MİRDÂSÎLER

MİRDÂSÎLER, 1024-1080 yıllarında Halep’te hüküm süren müslüman bir hânedan.

Müellif: Erdoğan Merçil

Hânedanın kurucusu Esedüddevle Sâlih b. Mirdâs’ın mensup olduğu Benî Kilâb kabilesi IV. (X.) yüzyıldan beri Suriye çölünde yaşıyordu. Bölgedeki halkın etkisinde kalarak Şiîliği benimseyen kabile XI. yüzyılın başında Kuzey Suriye çölünü kontrol etmekteydi. Bu dönemde Hille’de yaşayan Sâlih b. Mirdâs Rahbe’ye hâkim oldu ve burada Fâtımî Halifesi Hâkim-Biemrillâh adına hutbe okuttu (399/1009). Sâlih Rahbe’de yeni bir devlet kurmayı planlıyordu. Ancak hem Abbâsîler’in hem de Fâtımîler’in müdahalesi yüzünden buna imkân bulamadı. Ardından Halep’le ilgilenmeye ve şehri hâkimiyeti altına alan Hamdânî Memlükleri’nden Lü’lü’ün oğlu Murtazâ’yı tâciz etmeye başladı. Murtazâ, Benî Kilâb’dan kurtulmak için hileye başvurdu. Düzenlediği bir ziyafet esnasında Kilâbîler’den bir kısmı öldürüldü, aralarında Sâlih b. Mirdâs’ın da bulunduğu bir kısmı hapse atıldı (402/1011-12). 405 (1014-15) yılında kaçmayı başaran Sâlih 2000 kişilik bir kuvvet oluşturup Halep’e yürüdü ve Murtazâ’yı yenerek esir aldı. Yapılan görüşmeler sonunda serbest bırakılan Murtazâ Halep’i terkedip Bizanslılar’a sığındı. Bu olayın ardından Sâlih b. Mirdâs Halep Kalesi kumandanı Feth ile birleşti. Feth bir yandan da Kuzey Suriye’ye hâkim olmak isteyen Fâtımîler’le müzakerelere girişti.

Sâlih b. Mirdâs, Kelb ve Tay kabileleriyle anlaşarak Halep’ten Âne’ye kadarki bölgenin kendisine bırakılmasını sağladıktan sonra 415 (1024) yılında Halep’i ele geçirdi ve Mirdâsîler hânedanının temellerini attı. Halep Kalesi’ni de Cemâziyelevvel 416’da (Temmuz 1025) alan Mirdâsîler Halep ve Humus’a hâkim oldular, ardından hâkimiyet alanlarını genişletip merkezî Suriye, Ba‘lebek, Hısnıakkâr ve Sayda’ya kadar uzanan toprakları zaptettiler. Mirdâsîler’in bu kadar yayılmasından ve merkezî Suriye üzerinde hükümranlık kurmasından rahatsız olan Fâtımî Halifesi Zâhir 419 (1028) yılında Anuş Tegin ed-Dizberî kumandasında bir orduyu Suriye’ye gönderdi. Savaş Fâtımî ordusunun zaferi ve Sâlih b. Mirdâs’ın ölümüyle sonuçlandı (Rebîülâhir 420 / Mayıs 1029).

Sâlih’in yerine geçen iki oğlundan Şiblüddevle Nasr Halep’e, kardeşi Muizzüddevle Simâl şehrin iç kalesine sahip oldu. Antakya’nın Bizans valisinin sevkettiği birlikler Kaybar denilen yerde Mirdâsî kuvvetleri tarafından mağlûp edildi (Cemâziyelevvel 420 / Temmuz 1029). Bu mağlûbiyeti öğrenen Bizans İmparatoru III. Romanos Argyros ertesi yıl intikam almak için harekete geçti. Mirdâsîler, Azâz yakınında Bizans ordusunu yenilgiye uğratarak büyük ganimet ele geçirdiler (Şâban 421 / Ağustos 1030).

