MERDÂVÎC b. ZİYÂR

Ebü’l-Haccâc Merdâvîc b. Ziyâr b. Verdânşâh el-Cîlî (ö. 323/935)

Ziyârî hânedanının kurucusu ve ilk hükümdarı (928-935).

Müellif:

Baba tarafından Ârî kökenli Gîlliler’in (Cîlî) Dâhil bölgesinde yaşayan asil bir koluna, anne tarafından Rûyân ispehbedlerine mensuptur. Zamanın diğer hânedanları gibi Ziyârîler de sonraları, İslâm öncesi tanınmış bir nesebe bağlanmak isteğiyle Ziyâr’ın babası Verdânşah’ın Sâsânî İmparatoru Hüsrev zamanında Gîlân kralı olan Arguş Ferhâdân’ın soyundan geldiğini iddia etmiştir.

Zeydî Hükümdarı Hasan el-Utrûş’un (914-917) ardından çıkan iç savaşlar esnasında Taberistan’ı ele geçirmek isteyen Esfâr b. Şîreveyh, o sıralarda Sâmânîler’in yanında bulunan Merdâvîc b. Ziyâr’dan hizmetine girmesini istedi. Böylece Esfâr’ın ordu kumandanı olan Merdâvîc (315/927) Taberistan’a yürüdü ve Rey’den gelen Dâî Hasan b. Kāsım’ı Âmül yakınında yenerek öldürdü (316/928). Esfâr ile Merdâvîc, Taberistan’ın büyük bir kısmını işgal ettikten sonra arkasından Rey, Kazvin, Zencan, Ebher, Kum ve Kerec gibi diğer bazı Cibâl vilâyetlerini zaptettiler. Aynı yıl içerisinde Merdâvîc, Esfâr’ın halka aşırı şekilde zulmetmesinin yol açtığı tepkiyi kendi lehine değerlendirerek Zencân’da bağımsızlığını ilân etti ve Esfâr’ı Kazvin’den uzaklaştırıp (muhtemelen 319’da da [931] ortadan kaldırıp) tahtını ele geçirdi. Daha sonra Güneybatı İran’daki Abbâsî halifeliği topraklarına hâkim olmak için girişimde bulundu ve Halife Muktedir-Billâh’ın gönderdiği orduyu Hemedan’da mağlûp ederek Dînever, Karmîsîn (Kirmanşah) ve İsfahan’a hâkim oldu (319/931). Ardından Halife Muktedir-Billâh’a elçi yollayıp bu toprakların mukātaa yoluyla kendisine verilmesini istedi. Yaptığı teklif bazı şartlarla kabul edildi ve halife onun hâkimiyetini onaylayıp hil‘at ve bayrak gönderdi. Bu önemli başarılardan cesaret alan Merdâvîc 321 (933) yılında Deylemli lider Mâkân b. Kâkî’nin üzerine yürüdü ve onu yenerek Taberistan’ın geri kalan kısımlarını ve Cürcân’ı ele geçirdi. Bunun üzerine, kısa bir süre sonra Büveyhî Devleti’ni kuracak olan Ebü’l-Hasan Ali b. Büveyh ile (İmâdüddevle) kardeşi Ebû Ali Hasan (Rüknüddevle), Mâkân b. Kâkî’nin ordusundan ayrılıp Merdâvîc’in hizmetine girdiler. Aynı yıl Merdâvîc, Sâmânî Emîri Nasr b. Ahmed kendisine karşı harekete geçince Rey’in elinde kalması şartıyla Cürcân’ı ona bırakmayı ve yıllık vergi ödemeyi kabul etti (İbnü’l-Esîr, VIII, 263).

