu amaçla Türk harfleri döktürmüştü. 1786’da Saint Petersburg’daki Šnor Matbaası’nda mahallî idareler ve zaptiye nizamnâmeleri Tatarca olarak basılmıştır. 1787’de II. Katharina’nın emriyle bu matbaada asrın sonuna kadar beş baskı yapmak üzere Kur’an basımı gerçekleştirilmiştir.

1797’de Kazanlı tüccarlardan Ebülgazi Buraş, Çar I. Paul’ün izniyle Kazan’daki Tatar Gimnazyumu’nda ilk matbaayı açmıştır. Bu matbaada kullanılan dört tezgâh Petersburg’da faaliyet gösteren, ancak kapanmış olan Asya Matbaası’ndan çarlık hükümeti tarafından belirli bir işletme bedeli karşılığında tahsis edilmiştir. Buraş’ın -başlangıçtaki Osmanlı uygulamasının tam tersi olarak- yalnızca Kur’an, dua kitapları ve diğer dinî eserler basmasına izin verilmiş olması, bunun dışında kalan sahalarda kitap basmasının yasaklanması, müslüman halkın çağdaş gelişmeleri takibine ve entelektüel gelişimine sekte vurmayı amaçlayan bir tasarrufa işaret etmesi bakımından anlamlıdır. Basıma hazırlanan nüshalar müftülük tarafından kontrol edilmekteydi. 1801’den itibaren burada tabedilen ilk eserler özellikle okullardaki talebeler için hazırlanan Kur’an cüzleri (Haftiyak), İman Şartı (Şerâtü’l-îmân, Elifbâ) olmuş ve bunlar pek çok baskı yapmıştır. 1802’de Kur’an’ın tamamı tabedilmiştir. Aynı yıl içinde Sûfî Allahyar’ın Türkçe Fevzü’n-necât ve Sebâtü’l-âcizîn adlı eserleriyle Birgivî Risâlesi basılmıştır. Aynı matbaada 1802’de tabedilen sekizinci eser Üstüvânî Kitabı’dır. 1805’te Buraş’ın vefatına kadar burada 11.000 İman Şartı, 7000 Haftiyak, 1200 Birgivî Risâlesi ve 3000 adet Kur’an basılmıştır. Kazan Matbaası 1806-1809 yılları arasında yine tüccardan Yûsuf İsmâiloğlu Apanay tarafından işletilirse de yeni eserlerden ziyade daha önceki basımların tekrar neşriyle yetinilir (meselâ üç yıl içinde 19.500 adet Elifbâ tekrar basılmıştır). 1810-1811 ve 1813-1815 yıllarında ise hiç eser basılmamıştır. 1804’te Kazan’da kurulan üniversite 1809’da Arap harfleriyle basım yapacak olan kendi matbaasını açar. Bazı dinî eserler yanında burada ilk Tatarca ders kitabı (1809) ve Tatarca-Rusça bir sözlük (1819-1821) gibi özellikle eğitimle ilgili kitaplar tabedilir. 1801-1841 yılları arasında Kazan’da basılan bütün eserlerin sayısı 201’i bulduğu hesaplanmaktadır ki bunun önemli bir basım etkinliği olduğu açıktır.

1841’den sonra özel matbaalar devreye girer. Şâhî Yahyâ tarafından 1844’te açılan matbaa bir müslüman müteşebbisin kurduğu ilk özel matbaa olmuştur. Burada başta Kur’an olmak üzere taş basması eserler tabedilir. Bununla beraber XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren özel matbaaların çoğalmasına paralel biçimde tasavvufla ilgili ve din dışı eserlerin basımında da önemli bir artış gözlenir. Ferîdüddin Attâr’a isnat edilen Pendnâme, İbrâhim Hakkı’nın Mârifetnâme’si, Nasreddin Hoca Letâif’i, Ebû Hanîfe’den bir tefsir, Ebüssuûd Efendi’nin Risâle’si, Revnaḳu’l-İslâm, Tuḥfetü’l-mülûk ve Gazzâlî’nin bazı eserleri 1841-1860 yıllarında tabedilmiştir. Rusya idaresindeki müslümanların matbaa merkezi olarak Kazan’da gelişen fikrî hayat basılan eserlerle takviye bulmuş ve Rusya’da yaşayan müslüman halkın kültürel ve dinî kimliğinin korunması ve gelişmesinde en önemli rol oynamıştır.

