Mi‘rac mûcizesi hemen bütün müslüman milletlerin medeniyetlerine edebiyat, mûsiki, minyatür, hat ve kitap sanatları bakımından kuvvetle yansımıştır. Ancak bu konudaki eserlerin mi‘râciyye veya mi‘râcnâme adıyla daha çok İranlılar’la Türkler tarafından ortaya konulduğu, en çok eserin verildiği edebiyat alanını minyatür, hat ve kitap sanatlarının takip ettiği, mûsikinin ise sadece Osmanlılar’da mevlid gibi bir form oluşturduğu görülmektedir.
Bazı şairlerin, Kâ‘b b. Züheyr’in Ḳaṣîdetü’l-bürde içinde yer alan mi‘racla ilgili on bir beyti gibi Hz. Peygamber hakkında yazdıkları manzumelerde konuya temasları dışında -Osmanlı sahasında bilinen bir iki örnek de istisna edilirse- Arapça eserler edebî olmaktan çok mi‘racı dinî ilimler açısından ele alan kitaplardır. İmam Gazzâlî’den itibaren bir kısmı Abdülkādir-i Geylânî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi mutasavvıfların kaleminden çıkmış bu eserler değişik adlar taşır (Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mi‘râc-nâmeler, s. 91-93, 408-410).
Fars edebiyatında mi‘rac edebî eserlerin konusu olarak dikkat çeker. Bunların müstakil olanlarından çok Nizâmî-i Gencevî’nin Ḫamse’si, Ferîdüddin Attâr’ın İlâhînâme ve Esrârnâme mesnevileri, Molla Câmî, Hüseyin Vâiz-i Kâşifî gibi sanatkârların değişik eserlerinin içinde yer alan örnekleri tanınmıştır (a.g.e., s. 93-95, 411-412). Müellifi meçhul müstakil bir eser olan 671 beyitlik Miʿrâcnâme ise basılmıştır (Tahran, ts.).
Türk Edebiyatı. Mi‘rac Türkçe eserlerde çokça işlenmiştir. Müstakil olanların dışında siyer ve mevlidlerle mu‘cizât-ı nebî gibi eserlerin, Muhammediyye ve Garibnâme gibi kitapların birer bölümü de mi‘raca ayrılmıştır. Ayrıca divanlarla din dışı mesnevilerde bu konuda şiirlere yer verilmesi bir gelenek halini almış, zamanla kasidelerin mi‘râciyye, mesnevilerin ise mi‘racnâme adıyla anıldığı zengin bir edebî tür oluşmuştur. Konunun genellikle dinî kaynaklara dayanarak didaktik bir şekilde ele alındığı eserlerde müellifin sanatkâr yönünün ikinci planda kaldığı, tasavvufî açıdan işlenen mesnevi ve kasidelerde ise daha lirik ve sanatkârane bir üslûbun ön plana çıktığı, şairlerin hayal dünyalarının zenginliğine göre olaya şahsî yorumlar getirdiği görülmektedir.
Aruzun en çok “fâilâtün fâilâtün fâilün” ve “mefâilün mefâilün feûlün” kalıplarının kullanıldığı mi‘râciyyelerin kaside formuyla yazılanlarında konu ortalama elli-altmış beyit içinde özetlenirken mesnevilerde 2000’e yaklaşan beyit hacminin sağladığı imkânla çok tafsilâtlı olarak işlenmektedir. Kasidelerin nesîb kısmı, mi‘rac gece meydana geldiğinden bu mânaya gelen Arapça ve Farsça kelimeler üzerinde kurulmuş söz sanatlarıyla başlar; hadise, küfür karanlıklarını ortadan kaldıran nûrânî ve ilâhî bir mûcize şeklinde takdim edilerek gecenin önemi vurgulanır. Ardından gecenin ve gökyüzünün tasvirine geçilir. Bazan da mi‘rac öncesi yine gece gerçekleşmiş olan şakk-ı sadr mûcizesine temas edilir ve mi‘racın safha safha tasvirine girişilir. Ümmü Hânî’nin evinden başlayan bu yolculukta Cebrâil’in burakı cennetten getirişi anlatılır. Burakın uzun uzadıya tasviri mi‘râciyyelerin en önemli konularındandır. Daha sonra Hz. Peygamber’in Mescid-i Aksâ’ya gidişi, orada diğer peygamberlere namaz kıldırması ve onlardan üstünlüğü vurgulanır. Kudüs’ten tekrar semaya yükselişi (urûc) sırasında sahrenin Resûl-i Ekrem’in ardından harekete geçmesi ve “dur” ihtarıyla havada asılı kalması (hacer-i muallak) mûcizesi telmihler, tecâhül-i ârifler, hüsn-i ta‘lîllerle süslenerek nakledilir. Bunu gökyüzünde dolaşma, sema katlarında diğer peygamberlerle tanışma, cennet, tûbâ, hûriler, köşkler, ırmaklar ve cehennem hayatı tasvirleri takip eder. Resûlullah’ın “kābe kavseyn” makamına ulaşması, Allah ile mülâkatı ve rabbi katındaki değeri anlatılarak sanatkârın bakış açısına göre farklı yorumlarla şekillendirilir. Namazın mi‘racda farz kılınması, Hz. Peygamber’in dönüşte hadiseyi ashabına müjdelemesi, müminlerin kabulü ve müşriklerin inkârı gibi hususlar işlenir. Bu muhteva Ganîzâde Mehmed Nâdirî’nin mi‘râciyyesinde en güzel ifadesini bulmuştur. Mesnevilerde ise tevhid, na‘t ve münâcâtın ardından yukarıdaki konuların her biri bir kaside hacmine ulaşan bölümler halinde bazan İsrâiliyat’a dayanan rivayetlerle anlatılır. Bu arada na‘t ve münâcâtlara, kaside ve gazellere de yer verildiği, namaz ve diğer ibadetler hakkında bilgiler aktarıldığı dikkat çeker. Abdülvâsi Çelebi, Abdülbâki Ârif, İsmâil Hakkı Bursevî ve Ârif’in mi‘râciyyeleri bu özellikleri ortaya koyan mesnevilerdir.