Merdâvîc Sâmânîler’le uğraşırken Kerec’e vali tayin ettiği Ebü’l-Hasan Ali b. Büveyh halifeye bağlı Fars bölgesine hâkim olarak Şîraz’a yerleşip müstakil hareket etmeye başladı (322/934). Bunun üzerine Merdâvîc Rey’den İsfahan’a geldi ve Hûzistan’ı ele geçirmek için buraya bir ordu gönderdi. Merdâvîc’in amacı Ali b. Büveyh’in Irak’a geçip halifeyle buluşmasını engellemek ve onu Hûzistan’daki askerleriyle kendi kuvvetleri arasında sıkıştırarak etkisiz hale getirmekti. Râmhürmüz’e giren Merdâvîc’in kuvvetleri Abbâsî kumandanı Yâkūt’u yenip bölgenin merkezi Ahvaz’ı ele geçirdi (Şevval 322 / Eylül-Ekim 934). Fakat Ali b. Büveyh, Merdâvîc’in Ahvaz’ı ele geçirdiğini duyunca tehlikeyi anladı ve onun adına hutbe okutup kendisini metbû tanıdı; yıllık vergi ödemeyi kabul ettiği gibi ayrıca teminat olarak kardeşi Ebû Ali Hasan’ı da İsfahan’a rehin gönderdi.

Merdâvîc Rebîülevvel 323’te (Şubat 935) İsfahan’da, eski İran bayramlarından Sezak’ın kutlanması sırasında hizmetinde bulunan bir grup Türk askeri tarafından öldürüldü. Suikastın düzenlenmesinde onun, ordusunda sayıları 4000’i geçen Türkler’e karşı son derece kötü davranmasının, birçoklarını öldürtüp (Ebû Bekir es-Sûlî, s. 20, 62; Mes‘ûdî, IV, 382; İbn Miskeveyh, I, 313; Gerdîzî, s. 22-23) kendilerini Deylemli ve Gîlli askerleri korumak için savaşlarda ön saflara yerleştirmesinin etkili olduğu rivayet edilmektedir (Ebû Bekir es-Sûlî, s. 62). Suikastta yer alanlar arasında sonraki yıllarda Bağdat’ta emîrü’l-ümerâ olan Tüzün ve Beckem’in de bulunduğu belirtilmektedir (a.g.e., s. 20, 62; Mes‘ûdî, IV, 383; İbn Miskeveyh, I, 315; Gerdîzî, s. 23; Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedânî, XI, 297; İbnü’l-Esîr, VIII, 301). Merdâvîc’in katlinin hilâfet sarayında planlandığına dair söylenenler ise İbn Miskeveyh’in de belirttiği gibi büyük bir ihtimalle uydurmadır (Tecâribü’l-ümem, I, 310).

Başarılı bir kumandan ve fırsatları değerlendirmesini bilen bir lider olan Merdâvîc özellikle Deylemli askerler üzerinde ciddi bir otorite kurmuş ve onları kendisine bağlamayı başararak (a.g.e., I, 316) Deylem’deki hâkimiyetini Güney İran’a kadar genişletmiştir. Bir ara Rey’de iken Dâî Ebû Hâtim er-Râzî’nin tesiriyle İsmâilîliği benimsemişse de daha sonra bundan vazgeçmiş ve İsmâilîler’i şiddetle tenkit etmiştir (Güner, s. 187; Stern, BSOAS, XXIII [1960], s. 65-66). Merdâvîc’in Abbâsî karşıtlığının arkasında Zeydî-Şîa kültürünün etkisinden çok Deylemliler’in IV. (X.) yüzyıla kadar İslâm’a girmemeleri sebebiyle eski İran’a ve onun ihtişamına dair bilinçlerinin canlı kalmasının rol oynadığını söylemek gerekir. Bununla beraber Merdâvîc iktidarını kurarken gerçekçi bir politika uygulayarak Abbâsî hilâfetini tanımış ve sikkelerinde halifelerin ismine yer vermiştir. Çağdaşları tarafından son derece gaddar bir kişi olarak nitelendirilen Merdâvîc’in Cibâl vilâyetlerinin zaptı sırasında binlerce insanı öldürttüğü söylenmektedir (Mes‘ûdî, IV, 379, 380, 381; İbn Miskeveyh, I, 379). Gerek çağdaşı olan gerek daha sonra gelen tarihçiler, onun Abbâsî hilâfetini yıkıp eski İran Devleti’ni canlandırmak için planlar yaptığını yazmaktadır. Fakat âni ölümü hayallerinin de sonu olmuştur. Onun ölümü, Bağdat Abbâsî sarayında inşad edilen bir şiirde Mecûsîlik ateşinin sönmesi şeklinde değerlendirilmiştir (Ebû Bekir es-Sûlî, s. 22).