Hindistan ve Afganistan Müslümanları. Tipografik matbaa ilk defa Portekiz Cizvitleri tarafından 1556’da Goa’da açılmıştır. Bu tarihten itibaren misyonerlik amaçlarına hizmet etmek için burada başta İncil olmak üzere mahallî dillere tercüme edilmiş çeşitli dinî kitaplar tabedilmiştir. Bunların bir kısmı Arap, Fars ve Urdu dillerinde Avrupa’da basılmış olarak ithal edilmiştir. Bu üç dilden basım yapan ilk matbaa 1780’lerde İngiliz Doğu Hindistan Şirketi tarafından Kalküta’da kurulmuştur. Misyonerlik faaliyeti yanında ticarî etkinliğe de katkısı söz konusu olduğundan İngilizce-Farsça sözlükler ilk basımlar içinde önemli yer tutar ve ilk defa böyle bir sözlük 1780’de Malda’da (Kuzey Bengal) basılır. Burada da tercih edilen hurufat cinsi nesta‘liktir. İngiliz sömürge idaresi özellikle idarî ve tarihî sahada bilgilendirmeyi hedef alan eserlerin basımına öncelik verir. İran edebiyatından Sa‘dî-i Şîrâzî’den Pendnâme (1788), el-Külliyyât (1791), Dîvân-ı Ḥâfıẓ (1791), Hâtifî’nin Leylâ vü Mecnûn (1788), Nahşebî’nin Ṭûṭînâme (1792) gibi eserleri İran ve Rusya müslümanlarının da bastığı kitaplar olarak dikkat çekmektedir. 1792’de Kalküta’da el-Ferâʾiżü’s-Sirâciyye, 1811’de Kur’an indeksi, 1829’da Abdülkādir’in Urduca ve 1866’da Şah Veliyyullah’ın Farsça Kur’an tercümelerinin baskısı yapılır. Taş basmacılığı 1820’lerde İngiliz Doğu Hindistan Şirketi tarafından getirilir ve İran’da da gözlenen aynı sebeplerden ötürü kısa zamanda büyük bir gelişme gösterir. Çeşitli yerlerde faaliyet göstermiş olarak din ve edebiyat sahasında çok sayıda Urduca ve Farsça eser tabedilir.

Afganistan’a matbaa İngiliz sömürge idaresinin genişlemesi neticesi olarak girer ve öncelikle Peştu dilinde eserler basılır. Bununla beraber müstakil ve etkin bir gelişme göstermez. Bu dilde misyonerlik faaliyetiyle ilgili kutsal metinlerin basımı genelde Afganistan dışında gerçekleşir (Bengal’de 1818’de İncil, 1820’de Tevrat’tan ilk beş kitap, daha sonra Londra’da basılan Peştu dilinde İncil, 1889). Dil bilgisi ve edebiyat ürünleri ağırlıklı Afganistan’a yönelik basım faaliyetleri daha ziyade Hindistan ve Londra merkezli olarak sürdürülmüştür.


BİBLİYOGRAFYA

L. F. Marsigli, Stato militare dell’Imperio ottomanno, Haag-Amsterdam 1732, s. 138.

F. Baron de Tott, Mémoires sur les turcs et les tartares, Amsterdam 1784, s. 15.

G. Toderini, Letteratura Turchesca, Venedik 1787, I, tür.yer.

N. Jorga, Geschichte des Osmanischen Reiches, Gotha 1911, IV, 362.

F. Babinger, Stambuler Buchwesen im 18. Jahrhundert, Leipzig 1919, tür.yer.

Selim Nüzhet [Gerçek], Türk Matbaacılığı, İstanbul 1928, tür.yer.

Abdülhak Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim (İstanbul 1943) (haz. Aykut Kazancıgil – Sevim Tekeli), İstanbul 1982, s. 159 vd.

Joseph Nasrallah, L’imprimerie au Liban, Harissa 1949, s. 1-62.

, IV, 16.

Osman Ersoy, Türkiye’ye Matbaanın Girişi ve İlk Basılan Eserler, Ankara 1959.

M. D. Peyfuss, Die Druckerei von Moschopolis: 1731-1769. Buchdruck und Heiligenverehrung im Erzbistum Achrida, Wien 1966, tür.yer.

A. Yaari, Hebrew Printing in Constantinople. Its History and Bibliography, Jerusalem 1967, tür.yer.

Jale Baysal, Müteferrika’dan Birinci Meşrutiyete Kadar Osmanlı Türklerinin Bastıkları Kitaplar, İstanbul 1968.

A. G. Karimullin, U istokov tatarskoy knigi, Kazan 1971.

M. Sevilla-Sharon, Türkiye Yahudileri: Tarihsel Bakış, Jerusalem 1982, s. 88-91.

B. Aggoula, “Le livre libanaise de 1585 à 1900”, Exposition: Le livre et le Liban jusqu’à 1900 (ed. C. Aboussouan), Paris 1982, tür.yer.

Wahid Gdoura, Le début de l’imprimerie arabe à Istanbul et en Syrie: Evolution de I’environment culturel: 1706-1787, Tunis 1985, s. 59-70, 124-187.

