MEVSİM

Müellif:

Sözlükte “dağlamak, kızgın demirle damgalamak, işaretlemek” anlamındaki vesm kökünden gelen mevsim (çoğulu mevâsim) “bayram, şenlik, hac zamanı, panayır, fuar ve yılın belirli zaman dilimi, hasat vakti” gibi mânalarda kullanılır. Kelimenin etimolojik anlamının, hayvan alım satımı-panayır ilişkisi göz önünde tutularak “satın alınan hayvanların damgalanma yeri ve zamanı” olduğu ileri sürülebilir.

Câhiliye devrinde “mevsimü’l-hac” (mevâsimü’l-hac) zilkade ayının başında kurulan, ilk gün ihramlı katılmanın zorunlu olduğu Ukâz panayırı ile başlayıp Mecenne ve Zülmecâz panayırlarıyla devam ederdi. Mevsim kelimesi hacla bağlantısı bulunmayan Bedir, Hubâşe ve Tihâme panayırları için de kullanılıyordu. Farklı kesimlerden insanları bir araya toplayan hac mevsimleri Mekke döneminde İslâm’ın tebliğine çeşitli imkânlar hazırlamış, Resûl-i Ekrem diğer Arap kabilelerini bu günlerde İslâm’a davet ettiği gibi hicrete giden süreçte Medineliler’le yapılan Akabe biatları da yine bu günlerde gerçekleştirilmiştir. 9 (631) yılı hac mevsiminde müşrik Araplar’ın Kâbe’ye yaklaşmaları yasaklanmıştır. Hulefâ-yi Râşidîn devrinden itibaren haccın panayırlarla bağlantısı kesilmiş ve bu mevsim artık yalnız Mekke’nin ve Araplar’ın değil bütün müslümanların en büyük bayramı olarak daha etkin biçimde kutlanmaya başlanmıştır. “Rabbinizden -ticaret yaparak- rızık aramanızda herhangi bir günah yoktur” (el-Bakara 2/198) meâlindeki âyet uyarınca Câhiliye döneminde Arafat ve Mina’da uygulanan ticaret yasağı kaldırılmıştır. Hz. Ömer, idarecilerinin uygulamaları hakkında bilgi almak veya onları soruşturmak için hac mevsimlerinden faydalanmış, ondan sonra gelen bazı halifeler de bu uygulamayı sürdürmüştür. Mekke fethinin ardından ihdas edilen görevlerden emîr-i haclık için “emîrü’l-mevsim” (vülâtü’l-mevsim) tabiri de kullanılmıştır. Hicaz’a hâkim olan halife ve sultanlar hac mevsimi girmeden bütün vali ve emîrlerine mektup yazarak mevsimin selâmetle tamamlanması için her türlü tedbirin alınmasını isterlerdi (Kalkaşendî, VIII, 318). Başlangıcından itibaren hac mevsimleri, İslâm dünyasının her yanından gelen ulemânın gerçekleştirdiği ilmî müzakere ve bilgi alışverişleri bakımından çok önemliydi.