Mi‘rac, Türk edebiyatında ilk defa bir motif olarak Satuk Buğra Han Destanı’nda görülür. Çağatay sahasında XII. yüzyılda Hakîm Ata tarafından yazıldığı kabul edilen 122 beyitlik Mi‘râcnâmetü’l-hazret türün ilk müstakil örneği olup hece vezniyle ve sade bir dille kaleme alınmıştır (nşr. Kemal Eraslan, “Hakîm Atâ ve Mi‘râcnâmesi”, EFAD, Ahmet Caferoğlu Özel Sayısı, sy. 10 [1979], s. 243-304). Pavet de Courteille’in, halen Paris Bibliothèque Nationale’de kayıtlı (Suppl., nr. 190) Uygurca metni Fransızca tercümesiyle birlikte neşrettiği (Paris 1882) Mîr Haydar’ın mi‘racnâmesi Anadolu dışında yazılmış bir diğer örnektir (Anadolu sahası dışındaki mi‘râciyyeler hakkında bk. bibl. İz, Sertkaya).
Anadolu sahasında ilk müstakil mi‘râciyye XV. yüzyılın başında (808/1405) Ahmedî tarafından yazılmıştır. Tahkīk-i Mi‘râc-ı Resûl başlıklı 497 beyitlik eser, şairin divanındaki kısa mi‘râciyyelerden farklı olduğu gibi İskendernâme’sindeki mevlid bölümünden de ayrıdır (nşr. Yaşar Akdoğan, “Mi’râc, Mi’râcnâme ve Ahmedî’nin Bilinmeyen Mi’râcnâmesi”, Osm.Ar., IX [1989], s. 263-310). Metin Akar’ın yayımladığı, Abdülvâsi Çelebi’nin 567 beyitlik Mi‘râcnâme-i Seyyidü’l-beşer Hazret-i Resûlullah aleyhi efdalü’s-salavât’ı ise 817 (1414) yılında kaleme alınmıştır. Aksaraylı Îsâ adlı bir şair tarafından XIV-XV. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen, Sema Özdemir’in üzerinde yüksek lisans çalışması yaptığı (bk. bibl.) 341 beyitlik Mi‘râcnâme’de (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3756, vr. 64a-75b) mi‘racdan ziyade mi‘racda farz kılınan namaz, ayrıca kabir soruları, oruç, zekât ve hac hakkında mâlûmat verilmiştir. Aynı zaman dilimine ait olduğu tahmin edilen müellifi meçhul ikinci eser, nüshalarına göre beyit sayısı 468-678 arasında değişen bir mesnevi olup İbn Abbas rivayetine dayalı bilgiler üzerine kurulmuştur (nşr. Hayati Develi, “Eski Türkiye Türkçesi Devresine Ait Manzum Bir Miracnâme”, TDED, XXVIII [1998], s. 81-228). Bunları, Nebahat Gülsoy’un yüksek lisans tezi olarak incelediği (1993, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Ârif adlı bir şair tarafından 841’de (1437) kaleme alınan 1745 beyitlik Mi‘râcü’n-nebî takip eder (Süleymaniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 355). XV. yüzyıla tarihlenen bir diğer mi‘râciyye sade bir dille yazılan İbrâhim Bey’e ait 275 beyitlik mesnevidir (nşr. Musa Duman, “İbrahim Bey’in Mi’râcnâmesi”, TDED, XXVII [1997], s. 169-238). Zaman içinde belirgin özellikler kazanan mi‘racnâmeler XV. yüzyıldan itibaren daha fazla rağbet bulmuş, manzum, mensur yahut çoğu manzum karma metinler halinde gelişimini sürdürmüştür. Dinî-tasavvufî manzum eserlerin içinde mi‘rac hadisesine bir bölüm ayrılması da yine XV. yüzyılda yaygınlık kazanmıştır. XIV. yüzyıla ait Âşık Paşa’nın Garibnâme’sinde (nşr. Kemal Yavuz, s. 21-41), XV. yüzyılda Yazıcıoğlu’nun Muhammediyye’sinde (haz. Âmil Çelebioğlu, “Faslün fi’l-mi’râc”, s. 133-151), Amasyalı Münîrî Çelebi’nin Siyer-i Nebî’sinde, Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-necât’ında (nşr. Neclâ Pekolcay, Ankara 1993, “Fî Beyân-ı Mi‘râc-ı Mustafâ [s.a.s.]”, s. 74-79), Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdi’nin Ahmediyye’sinde (Hacı Selim Ağa Ktp., Kemankeş Emîr Hoca, nr. 181), Ârifî Fethullah Çelebi’nin Şehnâme-i Âl-i ʿOs̱mân’ının Enbiyânâme adıyla da anılan I. cildinde, Abdurrahman Ubeydî’nin Evsâf ve Mu‘cizât-ı Nebî’sinde (s. 18-20), Hâkānî Mehmed Bey’in Hilye’sinde mi‘rac hadisesine temas edilmiştir (geniş bilgi için bk. Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mi‘râc-nâmeler, s. 112-124). Din dışı örnekler arasında Ahmedî’nin Cemşîd ü Hurşîd’i, Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u ile Ali Şîr Nevâî’nin Hamse’sini teşkil eden mesnevilerdeki mi‘rac fasılları tanınmış örneklerdendir. Metin Akar’ın, içinde mi‘râciyye bulunan bu gibi mesnevilere dair verdiği liste bunların zenginliğini ortaya koymaktadır (a.g.e., s. 125-127).