Orhan Koloğlu, Basımevi ve Basının Gecikme Sebepleri ve Sonuçları, İstanbul 1987.

Kemal Beydilli, Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne, Mühendishâne Matbaası ve Kütüphânesi: 1776-1826, İstanbul 1995, tür.yer.

a.mlf., Mühendishâne ve Üsküdar Matbaalarında Basılan Kitapların Listesi ve Bir Katalog, İstanbul 1997.

Turgut Kut – Fatma Türe, Yazmadan Basmaya: Müteferrika, Mühendishane, Üsküdar, İstanbul 1996, tür.yer.

M. Schmelzer, “Hebrew Manuscripts and Printed Books Among the Sephardim Before and After Expulsion”, Crisis and Creativity in the Sephardic World: 1391-1648 (ed. B. R. Gampel), New York 1997, s. 257-266, 380-384.

M. Kemper, Sufis und Gelehrte in Tatarien und Baschkirien: 1789-1889, Berlin 1998, s. 43-50.

G. Sinoué, Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Son Firavun (trc. Ali Cevat Akkoyunlu), İstanbul 1999, s. 185.

Yaron Ben-Naeh, “Hebrew Printing Houses in the Ottoman Empire”, Jewish Journalism and Printing Houses in the Ottoman Empire and Modern Turkey, İstanbul 2001, s. 73-98.

The Beginnings of Printing in the Near and Middle East: Jews, Christians and Muslims, Wiesbaden 2001.

Sprachen des Nahen Ostens und die Druckrevolution: Middle Eastern Languages and the Print Revolution (ed. Eva Hanebutt-Benz v.dğr.), Westhofen 2002.

G. Weil, “Die ersten Drucke der Türkei”, Zentralblatt für Bibliothekswesen, XXIV (1907), s. 49-61.

E. Layton, “Nikodemos Metaxas the First Greek Printer in the Eastern World”, Harvard Library Bulletin, XV/2 (1967), s. 140-168.

İsmet Binark, “Türkiye’ye Matbaanın Geç Girişinin Sebepleri Üzerine”, , sy. 65 (1968), s. 295-304.

W. J. Watson, “Ibrahim Müteferrika and Turkish Incunabula”, , LXXXVIII (1968), s. 435-441.

Pars Tuğlacı, “Osmanlı Türkiyesi’nde Ermeni Matbaacılığı ve Ermenilerin Türk Matbaacılığına Katkısı”, , XV/86 (1991), s. 48-56.

F. Hitzel, “Manuscrits, livres et culture livresque à Istanbul”, Revue des mondes musulmans et de la Méditerranée, sy. 87-88, Aix-en-Provence 1999, s. 19-37.

Evangelia Balta, “Périodisation et typologie de la production des livres Karamanlı”, a.e., sy. 87-88 (1999), s. 251-275.

J. Strauss, “Le livre français d’Istanbul (1730-1908)”, a.e., sy. 87-88 (1999), s. 277-301.

S. Rumpf-Dorner, “Die Anfänge des Buchdrucks in der Türkei”, Biblos, XLIII/1-2, Wien 1994, s. 33-39.

G. Oman, “Matbaʿa (in the Arab World)”, , VI, 794-799.

Günay Alpay Kut, “Maṭbaʿa (in Turkey)”, a.e., VI, 799-803.

G. W. Shaw, “Matbaʿa (in Muslim India, in Afg̲h̲anistan)”, a.e., VI, 804-ś807.

Vağarşag Seropyan, “Ermeni Basımevleri”, , III, 181-183.

Turgut Kut, “Matbaalar”, a.e., V, 308-310.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 28. cildinde, 105-110 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

İran. İran sahasında ilk baskı, tahta kalıplarla 1294 yılında İlhanlı Geyhatu Han’ın emriyle kâğıt para basımında gerçekleşmiştir. 1607’den sonra İsfahan’a yerleşen hıristiyan Karmeli mezhebi mensupları, yanlarında getirdikleri matbaada ilk defa 1629’da Arapça ve Farsça hıristiyan din kitapları bastılar. Safevîler zamanında 1641’de Ermeniler İsfahan’ın Culfa kazasında kâğıdı, hurufatı ve mürekkebinin hazırlandığı Arap harfleriyle baskı yapan bir matbaa kurdular. Onlar da burada kendi dinî içerikli kitaplarını bastılar. Fakat bu matbaadan İsfahanlı hıristiyanlardan başka kimse faydalanamadı. Bütün İranlılar’ın yararlanacağı bir matbaanın kurulması ancak bir asırdan fazla bir zamanın geçmesiyle gerçekleşecekti. Bu süre zarfında ülke dışında özellikle Leiden’de ilk Farsça kitaplar tabedildi. XVIII. yüzyılın sonuna doğru Hindistan’da Farsça kitapların basımı yapıldı. İran’da matbaanın gecikmesinin bir sebebi de hattatların işlerinin kesileceği endişesini taşımaları idi. Bununla birlikte birçok çevre, özellikle ülkeye seyahat eden Batılılar’dan matbaanın getirilmesi konusunda yardım istedi. Kaynaklarda 1199 (1785) yılında Bûşehr Limanı’ndan ülkeye bir matbaa makinesinin girdiğine dair bir kayıt vardır.