Bu sırada Nasr kardeşinin yokluğundan faydalanıp iç kaleyi de zaptederek tek başına Halep’e hâkim oldu. Kendini korumak için Bizans’la anlaşan Nasr, Fâtımî tehdidiyle karşı karşıya kalınca Fâtımîler’le Bizans arasındaki bir ittifaka kurban gitmekten korktu ve dört yıl süren görüşmelerden sonra III. Romanos’a tâbi oldu. Halife Zâhir el-Fâtımî, Halep’in bir sınır karakolu olarak önemini bildiği için bu gelişmeden rahatsızlık duydu. O sırada iktidarda bulunan İmparator IV. Mikhail, Nasr’a Fâtımîler’le de anlaşmasını tavsiye etti. Bunun üzerine Nasr Zâhir’e kıymetli hediyeler göndererek Fâtımîler’le uzlaştı. Buna göre Humus Mirdâsîler’e bırakılacaktı. Ancak Vezir Anuş Tegin Cercerâî’nin anlaşmaya karşı çıkması Fâtımîler’le Mirdâsîler arasında çatışmaya yol açtı. Yapılan savaşta Nasr b. Sâlih öldürüldü (Şâban 429 / Mayıs 1038), Halep’e kaçmak zorunda kalan kardeşi Simâl muhtemelen Halep’te fazla kalamadı. 429’da (1038) Halep’e giren Anuş Tegin daha sonra diğer Mirdâsî şehirlerine yönelerek Bâlis ve Menbic’i ele geçirdi. Anuş Tegin’in ölümü üzerine (433/1042) Halep halkı şehrin kapılarını Simâl’e açtı. Bizanslılar ve Fâtımî Devleti Simâl’in Halep hâkimiyetini tanıdılar. İlk Türkmen akınları karşısında Bizanslılar Mirdâsîler’le olan on yıllık barış antlaşmasını yenilediler (439/1047-48). Ertesi yıl Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâh ile Simâl’in arası bozuldu. Mirdâsîler, Fâtımîler’in Hadım Rıfk kumandasında Halep’e sevkettiği büyük bir orduyu yenilgiye uğrattılar (Rebîülevvel 442 / Ağustos 1050).

Kazandığı bu zafere rağmen hâlâ Fâtımîler’den çekinen Simâl hanımı Seyyide ve oğlu Vessâb’ı 40.000 altınla Mısır’a gönderdi. Müstansır-Billâh Halep’i ve hâkimiyeti altındaki diğer toprakları Simâl’e iktâ olarak verdi. Öte yandan Arslan el-Besâsîrî, Sultan Tuğrul Bey’in önünden Bağdat’tan kaçtığı zaman (447/1055) Rahbe’ye gelmiş, Simâl de onun gücünden çekindiği için Rahbe’yi kendisine bırakmıştı. Başarılı idaresine rağmen Benî Kilâb arasında Simâl’i kıskananlar vardı. Bu sebeple Simâl, Müstansır’a bir elçi göndererek Halep’e karşılık kendisine Cübeyl, Beyrut ve Akkâ’nın verilmesini istedi. Talebi kabul görünce Halep’i Fâtımîler’e teslim edip Akkâ’ya gitti (1057). Ancak Mirdâsîler Halep’in Fâtımîler’in eline geçmesine razı olmadılar. 1060 yılında Mirdâsî kuvvetleri Funeydik’te Fâtımî ordusunu yendi. İki gün sonra Halep Nasr’ın oğlu Reşîdüddevle Mahmûd tarafından zaptedildi. Fâtımîler Kuzey Suriye’den tamamen çekildiler.

Reşîdüddevle’nin Halep’e hâkim olmasında ücretli Türk askerleri önemli rol oynadılar. Bu sırada Kahire’de bulunan Simâl Halep’e dönmeye karar verdi, fakat yeğeni Mahmûd şehri ona bırakmayı kabul etmedi. İki taraf arasındaki mücadele Benî Kilâb kabile reislerinin araya girmesi üzerine anlaşmayla sonuçlandı. Simâl Rebîülâhir 453’te (Mayıs 1061) bir defa daha Halep’e hâkim oldu. Bizans’a karşı başarı ile mücadele eden Simâl Zilkade 454’te (Kasım 1062) Halep’te öldü ve yerine kardeşi Ebû Züâbe Atıyye geçti.

Ancak Mahmûd bu durumu kabul etmediği gibi kabilenin desteğini alarak Halep üzerine yürüdü (Receb 455 / Temmuz 1063). Bu mücadeleye Atıyye’nin isteğiyle Suriye’ye ilk giren Türkmenler’den olan Hârûn b. Han da karıştı. Hârûn, Mahmûd’un saldırılarına karşı şehri başarıyla savundu. Buna rağmen Atıyye daha sonra Türkmenler üzerine baskın düzenleyip bir kısmını katletti (Safer 457 / Ocak 1065). Hârûn da yanındaki Türkmenler’le şehirden ayrılarak Mahmûd’un hizmetine girdi. Mercidâbık civarındaki savaşta Atıyye yenildi (11 Cemâziyelevvel 457 / 20 Nisan 1065) ve Mahmûd üç ayı aşan bir kuşatmanın ardından Halep’i ele geçirmeyi başardı. Fâtımîler isteklerine boyun eğmeyen Mahmûd’a karşı Atıyye’yi harekete geçirdiler. İki taraf arasında yeni bir mücadele başlamak üzereyken Trablusşam hâkimi Kadı Emînüddevle İbn Ammâr’ın araya girmesiyle anlaşma sağlandı.