XVI. yüzyıldan itibaren divanların içinde mi‘râciyyelerin artmaya başladığı, XVII ve XVIII. yüzyıllarda ise hemen her şairin divanında bir veya birkaç mi‘râciyyenin yer aldığı görülmektedir. Bunların en eski örneği Lâmiî Çelebi’ye (ö. 938/1532) aittir. Ganîzâde Mehmed Nâdirî ise türün meşhur mi‘râciyyesinin şairidir. Onun divanındaki, “Teâlellah zihî şâm-ı sürûr-encâm-ı gam-fersâ / Ki oldu mazhar-ı esrâr-ı sübhânellezî esrâ” beytiyle başlayan kasidesine Azmîzâde Mustafa Hâletî ve Halîmî Çelebi gibi şairler nazîre yazmıştır. Nev‘îzâde Atâî, Nâilî-i Kadîm, Neşâtî, Sâbit, Nazîm, Sâlim Mehmed Emin Efendi, Ali Nutkî Dede, İzzet Molla, Lebîb ve Âdile Sultan bu konuda manzumeleri olan şairlerden bazılarıdır.
XVIII. yüzyılda Abdülbâki Ârif’in kaleme aldığı mesnevi, aynı mahlası kullanan Ârif Süleyman Bey’in eseriyle karıştırıldığı gibi (DİA, I, 197) yanlışlıkla Sırrı Abdülbâki Dede adına da neşredilmiştir (Manzûme-i Mi‘râc, İstanbul 1317). 319 beyitlik bu manzum-mensur eser devrinde bestelenmiştir. İsmâil Hakkı Bursevî’nin 478 beyit olan mi‘râciyyesi (müellif hattıyla TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 1790, vr. 66b-82b) tasavvufî bir muhtevaya sahiptir. Nâyî Osman Dede’nin mi‘rac kandillerinde okunmak üzere yazıp bestelediği Mi‘râcü’n-nebî aleyhisselâm adlı tevşîhleri hariç 102 beyitlik eseri türün en tanınmış örneğidir (İstanbul 1310). Nahîfî’nin Mi‘râcü’n-nebî isimli 1157 beyitlik mesnevisinde (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 323, vr. 29b-58b) ilgili âyetler ve sahih hadisler başta olmak üzere diğer rivayetler ve ulemânın mi‘raca dair görüşleri değerlendirilmiştir. Didaktik yönü ağır basan eserde şair Hz. Peygamber’i övdüğü beyitlerinde yüksek bir lirizme ulaşmıştır. Abdullah Salâhî Uşşâkī’nin bir mi‘râciyyesinin bulunduğu kaydedilmekteyse de bunun, içinde mi‘raca da yer verilen (üçüncü ve dördüncü bölümler) bir mevlid olduğu tesbit edilmiştir (Akkuş, s. 180-181). Şair ve hattat Ârif Süleyman Bey’in yanlışlıkla Reîsülküttâb Ârif Efendi’nin divanında da basılan (Bulak 1258, s. 18-32) mi‘râciyyesi de (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2656) XVIII. yüzyılın başarılı örneklerindendir. Vak‘anüvis Hâkim Mehmed Efendi’nin 432 beyitlik mi‘râciyyesi müstezad şeklinde kaleme alındığı bilinen tek örnektir (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4477). Mecîdî de Mi‘râciyye-i Risâlet-penâh aleyhisselâm adını taşıyan 289 beyitlik mesnevisinde (İÜ Ktp., TY, nr. 4009) konuyu tasavvufî açıdan ve oldukça lirik bir üslûpta yorumlamıştır. Yenişehir Fenerli Hâfız Ömer, 1204’te (1790) kaleme aldığı 318 beyitlik mi‘râciyyesinde (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Manzum, nr. 1375) Hz. Peygamber’in Allah ile mülâkatı üzerinde durmuş, zühd, takvâ ve namaz gibi konuları işleyerek âdeta bir nasihatnâme meydana getirmiştir.
Hakkında yeterli bilgi bulunmayan Seyyidî’nin 143 beyitlik Der Beyân-ı Kıssa-i Mi‘râc’ı ile (Ankara Cebeci Halk Ktp., Yazma, nr. 1061, vr. 62b-65a) XIX. yüzyıl Mevlevî şeyhlerinden Kilisli Aşkî Mustafa Efendi’nin Bahçe-i Letâif ve Lehçe-i Maârif adlı külliyatındaki 189 beyitlik mi‘racnâmesi (Bilgin, s. 97-116) türün nisbeten kısa örneklerindendir. Süleyman Nazif’in babası Said Paşa’ya ait 119 beyitlik manzume devrin din aleyhtarlarının peygamberliği, mûcizeleri ve mi‘racı inkârları karşısında mi‘rac mûcizesini ispat amacıyla yazılmıştır (nşr. Kenan Erdoğan, “Klâsik Mi’râciyyelerden Farklı Bir Mi’râciyye: Said Paşa ve Mi’râciyyesi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sy. 12 [Erzurum 1999], s. 163-185). Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin Kudsiyyü’s-sirâc fî nazmi’l-mi‘râc adlı mesnevisi (İstanbul, ts.) müellife ait bir mi‘rac ilâhisiyle on na‘t-ı şerif hariç 183 beyittir. Eserin dikkat çekici tarafı, mi‘rac kandilinde okunmak üzere yazılıp bestelenmiş ve bu maksatla bahir aralarında müellif tarafından ilâhi ve tevşîhler yazılmış olmasıdır (mi‘râciyye, şairin Mevlid ve Regāibiyye’siyle birlikte Mustafa Uzun tarafından neşredilmiştir, İstanbul 1996). Aynı müellifin Ḳudsiyyü’l-minhâc fî icmâli baḥs̱i’l-miʿrâc’ı ise (İstanbul 1314) Osmanlı sahasında bilinen tek Arapça manzum örnektir.