Kaçarlar döneminde Âkā Zeynelâbidîn Tebrîzî, Rusya’dan getirdiği matbaayı Azerbaycan valisi nâib-i saltanat Abbas Mirza’nın desteğiyle 1232’de (1817) Tebriz’de kurarak ilk çalışmayı başlattı. Bu matbaa Türkçe “basmahâne” ismiyle tanındı. Burada 1817’de basılan ilk kitap Risâle-i Cihâdiyye’dir. 1250 (1834) yılına kadar faaliyet gösteren matbaada son olarak Muhammed Hûî’nin Risâle-i Âblekûbi’si tabedildi. Londra’da baskı işini öğrenen Mirza Sâlih ülkeye dönünce 1234’te (1819) Tebriz’de ikinci bir matbaa kurdu. Daha sonra diplomatik görevle gittiği Rusya ve İngiltere’den birçok baskı makinesi yolladı. Bunlardan biriyle 1240 (1824-25) yılı civarında Tahran’da bir matbaa kuruldu. Bu matbaa 1261 veya 1262 (1846) yılına kadar açık kaldı.

Matbaada kullanılan hurufatın dizimi zordu ve yazmalarda genel olarak tercih edilen nesta‘lik alışkanlığına ters düşmekteydi. Taş basmacılığı ise bu estetik soruna daha iyi cevap verir ve yazma eser zevkini karşılayacak derecede süslemeli eserler basımına imkân sağlar. Dolayısıyla bundan sonra İran’da taş basmacılığı (litografi = çâp-i sengî) revaç bulmuş ve büyük gelişme göstermiştir. Buna ön ayak olan Abbas Mirza 1240 (1824-25) yılında bu sanatı öğrenmesi için Mirza Ca‘fer Tebrîzî’yi Moskova’ya gönderdi. Yine onun Tebriz’de kurduğu matbaada ilk basılan kitaplar Mirza Hüseyin hattıyla 1248’de (1832-33) Kur’an ve 1251’de (1835) Zâdü’l-meʿâd olmuştur. 1259’da (1843) matbaa şahın emriyle Tahran’a taşındı. Burada ilk defa Neşât-ı İsfahânî’nin Gencîne-i Neşâṭ adlı eseri tabedildi (Tahran 1266). Ardından taş basmacılığı İran’ın çeşitli şehirlerinde hızla yayıldı. 1254’te (1838) Şîraz’da, 1260’ta (1844) İsfahan’da ve daha sonra diğer İran şehirlerinde sengî matbaalar kuruldu. 1256’da (1840) Urumiye’de matbaa açan Amerikalı bir misyonerin burada bastığı ilk kitap Süryânîce bir metin olmuştur. Böylece hareketli hurufatla yapılan baskıya 1855-1873 yıllarında bir müddet ara verildi. Ancak Nâsırüddin Şah 1290’da (1873) son Avrupa seferinden dönerken İstanbul’dan küçük bir harf dizme makinesi ve matbaa satın alarak Tahran’a getirdi. Fazla kullanılmayan bu matbaayı Fransız Baron Louis de Norman tamir edip yayımlama iznini aldığı La Patrie adlı gazetesiyle İran’da Latin harfleriyle ilk baskıyı gerçekleştirdi.

Matbaanın İran’a girmesiyle çok sayıda kitap basıldı. 1852’de dârülfünunun açılması bilim ve teknik alanında birçok eserin basılmasına vesile oldu. İran’da ilk resimli taş baskısı, Kaçar Muhammed Şah zamanında 1259’da (1843) Tebriz’de basılan Leylâ vü Mecnûn’dur. Böylece 1844-1846 arasında bir düzineye yakın resimli taş baskısı eser yayımlanır. 1264’te (1848) Fuzûlî’nin Türkçe divanı çıkar. Tahran’da basılan ilk resimli kitap 1261 (1845) tarihli, Atâullah b. Hişâm Vâiz-i Herevî’nin Ravżatü’l-mücâhidîn’idir. Taş baskısıyla olan ilk kitaplardan Tahran’da basılanlar daha çok Mirza Ca‘fer Han’ın Ḫulâṣa’sı ve Câm-ı Cem gibi askerlik, matematik ve astronomiyle, Tebriz’dekiler ise Cihânnümâ, Burhân-ı Câmiʿ ve Sa‘dî’nin Külliyyât’ı (1851-1892 arası on beş resimli basım) gibi tarih ve edebiyatla ilgili olanlardı. Ayrıca çeşitli yerlerde Firdevsî’nin Şâhnâme’si (1848-1904 arasında resimli beş basım), Nizâmî-i Gencevî’nin Ḫamse’si (1847-1910 arasında resimli on baskı), Binbir Gece Masalları (1855-1902 arasında resimli yedi baskı) tabedilir. 1856’da İskendernâme ve 1875’te Hamzanâme’nin ilk baskıları yapılır. Kerbelâ Vak‘ası ile ilgili pek çok resimli eser yayımlanır. Matbaanın yaygınlık kazanması gazete ve dergilerin çıkmaya başlamasıyla eş zamanlı olmuştur. Nitekim ilk gazete 1837’de Tahran’da çıkmıştır (bk. MATBUAT [İran]).