İslâm öncesinde Mekkeliler, kamerî takvime göre belirlendiğinden değişik mevsimlere rastlayan haccın havanın mutedil ve ticarî ortamın uygun olduğu günlere denk gelmesi için takvimde değişiklik yapıyorlardı. Aynı şekilde umrenin de hurma hasadı mevsimine rastlatılması amacıyla receb ayının yeri değiştiriliyordu (bk. NESÎ’). Receb ayı, İslâmiyet’in zuhurundan sonra da Mekke’nin büyük bayramlarından umrenin kutlandığı ay olmaya devam etmiştir. Nâsır-ı Hüsrev, “mevsim-i azîm” dediği umre mevsimini düzenlenen etkinlikler ve canlılık bakımından ramazan bayramına benzetir (Sefernâme, s. 121). Mekke’de receb ve zilhiccenin dışında da bayram ve şenlikler tertip ediliyordu (İbn Battûta, I, 225-232). Hac ve umre merasimlerinden başka çeşitli bayram, anma töreni ve şenlikler için de mevsim tabiri kullanılmıştır. Fâtımîler döneminde, Nil’in akışına göre eskiden beri devam eden mevsimlerle ilgili geleneklerin sürdürüldüğü Mısır’da ramazan bayramına “büyük mevsim” (mevsim azîm) adı veriliyordu. İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinde Hz. Peygamber’in doğum günü (mevlid) başta olmak üzere bazı önemli şahsiyetlerin doğum veya ölüm yıl dönümlerine rastlayan özel gün ve gecelerde çeşitli törenler yapılırdı. Bu törenler bazan günlerce sürerdi. İlk defa Fâtımîler zamanında Kahire’de başlayan mevlid kutlamaları Begteginliler’in son hükümdarı Kökböri tarafından eğlenceli bir merasim ve anma töreni şeklinde düzenlenmiş, daha sonra bu uygulama diğer İslâm ülkelerinde âdet haline gelmiştir (bk. MEVLİD). XIV. yüzyılda Delhi Sultanlığı’nın merkezi olan Delhi’de “mevâsim” kelimesi iki dinî bayramda, mevlidde, aşure gününde, şâban ayının on beşinde ve sultanlığın kurucusu Kutbüddin Aybeg’in ölüm yıl dönümünde düzenlenen törenleri ifade ediyordu (a.g.e., II, 597). Osmanlılar miras aldıkları bayram ve şenlikleri zenginleştirerek sürdürmüşlerdir (bk. BAYRAM).

“Yılın iklim şartları açısından belli bir dönemi” anlamını da taşıyan mevsim kelimesi, Lübnan’da ipek böceği yetiştirme sezonunu ifade ederken bir yandan da Güney Asya kıyılarıyla Hint denizinde yazın ve kışın birbirine ters yönlerde esen geniş alanlı rüzgârlara verilen “muson” adının aslını oluşturmuştur.

BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “vsm” md.; Müsned, I, 39, 55, 68, 206; III, 322, 339; Dârimî, “Menâsik”, 21, 71; Buhârî, “Ḥac”, 150, “Tefsîr”, 2/34, “Büyûʿ”, 1, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 46, 51; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 36; Halîfe b. Hayyât, et-Târîḫ (Zekkâr), s. 232, 242, 248, 253, 262, 285, 292, 329, 335, 353, 360, 365, 381; Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, II, 386-389; III, 47-48; X, 23, 79, 82, 168-169; XI, 178; XVII, 194; a.mlf., Târîḫ (Ebü’l-Fazl), II, 137, 264, 350-351, 353; III, 123, 204, 386; IV, 144, 342; VII, 374; VIII, 199; IX, 196, 206, 208-209, 221, 234; X, 136; Makdisî, Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 183; Ebû Ali el-Merzûkī, el-Ezmine ve’l-emkine (nşr. Halîl Mansûr), Beyrut 1996, s. 382-388; Nâsır-ı Hüsrev, Sefernâme (trc. Yahyâ el-Haşşâb), Beyrut 1983, s. 102, 121, 135; İbn Cübeyr, er-Riḥle, Beyrut, ts. (Dârü’ş-şarki’l-Arabî), s. 92-124; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 172, 236; III, 63; IV, 117-119; İbn Battûta, er-Riḥle (nşr. Ali el-Müntasır el-Kettânî), Beyrut 1405/1985, I, 96, 169, 225-235; II, 597; İbn Kesîr, el-Bidâye, III, 59, 136-137, 143, 202; XIII, 139, 147, 224; Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ (Şemseddin), II, 192, 444 vd.; IV, 281; VIII, 318; IX, 48; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, II, 68, 232; VI, 92; X, 97; XI, 381; M. Manazir Ahsan, Social Life Under the Abbasids, London 1979, s. 275-296; Gülay Öğün Bezer, Begteginliler (Erbil’de Bir Türk Beyliği), İstanbul 2000, s. 129-130; A. J. Wensinck, “Mevsim”, İA, VIII, 176; a.mlf. – [C. E. Bosworth], “Mawsim”, EI2 (İng.), VI, 903.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2004 yılında Ankara’da basılan 29. cildinde, 489-490 numaralı sayfalarda yer almıştır.