Kolağası Receb Vahyî’nin (ö. 1923) 542 beyitlik Minhâcü’l-mi‘râc adlı mesnevisi (İstanbul 1315; Mi’râcü’l-beyân: Mi’racın Tasavvufî Boyutu, haz. Mustafa Tatcı – Cemâl Kurnaz, Ankara 1999) her biri farklı bir vezinle yazılmış sekiz ana başlık altında toplanmıştır. Eser, samimi ifadesi ve mi‘rac motiflerinin orijinal buluşlarla değerlendirilmesi bakımından önemlidir. Son örnekler arasında Kerküklü Seyyid Abdüssettâr’ın Mi‘râciyye Divanı (İstanbul 1326) ve Şeyh Muslihuddin Vahyî’nin Mi‘râcü’l-beyân’ı da (Kastamonu 1327) anılmalıdır. Cemalettin Server Revnakoğlu, mi‘râciyye yazdığı halde eserlerine henüz ulaşılamayan şu isimleri de kaydetmektedir: Üsküdarlı Seyyid Mehmed Nûri Efendi, Emîr Buhârî şeyhi Simkeşzâde Feyzî, Erzurumlu Şeyh Osman Sirâceddin Efendi, Beylerbeyili Arap Sâlih Bey. Balıkesirli Fatma Kâmile Hanım’ın (ö. 1921) mi‘râciyyesi bir kadın tarafından kaleme alındığı bilinen tek eserdir. Kaynaklarda mi‘râciyye şairi olarak gösterilen başka kişiler de vardır (Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mi‘râc-nâmeler, s. 203-204). Son devirde Mehmed Bahâeddin ile (Amasya 1339) Mehmed Lutfi de (Hülâsatü’l-beyân içinde, İstanbul 1974) mi‘râciyye yazmıştır. Enver Tuncalp, Ali Genceli, Necip Fazıl Kısakürek ve Mustafa Âsım Köksal mi‘rac konulu yeni tarz şiirler kaleme alan şairlerin başlıcalarıdır. Mi‘râciyyeler na‘tlar gibi derlenerek mi‘râciyye veya na‘t-mi‘râciyye mecmuaları düzenlenmiştir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan (Hamidiye, nr. 1200) Mecmûa-i Nuût-ı Nebeviyye bu tür derlemelerin güzel bir örneğidir.
Türk Din Mûsikisi. Kaynaklarda, mi‘rac kandilinde mi‘râciyye okuma âdetinin XVIII. yüzyılda Nâyî Osman Dede’nin mi‘râciyyesiyle başladığı görüşü hâkimdir. Ancak Türk edebiyatında ilk mi‘râciyyenin XII. asırda kaleme alındığı, ilk müstakil mevlid ve mi‘râciyyenin de XV. yüzyılda yazılıp okunduğu düşünülürse bu tarih epey geçtir. Ayrıca XIV. yüzyılda Muînü’l-mürîd ile Hârizmî’nin Muhabbetnâme’si dinî toplantılarda okunmaktaydı. Yazıcızâde Mehmed’in Muhammediyye’si de yazılışından itibaren mevlid gibi okunduğuna göre bu eserdeki mi‘rac faslının da mi‘rac kandillerinde okunmuş olması mümkündür.
Kaynaklarda belirtildiğine göre bir kandil gecesinde Şeyh Mehmed Nasûhî Efendi, Üsküdar Doğancılar’daki tekkesinde Nâyî Osman Dede’den mevlid gibi okunmak üzere bir mi‘râciyye yazıp bestelemesini istemiş, bunun üzerine Osman Dede kaleme aldığı eserini segâh, müstear, dügâh, nevâ, sabâ, hüseynî, nîşâbur makamlarında yedi bölüm (hâne) halinde besteleyip ilk defa burada okumuştur. Mevlidde olduğu gibi bahir aralarındaki güfteleri Mevlânâ ve Mehmed Nasûhî’ye ait olan tevşîhleri de Osman Dede bestelemiştir. Müstear hânesinin başında tevşîh yer almadığından eserde segâh, dügâh, nevâ, sabâ ve hüseynî makamlarında beş tevşîh mevcuttur. Yeni bir ebced notası icat etmiş olan Osman Dede’nin mi‘râciyyesini notaya alıp almadığı bilinmemektedir. Eser geleneksel meşk usulüyle yaşatıldığı için nevâ bahri tevşîhiyle beraber Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı şeyhi Mehmed Rûşen Efendi’nin (ö. 1891) ardından unutulmuştur. Bu kısmı sonraları Balat şeyhi Hâfız Kemâleddin Efendi yeniden bestelemişse de tutunmamıştır. Tekkelerin kapatılmasından sonra dinî mûsikinin zayıflamasıyla birlikte mi‘râciyye de unutulmaya yüz tutmuş, ancak Mehmet Suphi Ezgi ve Abdülkadir Töre tarafından değişik sanatkârlardan dinlenip ayrı ayrı notaya alınarak neşredilmiştir. Neyzen Emin Dede’nin Hopçuzâde Mehmed Şâkir Efendi’nin oğlu Şeyh Ali Rızâ Efendi’den notaya aldığı mi‘râciyye ise elde değildir. Suphi Ezgi eseri 27 Haziran 1936’da Mehmet Sami’den notaya ve plağa almış, darb-ı Türkî usulüne oturtup bazı düzenlemelerde bulunarak Nazarî, Amelî Türk Musıkîsi adlı kitabında yayımlamıştır (İstanbul, ts., III, 102-143). Esere segâh makamındaki Arapça güfteli ilk tevşîhin ardından yirmi mısralık segâh hânesiyle girilmekte, hüzzama sık sık geçkiler yapılmakta ve eser segâhla sona ermektedir. On iki beyitlik müstear hânesinde ayrıca bayatî, mâye, segâh ve hüzzam geçkiler dikkati çeker. Ardından, Arapça matla‘lı dügâh tevşîh ve Hz. Peygamber’in mi‘raca davetini konu alan yirmi iki beyitlik sabâ, çârgâh, hicaz, hüseynî, acem ve bûselik makamlarında geçkilerin de yer aldığı dügâh hânesi gelmektedir. Bunu sabâ tevşîhi ve on altı beyitlik sabâ hânesi takip eder. Burada da dügâh, hüseynî, çârgâh, bestenigâr makamlarında geçkiler bulunur. Farsça güftesi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye ait olan hüseynî tevşîhten sonra hüseynî hânesi gelir. Mi‘racda olan bitenin anlatıldığı, dokuzunun bestesi unutulmuş otuz beş beyitlik bu bölümde gerdâniye, necd hüseynî, bûselik, acem, araban geçkiler vardır. Eser on bir beyitlik nîşâbur makamında münâcât hânesiyle sona ermektedir. Suphi Ezgi unutulan nevâ hânesine metninde yer vermediğinden bu neşir bir hâne eksik görünmektedir.