XIX. yüzyılda Farsça birçok kitap yurt dışında da basıldı. Ancak bu yüzyılın ikinci yarısında yine litografi baskı büyük ölçüde yaygınlık kazandı. Nâsırüddin Şah ve onun kurduğu yayın dairesinin (İdâre-i Rûznâmecât-ı Devletî) başındaki danışmanı Muhammed Hasan Han İ‘timadüssaltana’nın çalışmaları İran matbaacılığının yaygınlaşmasını sağlarken bunu XX. yüzyıl başında bir sektör haline getirdi.


BİBLİYOGRAFYA

Mirza Muhammad Ali Khan Tarbiyat, The Press and Poetry of Modern Persia (trc. E. G. Browne), Cambridge 1914.

L. Minasion, “Evvelîn-i Çâpḫâne der Îrân”, Mecmûʿa-i Maḳālât-ı Pençemîn-i Konġre-i Taḥḳīḳāt-ı Îrân, İsfahan 1354 hş., I, 241-246.

O. P. Shcheglova, Iranskaya Litografirovannaya Kniga, Moscow 1979.

Yahyâ Âryanpûr, Ez Ṣabâ tâ Nîmâ, Tahran 2535 şş., I, 228-234.

P. Avery, “Printing, The Press and Literature in Modern Iran”, , VII, 815-820.

Hüseyin Mahbûbî Erdekânî, Târîḫ-i Müʾessesât-ı Temeddünî-yi Cedîd der Îrân, Tahran 1370 hş., I, 209-222.

Bahâr, Sebkşinâsî, Tahran 1370 hş., III, 342-343.

Seyyid Ferîd Kāsımî, Râhnümâ-yı Maṭbûʿât-ı Îrân, Tahran 1372 hş., s. 11-13.

Sh. Bâbâzâde, Târîḫ-i Çâp der Îrân, Tahran 1378 hş.

H. Golpâyegânî, Târîḫ-i Çâp ve Çâpḫâne der Îrân, Tahran 1378 hş.

U. Marzolph, “Persian Illustrated Lithographed Books”, The Beginnings of Printing in the Near and Middle East: Jews, Christians and Muslims, Wiesbaden 2001, s. 18.

W. Floor, “Maṭbaʿa (in Persia)”, , VI, 803-804.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 28. cildinde, 110-111 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

Matbaa Hurufatı. Harf kelimesinin çoğulu hurufun çoğulu olan hurûfât, Osmanlılar’da matbaanın kuruluşundan itibaren “bir metni dizmek için hazırlanan hareket ettirilebilir madenî harfler” anlamında kullanılmıştır. Huruf alfabedeki bütün harfleri, hurufat ise farklı boyut ve şekillerdeki harflerin çokluğunu ifade eder.

Matbaacılığın gelişim sürecinde hurufat yapımı çeşitli aşamalar geçirmekle birlikte genel uygulama şöyledir: Harflerden önce çelik veya bakırdan kalıplar hazırlanır, daha sonra bu kalıpların yardımıyla kurşun, antimon ve kalaydan oluşan ve matbaa metali diye anılan madenî alaşımlar hazırlanarak harflerin dökümü yapılır. Hurufat, belli bir düzene göre değişik sayıda gözü bulunan ve hurufat kasası denilen bir kasaya yerleştirilir. Arap harflerinin kullanıldığı döneme ait hurufat kasalarında 480, Latin harflerinin kullanıldığı dönemde ise 141 veya 118 göz bulunmaktaydı. Hurufatı kasalara yerleştirme tarzı mürettibin çalışma sistemine göre değişiklik göstermektedir. Her harfin birkaç çeşidinin bulunması ve Arap harflerinin başta, ortada ve sonda farklı biçimlerde yazılması hurufat kasasının düzeninin önemini arttırmıştır.