Öte yandan gittikçe artan Türk akınlarını durdurmayı amaçlayan İmparator Romanos Diogenes, Kuzey Suriye’nin önemli kalelerinden Menbic’i zaptetti ve Halep çevresinde bulunan Türkmen ve Arap kuvvetleriyle savaşa girip bir gece baskınıyla onları yendi (20 Kasım 1068). Bu muharebeden sonra imparator daha önce Hârûn tarafından ele geçirilen Artah ve İm kalelerine tekrar hâkim oldu (462/1070). Türkmen emîrlerinden Sandûk 462 (1070) yılında büyük bir orduyla Halep’e girerek kışı orada geçirdi. Mahmûd ona kıymetli hediyeler verip Bizans’a karşı cihada teşvik etti.

Türkmen akınlarından rahatsızlık duyan Mahmûd Büyük Selçuklular’a tâbi oldu ve Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh ile Sultan Alparslan adına hutbe okuttu (19 Şevval 462 / 31 Temmuz 1070). Alparslan, Mısır seferine çıkmadan önce Mahmûd’a elçi gönderip huzuruna çağırdı. Gelmemekte direnmesi üzerine Halep’i iki ay kuşattı. Mahmûd çaresiz kalıp annesi Seyyide ile birlikte sultanın huzuruna çıktı, Alparslan da onu affetti. Sultan, Mahmûd’u Emîr Aytegin’le birlikte Dımaşk’ın fethiyle görevlendirdi. Bu sırada Atıyye, Antakya’dan sağladığı yardımla Halep bölgesine girerek yağma akınlarına başladı. Mahmûd, Türkmen Emîri Kurlu Bey’in yardımıyla Atıyye’yi ve müttefiklerini yendi. Mahmûd 1075’te ölünce adamları, veliaht tayin ettiği oğlu Şebîb’in yerine büyük oğlu Celâlüddevle’yi hânedanın başına geçirdiler. Bu sırada I. Süleyman Şah Halep’i kuşattı. Celâlüddevle’nin kendisinin Selçuklu nâibi olduğunu bildirmesi üzerine Süleyman Şah muhasarayı kaldırdı. Celâlüddevle, Anadolu’da faaliyette bulunan Türkmen beylerinden Ahmed Şah ile anlaşıp Bizans’ın eline yeni geçmiş olan Menbic’i geri aldı (10 Safer 468 / 24 Eylül 1075). Bir süre sonra kendisini destekleyen Türkler’i bertaraf etmek istediyse de Türkmenler tarafından öldürüldü (Şevval 468 / Mayıs 1076).

Mirdâsî emîrleri onun yerine kardeşi Sâbık’ı geçirdiler. Ahmed Şah da Türkmenler’in yanına gidip onları sakinleştirdi. Böylece Halep’te düzen yeniden sağlandı. Benî Kilâb ise Sâbık’ın emirliğini kabul etmeyip Celâlüddevle’nin diğer kardeşi Vessâb ile birleşerek Halep’e hâkim olmak istedi. Ahmed Şah, Türkmen beylerinden Dilmaçoğlu Mehmed Bey’den yardım aldı. Türkmen beyleri Vessâb’a karşı harekete geçip Benî Kilâb’la ittifaklarını bozdular. Böylece Sâbık Türkmenler sayesinde hâkimiyetini devam ettirdi. Yenilginin ardından Vessâb yakınlarıyla İsfahan’da bulunan Sultan Melikşah’ın huzuruna çıkarak Sâbık’tan şikâyetçi oldu. Melikşah onlara Suriye’de bazı iktâlar verdi. Ayrıca kardeşi Tutuş’u Suriye’ye tayin etti. Melik Tutuş Halep’i kuşatınca muhasaraya Melikşah’ın emriyle Musul Ukaylî Emîri Şerefüddevle Müslim b. Kureyş de katıldı (Zilkade 471 / Mayıs 1079). Yardıma gelen bir Türkmen emîrinin mağlûp edilmesiyle zor durumda kalan Tutuş kuşatmaya son verip Diyarbekir bölgesine yöneldi. Tutuş’un Suriye’de devam eden faaliyetleri karşısında sıkıntıya düşen Halep halkı ve yerli muhafız kuvvetleri şehri Müslim b. Kureyş’e teslim etmek istiyorlardı. Ancak Sâbık ve iki kardeşi Mirdâsîler’in sonu demek olan bu teklife karşı çıktı. Tutuş’un Halep’e yürümek için tekrar hazırlıklara başlaması üzerine Sâbık kendilerine yardım etmesi karşılığında Müslim’e bazı şehirleri vermeyi önerdi. Bu teklifi kabul etmeyen Müslim şehirden yapılan davetler sonucunda Sultan Melikşah’tan izin alarak Halep önüne geldi (8 Haziran 1080). Sâbık şehrin kapılarını kapattıysa da Müslim yiyecek sıkıntısı çeken halkın ve Halep reisinin desteğiyle hiçbir mukavemetle karşılaşmadan içeri girmeye muvaffak oldu (26 Zilhicce 472 / 18 Haziran 1080). Sâbık iç kalede direnmeye çalıştı. Ancak kardeşleri Vessâb ve Şebîb Halep’teki ordunun desteğiyle Sâbık’ı tutukladılar. Ardından Müslim ve Mirdâsîler arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre Şebîb ve Vessâb’a Azâz ve Esârib, Sâbık’a Rahbe ve çevresi iktâ edilecekti. Böylece Müslim, Rebîülâhir 473 (Ekim 1080) tarihinde iç kaleyi alıp Mirdâsîler’in hâkimiyetine son verdi. Türkler Mirdâsîler zamanında Suriye’ye girmeye başlamışlardı. Mirdâsîler’in özel şairi olarak kabul edilen İbn Hayyûs’un bu aile için otuz kaside yazdığı belirlenmiştir (Halîl Merdem Bek, s. 172-174).