Abdülkadir Töre’nin tesbitlerine dayanarak mi‘râciyyenin notalarını yayımlayan M. Ekrem Hulûsi Karadeniz, durak şeklinde ve usulsüz okunan eseri usule sokma gayreti yüzünden Suphi Ezgi’nin notalarının yanlış olduğunu ileri sürmüştür. Bu neşirde unutulan nevâ hânesinin güftesi tevşîhiyle beraber yer almaktadır. Mi‘râciyyenin sadece metni, kenarlarında her bahrin makamı gösterilmek suretiyle devrin Sa‘diyye şeyhlerinden Ali Galib Efendi tarafından Mi‘râcü’n-nebî aleyhisselâm adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1310). Latin harfli ilk neşri yapan Sadettin Nüzhet Ergun’un da bazı yanlışlıklardan kurtulamaması, Arapça ve Farsça kısımların okunuşunu vermemesi bir edisyon kritik ihtiyacını hâlâ sürdürmektedir.
Abdülbâki Ârif Efendi’nin mi‘râciyyesinin de XVIII. yüzyıl bestekârlarından Niznâm (Tiznâm) Yûsuf Çelebi tarafından bestelendiği ve İstanbul’da Eyüp Sultan Türbesi’nde okunduğu kaydedilmektedir; ancak eser zaman içinde unutulmuştur. Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin eserinin de besteli olarak okunduğu metindeki tevşîh ve mi‘rac konulu ilâhiler, manzumenin sonuna ilâve edilmiş bulunan duadaki ifadeler yanında Cemalettin Server Revnakoğlu’nun verdiği bilgilerden anlaşılmakla birlikte notası elde değildir.
Nâyî Osman Dede’nin mi‘râciyyesi mi‘rac kandilinde veya ertesi gün cami, mevlevîhâne ve tekkelerden başka diğer bazı yerlerde de icra edilirdi. Namazın ardından bir hâfız İsrâ sûresinin baş kısmını okur. Fâtiha’dan sonra iki mi‘rachan birbirine bitişik iki kürsüye çıkarak eseri müştereken icraya başlar. Bu sırada kürsülerin altında oturan zâkirler her mısraın nihayetinde “sallû aleyh” ibaresini makamına göre topluca söyler. Altıncı bahrin her mısraının sonunda ise “minna’s-salât” ibaresi terennüm edilir, münâcât hânesinde de “ıkbel yâ mücîb” terennümü tekrarlanırdı. Ayrıca her bahirden önce o bahre mahsus tevşîhler zâkirlerce okunurdu. Münâcât kısmı icra edilirken dinleyicilere gül suyu serpilir, mi‘racda Hz. Peygamber’e sunulan içecekleri temsilen şerbet ve süt ikram edilir, mevlid törenlerinde olduğu gibi şeker dağıtılırdı. Mi‘râciyye tamamlanınca genellikle Necm sûresinin mi‘raca dair kısmından veya Bakara sûresinden bir aşr-ı şerif okunur, mi‘rac duası ile tören biterdi (örnek bir dua metni için bk. Mevhibetü’l-Vehhâb, İstanbul 1289, s. 85). Aşçı İbrâhim Dede’nin hâtıralarında yer alan (Koçu, s. 62-63), 1867 yılında Erzincan’da mi‘rac kutlamalarıyla ilgili bilgiler bu geleneğin Anadolu’ya da ulaştığını göstermektedir. Vakıf kayıtlarından mi‘râciyye okunması için özel vakfiyelerin tanzim edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim 1189 (1775) tarihli vakıf kaydında Bayramiyye tarikatına bağlı Himmet Efendi Tekkesi’nde bir mi‘râciyye yazılıp bestelenerek mi‘rac kandilinde okunması için tahsisat ayrıldığı belirtilmektedir. Bursalı Safiye Hanım’ın bu konudaki vakfiyesi 1888 tarihlidir (Kara, VII/7 [1998], s. 38). Sultan Reşad tarafından Yenikapı Mevlevîhânesi’nde mi‘râciyye okunması için vakıf yapıldığı da bilinmektedir.
Tekkelerin kapatılmasından sonra mi‘râciyye ilk olarak 12 Mayıs 1951’de Aziz Mahmud Hüdâyî Âsitânesi’nde İsmail Gavsi Erkmenkul, Hopçuzâde Mehmet Şakir Çetiner, Hâfız Hasan Hilmi Başaranel ve arkadaşları tarafından okunmuştur. Son mi‘râciyyehan Şakir Çetiner ve arkadaşları, Vakıflar İdaresi’nin ilgisizliğine rağmen mi‘râciyye vakıflarını 1980’li yıllara kadar yaşatmaya çalışmışlar ve İstanbul’da Sümbül Efendi Camii’nde Kazasker Mehmed Süedâ Vakfı adına, Tophane’de Kādirîhâne Camii’nde (eski Kādirî Âsitânesi) Rifat Mehmed Paşa ve İsmail Gavsi Efendi vakıfları, Bursa’da İbrâhim Paşa Camii’nde Safiye Hanım Vakfı gereği mi‘râciyye okumayı sürdürmüşlerdir. Şakir Çetiner’in vefatından sonra düzenli biçimde mi‘râciyye okunuşuna pek rastlanmamaktadır. Ahmet Hatipoğlu, ilk defa sazların iştiraki ve kadın erkek sanatçılardan oluşan korosuyla birlikte Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatı üzerine mi‘râciyyenin tamamını radyo ve televizyonda icra etmiş, ayrıca kasetini hazırlayarak yayımlamıştır (İstanbul 1992). Eserin bir bahri tevşîhiyle beraber yine ilk defa 2004 yılı mi‘rac kandilinde Fâtih Camii’nden yayımlanan mevlid töreninde okunmuştur.