Latin alfabesine göre düzenlenen hurufat kasasının kullanımı daha kolaydır. Baskıya esas olmak üzere elde veya makine ile tertip edilmiş harf, rakam, noktalama gibi her türlü şekli ifade eden hurufat mürettipler tarafından kasadan alınıp yan yana dizilerek satırlar oluşturulur. Satırlar sütun veya sayfalara dönüşüp bağlanır, makineye konulup basılır. Baskı işlemi bittikten sonra hurufat matbaa metali olarak yeni hurufat dökümünde kullanılmak üzere dağıtılır. Font yahut puntolarına göre her harf yahut işaretin standart bir yüksekliği olur, gerek elle dizilen ilk dönemlerde gerekse entertip usulü dizgi makinelerinde hurufatın baskı gören üst yüzeyi aynı hizada tertiplenirdi. Hurufatla baskı işinde kullanılan bütün malzeme punto (yarım milimetreden az bir kalınlık) ve kadrat (on iki puntoluk bir kalınlık) hesabı üzerine yapılır, bu kalınlık harflere göre değişmekle birlikte yüksekliği sabit kalırdı. Harflerin baskı gören yüzeyleri zamanla aşınıp kullanılmaz hale geldiğinden hazırlanan kalıplarda birkaç defa hurufat dökülerek bunlar yedeklenirdi. Özellikle elle hazırlanan hurufat kalıplarından âzami ölçüde istifade etmek için bunların çok dikkatli kullanılması gerekirdi. Harfin kırılması, aşınması ve ezilmesini önlemek amacıyla baskı gören yüzeylerinin sert bir şeye temas etmemesine ve rutubete mâruz kalmamasına özen gösterilirdi. Ahmed Râsim, bu tür hurufatı kullanan mürettiplerin en gencinin altmış yaşında ve cami hatibi, imam veya ulemâdan olduğunu, kasaların önünde oturup gerekli harfleri birbirine atarak çalıştıklarından bunların minder kaplı kürsüde oturduklarını ve iki yanlarının da minder kaplı olduğunu söyler (Matbûat Hâtıralarından: Muharrir, Şair, Edip, s. 53).

Türkler’de madenî hurufat kullanımı İbrâhim Müteferrika Matbaası’nda başlamıştır. Madenî harflerle basılan ilk kitap 1 Receb 1141’de (31 Ocak 1729) tamamlanan Vankulu Lugati’dir. 31 Ocak 1729’dan 1 Aralık 1928 tarihine kadar iki asır basın-yayın hayatında Arap harfleri kullanılmıştır. İlk hurufatı hazırlatan İbrâhim Müteferrika’nın bu hurufatıyla sağlığında on yedi, kendisinden sonra yedi olmak üzere toplam yirmi dört kitap basılmıştır. Bu sayıya Vankulu Lugati’nin ikinci baskısı da dahildir. Hurufatı hazırlayanların hepsi Osmanlı azınlığına mensup sanatkârlardı. Ebüzziyâ Tevfik İbrâhim Müteferrika’nın, harfleri bir hattata yazdırdıktan sonra Zambak adlı Ermeni kuyumcuya çeliklerini hak ve kalıplarını imal ettirdiğini belirtmektedir (Muharrir, I/3 [1293], s. 71). Avram Galanti’ye göre İbrâhim Müteferrika Matbaası’nda kullanılan harflerin hakkâki, 1710’da Polonya’dan gelip İstanbul’a yerleşen Jonah ben Yakob Aşkenazi adlı yahudi baskı ustasıdır; harfleri yazan hattatın ise kim olduğu bilinmemektedir. İbrâhim Müteferrika, padişaha sunduğu arz-ı hâlinde Jonah’ın baskı sanatındaki maharetine ve bu konudaki ustalığına yer vermekte, ayrıca matbaasında nesih, ta‘lik ve diğer harf nevilerinin kullanılacağını bildirmektedir. Ancak sadece nesih harfler kullanılmış olup bunların en güzel örnekleri Fenn-i Harb (1207), Fenn-i Lağım (1208) ve Fenn-i Muhâsara (1209) adlı kitaplarda görülmektedir. Bu hurufat İbrâhim Müteferrika Matbaası’nda uzun süre kullanıldığı için bozulmuş ve yer yer kırılmaya başlamıştır.