Merdâvîc, uzun sayılmayacak iktidarı süresinde yoğun bir askerî faaliyet içinde bulunduğundan ilim ve kültürle fazla ilgilenememişse de Ebû Bekir er-Râzî ile İsmâilî âlimlerinden Ebû Hâtim er-Râzî arasındaki meşhur tartışmanın Rey’de Merdâvîc’in huzurunda yapıldığı rivayet edilir (Güner, s. 187; Stern, BSOAS, XXIII [1960], s. 65-66). Merdâvîc’den sonra kardeşi Veşmgîr ve bunun soyundan gelenler Ziyârî hânedanını Hazar denizi bölgesinde bir güç olarak tutmaya devam ettiler.

BİBLİYOGRAFYA
Ebû Bekir es-Sûlî, Aḫbârü’r-Râżî-Billâh ve’l-Müttaḳī-Lillâh (nşr. J. Heyworth-Dunne), Beyrut 1403/1983, s. 20, 22, 62; Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-ẕeheb (Abdülhamîd), IV, 374-375, 377, 378, 379, 380-381, 382, 383; Ebû Ali et-Tenûhî, Nişvârü’l-muḥâḍara (nşr. Abbûd eş-Şâlcî), Kahire 1391/1971, I, 322-324; İbn Miskeveyh, Tecâribü’l-ümem, I, 161, 162, 213, 228-229, 275, 276-277, 279, 280, 283, 296, 297, 299, 301-302, 310, 313, 315, 316, 317, 318, 379; Gerdîzî, Zeynü’l-aḫbâr, [baskı yeri yok] 1327, s. 22-23; Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, el-Müntezeʿ mine’l-Kitâbi’t-Tâcî (Aḫbâru eʾimmeti’z-Zeydiyye içinde, nşr. W. Madelung), Beyrut 1987, s. 14, 15, 36, 37, 38-39; Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedânî, Tekmiletü Târîḫi’ṭ-Ṭaberî (Taberî, Târîḫ [Ebü’l-Fazl] içinde), XI, 251, 252, 265, 269, 292, 293, 294, 297; İbn İsfendiyâr, Târîḫ-i Ṭaberistân: An Abridged Translation of the History of Tabaristān (trc. E. G. Browne), Leiden-London 1905, s. 205, 214, 215, 216; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VIII, 175-176, 189-190, 192, 193-194, 197-198, 211, 227, 229, 246-247, 263, 268, 269, 270, 275, 285-286, 298, 301, 302; Zahîrüddîn-i Mar‘aşî, Târîḫ-i Ṭaberistân ve Rûyân ve Mâzenderân (nşr. M. Hüseyin Tesbîhî), Tahran 1345 hş./1996, s. 68 vd.; W. Madelung, “Minor Dynasties of Northern Iran”, CHIr., IV, 209-212; a.mlf., “Abū Ishāq al-Sābī on the Alids of Tabaristân and Gīlān”, , XXVI/1 (1967), s. 39, 40-41, 43-44; a.mlf., “The Assumption of the Title Shāhānshāh by the Būyids and ‘The Reign of the Daylam (Dawlat Al-Daylam)’”, a.e., XXVIII/2 (1969), s. 86, 87, 88; Ahmet Güner, Büveyhîler’in Şiî-Sünnî Siyaseti, İzmir 1999, s. 187; V. Minorsky, “La domination des dailamites”, Publications de la société des études iranniennes et de l’art persan, sy. 3, Paris 1932, s. 3, 8-9, 10; S. M. Stern, “The Early Ismâ’ilî Missionaries in North-West Persia and in Khorasan and Transoxania”, BSOAS, XXIII (1960), s. 65-66; a.mlf., “The Coins of Amul”, Numismatic Chronicle, VII (1967), s. 220-221; M. Nazım, “Merdâvîc”, İA, VII, 757; C. E. Bosworth, “Mardāwīd̲j̲”, EI2 (İng.), VI, 539.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2004 yılında Ankara’da basılan 29. cildinde, 178-179 numaralı sayfalarda yer almıştır.