Türk din mûsikisinde mi‘râciyye okumak ayrı bir tavır kabul edildiğinden mi‘rachanlık önemli bir icra tavrı olarak gelişmiştir. Yukarıda zikredilenler dışındaki birçok mi‘râciyyehan arasında Uncuzâde Mehmed Emin Efendi, Hamâmîzâde İsmâil Dede, Mutafzâde Ahmed Efendi, Hüseyin Fahreddin Dede, Enderunlu Hacı Nâfiz Bey, İmrahorlu Arap Sâlih, Durak Hazinesi Nakşî Efendi, Hakkâk Hâfız Abdi Efendi, Selâmi Efendi Tekkesi şeyhi Ahmed Muhtar Efendi, Neyzen Emin Dede, İbrâhim Halil (Erkal), Zekâizâde Hâfız Ahmet (Irsoy) önde gelenlerdir (diğer isimler için bk. Akar, TK, XXIV/278 [1986], s. 374-379).
Dinî mûsikide mi‘rac ilâhileri ayrı bir grup oluşturacak kadar zengindir. Bunlara ait güftelerin bir kısmı mi‘râciyyelerden alınmış, bir kısmı da sadece bu maksatla yazılıp bestelenmiştir. Bu eserlere Yûnus Emre’nin acem makamında tevşîh olarak bestelenmiş on altı beyitlik şiiri (notası için bk. Töre, İlâhîler, VIII, 106-107), Fuzûlî’nin Tanbûrî Aziz Efendi’nin hümâyun makamında tevşîh olarak bestelediği gazeli (notası için bk. Şengel, İlâhîler, IV, 86-87), Nazîm’in Şikârîzâde Ahmed Efendi tarafından arazbâr makamında tevşîh olarak bestelenen şiiri (notası için bk. Töre, İlâhîler, VIII, 144-145), Neccârzâde Rızâ’nın Hopçuzâde Şâkir’in sabâ makamında bestelediği (notası için bk. a.g.e., IX, 183-184), ayrıca uşşak ve dügâh-ı kadîm makamında bestelenmiş (notası için bk. Şengel, İlâhîler, II, 56-57) manzumesi, İzzettin Hümâyi Bey’in güftesi kendisine ait hüzzam mi‘rac ilâhisi, Zekâizâde Hâfız Ahmet’in rast ilâhisi (notası için bk. a.g.e., IX, 171) örnek gösterilebilir.
Minyatür. İslâm ve Türk minyatür sanatında mi‘rac minyatürleri ayrı bir grup teşkil edecek zenginlikte olup daha çok mi‘racnâme adıyla anılmaktadır. Bunlar siyer-i nebî, kısas-ı enbiyâ ve mi‘racnâmelerle Reşîdüddin’in Câmiʿu’t-tevârîḫ’i gibi eserlerde, ayrıca içinde mi‘râciyye bulunan divan, hamse ve mesnevilerde, acâibü’l-mahlûkāt ve falnâmelerde yer almaktadır. Hint bölgesinde Hz. Ali’nin hayatına dair Ḫâvernâme ve Ḥamle-i Ḫayderî gibi kitaplarda da mi‘rac konulu minyatürlere rastlanmaktadır.
Mi‘rac minyatürlerinin şekillenmesinde sanatkârın konuyla ilgili hadisleri anlayış ve yorumlayışından kaynaklanan şahsî değerlendirmeleri yanında devrin ve bölgenin kompozisyon, resim, şekil, nakış ve renk anlayışının da etkisi vardır. Bu sebeple İran, Arap, Hint ve Türk minyatür üslûplarının mi‘rac minyatürlerine en belirgin şekilde yansıdığı görülmektedir. Bilhassa Türk ve İranlı minyatür ustalarının yaptığı mi‘rac minyatürlerinin, XIV. yüzyıldan bu sanatın en gelişmiş örneklerinin ortaya konulduğu XVIII. yüzyıla kadar daha büyük bir itina ile üslûplaştırılarak resmedildiği, Arap geleneğinde ise genellikle belgesel bir anlayışla hareket edilmesi neticesinde nisbeten zevksiz örneklerin ortaya konduğu söylenebilir. Sünnî çevrelerde Hz. Peygamber’in yüzü çok defa peçe ile (nikāb) örtülürken İran ekolüne bağlı minyatürlerde bu hususa fazlaca riayet edilmemesi de önemli bir farklılıktır. Ayrıca minyatürlerde en çok resmedilen burakın Şiî geleneğinde arslan kuyruklu oluşu ve aynı sahnede Hz. Ali’yi temsil eden bir arslan resmedilmesi, Resûl-i Ekrem’in elindeki yüzüğü bu arslana uzatarak ona nişan göstermesi (Dehlevî, Ḫamse [Ḫüsrev ü Şîrîn], Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 377, vr. 45a) dikkat çeken bir özelliktir.