Daha sonra Mühendishâne Matbaası’nda emeği geçen Bogos Araboğlu (Arabyan), hattat Deli Osman Efendi’ye yazdırılan nesih harflerinin on altı puntoluk çelik kalıplarını hazırlamış, bu kalıplardan dökülen hurufat uzun yıllar kullanılmıştır. Ohannes Mühendisyan’ın 1867’de hazırlayıp döktüğü yirmi dört punto ve on altı punto nesih hurufatı 1883’te ortaya çıkınca Araboğlu’nun on altı punto nesih hurufatı battal olmuştur. Âsım Efendi’nin Kāmus Tercümesi’nde (1230) kullanılan yeni nesih harflerinin çelik kalıplarını da Bogos Araboğlu hazırlamıştır. Ali Kuşçu’nun Mir’ât-ı Âlem (1239) adlı eserinde kullanılan ilk ta‘lik hurufat muhtemelen yine Bogos Araboğlu’nun elinden çıkmıştır. Ancak ta‘lik hurufatla fazla kitap basılmamış olması bu harflerin pek tutulmadığını göstermektedir.

Genellikle manzum eserlerin dizgisinde kullanılan ta‘lik hurufatı Sultan Abdülmecid döneminde yaygınlık kazanmıştır. Kazasker Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’nin yazdığı ta‘lik harflerinin kalıpları Ohannes Mühendisyan tarafından hazırlanıp padişaha sunulmuştur. On sekiz puntoluk bu Türk üslûbu ta‘lik hurufatı ilk defa Kasabbaşızâde İbrâhim Efendi’nin Risâle-i İʿtiḳādiyye (1258’de [1842] iki defa) ve Ali Behcet Efendi’nin Risâle-i Ubeydiyye-i Nakşibendiyye (1260/1844) adlı kitaplarında kullanılmıştır.

Mühendisyan bir süre sonra Râcih Efendi’nin yazdığı, daha çok İran üslûbuna yakın yirmi dört puntoluk ta‘lik harflerinin çelik kalıplarını hazırlamış, bu hurufatla Hilye-i Hâkānî (1264/1848) ve Ahmed Şâkir Paşa’nın Ravz-ı Verd (1269/1853) adlı eserleri basılmıştır. Hilye-i Hâkānî’nin uzunca hâtimesinden anlaşıldığına göre yeniliklerden hoşlanan Sultan Abdülmecid, Devlet Matbaası’nda ta‘lik harflerinin tekrar yazdırılıp dökülmesini istediğinde kendisine örnek olarak iki mısra gösterilmiştir. Buna uygun biçimde hazırlanan ve dökülen harflerin kesilme ve bitişme (ligatür) yerlerinin de tecrübesi için kırk-elli sayfalık bir yazının tertibi ve bu maksatla bir eserin seçilmesi istenince bunun Hilye-i Hâkānî olmasına karar verilmiş, Mehmed Said’in nezaretinde metnini Râcih Efendi, İmâd’ın yazı albümlerindekine benzeyen ta‘lik hattıyla yazmıştır. Hilye-i Hâkānî’nin hâtimesi, padişahın bundan böyle ta‘lik harfleriyle her çeşit kitabın ve divanların basılmasını istediğini belirten ifade ile sona ermektedir (Derman, s. 101). Hilye-i Hâkānî’nin beş değişik deneme baskısı tesbit edilmiştir (Birnbaum, s. 448). Eserin ayrıca padişaha sunulmak üzere pembe, sarı renkli mat kâğıtlara altın yaldızla basılmış nüshaları da vardır (İÜ Ktp., nr. 81940-81941). Ancak on sekiz ve yirmi dört puntoluk ta‘lik hurufatının kullanılması hayli güç olduğundan pek fazla rağbet görmemiş ve Matbaa-i Âmire’de yıllarca metruk halde kalmıştır. Ahmed Midhat Efendi matbaa müdürlüğü sırasında bu harflerin kullanılır hale getirilmesini istemiştir. Haçik Kevorkyan yirmi dört punto ta‘lik hurufatının parçalarını 2200’den 1600 parçaya indirmiştir.

Ohannes Mühendisyan, Kazasker Mustafa İzzet Efendi hattıyla yirmi dört punto nesih harfleriyle hazırladığı arz-ı hâlini 23 Nisan 1867’de Sultan Abdülaziz’e sunmuş, bunu aynı puntoyla dizilen Saffet’in bir şiiri izlemiştir (TSMK, Hazine, nr. 2363). Ohannes Mühendisyan ayrıca on altı ve altı punto nesihle yirmi dört punto harekeli nesih yanında rik‘a hurufatının kalıplarını da imal etmiş, yirmi dört punto rik‘a hariç diğerlerinin basılı birer örneğini bir albüm halinde II. Abdülhamid’e sunmuştur (İÜ Ktp., Müze, nr. 90025). Mühendisyan’ın elinden çıkan hurufat altı, on altı, yirmi dört punto nesih; yirmi dört punto rik‘a; on sekiz, yirmi dört punto ta‘lik ve yirmi dört punto harekeli nesihtir.

