MECÎD

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Müellif:

Sözlükte “asil, şerefli ve seçkin olmak” anlamındaki mecd (mecâde) kökünden türeyen mecîd “asil, şerefli, cömert olan” demektir. Aynı kökten türeyen mâcid de bu mânaya gelmekle birlikte sıfat-ı müşebbehe olan mecîdin daha zengin içerikli olduğu kabul edilir. Mecîd ve bununla birlikte esmâ-i hüsnâ listesinde yer alan mâcid Allah’a nisbet edildiğinde “yetkinliğin karşıtı olan her türlü nitelikten münezzeh, lutuf ve ikramı bol” anlamına gelir. Dilciler, mecd kökünün temel mânasının bolluk ve genişlikten ibaret olduğunu söylerler (, “mcd” md.; , “mcd” md.; Zeccâc, s. 53). Buna göre belirtilen anlamların zengin ve derin içerikli (mübalağalı) olması gerekir.

Mecd kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de sadece mecîd şeklinde dört âyette yer almaktadır. Bunların ikisi “çok şerefli” mânasıyla Kur’an’ın sıfatı durumundadır (Kāf 50/1; el-Burûc 85/21), biri Allah’a izâfe edilmiş (Hûd 11/73), biri de kıraat imamlarının farklı anlayış ve okuyuşlarına bağlı olarak ya zât-ı ilâhiyyenin veya arşın sıfatı olmuştur (el-Burûc 85/15). Taberî, her iki anlayışın taraftarlarını zikrettikten sonra ikisinin de anlam bakımından mümkün olduğunu belirtmiş (Câmiʿu’l-beyân, XXX, 174), kıraat âlimi Ahmed b. Muhammed el-Bennâ ise iki okuyuşta da mecîdin Allah’a nisbetinin gramer açısından imkân dahilinde bulunduğunu söylemiştir (İtḥâfü fużalâʾi’l-beşer, s. 436). Ancak sözü edilen âyetin, içinde yer aldığı âyetler bağlamında incelendiği takdirde zât-ı ilâhiyyeye sıfat olduğunu kabul etmek daha isabetli görünmektedir.

Mecîd ve mâcid hem İbn Mâce hem Tirmizî’nin naklettiği doksan dokuz esmâ-i hüsnâ listesinde yer almıştır (“Duʿâʾ”, 10; “Daʿavât”, 82). Bunun dışında çok sayıda hadis rivayetinde her iki isim de zikredilmiş, özellikle namazlarda selâmdan önce okunan ve “hamîdün mecîd” isimleriyle sona eren “Allahümme salli”, “Allahümme bârik” metinleri Kütüb-i Sitte’nin tamamında rivayet edilmiştir (, “mcd” md.). Bu rivayetlerde Cenâb-ı Hak bir kutsî hadiste zâtını mecd kavramıyla nitelediği gibi Hz. Peygamber’in dua ve niyazlarında geçen birçok mecd nitelemesi de (temcîd) tekrarlanmıştır. Ebü’l-Bekā temcîdin (zât-ı ilâhiyyeyi mecd kavramıyla niteleme) “lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh” (bütün güç ve kudret Allah’a aittir) ifadesinden ibaret olduğunu söylemiştir (el-Külliyyât, s. 870). Resûlullah’ın gece namazının arkasından okuduğu duanın tenzih nitelemeleriyle şekillenen son cümleleri şöyledir: “Allahım! Bizi doğru yola kılavuzluk eden ve onu fiilen izleyen, hak yoldan sapmayan ve saptırmayan, dostlarınla barışık ve düşmanlarına dargın olan kimseler grubuna kat. Güç ve kudret ridâsına bürünüp bunu yaratıklara beyan eden, mecd ve şerefle vasıflanıp yücelen, tesbih ve tenzîhe yegâne lâyık olan, lutuf, ihsan, mecd, kerem ve azamet sahibi Allahım! Seni yüceltir, seni her türlü eksiklikten tenzih ederim” (Tirmizî, “Daʿavât”, 30). Mâcid isminin kerem, azamet ve bol lutuf mânasını pekiştirdiği kabul edilir.

Genellikle âlimler, mecîd ismini Allah Teâlâ’nın zâtına ve sıfatlarına yönelik olmak üzere iki açıdan yorumlamışlardır. Zâta yönelik yorum O’nu acz ve eksiklikten, yani yaratılmışlık özelliklerinden berî ve münezzeh tutmayı, fiillerine yönelik yorum da lutuf ve ihsanının çok olduğunu belirtmeyi amaçlamıştır. Bunların ikisi de zât-ı ilâhiyyeyi yetkin sıfatlarla niteleme noktasında birleşir. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye göre tenzih yöntemi kemal ifade etmesi açısından ispat yönteminden daha kapsamlıdır. Çünkü kişinin olumlu özelliklere sahip olmakla birlikte bazı kusurlar taşıması mümkündür. Buna karşılık olumsuz niteliklerden uzak bulunan bir kimsede bunların karşıtlarını oluşturan meziyetler mevcut olur (el-Emedü’l-aḳṣâ, vr. 41a). Abdülkerîm el-Kuşeyrî Allah’ın insanlara lutfettiği, fakat çok kimsenin farkına varmadığı nimetlerden birinin de inanmış kalplerini hali üzere devam ettirip hayatlarında geçirdikleri zamanları bozucu unsurlardan arındırmasıdır. İnsanların tâbi tutulduğu en büyük imtihan ise sevgi odaklarının çeşitli alternatiflere açık bulunmasıdır (et-Taḥbîr, s. 66).

Mecîd zâtî-tenzîhî bir isim olarak düşünüldüğü takdirde alî, azîm, celîl, müteâlî; fiilî bir sıfat konumunda görülmesi halinde ise kerîm, ber ve ganî isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur.


BİBLİYOGRAFYA

, “mcd” md.

, “mcd” md.

, “mcd” md.

İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10.

Tirmizî, “Daʿavât”, 30, 82.

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Halîl el-Mîs), Beyrut 1415/1995, XXX, 174.

Zeccâc, Tefsîru esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Beyrut 1395/1975, s. 53, 57.

Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 343a.

Hattâbî, Şeʾnü’d-duʿâʾ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984, s. 82.

, III, 195, 197.

, s. 47, 55.

Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 167b-168a.

Kuşeyrî, et-Taḥbîr fi’t-teẕkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 66-67.

, s. 133, 144, 174.

Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aḳṣâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 40b-41b.

, s. 288-289.

a.mlf., Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut 1410/1990, XXXI, 124.

, s. 870.

Bennâ, İtḥâfü fużalâʾi’l-beşer (nşr. Ali Muhammed ed-Dabbâ‘), Kahire 1359, s. 436.

Bekir Topaloğlu, “Esmâ-i Hüsnâ”, , XI, 407-409.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 28. cildinde, 238-239 numaralı sayfalarda yer almıştır.