Mi‘rac minyatürlerinin en eskisi Câmiʿu’t-tevârîḫ’te bulunan, Hz. Peygamber’in burakın üzerinde meleklerle beraber gökyüzünde uçarken tasvir edildiği minyatürdür (Edinburg Üniversitesi Ktp., Arap, nr. 20, vr. 55a). Nizâmî, hamsesinin ilk mesnevisi olan Maḫzenü’l-esrâr’da mi‘rac konusuna yer verdiği için eserin minyatürlü nüshalarında mi‘rac minyatürleri mevcuttur (Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 220, vr. 195b). Molla Câmî’nin Dîvân, Heft Evreng ve Yûsuf u Züleyḫâ’sının bazı nüshalarında da mi‘rac minyatürleri bulunmaktadır. Mi‘rac Moğollar döneminde metni günümüze ulaşmayan bir mi‘racnâmede işlenmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde (Hazine, nr. 2154) on levha halinde Behram Mirza albümünde yer alan ve konuyu emsallerine göre daha fazla dinî hassasiyetle resmettiği görülen minyatürler (vr. 31b, 42a, 42b, 61a, 61a alt, 61b, 62a, 107a, 121a, 121a alt) Ahmed Mûsâ isimli bir sanatkâra atfedilmektedir. Mi‘racı bütün yönleriyle resimleyen, metniyle birlikte zamanımıza kadar gelmiş en eski mi‘racnâme, Herat’ta Şâkruh’un sarayında 840’ta (1436) hazırlanmış elli yedi minyatürün bulunduğu Uygurca eserdir (Paris Bibliothèque Nationale, Turc, nr. 190 kayıtlı yazmadaki minyatürler Marie-Rose Séguy tarafından Mirâj Nâmeh Le Voyage du Prophète adıyla neşredilmiştir [Fransa 1977, Draeger Editeur]). Mi‘rac minyatürleriyle dikkat çeken önemli bir kitap da Darîr’in Sîretü’n-nebî’sinin Osmanlı kitap sanatlarının en üst düzeye ulaştığı dönemin son başarılı örneklerinden olan minyatürlü nüshasıdır. Eserin mi‘racın anlatılmasıyla başlayan III. cildinde (New York Public Library, Spencer Koleksiyonu) beş minyatür mevcuttur (vr. 3a, 5a, 6b, 57a, 58b). Bu ciltten çıkarılmış, Resûl-i Ekrem’in mi‘racda Hz. Mûsâ ile görüşmesinin tasvir edildiği bir minyatür Batı Berlin İslâm Sanatları Müzesi’ndedir (mi‘rac minyatürlerine yer veren yazmaların bir listesi için bk. Tekin, s. 537-549; Çığ, sy. 3 [1959], s. 51-90). Mi‘rac halk resmine de konu olmuştur. En çok resmedilen insan yüzlü, tavus kuyruklu, yeşil kanatlı, başında ayyıldızlı bir taç bulunan kırat sûretindeki buraktır. Mi‘racla ilgili âyet ve hadislerle bezenmiş levhaların bir tarafında Mekke, diğer tarafta Mescid-i Aksâ (Kudüs) resmedilmiş, arasına da burak yerleştirilmiştir.
Hat. Hat sanatında, mi‘racın anlatıldığı İsrâ ve Necm sûrelerinin tamamı veya bazı âyetleri, farklı sûrelerde yer alan ilgili âyetler, bu konudaki hadisler yahut bunların belirli bölümleri mushaflarda, cüzlerde, ayrıca murakka‘ ve levhalarda, özellikle de camilerin kuşak yazılarında tezyinî unsur olarak kullanılmıştır. Kûfî hatla yazılan ilk mushaf örneklerinden itibaren İsrâ ve Necm sûrelerinin başındaki tezhipli serlevhalar ayrı bir estetik ve değer kazanmıştır. Ekol sahibi büyük hattat ve sanatkârlar eliyle yazılmış mushafların bu konuda önemli etkisi olmuştur. Yâkūt el-Müsta‘sımî, Abdullah-ı Sayrafî, Muhammed Tuğrâî, Mîr Abdülkādir Hüseynî, Mîr Ali Tebrîzî, Alâeddin Tebrîzî, İbnü’l-Bevvâb, Şah Mahmûd Nîsâbûrî, Ahmed Şemseddin Karahisârî, Şeyh Hamdullah Efendi, Abdullah Amâsî, Hâfız Osman ve Kadırgalı gibi mushaf hattatlarının ortaya koyduğu örnekler en değerlileridir (bu konuda geniş bilgi için bk. Ahmed Gülçîn-i Meânî, tür.yer.). Cüzlerde de görülen bu özelliklere, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki İsrâ sûresiyle başlayan, XIV. yüzyılda Beylikler döneminde tezhip edilmiş on beşinci cüz örnek gösterilebilir. Bu cüzün müzehhep ilk iki sayfasında sadece mi‘rac âyetlerinin yer alması sanatkârın konuya yaklaşımını göstermesi bakımından dikkat çekicidir (Bayram, XVI [1982], s. 143-154). İsrâ sûresinin kuşak yazısı şeklinde kullanılmasının ilk örneği, XIII. yüzyıl başlarında Hindistan Ecmîr’deki Ar-hâî-din-kā Conprâ Camii’nin kabartma olarak taş üzerine işlenmiş süslü kûfî kuşağında görülmektedir (Yasin Hamid Safadi, s. 104). Kubbetü’s-sahre’nin kubbe kasnağının altındaki dış kuşakta, 1876’da Mehmed Şefik Efendi tarafından celî sülüs hatla çini üzerine yazılmış İsrâ sûresinin ilk âyetleri yer almaktadır (Ülgen, I, 661, 672). Kubbetü’s-sahre ile yakınındaki Mescid-i Aksâ’nın içinde gerek kuşak gerek levha olarak mi‘racla ilgili âyet ve hadislerin çoğu Osmanlı hattatları tarafından yazılmış değerli örnekleri bulunmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Âşık Paşa, Garibnâme (haz. Kemal Yavuz), İstanbul 2000, II/1, s. 21-41.
Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye (haz. Âmil Çelebioğlu), İstanbul 1996, II, 131-151.
Abdurrahman Ubeydî, Evsâf ve Mu‘cizât-ı Nebî, İstanbul 1313, s. 18-20.
Fahir İz, Miraçnâme (mezuniyet tezi, 1938), İÜ Türkiyat Enstitüsü, nr. T106, tür.yer.
Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul 1942-43, I, 125, 308-317; II, 519, 559, 708-709.
Reşad Ekrem Koçu, Geçen Asrı Aydınlatan Kıymetli Vesikalardan Bir Eser: Hatıralar, Aşcıdede Halil İbrahim, İstanbul 1960, s. 62-63.
Ali Saim Ülgen, “Kudüs’te Harem-i Şerif Dahilindeki Kubbet-üs-sahra (Essahra-tül-müşerrefe, Cami-i Ömer)in XVI. Yüzyılda Yapılmış Olan Çinileri”, Türk San‘atı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, İstanbul 1963, I, 658-676.
Osman Fikri Sertkaya, Mi’râcnâme: Metin İndeks (mezuniyet tezi, 1968), İÜ Ed.Fak. Genel Ktp., nr. THT 244, tür.yer.
Ahmed Gülçîn-i Meânî, Râhnümâ-yı Gencîne-i Ḳurʾân, Meşhed 1347 hş., tür.yer.