Son dönem hurufat yapımcısı ve dökümcüsü Haçik Kevorkyan’ın da bu sahadaki hizmetleri büyüktür. Bogos Araboğlu’nun torunu Harutyun Araboğlu tarafından hakkâk İstavraki’ye on iki puntoluk nesih hurufatı hazırlatılmışsa da bunlar Mühendisyan’ın on altı puntoluk hurufatı yanında oldukça çirkin göründüğünden Haçik Kevorkyan on iki puntoluk yeni bir nesih hurufatı hazırlamış, bu hurufat 1928’e kadar kullanılmıştır. Haçik Kevorkyan, dizgi işlerinde kullanılan nesih hurufatı yetersiz kalmaya başlayınca Mekteb-i Sultânî hat muallimi Mehmed İzzet Efendi’ye rik‘a harflerini yazdırıp on sekiz punto üzerinden kalıplarını hazırlamış, İkdam gazetesi sahibi Ahmed Cevdet Bey’in isteğiyle matbaalarda pek bulunmayan siyah (kalın) hurufatın kalıplarını yapmış, ayrıca 1909-1924 yılları arasında on iki, on altı, yirmi dört ve kırk sekiz puntoluk kûfî hurufatını hazırlamıştır. Yirmi dört puntoluk kûfî hurufatının yazıları ise Pulcu Ahmed Bey’in elinden çıkmıştır. Kırk sekiz puntoluk kûfî hurufatı için Halil Nihat (Boztepe), “Duyup üstâd Râsim’den dedim târîh / Dizildi hatt-ı kûfî kırk sekiz punto” tarihini düşürmüştür.

Haçik Kevorkyan on iki, on dört ve otuz altı punto nesih; on altı, yirmi dört punto siyah; on sekiz, otuz altı punto rik‘a; on sekiz punto harekeli nesih; on iki, on altı, yirmi dört ve kırk sekiz punto kûfî olmak üzere on iki değişik hurufatın çelik ve bakır kalıplarını hazırlamıştır.


BİBLİYOGRAFYA

G. Toderini, İbrahim Müteferrika Matbaası ve Türk Matbaacılığı (trc. Rikkat Kunt, haz. Şevket Rado), İstanbul 1990, s. 24.

Necib Âsım, Kitab, İstanbul 1311.

Teotik Labcinciyan, Dib u Dar, İstanbul 1912.

Ahmed Râsim, Matbûat Hâtıralarından: Muharrir, Şair, Edib, İstanbul 1924, s. 52-55.

a.mlf., “Hatt-ı Kûfî: Haçik Keğorkyan”, İkdam, İstanbul 18 Ağustos 1922.

a.mlf., “Yeni Yirmi Dört Punto Kûfi Yazı”, a.e., 13 Ağustos 1924.

Selim Nüzhet Gerçek, Türk Matbaacılığı I, İstanbul 1939.

A. Galante, Histoire des juifs de Turquie, Istanbul 1942, II, 87, 90.

Şefik Ergürbüz, Matbaacılık Lûgatı, İzmit 1944, s. 8-9, 37, 47-48, 50, 62, 93.

Kamil Erçin, Matbaacılık Bilgileri I, İstanbul 1944, s. 9-10.

Osman Ersoy, Türkiye’ye Matbaanın Girişi ve İlk Basılan Eserler, Ankara 1959, s. 34-35.

The Hebrew Book. An Historical Survey (haz. R. Posner – I. Ta-Shema), Jerusalem 1975.

M. Uğur Derman, “Yazı San’atının Eski Matbaacılığımıza Akisleri”, Türk Kütüphaneciler Derneği. Basım ve Yayıncılığımızın 250. Yılı Bilimsel Toplantısı. 10-11 Aralık 1979, Ankara, Bildiriler, Ankara 1980, s. 97-113.

E. Birnbaum, “An Ottoman Printing Puzzle: The Hilye-i Khaqani of 1264/1848”, The Islamic World from Classical to Modern Times: Essays in Honor of Bernard Lewis, Princeton 1989, s. 433-450.

Kemal Beydilli, Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne, Mühendishâne Matbaası ve Kütüphânesi: 1776-1826, İstanbul 1995, s. 321-325.

Ziyad Ebüzziya, Şinasi (haz. Hüseyin Çelik), İstanbul 1997, s. 184-189, 292-295.

Ebüzziya Tevfik, “İhtirâât-ı Bedîa: Tıbâat”, Muharrir, I/3, İstanbul 1293, s. 70-74.

B. A. Mystakidis, “Hükûmet-i Osmâniyye Tarafından İlk Tesis Olunan Matbaa ve Bunun Neşriyatı”, , I/5 (1910), s. 322-328.

Pars Tuğlacı, “Osmanlı Türkiyesi’nde Ermeni Matbaacılığı ve Ermenilerin Türk Matbaacılığına Katkısı”, , XV/86 (1991), s. 48-56.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 28. cildinde, 111-113 numaralı sayfalarda yer almıştır.