MİRDÂSÎ EMÎRLERİ
Esedüddevle Sâlih b. Mirdâs415 (1024)
Şiblüddevle Nasr b. Sâlih420-429 (1029-1038)
Birinci Fâtımî hâkimiyeti429 (1038)
Muizzüddevle Simâl b. Sâlih (birinci hâkimiyeti)433 (1042)
İkinci Fâtımî hâkimiyeti449 (1057)
Reşîdüddevle Mahmûd b. Nasr (birinci hâkimiyeti)452 (1060)
Muizzüddevle Simâl b. Sâlih (ikinci hâkimiyeti)453 (1061)
Ebû Züâbe Atıyye b. Sâlih454 (1062)
Reşîdüddevle Mahmûd b. Nasr (ikinci hâkimiyeti)457 (1065)
Celâlüddevle Nasr b. Mahmûd467 (1075)
Ebü’l-Fezâil Sâbık b. Mahmûd468-473 (1076-1080)

BİBLİYOGRAFYA

İbnü’l-Kalânisî, Târîḫu Dımaşḳ (Amedroz), bk. İndeks; Azimî Tarihi: Selçuklular Dönemiyle İlgili Bölümler: H.430-538 (nşr. ve trc. Ali Sevim), Ankara 1988, bk. İndeks; İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam, VIII, 40, 300; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, bk. İndeks; İbnü’l-Adîm, Zübdetü’l-ḥaleb, bk. İndeks; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 487-488; Halîl Merdem Bek, eş-Şuʿarâʾü’ş-Şâmiyyûn (nşr. Adnân Merdem Bek), Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 172-174; Suhayl Zakkar, The Emirate of Aleppo (1004-1094), Beyrut 1391/1971; Emîne Baytâr, Mevḳıfü ümerâʾi’l-ʿArab bi’ş-Şâm ve’l-ʿIrâḳ, Beyrut 1400/1980, s. 247-292; Ali Sevim, Selçuklular Tarihi, bk. İndeks; a.mlf., Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, Ankara 1983, bk. İndeks; Ali M. Ali Ûdeh el-Gāmidî, Bilâdü’ş-Şâm, [baskı yeri yok] 1404/1984 (el-Mektebetü’l-Faysaliyye), s. 120-141, 211-233; M. Ahmed Abdülmevlâ, Benû Mirdâs el-Kilâbiyyûn fî Ḥaleb ve şimâli’ş-Şâm, İskenderiye 1985; Abdülfettâh Revvâs Kal‘acî, Ḥaleb el-ḳadîme ve’l-ḥadîs̱e, Beyrut 1409/1989, s. 345-346; Şâkir Mustafa, Mevsûʿatü düveli’l-ʿâlemi’l-İslâmî ve ricâlihâ, Beyrut 1993, I, 364-367; Sobernheim, “Mirdâsîler”, İA, VIII, 360; a.mlf., “Sâlih”, a.e., X, 129; a.mlf., “Şibl üd-Devle”, a.e., XI, 518-519; Th. Bianquis, “Mirdās”, EI2 (İng.), VII, 115-116; Samed Muvahhid, “Âl-i Mirdâs”, DMBİ, II, 137-139.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 149-151 numaralı sayfalarda yer almıştır.