Yasin Hamid Safadi, Islamic Calligraphy, London 1978, s. 104.
Filiz Çağman – Zeren Tanındı, Topkapı Sarayı Müzesi İslâm Minyatürleri, İstanbul 1979, s. 13.
Zeren Tanındı, Siyer-i Nebî: İslâm Tasvir Sanatında Hz. Muhammed’in Hayatı, İstanbul 1984, s. 10-12, 14, 33, 47, minyatür nr. 38-39.
Özege, Katalog, III, 1157-1159.
Şengel, İlâhîler, tür.yer.
Töre, İlâhîler, tür.yer.
Muhammed b. Saîd eş-Şerîfî, Ḫuṭûṭü’l-meṣâḥif ʿinde’l-meşâriḳ ve’l-meġārib mine’l-ḳarni’r-râbiʿ ile’l-ʿâşiri’l-hicrî, Cezayir 1982, tür.yer.
Nuri Özcan, Onsekizinci Asırda Osmanlılar’da Dînî Mûsıkî (doktora tezi, 1982), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, I, 26-31.
Metin Akar, “Mirac Hadisesinin Türk Halk Şiirine Yansıması”, III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara 1986, II, 17-24.
a.mlf., Türk Edebiyatında Manzum Mi‘râc-nâmeler, Ankara 1987.
a.mlf., “Nâyî Osman Dede ve Mi’râciye’si”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, sy. 1, Konya 1981, s. 1-16.
a.mlf., “Mi’rachânlarımız”, TK, XXIV/278 (1986), s. 374-379.
a.mlf., “Erzurumlu Şair Muhammed Lütfi’nin Mi’racü’n-Nebi’si ve Mi’rac-Namelerimiz Arasındaki Yeri”, a.e., XXX/352 (1992), s. 50-56.
M. Ekrem Karadeniz, Türk Mûsikîsinin Nazariye ve Esasları, Ankara, ts. (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları), s. 162-163, 659-701.
Mustafa Uzun, Dinî Edebiyatımızın Son Temsilcilerinden Mehmed Fevzi Efendi ve Dinî Mesnevîleri, İstanbul 1996, s. 33-34, 81-108.
a.mlf., “Abdülbâki Ârif Efendi”, DİA, I, 197.
a.mlf., “Ârif Süleyman”, a.e., III, 370.
Sema Özdemir, Aksaraylı İsa’nın Miraciyesi (yüksek lisans tezi, 1996), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü.
Mehmet Akkuş, Abdullah Salāḥaddīn-i Uşşāḳī (Salāḥi)’nin Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1998, s. 180-181.
Orhan Bilgin, “Aşkî Mustafa Efendi ve Mi’râcnâmesi”, Prof. Dr. Nihad M. Çetin’e Armağan, İstanbul 1999, s. 97-116.
Başak Burcu Tekin, “İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Resimli El Yazmalarındaki Miraç Tasvirlerine Bakış”, Prof. Dr. Zafer Bayburtluoğlu Armağanı: Sanat Yazıları (haz. Mustafa Denktaş – Yıldıray Özbek), Kayseri 2001, s. 537-549.
Cemâleddin Server Revnakoğlu, “Üsküdar’da İkinci Mirâciye Töreni Münasebetiyle: Mirâciye ve Mevlid”, Vakit (Yeni Gazete), 3 Haziran 1951.
a.mlf., “Mirâciye’nin Diktefon’a Alınması, Bursa ve Üsküdar’da Okunması Münasebetiyle Kutb-i Nâyî Şeyh Osman Dede ve Mi’râciyesi I”, Yeni Tarih Dünyası, II/15, İstanbul 1954, s. 615-616, 634.
a.mlf., “Eski-Klâsik Tasavvuf Edebiyatımızda Mi’râciyeler II”, a.e., II/16 (1954), s. 658-659.
a.mlf., “Edebiyatımızda Mevlid ve Mi’râciye III”, a.e., II/17 (1954), s. 690-693.
a.mlf., “Mevlidin Bugünkü Hâli Mi’râciyenin Üstünlüğü IV”, a.e., II/18 (1954), s. 738-739.
a.mlf., “Mi’râciye Nasıl Kaleme Alındı? V”, a.e., II/19-20 (1954), s. 765-767.
Kemal Çığ, “Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeki Minyatürlü Kitapların Kataloğu”, ŞM, sy. 3 (1959), s. 51-90.
Halil Can, “Dinî Türk Musikisi Lûgatı”, MM, sy. 220 (1966), s. 120.
a.mlf., “Dinî Musiki”, a.e., sy. 300 (1974), s. 26-27.
Orhan Nasuhioğlu, “Dinî Musikimizin Bir Şaheseri Mi’râciyye”, a.e., sy. 292 (1974), s. 4-7.
Sadi Bayram, “XIV. Asırda Tezhiblenmiş Beylik Dönemine Ait Üç Kur’an Cüzü”, VD, XVI (1982), s. 143-154, rs. 7.
Günsel Renda, “Siyer-i Nebi Minyatürleri ve Osmanlı Resim Sanatındaki Yeri”, TT, sy. 7 (1984), s. 23-25.
Hüseyin Ayan, “Abdülbâkî Ârif Efendi’nin Mi’râciyyesi”, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2, Konya 1986, s. 1-11.
“İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde Bulunan Minyatürlü, Resimli, Şekilli, Cetvelli, Plan ve Haritalı (Türkçe, Arapça, Farsça), Yazmalar”, STY, XIII (1988), s. 19-62.
Mustafa Kara, “Mîrâc, Mîrâciye ve Bursalı Safiye Hâtun’un Vakfiyesi”, UÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, VII/7, Bursa 1998, s. 25-40.
Kemal Yavuz, “Anadolu’da Başlayan Türk Edebiyatında Görülen İlk Miraçnâmeler: Âşık Paşa ve Mi’raçnâmesi”, İlmî Araştırmalar, sy. 8, İstanbul 1999, s. 247-266.
Zehra Öztürk, “Hamdullah Hamdi”, DİA, XV, 453.
Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 135-140 numaralı sayfalarda yer almıştır.